29 Eylül 2014 Pazartesi

Artık iman düştü, münafıklık göründü!



Ne diyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan; “İslam Devleti bir terör örgütüdür; sessiz kalamayız; İslam ile yakından uzaktan bir ilgileri bulunmamaktadır.”

Peki, ne diyor ABD’nin cumhuriyetçi senatörü Michelle Bachman; “İslam Devleti'ne karşı yapılan savaş, esasında İslam'a karşı yapılan bir savaştır.” 

İslam karşıtı düşünceleriyle tanınan İsrail dostu ABD'li senatör Michelle Bachmann, “İslam adına ölmenin kendilerini cennete götüreceğine inanan radikal bir ideolojiye tabi olan cihadcılarla karşı karşıyayız. Bu ilahi bir savaştır. Yapmamız gereken şey İslami cihadı yok etmektir. Malesef Başkan Obama, yanlış bir reçete ortaya koydu. Cihadı beraberinde getiren dürtüyü bile kabul edemiyor. Evet Başkan, bu İslam ile ilgilidir. Ben şuna inanıyorum; eğer ortada bu büyüklükte bir şer varsa bunu ciddiye almalısın, buna karşı savaş ilan etmelisin, bunun etrafında dolanmamalısın. Tıpkı İslam Devleti'nin ABD'ye savaş ilan ettiği gibi. Onun liderini öldür, onun yöneticilerini öldür, onun ordusunu öldür, ta ki onlar beyaz bayrağı çekip teslim olana kadar. Savaş böyle kazanılır.” 

Böylelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu, Ak Parti ve diğer İslam kimlikli ülke iktidarlarının içinde yer aldığı haçlı koalisyonun İslam’a karşı savaştıklarını haftalarca haykırmama rağmen IŞİD’çi bir terörist olmakla itham edilmiş ve birçok ithamlarla karşı karşıya kalmıştım. Ancak ABD’li senatör Michelle Bachman’ın da aynı gerçeği dile getirmesi, şahsımı tekfir edenlere kapak olsun. Oysa bas bar bağırdım, ALLAH, Resulü ve hükümleri dedim!

Artık söze gerek kalmamış, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti hükümeti ile birlikte ABD ve Vatikan güdümünde olan diğer Arap ülkelerinin de İslam’a karşı savaştıkları ABD’li senatörce de teyid edilmiştir.  

Ey Cumhurbaşkanı Erdoğan; siz ne kadar haçlı ittifakında yer alarak İslam Devleti’ne karşı savaşmaya hazır olsanız da, Müslüman askerlerimiz asla dinlerine ve kardeşlerine karşı savaşmayacaktır. Unutmayınız ki, Müslümanlar ALLAH’ın kuludurlar, ne sizin ne ABD’nin ne Vatikan’ın ne de haçlıların kulluğunu kabul etmezler. Müslümanlık öyle bir cesaret, kararlılık, itikad, izzet ve şereftir ki; hapsedilmeyi, ölümü ve binbir türlü felaketi göze alır ama yaratıcısı Allah’a ortak koşarcasına İslam’a karşı savaşmayı ve haçlılara ittifak kurmayı asla sindiremez. Onlar fani dünyaya değil ahirete iman etmiş olmalarından, bir saniye sonrası meçhul dünyaları için ebedi kalacakları ahiret hayatlarına fiyat etiketi koymazlar. Unutmayınız ki, Müslümanlık sözle karşılık bulsaydı, kimse şahadete koşmaz ve sizler gibi dünyevi çıkarlar peşine düşerlerdi.

Diyorsunuz ki; “İslam Devleti konusunda farklı bir yol haritası hazırlıyoruz.” Temennim o dur ki, hazırladığınız yol haritasının yanlıştan ve küfürden dönen bir tövbe olmasıdır. Hâlâ batılı rehber edinmiş bir yol haritası ise, bilin ki, Allah’ın yol haritası sizi çepeçevre kuşatacak ve o yolda haçlı müttefiklerinizle birlikte darmadağın olacaksınız.

Diyorsunuz ki; “Başbakan iken şöyle diyordu, şimdi böyle diyor' filan gibi yazanlar çizenler var. O kadar anlarsınız. Sizin sırtınızda küfe yok. Rahatsınız. Ama bizim sırtımızda küfe var. Sorumluluk var. Onlarda böyle bir sorumluluk yok. Biz bu sorumluluğun idraki içindeyiz.” Keşke müminler ifade ettiğiniz gibi rahat olup kolayca cenneti kazanan bir sorumsuzluk taşısalardı. Ancak Allah, her kuluna sorumluluk yüklemiş, kimilerini yönetici kılarak, sırtlarına daha ağır yüklü küfeler koymuştur. Herhalde mürekkep yalamış olmanızdan, sorumluluk ya da küfe yüklemediği tek bir kulunun olmadığı idraki içindesinizdir. Lakin o küfelerin ağır gelmemesi için de hükümler indirmiş ve uyanları, sırat köprüsünden kolayca geçirtmesi misali küfelerini kuş tüyü ağırlığında hafifleştirerek, sabırla üstesinden getirtmiştir. Ama Allah’ı, Resulünü ve ayetleri değil de batılı rehber edinmişseniz, sorumluluklar ve sırtınızdaki küfeler size öyle ağır gelir ki, nefsiniz kabararak kendinizi başkalarından üstün, ayrıcalıklı ve başarılı bulur, övülmek ve alkışlanmaksızın geçirdiğiniz her saniye gururunuzu alçaltır. Çünkü o küfede Allah’a hizmet yok, nefse vardır! Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kur’an’dan başka bir şeyle mi sorumlu tutulacağını düşünmektedir; iblis ABD liderliğine katılmayı sorumluluk olarak mı telakki etmektedir? Ya da haçlı safında durmasıyla mı sorumluluğu yerine getirmiş olacak ve sırtındaki küfe hafiflenecektir?

Diyorsunuz ki; “Çözüm sürecini mutlaka nihayete erdireceğiz.” Pkk ile giriştiğiniz çözüm sürecini nihayete erdirebilmenizin ön koşulu, öncelikle pkk’nın tövbe edip yanlışını ikrarla ıslah olduğunu kanıtlamasıyla başlar. Hâlâ azgınlıkta devam eden ve meydan okumasını sürdürerek tehdit ve şantajlarında sınır tanımayarak saldıran ve katleden pkk’yı, nasıl yola getirip kalıcı bir barışı tesis edebileceksiniz? Siz her şeyi ekonomiden ibaret gördüğünüzden, ekonomiyle üstesinden gelebileceğiniz düşüncesi ütopyadır. Bedeni ekonomi olarak ele alırsak, ruhu ne yapacaksınız? İnancı parayla satın alabilir misiniz? Canını inandığı değerler uğruna gözünü kırpmadan feda edebilen bir insana dünyayı verseniz, asla geri adım attıramazsınız. Ancak gözleri paradan başka bir şey görmeyen münafıklar istisna! Ekonomi, hiçbir zaman toplumsal huzurun ve güvenin teminatı olmamıştır. Materyalistlerde etkili olabilir ama ideolojilerde asla! Eğer çözümü Allah ve Resulünün hükümlerine göre değil de, batıl düşünce düzeyinde gerçekleştirmeye çalışıyorsanız, bilin ki şeytan size hayır değil şer getirir. Bu sebeple giriştiğiniz çözüm süreci hüsranla neticelenecek ve eskisinden çok daha beter tahribata yol açacaktır.

Siz çiziyor, konuşuyor ve planlıyorsunuz ama Allah yapıyor ve hiçbir beşer, yaptıklarının önüne geçemiyor ise, varlığınızın ve bildiklerinizin yaptırım değeri nedir?

Platon’la bir öğrencisi arasında geçen tartışma, nasıl bir yaptırımı olduklarını ortaya koymaktadır.  Öğrenci, matematik dersinin sonunda, “Peki hocam” demiş, “İyi, güzel ama bütün bunların yararı?” Sonra eklemiş, “Ne gibi sonuçlar çıkar bundan?” Platon köpürmüş, kölelerinden birini çağırmış, “Bu öğrenciye bu hafta harçlığını vermeyeceksin” demiş. Sonra da öğrenciye dönüp, “Gördün mü? Matematik dersinin böyle de sonuçları da olabiliyor” demiş.

“Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” Araf 3

“Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz.” Şura 47

26 Eylül 2014 Cuma

İman ile küfür arasında bir yapı ve kimlik…



Evinde Müslüman, dışarıda fasık ya da sözleri iman ehli, ameli ise küfür ehli maskelileri okuyabilmek çok zordur. Bulunduğu ortama göre maske değiştirmede maharetli kimseleri çözebilmek, ancak dünya menfaatlerinden tamamen arınıp ahiret hayatına odaklanmakla mümkündür.
  
Asıl tehlikeli olan kimdir biliyor musunuz; fiziki maskeli değil ruhsal maskelidir.

Bir insan, Allah’a, Resulüne ve Kur’an’ a iman ettim, Müslüman’ım ikrarından sonra arzu, istek ve düşüncesine göre tavır alabilir mi; hükümleri nefsi menfaatlerine göre yorumlayabilir ve birini kabul edip diğerlerini savsaklayabilir ya da yapmamakta direnebilir mi; Allah’ın yasak kıldığı küfür cephesiyle ittifak olup cihad ehline savaş açabilir mi; Allah’ın onlarca ayetinde apaçık emrettiği cihadı inkar edebilir mi; cihad ehlini terörizmle suçlayabilir mi; İslam ile siyaseti birbirinden ayırabilir mi; Allah’ın indirdikleriyle değil de Allah’ı ve tek dini İslam’ın buyruklarını reddeden seküler-laik yasalara boyun eğebilir mi; Allah’ın düşman kıldığını dost ve müttefik kılarak taleplerine uyabilir mi; hak din İslam’ı diğer batıl dinlerle özdeşleştirebilir mi?

İslam kimlikli Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, Ak Partiyi kurup iktidara gelmekle abd’nin süregelen boyundurukluğunu aynen kabul ederek, ilk icraatı, İslam karşıtı abd ve haçlı müttefiklerine Irak’ı işgal ettirerek darmadağın ettirmiş; yüzbinlerce insanın kıyılmasına, işkenceler altında ezilmelerine ve yurtlarında sürülmesine sebep olacak süreci tekrar gözden geçirelim ki, günümüzü daha bilinçli okuyabilme fırsatı yakalayalım.

Öncelikle şu gerçeğin altını çizeyim ki, gerek Fettulah Gülen gerekse Recep Tayyip Erdoğan’ın düne kadar süren müttefikliklerinin ve abd nezdinde ki değerlerinin altında yatan; birinin dini diğerinin de siyasi olarak “cihad” karşıtı oluşlarıdır. İslam kimliği taşımış olmaları, cihad karşıtlığında önemli etki yapacağı düşüncesiyle her ikisi de, Batı’nın tartışılmaz ortaklarıdır. İslam’dan yani cihaddan korunabilmek için hem Gülen hem de Erdoğan, haçlıların vazgeçemeyeceği paydaşlarıdırlar. Cihad karşıtı bir kimse, Müslüman olabilir mi?
  
Abd’nin Irak’ı işgal etmesinde en önemli rolü Recep Tayyip Erdoğan oynamıştı. Abd’ye kayıtsız destek ve güvence vererek umutlandırmış ve savaş kararı almasına teşvikte bulunmuştu. Aslında abd, Kuzey Cephesi olmaksızın işgale kesinlikle karşıydı. Her ne kadar Kuzey Cephesindeki müttefiki Kürtler ise de, onların tetikçilikten öte bir etkileri bulunmamaktaydı. Yalnızca Güneyden olabilecek bir saldırının netice vermeyeceğini, büyük kayıplara neden olabileceğini düşünüyor ve başarıya ulaşabilmesi için hazırlıklarını Türkiye’den açılacak olan Kuzey cephesine göre yapıyordu.

Türkiye’deki darbecilere karşı sırtını abd’ye yaslayan Erdoğan, yeni iktidara gelmesiyle önüne çıkacak sorunları aşabilmek maksadıyla abd’nin her isteğine “eyvallah” diyor, bu sebeple abd’ye sözler veriyordu. Dâhili şeytanlardan kaçmaya çalışırken büyük şeytanın tuzağına öyle düşmüştü ki, kıyamete kadar da yakasını kurtaramayacağı anlaşılmaktadır. Hatırlaranız yüzyılın münafığı Gülen’de, “Askerden gelecek baskılara karşı sırtımızı abd’ye dayamalıyız” demişti. Onlar göre Allah, sadece sözden ibarettir. Abd varken Allah’ta (haşa) kimmiş!  

Erdoğan’ın sözüne güvenen Bush, tüm hazırlıklarını yaparak Türkiye’ye yığınak yapmış ve savaş kararını dünyaya açıklayarak pozisyonu almıştı. Abd’nin Irak’ı işgali adına Erdoğan, meclisten geçirmeyi düşündüğü tezkere ile ilgili milletvekillerine yaptığı baskı ve telkinlere rağmen, TBMM’den veto kararı çıkması, abd’nin ihanete uğrayarak çok acı bir darbe almasına neden olmuş ve abd’nin tepkisi, demokratik ve özgür irade söylemleriyle giderilmeye çalışılmıştı. Oysa bu haksız ve acımasız harami işgale Müslüman Türk halkı kesinlikle karşıydı. Erdoğan, öyle inanılmaz bir konuma girmişti ki, hem müttefiki abd’yi hem de din kardeşi ve komşusu Irak’ı kazıkladı, dolayısıyla portünist bir politika gütmüştü.

Artık abd’nin geri dönüşü imkânsız bir psikolojiyle imajını ve caydırıcı gücünü kaybetmemek adına her türlü riski göğüsleyerek Güneyden saldırıya mecbur kaldı. Türkiye, her ne kadar görünüşte savaşa katılmamış olsa da, Erdoğan, savaş arifesi ve sonrasında teşvikkâr rollüne devam etmiş, abd’nin Türkiye’deki üslerini kullanıma izin vererek, her türlü lojistik destek ile misyonunu sürdürmüştü. Hıristiyan bir ülkenin bir İslam ülkesine açtığı savaşta, mutlaka müttefik bir İslam ülkesinin ortaklığına ihtiyaç varsa da, Türkiye dışındaki bir İslam ya da Arap ülkesinin muteberliği kabul edilmemektedir.

Aksi takdirde gizli sürdürülen din savaşı açığa çıkar ve çıkabilecek dinler arası küresel bir savaşa zemin hazırlar. Yoksa abd, İngiltere ve Batılı ülkeler yetmez mi? Bush’u cesaretlendirerek teşvik eden ve destek veren Recep Tayyip Erdoğan’dı. Neden?

Hıristiyan dünyası ile bütünleşerek her şartta güvenilir bir müttefik olduğunu kanıtlamak; hem güç, hem övgü, hem de ihtiyacı olan ekonomik ve siyasi yardım ve desteği alabilmek! Ayrıca, Kemalistlerin baskısından kurtulabilmek için Batının desteğine ihtiyaç duymuş, dolayısıyla Kemalist olmaktansa münafık olmayı tercih eden bir mantıkla hareket etmişti.
  
Ne acıdır ki, Müslüman imajlı Erdoğan,  herkesin sadece kendi çıkarı için çalıştığı seküler dünyanın canavarlarına karşı dudak bükemedi, aşırı ilgi ve vaat edilen ancak alamadığı paraya mağlup oldu. Kuvvetini ve aklını satma yerine, dinine, imanına ve kardeşi Irak halkına fiyat etiketi koydu. Uluyan abd ve İngiltere’nin başını çektiği haçlı canilerine kulaklarını tıkayamadı ve dimdik dikilip karşı koyamadı. Sonuç olarak, Müslüman Irak halkının can, mal, din, ırz ve namuslarını gözü dönmüş şeytanlara teslim etti.

İşte bugünde İslam Devleti’ne karşı oluşturulan haçlı koalisyonunda yerini almakta, geçici dünya menfaati için Allah’a ve ahiret gününe savaş açmaktadır. Oysa kalbindeki Allah korkusu ve edineceği kazanç, haçlı korkusu ve edineceğini düşündüğü menfaatlerden daha fazla olsaydı, ne böylesi bir zillete mahkûm olur ne de ebedi ahiretini yitirebilecek riske girerdi.

Ancak Erdoğan ve Ak Parti’nin haçlılara vereceği tam destek, ne Allah’ı ne de yolunda cihad eden mücahidlere hiçbir zarar veremez ve üstün gelmelerini sağlayamaz. Allah’ın ayetlerini dünyadaki sözde menfaatleri karşılığı satan Müslüman kimlikler bilmelidirler ki, küfrü imana tercih etmelerinin bedelini nefisleri örtbas etse de, mutlaka karşılığını ödeyeceklerdir. Ama bu fani dünyada ama baki ahirette!


Asıl fasık kimdir biliyor musunuz; mümin kardeşlerini haçlılara kırdırandır!
    
Ey Ak Partililer! Önce şu soruyu bir yanıtlayın ama dille değil kalben, düşüncenizle değil amelinizle. Sizler Allah’a mı kulluk yapıyorsunuz, yoksa lideriniz Recep Tayyip Erdoğan’a mı? Neden liderinizin yanlış yolda olduğunu haykırmıyorsunuz? Yaratıcınız Allah’ın ayetlerini eğip bükerek nefsinize göre yorulmanızı meşru addediyor ama liderinizin ise hata ve yanlışlarını dillendirmeye çekiniyorsunuz! Tanrınız kimdir?

Sizler Allah ve Resulüne iman etmiş müminlersiniz değil mi; hükümetleriniz boyunca İslam’a ve Müslümanlara çok hizmet ettiniz değil mi; özellikle başörtüsü yasağı gibi nice engelleri kaldırdınız, baskıları önlediniz ve insanlara özgürlükler kazandırarak hürriyet sahibi kıldınız değil mi; ekonomide çığırlar açarak projelerinizle nam saldınız değil mi; eserlerinizden söz ettirip Türkiye’nin gücünü kanıtladınız değil mi; dünyanın neresinde bir mazlum var ise sahip çıkarak haklarını aradınız değil mi; toplumsal barışa önem vererek çözüm adına ne badireleri üstlendiniz değil mi; her şey halk için diyerek hizmetkârlıkta sınır tanımayarak fedakârlıklarda bulundunuz değil mi; hafızam elvermediğinden hatırlayamadığım daha çok şeyler yaptınız değil mi?

Hani sizler Müslümansınız, Allah ve Resulünün hükümlerine kayıtsız-şartsız bağlısınız ya; peki Allah için ne yaptınız; ilahınız Allah’ın dinini yeryüzünde egemen kılabilmek için ne yaptınız; Allah’ın haram kıldığını haram, helal kıldığını helal sayan yasalar getirdiniz mi; Allah ve Resulünün hükümlerine mi uydunuz, yoksa Recep Tayyip Erdoğan ya da abd’nin hükümlerine mi; batılı reddedip Hakk’ı rehber edindiniz mi; hükümet olduğunuz süre zarfında gerek içeride gerekse dışarıda bir kez olsun Allah ve Resulünün hükümlerine göre bir karar alabildiniz mi; Allah’a güvenip abd ve haçlı müttefiklerine karşı durabildiniz mi; Müslüman mazlumlar lehine müttefik ve dost olduğunuz hıristiyan ve yahudi güçlerini harekete geçirebildiniz mi; Allah’ın birçok ayetinde müttefikliklerini ve dostluklarını haram kıldıkları küfür cephesiyle ittifaklıklarınızı sürdürmediniz mi; elinizde Allah’tan inen bir delil mi var ki,haçlılarla birleşip cihad ehlini yok etmeniz hükmediliyor; Allah’ın değil onların düşman kıldıklarını düşman, dost kıldıklarını dost yapmadınız mı; Allah’ın kanun ve nizamı olan şeriatı reddetmediniz mi; ecdadınız haçlı koalisyonlarına karşı canlarını vermişken, sizler haçlı koalisyonuna katılarak Allah’ın düzeni için cihad eden mücahidlere karşı savaş açmadınız mı; bir kez olsun hak ve adalet adına haçlı müttefiklerinizi seferber edebildiniz mi; onların her harekâtına “emredersiniz” diyerek peşlerine düşmediniz mi; Allah, dünya hayatı bir oyun, oyuncak, aldatma ve övünme yeri, nezdinde hiçbir değer taşımadığını buyurduğu halde, dünya menfaatleri için değil ahiret hayatı için koşturduğunuzu iddia edebilir misiniz; Allah’ı değil de abd’yi tanrı edinircesine mücahidleri vurmak ya da vurdurmak ahiret için midir; Alllah ve Resulünün hükümlerine göre değil kendi istek ve düşünceleriniz doğrultusunda İslam maskesiyle bir din üretmediniz mi? Eğer sizler Müslüman iseniz, Kur’an hükümleri kimleredir?

Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir." Hz.Ömer (r.a)

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. “ Ahzab 36

23 Eylül 2014 Salı

Ey Yahudi eşeği!



Amerika ve müttefikleri, bu mesele sandığınızdan daha büyük ve daha vahimdir, artık yeni bir çağdayız, bu çağda bir İslam Devleti var. Bu devletin askerleri köle değil, liderlerdir. Bu askerler yenilgi nedir bilmezler, girdikleri savaşın sonucu daha başından bellidir.

Bu savaş sizin son savaşınız olacak, daha önce olduğu gibi gene yenileceksiniz. Ancak bu sefer siz bize değil, biz size baskın vereceğiz. Roma'yı fethedecek, haç'ı kıracağiz…

Öyleyse ordularınızı seferber edin, planlar yapın, vurun ve bizi yok edin. Bunlar size fayda sağlamayacak ve yenileceksiniz. Ordularınızı en modern silahlarla donatın. Ajan ve köpeklerinizi silahlandırın. Bakın ki bütün zırhlılarınız, silahlarınız bizim elimizde.

Obama! Sen Yahudilerin eşeğisin, pisliğin birisin! Bütün yapabildiğin bu mu!? Amerika ve müttefikleri bu kadar mı zayıfladı?

Ey Yahudi eşeği! Savaşın havadan kazanılmayacağını bilmiyor musun? Sahaya inmeye gücün yetmiyor mu? Kendini Bush'tan daha zeki mi sanıyorsun. Hayır, sen Bush'tan daha aptalsın. 4 sene önce Irak'tan çekildiğini söyledin, biz ise sana yalancı olduğunu ve geri geleceğini söyledik. Ajanların sana fayda sağlamayacak. Askerlerin buraya eskisinden de fazla sayıda gelecekler. Eğer sen gelmezsen biz oraya geleceğiz.

Ey Yahudi eşeği! Amerika'nın başka bir savaşa sürüklenmeyeceğini söyledin. Hayır, bu savaşa girecek, ülkeni felaket ve yıkıma götüreceksin. Obama! "Amerika'nın elleri uzundur istediği yere ulaşır" demiştin. Öyleyse bil ki bizim de kılıcımız keskindir, elleri ve boyunları keser.

Ekonomileriniz çökecek, gördüğünüz her Müslüman'dan korkacak, kendi yatak odanızda bile rahat olmayacaksınız. Amerika bu savaşa ilk girdiğinde Erbil ve Bağdad'da kendi menfaatlerini koruduğunu iddia etti. Sonra işin vahametini anlayıp yalanı açığa çıkınca Suriye Müslümanları için timsah gözyaşları dökmeye başladı. Onları desteklemeyi ve teröristlerden korumayı vaat etti. Aynı zamanda Nusayrilerin Müslümanlara zulmünü seyretmeye devam ettiler.

Şam'da yıllardır süren açlık ve savaştan insani duyguları kabarmayan, düşen varil bombalarına gözünü kapayan, kimyasal silahlarla öldürülen kadın ve çocukları dert edinmeyen Amerika bir anda insanileşti. Müslümanların haklarını savunan, intikamlarını alan bir devletin öldürdüğü birkaç yüz Rafızi askerine ağlamaya başladılar. Medyaları; İslam Devleti'ni barbar hariciler, kendilerini ise modern olarak tanıttı.

Sünnetsiz moruk Kerry bile İslam fakihi kesildi. Amerika ve müttefikleri Yahudi'nin muhafızı Rafızi-Safevi ordusu ve Irak'taki köpeklerinin güçleri çökmeye başlayınca çılgına döndü. Nusayrilerin fareler gibi kaçtıklarını, koyun sürüleri gibi güdülüp boğazlandıklarını görünce tehdidin boyutunu fark edip dehşete düştüler. Birbirlerine gözyaşları içinde çağrılar yapıp Yahudi'yi kurtarın, Yahudi'yi kurtarın demeye başladılar.

İran'ın da sünnetsiz moruk Kerry "İslam Devleti'ne karşı savaşta İran da rol oynayacak" deyince Büyük Şeytan'la işbirliği ortaya çıktı.

Ey Irak Ehli Sünneti! Geçmişten ders alın ve bilin ki Rafızilerin çözümü ancak boyunlarını kesmektir. Bu işin başka çaresi yoktur.

Ey Şam halkı! Sizin için de hakikatler gün be gün netleşmektedir. Irak'ta halkımızın başına gelenlerden ders alın. Haçlılar bugün Suriyeli muhalifleri Ürdün'de eğittikleri gibi geçmişte de Irak Safevi ordusunu Ürdün'de eğiterek kurmuşlardı. Bu ordunun ise Irak halkına 10 yıl boyunca zillet ve aşağılanmadan başka getirdiği bir şey olmadı. Ey Akıl sahipleri, ders alın.

Bitirmeden önce Mısır Sina'da ki Yahudi bekçilerine cesur operasyonlar yapan mücahid kardeşlerimizi övmek istiyoruz.

Yolları patlayıcılarla kaplayın, Firavun'un üslerine saldırın, evlerini basın, kafalarını kesin. Bir an güvende hissetmemelerini sağlayın!

Ve Libya'daki muvahhid kardeşlerimiz! Ne zamana kadar bölünmüş kalacaksınız? Artık dostu düşmanı bilip birleşme zamanı gelmedi mi?

Tunus'taki kardeşlerimiz! Mısır'daki mücahidlerin yolunu takip edin. Ve Yemen'dekiler!.. Husiler Sana'ya girdi ancak derilerini kızartacak bombalı araçların patladığını göremedik. Yemen'de Husilerden intikam alacak kimse yok mudur?

"İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor! Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." Muhammed 38

Kafkaslar, Horasan, Avrupa ve dünyanın her yerinde Hilafeti destekleyen mücahidler. Devletiniz yeni bir haçlı saldırısı ile karşı karşıyadır. Devletinizi savunmak için ne yapacaksınız? Neden iki ayrı kamptasınız? İslam Devleti mücahidlerini savunun!

Son olarak Kürt kardeşlerimize bir mesaj var. Kürtlerle savaşımız etnik değil, dini bir savaştır! Onlarla Kürt oldukları için savaşmıyoruz. Aksine Kürtlerin içindeki kâfirlerle, haçlılar ve yahudilerin müttefikleriyle savaşıyoruz.

Müslüman Kürtler nerde olursa olsun kardeşimizdir. İslam Devleti ordularında çok sayıda Kürt savaşçı vardır. Kâfir Kürtlerle savaşarak Müslüman Kürtleri onların baskı ve zulmünden kurtarmak istiyoruz.

Şeyh Ebu Muhammed el Adnani

İslam Devleti resmi sözcüsü


22 Eylül 2014 Pazartesi

Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti…



Yorumsuz!

Esselamu aleykum ve rahmetullah
 
Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi… Bu tecrübe, Müslümanların, pozitif hukuka dayalı sistemlerde siyasete katılmasının doğru olduğunu gösteren başarılı bir tecrübe midir?

Kardeşlerim, bu konuşma; Erdoğan’ı seviyor muyum yoksa ondan nefret mi ediyorum diye görmek isteyen duygusal kişilere yönelik değil. Bu sadece, ümmetin durumunu ıslah etmek isteyen bazılarının örnek aldığı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin metodunu tartışmak içindir.

Tartışmamızı maddeler halinde yapacağız:

İlk olarak: Türkiye tecrübesi başarılı mı?

Cevaplamadan önce şunu söyleyelim: Bu soruyu soran başarıdan neyi kastediyor?

Eğer başarıdan kastettiği, yaşam standardının ekonomik olarak yükseltilmesi ise bunun Erdoğan ve partisinin gölgesinde gerçekleştiğinden şüphe yok. Ki bu; Budist, dinsiz ve Hıristiyanların liderliğinde Japonya, Çin ve Almanya’da da gerçekleşmiştir.

O halde iktisadi refah, metodun doğruluğuna delil teşkil etmiyor. Bununla beraber metottaki eksiklikleri ispat etmek için, bu refahı inkâr etmeye çalışmamızı da gerek yok, çünkü bu ikisi arasında bir ilişki olması şart değil.

Eğer başarıdan kasıt, kamu malları ve Müslüman kadının başını örtme hakkı gibi bazı hakların sahiplerine geri verilmesi ise, evet… Erdoğan ve partisi bunu gerçekleştirmiştir. Aynı şeyi Hıristiyan ve dinsiz liderler de Avrupa’da gerçekleştirmiştir. Mesela engizisyon mahkemeleriyle yıllarca yaşamış Endülüs’te bugün ibadetlerini aleni olarak yapabilen Müslümanlar var.

O halde bazı dini hürriyetlerin verilmesi de metodun doğruluğunu göstermiyor. Bununla beraber bu hürriyetlerin faydasını inkâr etmek ve metottaki yanlışları ispat etmek için değerini düşürmek hakkımız olmadığı gibi yine başlangıçta bu metoda bağlanmak ya da ona mecbur olmak da hakkımız değil.

Kardeşlerim, ikinci olarak: Erdoğan’ın yaptığı icraatlardan bazıları, Allah Teâlâ’nın herhangi bir projenin ilerlemesi için vesile kıldığı unsurların bir neticesidir. Bu proje İslami olsun veya olmasın veya bu vesileleri Müslümanlar ya da diğerleri yerine getirsin durum aynıdır. Bu vesilelerden bazıları ise; Müslümanların ihtiyaç duyduğu Yerbilimleri’nde uzmanlık, yönetim, planlama, sıkı çalışma yine kişisel liderlik özelliklerinden, dürüstlük, doğruluk, müsamaha, dirayet, alnın ak olması ve diğer başka özelliklerdir.

Mevcut pozitif sistemlere katılmanın haram olduğunu ifade etmek, Türkiye tecrübesinde bu bahsedilen güzel unsurların bulunduğunu inkâr etmemiz demek değildir. Bununla beraber Türkiye tecrübesinin icraatlarının hepsini, siyasete katılmaya dayandırmak da gerekmez. Yani çıkarımımız şöyle olmamalı: “Erdoğan’ın partisinin “başarı” sebebi demokrasiyi benimsemeleridir.” Aksine şöyle olmalıdır: “ Demokrasiyi benimseyen bu parti herhangi bir proje için gerekli olan faydalı vesileleri kullandı, öyleyse İslami bir projede de, zaten sebeplere sarılmayı emreden Allah’u Teâlâ’nın emrine icabet ederek, bu vesileleri kullanmak gerekir.

Kardeşlerim, üçüncü olarak: Müslümanlar olarak bizler, dünyada bir vazife için bulunduğumuza iman ediyoruz ve bu yüzden de başarıyı, inandığımıza inanmayanların tanımladığı gibi tanımlamıyoruz. Bizler başarıyı, Allah Teâlâ’nın şu ayetinde tanımladığı gibi tanımlıyoruz: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nur-51-52)

Kurtuluş ve zafer ancak, Allah’a ve Resulü’ne mutlak itaatle ve ümmetin ilerlemesi, ıslahı ve değişimi yolunda onları tam olarak hakem kılmakla olur. O halde Türkiye tecrübesi başarılı mı değil mi bilmemiz için, bu şartlar bu tecrübede tahakkuk etmiş mi etmemiş mi buna bakmalıyız.

Adalet ve Kalkınma Parti’si Türkiye’deki yönetim sistemine katıldı ve bu uğurda da devletin laikliğini muhafaza edeceğine dair teminatlar verdi. Aslında en doğrusu o, devleti laikleştirdi. Çünkü Türkiye devleti, askerin yönetimi altındayken fiili olarak laik değildi. Aksine özellikle İslam’a düşman ve başörtüsü gibi, Müslümanların kişisel dini şiarlarını uygulamalarına engel durumundaydı. Erdoğan hükümeti İslam’a; Türkiye’deki diğer dinler gibi muamele etmek ve Müslümanlara kişisel dini şiarlarını uygulamalarına izin vermek üzere geldi. Yani devletin yasalarına aykırı olmayan kişisel dini şiarları yasaklamaksızın, dini devletten ayırarak, laikliği asıl mefhumuyla tahakkuk ettirmek üzere geldi. Ve bunda da Müslümanlara nefes aldıran bir durum vardı.

Fakat bu ne İslami ne de İslamî’ye benzer bir durumdur. Aksine bu; otoritenin tamamını Allah’a ait kılmaktan sapmanın şekillerinden bir şekil olarak tamamen laik bir durumdur. Erdoğan, askeri yönetimden daha az baskı içeren şer-i olmayan bu durumu sağlamlaştırıyor, onu benimsiyor, yayıyor ve ideal ve nihai bir hedef gibi halkları ona teşvik ediyor.

Bunu, Ocak olaylarından sonra, Kahire’de yaptığı konuşmasında şöyle ifade etmişti: “Türkiye demokratik ve laik bir hukuk devleti olarak, laiklik ilkesini uyguluyor ve bütün dinlere eşit mesafede duruyor.” Ve yine Mısırda anayasayı yazmakla görevli olanları, bütün dinlere aynı mesafede duran bir anayasa yapmaya teşvik etti. Yani Allah’ın buyruk ve hak olan dinini, beşerin buyruğu ve batıl-münharif dinleri gibi yapmak…

Yine benzer bir vurguyu İslam Ortak Pazar’ı kongresindeki bir açıklamasında da yapmış ve “Hangi proje dini veya etnik bir esas üzereyse başarısızlığa mahkûmdur” demişti. Erdoğan gerçek laikliği hiçbir zorlama olmadan, gönüllü olarak yayıyor, yine o ve partisi cüzî menfaatler için şirk içeren batıl şeyleri onaylıyor ve yasama yetkisini Allah dışında, insana ait kılan hükme iştirak ediyor… Yani şu kuralı reddeden hükme… : “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”

Erdoğan’ın değiştirme alanı davranışsaldır, değer odaklı değil. Yani O, devletin temel değeri olan “ Laikliğe” dokunmuyor. Ve bilinen bir şeydir ki değerler, siyasi sistemin en derininde yer alır ve onların değiştirilmesi, sistemin gerçekten değiştirilmesi anlamına gelir. Ancak Erdoğan şeriatı; sistemi değiştirecek ve ardından uluslar arası sistemin çıkarlarına etki etmeye neden olacak, tam bir değerler manzumesi olarak benimsemedi.

İşte bu da Amerika Stratejik Planlama Merkezleri’nin çok iyi anladığı bir şey. Şöyle ki RAND( düşünce kuruluşu), Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından desteklenen ( The Rise of Political Islam in Turkey-) yani “ Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” başlıklı araştırmasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Türkiye’de şeriatı ikame etmeye çalışmadığını yazdı. Bu da Batı’nın; Asya’nın veya Afrika’nın en uzaklarında, fakir bir devlette bile olsa uluslararası oyunun kurallarından kaçmaya çalışan hiçbir örneğe tahammül edemezken ve Afganistan, Somali ve Mali’de olduğu gibi hemen çökertmeye çabalarken; Türkiye gibi etkili bir devlette bu örneği nasıl kabul ettiğini açıklıyor.

Erdoğan sadece en önemli ilkelerden vazgeçmedi. Aksine icraatlarında dahi şeriattan ayrılan bir yol izledi. Türkiye’deki İktisadi refahın bir kısmı; zikrettiğimiz gibi dürüstlük, yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetimin sonucudur. Ama bu refah, fasit Kapitalist sistem üzerine kurulmuştur. Yani bu refah, Erdoğan hükümetinin krediyle aldığı faizli borçlara, İslam’daki şirketleşme şartlarına uymayan ve Türkiye sahillerini çıplak turizme kiralama gibi de hiçbir yasaktan imtina etmeyen gayri şer-î anlaşmalara dayanıyor.

Yine birçoğunun bilmediği şey şu ki Türkiye İMF’e olan borçlarını kapatmasaydı Türkiye’nin toplam borcu (Public Dept Management Report)’ göre 367,343 milyar dolara ( yani yaklaşık 367 milyar dolar) ulaşmıştı. Ki bu rakam Adalet ve Kalkınma hükümetinin öncesinden kat kat fazladır. Ancak Kapitalist ölçekle Türkiye ekonomisi başarılı sayılıyor. Çünkü ekonomik kalkınma ve gayri safi milli hasıla bu borçlar ve bunun neticesindeki faizlerle beraber yürüyor. Güçlü bir ekonomi ama tamamıyla kapitalizmin temellerine dayanmış bir durumda…

O halde bu açıklamaya göre de Erdoğan ve partisi başarılı değil. Çünkü fürular (dallar-ayrıntılar) için asılları (temelleri) zayii ediyor. Onu başarılı kabul etmek, Rasulullah’a Mekke’deki Dar’un Nedve’ye katılması ve Kureyş’i bulunduğu hal üzere onaylaması teklif edilseydi, ona tabi olan mustazafları rahatlatmak karşılığında bunu kabul ederdi demeyi gerektirir ki, Rasulullah’ı bundan tenzih ederiz.

Bazılarının zannettiği gibi bizim sorunumuz; Erdoğan’ın hala bazı bozukluklara son vermemesi ya da dini tam olarak ikame etme mertebesine ulaşmamış olması değil. Sorunumuz; onun metodunun, yasama yetkisini Allah’a ait kılmak, bu esas üzere ikame olmamış her nizamdan çekilmek ve hatta onu değiştirmek için çabalamak gibi başlangıçta dinin en önemli kaidelerini bozuyor olması. Yine onun araçları da, İslam’a muhalif olan kapitalist sisteme bağlı bir durumdadır.

Kardeşlerim, hakikat şu ki bu sözleri, yüreğinde tevhidin değeri çok yüce olanlar sadece idrak edeceklerdir. Ama kimi de ekonomik refah ve Müslümanların şahsi işlerinin kolaylaştırılması fitneye düşürdüyse o kimse bunları; yasamada ve hayatın her alanında Allah’ın emrine başvurarak Allah’ı birlemeyi kurban etme karşılığında, mazeret görecektir.

Dördüncü olarak: “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağladığı hürriyetler ve ekonomik kuvvet, Allah’ın dinini ikame etmek için bir ön adımdır” denilecektir.

Bu soruya şu yaklaşımlarla cevap verilebilir:

İlk olarak: Bizler itaatle ve güzel bir şekilde tabi olmakla mükellefiz, haram yolla da olsa iktidar için çabalamakla değil. Allah Teala buyuruyor ki “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.”(Nur-55)
Bizler “iman edenler ve salih amellerde bulunanlar” dan olmakla ve bunun dışında da iktidar için hiçbir yasak vesile kullanmamakla görevliyiz. İşte o zaman iktidar Allah tarafından temin edilmiştir. Tabi ki -Allah tarafından- bu muktedir kılınma, sadece cüzî bazı dini hürriyetlerle değil, aksine ülkenin uluslar arası sisteme kulluktan kurtulacağı bir iktidardır.

Yani Türkiye’nin; Kapitalist ekonomiye rehin kalmadığı,“ teröre” karşı savaşta Afganistan’ı işgal eden NATO’ya ortak olmadığı bir iktidar… Yine Batı Planlama Merkezleri’nin laiklik ve demokrasiyle uyumlu, ılımlı İslam’a model olarak görmediği, desteklenmesi ve “radikal” İslam’ın büyümesinin engellenmesi için Müslüman halkalara örnek olarak sunmadığı bir iktidar. Tıpkı “Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” adlı araştırmada zikredildiği gibi…

İktidar; bu iktidarda olan Müslümanların; mustazaflara – Suriye’de olduğu gibi – gerçekten destek olmaya çabalamasıyla olur. Yıllar geçerken, sınırın diğer tarafında Müslümanların katledilmesiyle değil.

Yine gerçek iktidarda, Marmaris’teki gibi çıplak plajlar, İsrail diye isimlendirilen devletle medya açıklamalarına rağmen samimi ekonomik alakalar da görmeyiz.

İkinci olarak; Erdoğan’ın gerçekleştirdiği şeyin, Allah’ın (vâd ettiği) iktidara belli bir oranla da olsa gerçekten zemin oluşturacağını farz etsek bile, bu onun demokratik yönteminin doğru olduğunu göstermez. Ebu Talip’in Rasulullah’a destek olması, davetini yaymaya imkân vermesi, müşriklerin eziyetlerini ondan savması. Bu; Ebu Talip’in içinde bulunduğu şirkin doğru olduğu anlamına mı gelir? Ya da Rasulullah amcasını şirki üzere kalmaya ve müşriklerin amcasını putlarına secde ederken görerek kabul edip de böylece kendini saklayacak bir perde olmaya mı çağırdı? Yoksa hayatının son lahzasına kadar onu İslam’a mı çağırdı?

Eğer Rasulullah amcasının şirki üzere kalmasının daveti için daha faydalı olduğuna inansaydı, onun İslam’a girmesi talebinden vaz mı geçerdi? Rasulullah buyurdu ki: “ Allah bu dini facir kimse eliyle veya değersiz kavimlerle de destekler.”

Bu örnek; Erdoğan’ı facir ya da başka bir vasıfla vasıflandırmak ya da Ebu Talib’i, İslam’a bağlı olduğunu beyan eden Erdoğan’la bir tutmak için değil. Bu sadece şu kaideye işaret etmek için: Bir şeyde güzel sonuçların olması, tutulan yolun doğru olduğu anlamına gelmez.

Üçüncü olarak kardeşlerim: Bazı şeylere belli ölçüde sevinebiliriz, ama şer-î olarak, ona sebep olan şeyleri kabul edemeyiz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişi, Müslümanların nefes almasına ve açıktan İslam’a düşman olan makamlara engel olmaya neden oldu. Bu neticelere; tertemiz bir davet ve gelecekte gerçek bir iktidara ortam hazırlamada rolü olabilir diye belli bir oranda seviniyoruz. Ama bu; partinin pozitif hukuka (dayalı sisteme) katılmasını onaylamak ve ona bu konuda yardımcı olmak demek değildir.

Son olarak kardeşlerim, birileri “Erdoğan, Müslümanların diğer idarecilerinden daha iyi değil mi?” diye sorabilir.

Erdoğan için zikrettiğimiz bu olumsuzluklara, biliyoruz ki diğer Müslüman toplumların İdarecileri; hıyanet, apaçık ajanlık, zillet, açık zulüm, fesat, dinle savaş gibi başka olumsuzlukları da eklediler. Bu yüzden de biz Erdoğan’a hidayet için dua ederken bunlara helak olmaları için dua ediyoruz. Lakin biz Türkiye modelinden bahsediyoruz. Çünkü insanlar bununla fitneye düştüler; İslam’a ulaşmak için bir merhale saydıkları İslam’a muhalif olan metoduna, dilleri ve gönülleri razı oldu, böylece de akideleri kirlendi.

Yine onlardan bazıları; Erdoğan’ın metodunu, demokrasisini ve laikliğini, Asil olan İslam nizamına göre “bu zamana daha uygun”, “alternatif” ve “nihai bir hedef” olarak kabul ettiler!

O’ndan bahsediyoruz çünkü o, bu kimselere, Allah’ın ve Resulü’nün buyruğundan ayrılan yolları, ıslah için kullanma gibi boş bir umut veriyor.

Allah’tan bu kimselere, Erdoğan’a ve partisine hidayet etmesini diliyoruz.

Vesselamu aleykum ve rahmetullah

Dr. İyad Kunaybi