28 Haziran 2018 Perşembe

TBMM teröristtir!

Demokrasi gerekçesiyle teröristi içselleştiren bir meclise “milletin meclisi” nazarıyla bakabilmek mümkün değildir.

Allah’a iman yerine beşeri üstün kılmaya çalışan seküler-laik bir meclisin teröristi kucaklaması fıtratının kaçınılmaz bir gereği olduğundan TBMM, terörün, haksızlık ve adaletsizliğin odağı halindedir.  

Halkını katleden, meydan okuyan, bayrağını çiğneyen, bölmeye kalkışan, varlığını tanınmayan, fitneleriyle milleti birbirine kıydıran, kundaktaki bebek dahil insanları acımadan tepeleyen, mal ve can güvenliğini ortadan kaldıran, kalleşlik ve kahpelikle masumiyeti öldüren, devleti paçavraya çevirmeye kalkışan PKK gibi bir vahşinin HDP adıyla mecliste meşrulaştırılması, o meclisin topyekun terörist olduğuna işarettir.  
           
Çocuğun biri, arkadaşıyla oynadığı oyuna kızması üzerine demiş ki, “Anam senin ananı kerhanede görmüş.” O’da cevaben; “Peki senin ananın orada ne işi vardı” diye sormuş.

Dolayısıyla HDP’nin bırakın mecliste bulunmasını, varlığı bile mümkün olmaması gerekirken devlet ve siyasetle öyle çiftetelli oynamaktadır ki, bedeli meclisle kanıtlanmaktadır.  

HDP’nin TBMM’deki varlıkları apaçık bir yenilgi ve tarifi imkânsız bir utançtır; lanettir! Hangi parti ve vekillerin onlarla aynı çatı altında bulunmayı sindirebilmeleri, kendilerinden hiçbir farkları olmadığını ortaya koymaktadır.

Hem PKK ile mücadele adına dağları gidip bombalayacak, şehitlere gözyaşı döküp nutuklar atacak, intikam yeminleri edecek ve terörün kökten bitirileceğini vazedeceksin; hem de HDP’yi meşrulaştırarak devletin tüm imkânlarından yararlandırmak suretiyle söz sahibi kestirip millete karşı tehdit olmaya devam ettireceksin.

Neymiş efendim; halkın % 10’u HDP’liymiş; demokrasi adına yasaklamak birlik ve beraberliği bozarmış, düşünce ve fikir özgürlüğüne darbe vururmuş, kaosa ve infiale sebep olurmuş.  Demek ki terörü teşvik eden devlettir!

Dolayısıyla nefsi çıkarlarının adaletten üstün tutan bir anlayış, alçalmışlığa mahkûmdur!

Oysa amaç devlet ve milletin bekası ise, başkaca bir sebep mevzubahis olabilir mi? Sayıları değil 6 milyon, 50 milyon olsa dahi yanlış asla meşrulaştırılmamalıydı. Çünkü kabul edilmiş bir yanlışlık, kazanılmış bir zehirdir.

Acımasız teröristlerin hüküm sürdüğü TBMM’nin milletin, hakkın, adaletin ve vicdanın bir meclisi olamayacağı hakikatinden dolayı daha fazla bir söze ihtiyaç duymuyor;  seçimlerde kazananın sadece terörist HDP olduğu ve kalanın zillet içinde kaybettiğini ifade ediyorum.

Ancak yaratıcı ALLAH’I tanımayan seküler-laik meclisin HDP’yi tanımış olması normal değil midir?


“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” Nisa 58

25 Haziran 2018 Pazartesi

Sevme yaradanı; yarattıklarından ötürü…

Çünkü yarattıklarının çok ötesindeki eşsiz bir ALLAH’tır.

Dolayısıyla seversen yaradanı ancak ALLAH olduğu için sev ki, şeytan başta olmak üzere hiçbir kimse olası bir aşk ve tazimine vesvese katamasın.  

Ne var ki, seküler-laik düşünce düzeyinde insan ilişkileri ve sevgisi ateist bazlı hümanizmle örtüştürülmüş; böylece nefsaniyeti tanrılık seviyesine yükselten bir manipülasyonla Allah’ın insan sevgisi ve üzerindeki kulluk etkisi yok sayılmaya çalışılmıştır.

Oysa hümanizm her ne kadar insanlar üzerinde “insan sevgisi, barış, kardeşlik” gibi olumlu mesajlar çağrıştırsa da asıl hedefi Allah’a ve dinlerine savaştır. Şeytanın insanlar adına kaygısı ne ise, hümanist düşüncenin de odur!

‘İnsanlık’ kavramını Allah’a karşı isyan ve inkâr üzerine işleyen hümanizm,  en iyi değerlerin, karakterlerin ve davranışların ilahi otoritede yani Allah’ta değil de nefiste olduğuna inanan öyle bir düşünce sistemidir ki, kâinatın yaratıcı Allah tarafından yaratılmadığını ve sonsuzdan beri var olduğunu; insanın maddeden ibaret ve ruhunun bulunmadığını; insanın fıtratı doğrultusunda yaratılıştan gelen özellikleri olmadığını; Allah’ın kâinat ve insan üzerinde hiçbir hâkimiyetinin bulunmadığını; insanın benlik ve özgürlük kazanabilmesi için Allah inancının terk etmesini ve Allah’tan indirilen vahye inanmamasını savunur. 

Hümanizm tüm gerçekliğin bizzat doğanın kendisi olduğunu; kâinatın temel materyalinin de ruh değil madde enerji olduğuna inanır. Düşüncesine göre Allah gerçek değildir ve insanlar ölümsüz ruhlara sahip değillerdir; dolayısıyla kâinatın sonsuz bir yaratıcısı yoktur. Yaratıcı Allah’ı, Mutlak İrade’yi ve vahyi reddeden hümanizm öyle berbat bir düşüncedir ki, şeytanın Allah’ı inkâr etmemesi baz alındığında, sapkınlıktaki şeditliği de kanıtlanmaktadır.

Hedefi Allah’a imanı ve dinlerini yeryüzünden tamamen kaldırmak; aile hayatı ve evlilik kurumunu da feshedip çocuklar için komünal bir eğitim sistemini kurmak olan hümanizmin insani değerlere nasıl amansız bir düşman olduğu aşikârdır ama nefsi yücelten argümanlarından dolayı kabul görür.  

Allah’ın esas aldığı insan kavramına ve sevgisine tamamen karşı olan hümanizmin etkisi altında kalabilen özellikle İslam kimlikli politikacılar, içinde bulundukları seküler-laik çarkta öyle yontulup tükenmişlerdir ki, hem Allah’a inanır hem de hümanizmi savunmaktan geri kalmazlar. Böylece topluma yaptıkları çelişkili mesajları ve öğretileriyle akılları karıştırmak suretiyle iğfalde sınır tanımazlar.  

Ancak yaratıcı Allah ve Resulüne iman ederek indirdiği hükümlere kayıtsız-şartsız itaat etmek suretiyle nefsi doğrultusunda herhangi bir tercihte bulunmayanlar sevilmeye, dost edinilmeye ve kardeş yapılmaya hak kazanır. Geri kalan Allah’ın hükmüne göre düşmandır; ne sevilmeye ne de tevbe etmeden affedilmeye müstahaktırlar.

Allah’a karşı duyulması gereken aşk ve tazimi ruhunda hissetmeyenin bedeni sevgileri tamamen hümanist bir hezeyandır.  Demokratik düşünce de apaçık bir kanıttır!

Demokrasi şeytanın öyle şaaşalı bir silahıdır ki, kötüyü yani suçu, terörü ve isyanı meşrulaştıran bir fitnedir. ALLAH’ın indirdiği anayasaya karşı çıkan, insan yerine konulup söz sahibi yapılmakta; dolayısıyla hak yani iyi olan her şey mundarlaştırıldığından adaletin tesisi mümkün olamaz.  

Hümanizmin siyasi terminolojisi demokraside “insan için her şey, yine insan için yapılmaktadır” hileli felsefesi, dinli-dinsiz her düşünce düzeyini öyle etkiliyor ki, insan, doğrudan ya da dolaylı olarak tanrılaştırılıyor.

Şeytan da misyonu gereği tüm gayret ve enerjisini nefisleri mutlu edebilmek için harcamıyor mu; bitmez tükenmez arzu ve ihtirasların sınırsız taleplerini yerine getirebilmek adına durmaksızın hizmette bulunmuyor mu?

Müslüman bilmelidir ki, ‘ bana göre’ diyerek kavramları manipüle eden İslam kimliği taşıyanlar öyle zehirdirler ki, hümanizm güdümlü demokrat olan her düşünce ve yapı, Allah’ı yeryüzünden ve yönetimden dışlayarak insanı yerine geçirmektir.

Ayrıca idarecinin yani iktidarın seçimiyle ilgili yapılan oylamalar demokrasi değil cumhuriyet bir devlet biçimidir. Dolayısıyla ‘halk yönetimi’ olan cumhuriyet biçimi İslami’dir ama demokrasi yönetimi gayri-İslami’dir! Hatta aleni bir şirktir!  

“Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.” Ankebut 22

“Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmediler mi? Hâlbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah'ı aciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür.” Fatır 44

(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vadetti, ben de size vadettim ama, size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ben, sadece sizi çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Kuşkusuz daha önce ben, beni (Allah'a) ortak koşmanızı reddettim." Şüphesiz zalimler için elem verici bir azap vardır.” İbrahim 22

22 Haziran 2018 Cuma

Muhakkak ki sende öleceksin…

Onlarda ölecekler!

Bugüne kadar var olmuş ve cihana meydan okumuş hiçbir millet yoktur ki, onca bilgilerine, güçlerine ve teknolojilerine rağmen ecellerinin önüne geçemeyip geciktirememişlerdir.

Öyleyse neye güveniliyor ki, vaatlerde sınır tanınmıyor?

Bu nasıl bir hizmet aşkıdır ki, şeytanın nefse yaptığı hizmetleri dahi geride bırakabilmektedir.
Eğer amaç yaratıcı ALLAH’a değil de nefse ise, şeytandan gayrisinin hizmet yapabilmesi mümkün olmayıp, hizmetleri de ecelle orantılı kalmaktadır.

Allah’a hizmet insanlığa; nefse hizmet ise şeytanadır. Dolayısıyla vaat edilen hizmetlerin nasıl nefis odaklı olduğu temel ihtiyaç fazlası abartılarla aşikâr olup, seküler-laik düşünce düzeyinde doğrudan yaratıcı Allah’a hizmet yasaktır; çünkü Allah ile yapılan yarıştan dolayıdır.

İnsana hizmet asla Allah’a hizmet değildir. Allah’a hizmet insana hatta tüm canlılara hizmet olduğundan hümanist düşünce aldatmacanın ta kendisidir.

Ölümlü insanın nefsine galebe çaldırdığı tahrikler göç edeceği ahiret yurtlarını öyle bertaraf etmektedir ki, vahye iman etmemiş olmalarının bedelini çağlar boyu ödemeye mahkûm kalmalarına sebep olmaktadır.

Allah’ın dışındaki sözler çöptür.  Tabii ki Kur’an’a muvafık peygamberlerin ve muttakilerin sözleri istisnadır.

Bir yaprağın yere düşmesi bile Allah’ın izniyle gerekleşiyor ve gaybı yani geleceği veya yarını O belirliyor ise, o ardına düşülerek güvenilen Muharrem İnce, Meral Akşener, Selahattin Demirtaş, Temel Karamollaoğlu, Doğu Perinçek kimdir? Hatta Recep Tayyip Erdoğan da ölümlü bir kul değil midir?

Ne yani; onlar kader yazan Allah mıdırlar ki, umut edilen nimetlere kavuşulabilecek, sıkıntılar ortadan kalkabilecek, kederler bitebilecek, mutluluğa ulaşabilecek, kötü olan her şeye son verilip iyilik hakim kılınabilecek, kara bulutlar dağılıp şimşekler durabilecek ve beklenen güneş yakmayacak mı?

Hâkimiyet kayıtsız-şartsız ALLAH’ındır ve yönetimine beşeri hiçbir güç ortak olamaz!

Dolayısıyla yegane yönetici O’dur; insan kulluğu itibariyle perçemlerinden tutulmuş iyi ya da kötü bir araçtır. Bu sebeple demokratik bir düşünceye asla itibar etmem ve Allah’ın dediğinden başka hiçbir söze güvenmem ve verdiği hükümden başkasını tanımam.

Ölü fani; diri bakidir! Öyleyse ölüye değil daima diri olana kıymet ver ki, insanlıkla şereflenmiş olabilesin. 
  
 “De ki: "Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.” Yunus 49

“Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.” Hicr 5

“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. “ Zümer 30 


(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir. Ahzab 36

20 Haziran 2018 Çarşamba

Bırak ulusunlar!

En vahşi hayvanları hatta şeytanı dahi kıskandıracak bir hoyratlıkta böğürerek kadere meydan okumayı sürdürsünler.

Sonuçta izin veren ALLAH ise, insana sabretmek düşer.

Ancak o sabır, Allah’ın hükmettiği ölçüyle orantılıdır!

Özgürsel fıtrat taşımayanların iradesel davranışta bulunabilmelerinin imkânsızlığı kulluklarıyla alenidir. Dolayısıyla bilinen tek şeyin bilinenleri yani kaderlerinde yazılı olanları biraraya getirmek ya da yapmak olan politikacılara, din ve bilim adamlarına, düşünürlere veya yöneticilere umut bağlanmamalıdır.

İnsanı yanıltan algı nedir?

Aklın, iradenin ve kaderin yani ‘o kitap’ın, diğer bir ifadeyle levh-i mahfuz’un idrak edilememiş olmasıdır. Her insanın kaderdeki yazgısı doğrultusunda düşünmesi, davranması, muhakeme etmesi, seçimde bulunması, iyi veya kötülüğü fiiliyata geçirmesi, güçlü yahut zayıf olması; zafer ya da yenilgiyle karşılaşması tamamen yaratıcı Allah’ın bir kararıdır. Dolayısıyla ne beşerin ne milletin ne de başka bir iradenin üstünlüğü ve müdahalesi mevzubahis değildir. 
 
Sanki kader sadece menfiymiş gibi toplumlar öyle sömürülmektedir ki, yabani otlar misali kader değiştiriciler bitmekte, vaat ettikleri olumlu hayat yahut kaderle örtüşen başarılarından dolayı manipülasyonda sınır tanımamaktadırlar. Oysa ne menfi ne de müspet açıdan Allah’ın yazgısından başka hiçbir şey güncelleşmemekte; olası iyi yahut kötü yöndeki değişimler kaderin hükmüyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla beşerin araç olmaktan öte iradesel hiçbir etkisi ve katkısı bulunmamaktadır.

Ki, Allah’ın elçileri olan peygamberlerin dahi fayda ya da zarar verebilme kudretlerinin bulunmadığı baz alındığında söyleyebilecek bir söz yoktur ama yinede nefis ikna olmamaktadır. Çünkü nefsin öğütten yararlanabilmesi ve ikna olabilmesi de Allah’ın iznine bağlı ise, insanın dilediğini özgürce yapabilmesi mümkün değildir.

Örneğin içine girilen seçim sürecinde ortaya dökülen cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının odundan hiçbir farkları yoktur ama ruhları olmalarından dolayı taşıdıkları ayrıcalık yanlış muhakemeye neden olmaktadır.

Şöyle ki, denizde boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Can havliyle yardım isterken tevafuken ellerinin arasına sıkışan bir can simidi veya ona benzer bir tahta parçası ya da bir cisimle canı kurtulur. Karaya çıkması akabinde o cisme sarılarak teşekkür etmesi ve minnet duyguları sunarak kurtarıcı olarak görmesi, herhalde delirdiğinin düşünülmesine yol açar. Hiç insan, cansız ve yaptırımı olmadığını düşündüğü bir cisme şükrederek saygı duyabilir mi? Ancak, canını kurtarmaya neden olan araç, o değil miydi? Aslında kurtaran veya yok eden yaratıcı Allah olmasına rağmen, insanların birbirlerini tanrılaştırırcasına bu güçte görmeleri, her bilgisizliğin temelini oluşturmaktadır.

Seçimlerle ilgili en ince detaylar bedenler yaratılmadan önce levh-i mahfuz da öyle yazılıdır ki, kimlerin katılacağı, ne konuşacakları, destek ya da köstek alacakları, nasıl bir sonuçla karşılaşacakları, hayır mı yoksa şerre mi sebep olacakları, bahaneler ve tetikleyici mazeretler hiçbir şey noksan bırakılmaksızın belirlenmiştir. Dolayısıyla yazılmış olanı hiçbir iradenin lehte yahut aleyhte değiştirebilmesi mümkün değildir.

Kimi farklı gerekçelerle seçime gitmeyerek oy kullanmayacak; kimi geçersiz oy kullanacak; kimi ideolojisindeki lider ve partilere oy verecek; kimi hileye başvurup kaos çıkartmak suretiyle bozgunculuğa gitmeye kalkışacak ama karar, yaratıcı Allah’ın verdiği üzere neticelenecektir. Onun için zaten verilmiş kararın güncellenecek olmasıyla ne liderlerin ne partilerin ne de iç ve dış dayanakçıların takdiri değiştirecek hiçbir müeyyideleri olmayacaktır. Dolayısıyla olaylarda dolgu misali sebepler zinciri olmaktan öte hükmedici bir dahili bulunmayan insan, yalnızca kulluğuyla sabittir.

Geçmiş, gelecek için fevkalade bir ibret ve nasihattir ama kahraman iddiasıyla büyütülen kimseler asla kurtarıcı değillerdir. Çünkü onlar kaderlerinin gereğini yapmışlardır. Ne musibetler ne sıkıntılar ne belalar ne savaşlar ne kavgalar ne de kederler ortadan kalkmayacağı gibi, ‘kadere karşı gelircesine değişim umudu vermek hem yalanın daniskası hem de şirkin ta kendisidir. Bilinmelidir ki, kader ile ilgili inisiyatif sadece yaratıcı Allah’a mahsustur!   

Mesel kimin kazandığı yahut kazanacağı değil, Allah’ın nasıl bir kader yazmış olduğudur!  

İnsanoğlu ülkesiyle, devletiyle, milletiyle ancak müstahak olduğunu yaşar neye layık olduğunu da kalplerde saklı olanı bilen ve kaderleri yazan ALLAH’tan başkası bilemez,

“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

“Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler. A’raf 176


“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır. “ Secde 13 

16 Haziran 2018 Cumartesi

Muharrem İnce bir kâfirdir!

Yaptığı açıklamalarla amansız bir vahiy düşmanı olduğunu öyle ikrar etmiş ki, Türkiye’ye hayır değil şer getireceğine şüphe kalmamıştır.

Doğarken ölümle nişanlanan insanlar, misafir oldukları dünya gerçeğini idrak edememiş olmalarından ev sahibiymiş gibi demir atmışlar; hiç ölmeyeceklermişçesine meylettikleri fanilikte başıboş bırakıldıklarını sanarak, yaratıcıları Allah’ı takmamaktaki inat ve ısrarlarını sürdürebilmişlerdir.

Oysa sahip oldukları kuvvet ve kıymetleri önlerine sunan Allah’a nankörlük ve ihanette sınır tanımamışlar, mutlak biliciliğini ve iradesini yok sayıp nefislerini öne çıkarmak suretiyle benlik gütmüşlerdir.

Kâinatı evirip çevirerek, bir yaprağın dahi bilgisi olmaksızın yere düşmeyeceğini Muharrem İnce ve Abdülaziz Bayındır gibi kimi kâfirler reddetmiş olsa da, “o kitap”ta yazılı olan bir şeyin dışında herhangi bir olayın meydana gelmeyeceği bildirilmiş ve fizikle de kanıtlanmıştır. Zaten yeryüzü ile gökyüzündeki canlı-cansız tüm varlıklara hükmedemeyen bir Allah olamaz.
 
Bilgisi olup da idraki olmayan dinli ya da dinsiz kâfirler, yaratıcı ve yoktan var edici bir Allah’ın geleceği bilmez hezeyanları, Tanrı’lığın özüne aykırıdır. Ki, Allah’ı kökten inkâr eden ateistler dahi böylesi sapkın bir düşünceyi deli saçması bulurlar. Çünkü yarattığı kullarını kontrol edemeyen, menfi yahut müspet ilişkilerini yönetip yönlendiremeyerek başıboş bırakan bir Tanrı,  Allah olabilir mi? Allah’ın tanıyacağı zerre bir inisiyatifin tüm düzeni allak bulak edeceği tartışılmazdır.

Hiçbir kuşku yoktur ki, beşer ne yaparsa yapsın kaderinin doğrultusunda yapsa da boştur. Çünkü kâinatın ve yarattığı kullarının kaderlerini mülkünde tutan Allah’ın kararı vardır ve içinde yaşanılan dünyada bunun apaçık bir delilidir.

Lakin Müslüman kimliğine bürünmüş azılı kâfir CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce,  Allah’ın kararına yani Mutlak İradesi’ne karşı çıkarak; "Böyle bir din yok arkadaşlar. Göster bakayım kararı, nasıl bir karar bu? Yani Allah'tan karar varmış, öyle söylüyor. Yalana bak. Göklerden gelen bir karar varmış; mail mi geldi, Facebook'tan mı, Twitter'dan mı, nereden geldi" sözleriyle nasıl şedit bir küfür ehli olduğunu ispatlamakla kalmamış; vahyi yani Kur’an’ı Kerim’i yalanlayabilmiştir.  

Aklın özgür ve mutlak bir güç değil, yaratıcı Allah’ın bilgisi, etkisi ve yönlendirmesi altında dahi olduğunu bilmeyen Muharrem İnce adlı mahlûk, gizli bir ateisttir.  Bedenler yaratılmadan yani fiziksel özellik kazanmadan önce yaratılmış olan ruhlara farklı bilgiler, yetenekler, görevler, şerler, hayırlar, eceller, rızıklar ve dünyada yaşadıkları boyunca görüp geçirecekleri ne var ise yüklenmiş; bilinmeyen yani Allah’ta saklı bir bilgiye göre imtihan gerçekleşmiş; bu esasa göre fiziki hayat güncelleşmiştir.

Allah’ın bildirmediği bilgi doğrultusunda gerçekleşen imtihanla ilgili hiçbir kulun sorgulama hakkı bulunamaz. Doğrusu İslam, Allah iradesine kayıtsız-şartsız bağlılıktır; imandır; teslimiyettir. Her ne kadar iman ya da inkâr edilmiş olunsa da her kul, İslam’ın hükmettiği kulluğun altındadır.

Yarattığı geleceği bilemeyen; günün koşullarını kestiremeyen; karar veremeyen bir Allah, yaratıcı ve kâinat düzeni sağlayıcı bir Tanrı olabilir mi?

Her kulun programlanmış ruhu gereği bedeni işlev kazanmaktadır. Mutlak İrade’nin “o kitap”taki yazgısı; aldığı karar ve verdiği takdir ne ise, o aynen uygulamaya geçer. Dolayısıyla yaratıcı ALLAH’ın kararını inkâr eden Muharrem İnce, Müslüman görünümlü bir Lawrence’tir; İngiliz casusu Lawrence’in 1. Dünya Savaşı sırasında Türklere nasıl kahpelikler yaptığını tarih sayfalarından inceleyiniz ki, Muharrem İnce’nin kim olduğunu idrak edebilesiniz.

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.” Hadid 22

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” Kıyamet 36

“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah'ın (kendi katındaki) bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” Casiye 23

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” Hud 6

De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51

Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” Enam 38

“Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve gizli) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın.” Yunus 61

“O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. Ne kazanacağınızı da bilir.” Enam 3

11 Haziran 2018 Pazartesi

CHP ile asla uzlaşmam!

Çünkü şeytanla anlaşmaktan farksızdır.

O müşriktir;
Fasıktır;
Takiyecidir;
Riyakârdır;
Lanettir;
Lafebesidir;
Müslüman Türk Milleti hasmıdır;
Şeriat karşıtıdır;
Kur’an ile devlet birliğini bozandır; 
İslam’ı kamudan ve siyasetten reddedendir;
Allah’a imana karşı aklın üstünlüğünü kabul edendir;
‘O Kitap’a yani kadere karşı özgür iradeyi savunandır;
Allah, Resulü ve kitabı ile savaşandır;
Düşünce ve ifade özgürlüğü adına fitneyi himaye edendir;
PKK/HDP terörüne arka çıkandır;
Din ve namus telakkisini ortadan kaldırandır;
Hileyle ince ve sezilmez yollardan insanı iğfal edendir;
Haramı helal sayandır;
Vahyi her düşünce ve davranışa şedit kindardır;
Hakka karşı batılı içselleştirendir;
Sözden öte pratikte hiçbir şey başaramayandır;
Kendi egemenliğinden başkasını onaylamayandır;
Abartıda şeytanla yarışandır;
Çıkarı adına kalleşlik ve ihaneti meşrulaştırandır;
İnsanları sömürendir;
Şeytan misali nefsin en azgın dostudur;
Amacına ulaşana dek ayıya dayı diyendir;
Ümmet birliğinin en yaman karşı cephesidir;
Milletin Müslüman oluşundan utanandır;
Allah hâkimiyetine karşıdır;
Müslüman millete karşı diş bileyendir;
Fırsatını yakaladığı anda ülkede tek bir dindar bırakmamaya yeminlidir;
Türkiye’yi haçlı-siyonistlere peşkeş çekecek bir ajandır;
Türkiye aleyhine olan saflarda bitendir; hatta o safları harekete geçiren bir dinamodur; Türkiye’yi yabancılara şikâyet edip işgale kışkırtmak misali yardım dilenendir;
Mutlaklığı Allah da değil beşerde görendir;
Müslüman Türk milletinden yüz çevirendir;
Kul olduğunu inkâr ettiği halde ‘kul hakkı’ hilekârlığı yapandır;
Şeytan misali asla doğru yola girmeyecek olandır;
Allah’ın yazgısına karşı sürekli kompleks içinde olandır;
Şüphe ve tereddüt hastalığına kapılandır;
Ne sözü ne de anlaşmasına kesinlikle güvenilmeyecek olandır;
Nefsin ta kendisidir;
Akıl karıştırıcıdır;
Özü karartıp kabuğa odaklattırandır;
Manipülasyonda eşi olmayandır;
Seçimlerde hasmı olduğu şeriata sığınandır…

Dostlarımla iftar ettiğim sırada bir arkadaşım, CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ye göz kırparcasına güzel vaatlerde bulunduğunu söyleyince; “unutma, o bir CHP’li ve o yapı içinde kim olursa olsun bir felakettir; şeytanda nefse hitap ederek insanları hüsrana uğratmıyor mu” deyince, “haklısın” sözlerinden başka bir açıklama yapamamıştı.

Ayrıca CHP’de şahısların önemi yoktur; partisi ve bağlı olduğu ideolojisi vardır.  

Hatırlarsanız; ABD’nin eski başkanı Ronald Regan da Hollywood’da ikinci sınıf bir sinema oyuncusu olmasından dolayı halkın bir kısmı tarafından eleştirilmişti. Demişlerdi ki, "ABD’yi ikinci sınıf bir oyuncu mu yönetecek?" Cumhuriyet Partisi ileri gelenleri de; "Ülkeyi anayasal sistem ve bağlı olunan ideoloji yönetir, şahıslar değil; sokaktaki odun dahi fark etmez" çıkışında bulunmuşlardı.

Dolayısıyla ne uzaktan ne de yakından herhangi bir insan hele de bir Müslüman asla CHP ile işbirliği yapamaz; sözlerine güvenemez, intihar edercesine destekleyemez ve Türkiye’yi teslim edecek bir organizasyonun içinde yer alamaz. CHP’nin fırsatı yakaladığında Türkiye’yi Irak ve Suriye’den daha beter hale getireceği kuvvetle muhtemeldir. Hatta doğuracağı bir iç savaşla yabancı düşmanlara milletimizi yem edeceğine şüphe yoktur. Çünkü o, lanetlidir; kibirlidir ve Allahın düşmanıdır!

Beterin daha beteri ancak o beter yaşandığında idrak edilerek “ALLAH” dilenebilir. Ama Allah’a düşman bir CHP’ye itimat etmiş bir halka yardım değil musibet akar! Çünkü CHP’liler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya çok daha yatkındır.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.” Bakara 159

“İşte onların cezası, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanlığın lanetine uğramalarıdır.” Al-i İmran 87
Bunlar, Allah'ın lanetlediği kimselerdir; Allah'ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.” Nisa 52


“Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde)  Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir!” Hud 18

8 Haziran 2018 Cuma

Oy mu istiyorsunuz?

Her ne kadar kriterim Kur’an’ın ortaya koyduğu anayasa yani hükümler ise de, seküler-laik ve demokratik düşünce düzeyindeki yönetim anlayışınızdan sadece üç talebim olacak. Eğer bunlardan birini dahi verebilirseniz, oyum doğrudan sizindir ve anamın ak sütü gibi helal olsun!

1-    Ölümsüzlük verebilir misiniz?
2-    Eceli belli bir yaşam garantisi verebilir misiniz?
3-    Yaşamım boyunca hiç hasta olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemi temin edebilir misin?

Bir gün İskender, Uzak Doğu seferinde iken; yolu üzerindeki bir yarımadada mola vermişti. Kasaba halkı yoksul olmasına rağmen öyle akıllı, zeki ve bilgiliymiş ki İskender’i çok etkilemiş, hayranlığını ve takdirini kazanmışlardı. İskender sadece asker değil, aynı zamanda bilge bir filozoftu. İskender, onlara; “dileyin benden ne dilersiniz” diye sormuştu.

İnsanlar, İskender’in yüzüne bakarak; “ya İskender! Sen bize ne verebilirsin ki?” cevapları üzerine, İskender de; “ben, dünyaya hükmeden ve önümde diz çöktüren büyük imparatorum. Dilediğiniz her şeyi verebilecek güç ve kudrete sahip yegâne hükümdarım” diyerek, tıpkı günümüz politikacıları gibi tanrısal bir böbürlenmeyle üstünlük ve azametini sergilemişti.

Böylesi güçlü bir çalım karşısında o yoksul halk; “Peki, senden üç şey isteyeceğiz, bunlardan birini bile vermen, bize ziyadesiyle yeterlidir” diyerek, isteklerini sıralamışlar. “Ya büyük kral! Bize ölümsüzlük verebilir misin?” diye sorduklarında, İskender;”Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel olamazken, sizi nasıl ölümsüzleştirebilirim?” İkincisi; Ey dünyayı titreten kudret sahibi hükümdar! Bize süresi belli bir yaşam garantisi verebilir misin?” diye talepte bulunduklarında, İskender hiddetlenerek; ”Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl verebilirim?” Peki, son isteğimiz; “Yaşamamız boyunca hiç hasta olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” diye sorduklarında, İskender hiddetlenerek; “Bunlar nasıl taleplerdir ki, hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden dileyebiliyorsunuz” sözleri karşısında insanlar;

“Öyleyse ya İskender! Madem bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘dileyin benden ne dilersiniz, dünyaya hükmedip boyun eğdiren, her şeye hâkim olup gücü yeten ve dileklere karşılık veren’ biri olarak tanımlıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün altın, yiyecek, giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, her halükarda onları zaten temin edebiliyoruz. Ecelimiz gelmeyip hayatta kaldığımız sürece, gerekli olan zaruri ihtiyaçları bir şekilde bulabiliyoruz. Konforlu barınak ve rahat döşekler ise, ruh vücuttan ayrılıp uykuya daldığımızda nerede yattığımızı anlamıyoruz. Canımızın güvenliği ise, siz kendi canınızı koruyamayıp ölebildiğinize göre, bizim canımızı nasıl muhafaza edeceksiniz?”

İskender, duyduğu gerçekler karşısında, sanki savaşta mağlup olup esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesi içinde gerçekte bir “hiç” olduğunu idrak etmiş olmanın ezikliğiyle, boynu bükük bir şekilde oradan ayrılmıştı.

ALLAH vergisinin ötesinde hiçbir şey veremeyenin ortaya çıkıp vaatlerde bulunmasına ancak aptallar inanır!

İşte günümüz politikacıları da aynı akıbet içindedirler ancak o günün insanları bugünün yığınları olmadığından gerekli olanı sorgulayabilmiş ve vaatlere kanmayarak had bildirebilmişlerdi. Dolayısıyla vaatlere teslim olmayıp, olanı değil olmayanı isteyerek, sömürücülerin istismarlarına boyun eğmemek ancak insanın ortaya koyabileceği bir akıldır. 
  
“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz.” Zümer 64

4 Haziran 2018 Pazartesi

Din nedir bilmez…

Ama dinden ahkâm keserek devletten, siyasetten, anayasadan, aydınlıktan, bilimden ve eğitimden koparmak suretiyle ruhsuz beden misali etkisiz ölüye çevirir.

Oysa dinin ne olduğunu ve Allah’ın kim olduğunu bilmeyenin ateistten farkı nedir?

Seküler-laik devletlerde vahiy öyle hasımdır ki, kutsallaştırılan din dokunulmaz kılınarak her alandan soyutlanır ama saygıyla taltif edilen bir manipülasyonla düşmanlığı gizlenir. Böylece söz konusu devletlerin toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve siyaseti rakip kuvvetlermiş gibi düşman saflara ayırmış, Allah’ı gökyüzüne yerleştirip yeryüzünün egemenliğine tecavüz edilmesiyle yeryüzü-gökyüzü tanrıları doğrulmuş; böylece riyakârsı bir inanç ve düzen karmaşasına mahkûm eğlenmiştir.

Hâlbuki her düşünce, düzen, anayasa bir dindir! Ancak “Din Nedir” sorusu irdelendiğinde tuzak ve manipülasyonlardan kurtulunarak hakikat açığa çıkabilmektedir.

Din, kavram itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her ne kadar ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle edilip, siyasi hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de; gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilim, düşünce ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel ve siyasal her anlayış ve rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır, insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen hâkim gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi; otomatikman tanrısal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı yoldan tanrılaştırarak, farkında olmadan tapınabilmektedir.

Düşüncenin, rejimin ve düzenin adı ve tanımı her ne olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizm bile kuralsızlıklarıyla bir dindir!

Çoğu din ehlinin seküler-laik düşünce güdümünün etkisinde kalarak iman ettikleri Allah itikatlarının aksi düşünce ve davranışta bulunabilmeleri öyle bir ikilem meydana getiriyor ki, ya bilinçli yahut bilinçsiz bir sapmayla gerçek eğilip bükülerek temel yapı tahrip edilebiliyor. 

Yaratıcının indirdiği vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten, kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, pratik hayatta karşılığı olmayan mega yalanlar zemininde empoze edilmiş abartılardır.

Toplumların yaratıcıya karşı olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler ki, dinin sadece kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel olduğunu işleyerek güya saygı altında Allah’ı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine yeryüzü iktidarlığından dışlamak suretiyle tüm yetkiyi kendilerinde toplamış; insanların nefislerini okşayan seçme, seçilme, özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni ve fani payeler vermek suretiyle mastürbasyonda sınır tanımamışlardır. Sırf Yaratıcının düzenini kabul etmemek ve egemenliği altına girmemek adına birbirlerinin odalıklığına razı olmuşlar ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir onur vesilesi saymışlardır.

Acaba böylesi bir anlayışa sahip politikacı, ilahiyatçı veya devletlerin aydınlık ya da adalet verebilmeleri mümkün müdür?

Tüm çaba insanların kul olma fıtratlarını aşacak benliği yüceltmekle Yaratıcıya karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu kuralları ve mutlak iradesine rakip zafer kazanabilecek üstünlüğü pozitivist temelli argümanlarla adı sekülerizm, laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, Marksizm ve Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü akış, mecrasında sürmektedir. 

Lâik, sosyalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan devletlerin din ile devleti düşman hatları misali birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, semavi dine mensup politikacı, düşünür ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı meşrulaştıran bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına mani olmakta, dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem oluşturarak, dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni türetmektedirler. Ancak toplumlar böylesi şeytani bir hileyi derinden sorgulamamalarından gerçeği kavrayamamış, böylece çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.

Öyle riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile devlet dininin sınırları çizilmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayılarak, kıyasıya mücadele edilmiştir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler ırktan çok dinsel zeminde baş göstermiş, Allah ile insanın egemenlik haklarından ötürü milyonlarca canlıyı ölüme sürükleyerek göz açtırmamışlardır. Bir tarafta vahiysel anayasayı reddederek lâik zeminli demokratik veya sosyalist dinle kendini tanrılaştıran insan, diğer tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna uyulmasını emreden Allah.

Bu durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir Müslüman kime itaat etmeli ve hangi tarafın dini bağlılığıyla huzuru, adaleti, mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır? Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi yaratık olan insanı!

Yeryüzünde, devlette, yasa yapıcılıkta ve siyasette ayrı bir tanrı; gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inananların dinleri apaçık bir ikiyüzlülük, riyakârlık, sahtekarlık veya münafıklıktır.

“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın. “ Muhammed 33

"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.”  Nur 47


"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz." Mü’minun 34