22 Kasım 2009 Pazar

Vekâletle kurban kesilmez…

Kurban; ifade edildiği gibi bağış ve yoksul doyurma amaçlı yardım statütüsünde bir ibadet olsaydı, tarihsel vahyi başlangıcı bir insan olmaz, karın tokluğunu gideren bir hayvan seçilirdi.

Oysa kurbanı farz kılan, Hz. İbrahim’in oğlunu bizzat elleriyle Allah’a sunma girişimiyle ilgili süreçtir.

Yaşı epeyce geçmiş olan Hz. İbrahim’in ve aynı şekilde yaşlanmış olan karısının çocukları olmuyordu. Hz. İbrahim, yaratıcısı Allah’a yakararak, azgın olan babası, kavmi ve aşiretinin yerine Allah’a itaat edecek çocuklar istedi ve doğacak olan çocuğunu O’na kurban edeceğine söz vererek, hicret etti. Bunun üzerine Allah, ona ilim sahipleri Hz. İsmail’i müjdeledi ve daha sonra Hz. İshak’ı bağışladı. Hz. İbrahim, İsmail doğduğunda 86, İshak doğduğunda ise 99 yaşındaydı. Hz. İsmail büyüyüp geliştikten sonra, Yüce Allah, rüyayla Hz. İbrahim’e sözünü hatırlatıp, ilk çocuğu olan Hz. İsmail’i kurban etmesini emreder. Çünkü ilk çocuğun, ondan sonra gelecek diğer çocuklarda bulunmayan bir değeri vardır.

Hz. İbrahim, rüyasını Hz. İsmail’e anlatarak, “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiydir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.

Yaratıcıları Allah’a ikisi de teslim olunca, Hz. İbrahim oğlu İsmail’i alnı üzerine yatırdı ve tekbirler eşliğinde şahadet getirerek Allah’ı zikrettiler. Bu, öylesi bir imanı ve teslimiyeti sembolize ediyordu ki, İsmail üzerindeki bembeyaz gömleğiyle babasına; “Ey babacığım! Beni kefenleyebileceğin başka elbisem yok. Bunu çıkar ki beni onunla kefenleyebilesin” dedi. Hz. İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken arkasından, “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin” nidası geldi. Hz. İbrahim dönüp bir de baktığında karşısında; beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koç duruyordu. Allah; “Elbette Biz, ihsan edenleri böylece mükâfatlandırırız” ayetiyle, kendisine itaat edenlerden hoşlanmayacakları şeyleri ve zorlukları engelleyeceğini, işlerinde onlar için bir ferahlık ve çıkış yeri kılacağını bildirdi.

Açıkça anlaşılacağı üzere; Hz. İbrahim, canından çok sevip ancak yaşlandığında sahip olduğu oğlunu vekâlet vererek bir başkasına kestirmiyor, her şeyden üstün ilahı Allah’ına duyduğu saygıdan bizzat kendisinin yapması zorunluluğuyla hareket ediyordu.

Günümüzün vekâletle kurban kestiren tanrıları, Allah’tan daha yüce midirler ki tenezzül etmezlercesine vekil tayin edebiliyorlar? Bunun apaçık bir şirk olduğu öylesine tartışılmazdır ki, bir başkasına sormaya bile gerek yoktur.

Tapınılan tanrıya sunulan kurbanlar ya doğrudan boğazlanmalı ya da saygıyla başında bulunarak törene iştirak edilmelidir. Aksi takdirde kurbanları kabul olmamaları bir yana, daha beteri Allah’a şirk koştukları aşikârdır.

Unvandan başka hiçbir değeri olmayan gerek Cumhurbaşkanı, gerek başbakan ya da güçlü birisiyle olan randevularına yahut sunacakları hediyede vekil mi kullanıyorlar ki, yaratıcı tanrıları Allah’a vekil kullanmaya cesaret edebiliyorlar?

Sadece bu gerçeği muhakeme ediniz ve çıkar odaklı hocaların hurafesel fetvalarına riayet ederek, şirke girmeyiniz…

Vekâletle Kurban kesmeseniz, inanın sizin için daha hayırlıdır, en azından şirke girmezsiniz…

“(Ya Resulüm!) Gerçekten Biz, sana kevseri verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” Kevser Süresi

Hiç yorum yok: