30 Mayıs 2010 Pazar

Aslında o bir balon dahi değil…

Komplo, kumpas, yalan, ihanet ve vahşet gibi kötü erdemliklerle inşa edilmiş CHP, diktasal varlığını sürdürebilmek için her türlü riyakârlığı ve entrikayı mubah saymakta, amaçları uğruna değil milleti, aykırı olan eş ve çocuklarını dahi kazığa oturtmaktan imtina etmez bir insaniyetsizlikle kılıç çekmeyi vicdanlarına sığdırabilmektedirler.

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin yani yargı üyesi, gazeteci, politikacı, asker, akademisyen ve PKK’lıların oluşturduğu Ergenekon Terör Örgütünün CHP’deki etkin sözcüsü Önder Sav; alışageldikleri baskı, tehdit ve darbelerle milletin egemenliğini savunan Ak Parti’yi alaşağı edemeyeceklerini ve her geçen gün kan kaybedip yok olmaya sürüklendiklerinin farkına varmaları üzerine CHP’ye yeni bir imaj kazandırabilmek maksadıyla Deniz Baykal’a komplo hazırlamışlar, Nesrin Baytok ile olan cinsel ilişkilerini kasete çekerek, normal yollardan genel başkanlıktan uzaklaştıramayacakları Baykal’ı kahpece devirmişlerdir.

Baykal’ın karşısına dikilip mertçe bir değişikliğe gitmektense hain bir komploya başvurmaları, kalıplaşmış zihniyetlerinin vazgeçemedikleri bir alışkanlıklarıdır.

Deniz Baykal’ın kasetle ilgili doğan tepkiyi absorbe edebilmek amacıyla Önder Sav’ın talimatı doğrultusunda kurultaya kadar süreci geçiştirmek ve komplonun Ak Parti tarafından düzenlendiği propagandasıyla yeniden partinin başına geçme planı ETÖ’nün aldığı karar neticesinde gerçekleşmiş, öncesinde tasarlanıp kukla Kemal’in başkanlığa getirilme senaryosu ayak oyunlarıyla yürürlüğe sokulmuştur.

Önder Sav, öylesi şeytani bir kurnazlıkla süreci tereyağından kıl çekme misali idare etmiş ki, ETÖ şövalyeleriyle hazırladığı sinsi plan anlaşılmasın diye bir koldan her şeyden habersiz ve kesinlikle genel başkanlık düşünmeyen Kılıçdaroğlu’nun adını ortaya attırıp Baykal’la görüşmesini isteklendirmiş, diğer koldan Baykal’dan başka genel başkan tanımayan görüntüsü çizen Gürsel Tekin’i Baykal’a göndererek nabız yoklatmış. Amaç Baykal’ın onayıyla doğabilecek hizbi önlemekti.

Sav’ın gerek Kemal’i kesinlikle genel başkanlığa istemediği, gerekse Baykal’ı yeniden partinin başına geçirme fikri komplonun anlaşılmaması adına güttüğü bir manevraydı.

Baykal’ın hem Önder Sav’a hem de teşkilata olan güven çerçevesinde Kemal’i baştan savan bir politikayla çok itimat ettiği teşkilata yönlendirmesi, Gürsel Tekin’e de kurultaya birkaç gün kala yeniden geri döneceğiyle ilgili mesajı ETÖ sözcüsü Önder Sav’ı harekete geçirmiş, bir gün önce tüm teşkilat Baykal’a bağlılığını deklare edip geri dön çağrısı yaparken bir anda herkes Baykal’a sırt çevirip Kemal’in etrafında toplanabilmişti. Dolayısıyla Baykal, ETÖ’nün tertiplediği senaryo doğrultusunda Önder Sav’ca kumpasa getirilerek, direktifinde sandığı teşkilatınca da büyük bir ihanete uğradı. Çünkü ETÖ’ye karşı diklenebilmek CHP teşkilatını aşar…

Şüphesiz ETÖ’ye Deniz Baykal gibi güdülmesi zor bir lider değil, bürokrat olmasından dolayı çalışma hayatı boyunca “emredersiniz efendim” hazır ol duruşlu boynu bükük bir kukla gerekliydi. Kemal Kılıçdaroğlu söz konusu senaryoda sadece bir oyuncu olmaktan öte herhangi bir dâhili bulunmamaktadır.

CHP, ETÖ ve sözcüsü Önder Sav tarafından yönetilmektedir. Kâğıt üzerindeki genel başkan, parti meclisi ve yönetim kadrosu tamamen bir göstermelik olup, tamamı ETÖ’nün vesayeti altındadırlar. Deniz Baykal’ın terör örgütü üyelerini yeterince savunamaması, davaları kapatacak ciddi bir adım atmayıp AK Parti’yi durduramaması ve İslam’i kesimle diyaloga girmesi gözden çıkarılmasına etken sebeplerdir.

Baykal-Baytok ilişkisini kasete çektirten, servis yapan ve Baykal’ı istifa ettirip kukla Kemal’i seçtiren Önder Sav’dır. Kasetin ilk bölümü, yani yatak sahnesi ETÖ’nün, yani Önder Sav’ın kasasında olup, Baykal’ın herhangi bir ifşaatını veya muhalefetini engelleyebilmek gerekçesiyle şantaj olarak bekletilmektedir. Kukla Kemal, her ne kadar teoride genel başkanı ise de pratikteki genel başkan, ETÖ’nün politik politbüro sekreteri Önder Sav’dır.

Halk ve vahiy düşmanı ETÖ ile milletin peygamberi Hz. Muhammed düşmanı Önder Sav’ın hükmettiği CHP, halkın ninnilere ve vitrin mankenlerine kanıp uyuması durumunda büyük bir felaket olacağı kaçınılmazdır.

En azından Deniz Baykal tumturaklı teslim olmayıp bir direnç gösteriyordu lakin piyon Kemal, alışageldiği 'emredersiniz efendim' duruşuyla ETÖ’nün tüm direktiflerini yerine getirecek, hele bir de hükümete gelmesiyle teröristler sadece devlete değil sokağa da hükmedecek güce kavuşacaklardır.

ETÖ’nün yeni kuklası Kemal, kimlik karmaşası yaşayarak psikolojide tanımlanan “Borderline veya Narsistlik” hastalıklarının dışa vurduğu kişilik bozukluklarını ortaya koymaktadır. Kendi olmak yerine kapıldığı üstünlük duygusuyla “Gandi Kemal veya karaoğlan Ecevit” kimliklerini gururlanarak benimseyebilmekte, dolayısıyla tedavisi de fevkalade zor bir hastalıkta bocalanmaktadır.

Hayatı boyunca emredilme güdüsünden kişiliği oturmamış bir insanın liderliğe yükseltilmesi, o kişinin ikinci veya üçüncü şahısların yönlendirmeleri olmadan karar alabilmesini imkânsız kılar. Bu sebeple Kemal, gıpta edilebilecek itaatkâr bir askerdir.

Tartışmasız bir emir eri olan Kemal’in gerek kurultaydaki görüşleri, gerek Türk milletini açıkça aptal sanabilecek fütursuzluktaki taahhütleri, gerek yaşadığı kimlik kargaşası, gerekse kararsızlığını kanıtlayan ani dönüşümleri hakkında söylenebilecek veya tartışılabilecek hiçbir şey olamayacağını ortaya koyduğundan muhatap alınmasını gereksiz görüyorum. Çünkü hiçbir yetkisi olmayan bir piyonu taraf almaktansa, patronu ETÖ veya Önder Sav muhatap kabul edilmelidir.

Ergenekon Terör Örgütünün milletimizi yok etmek isteyen geçmişteki haçlı birlikteliği benzeri haçlı bir organizasyon olduğu gerçeği hafıza ve duygularda sıcak tutulduğu müddetçe, yeni imajı CHP’nin de ne verip ne götüreceği anlaşılacaktır.

CHP=ETÖ

İnsanlar hayvan değil ki fukaralık politikalarıyla kandırılabilineceği düşünülüyor.

“Eğer öküzlerle domuzlar konuşabilseydi, yemden başka şey düşünenlerle alay ederlerdi. “ Epiktetos

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sizde bu kafa olduktan sonra daha çok…

Kılıçdaroğlu balonu ile ilgili yaptığım gerçeklere dayalı eleştiriden sadece ”sünnetli mi, sünnetsiz mi” soruma kilitlenerek; ahlak, din ve insanlık dersi vermeye çalışan pespayelerin paniklikleri ve üste çıkma gayretleri, sanırım Kılıçdaroğlu cephesinin bir yönlendirmesi olsa gerek. Gerçeği bilmediğimden peşin hükümden uzak basit bir sorum öyle bir telaş uyandırdı ki, bir şeyler saklama gayretiyle ulumalarının doğurduğu istifam güçlülük kazandı. Ermeni dönmesi, ateist, Marksist veya sünnetsiz olmak tabii ki kadersel bir zorunluluk ve hiç kimsenin eleştirme hakkı da yoktur. Ancak halkı yönetmeye aday bir liderin veya partinin gizlemesi açık bir ahlaksızlık, hilekârlık ve ihanettir. Ne var ki “din ve namus” değerlerini reddeden bir anlayıştan doğruluk ve vicdani bir tavır beklenilmemelidir.

Hümanist söylemlerle din ve ahlak istismarına kalkışanların yayınlamakta maruz gördüğüm şahsımdan ziyade Allah, din ve peygambere karşı alçakça yaptıkları küfürler, CHP ideolojisinin açığa vurulmasından başka bir şey değildir.

Yığınların yanı sıra CHP faşizmini iktidara taşıyıp aziz milletimizi büsbütün perişanlığına taşeronluk yapan satılık kalemlerin iğfal ettikleri gençlerimizi ağlarından kurtulmalarını engelleme çabaları, şüphesiz ahlaklı ve iffetli bir Türkiye’nin ve millet egemenliğinin oluşmaması içindir. CHP iktidarıyla kirletmeye devam edecekleri halkımızı manipülasyonlarla yönlendirmeye çalışmakta, tipsizlikten ve ahlaksızlıktan idam edilecek fiziki ve karakteristik yapılarına rağmen entelektüel şöhretleriyle kompleksli insanlarımızı baştan çıkarmakta; köşelerinde, ekranlarında ve Nişantaşı barlarında avlayarak iğrenç emellerine peşkeş çektikleri bilinen bir gerçektir. O kadar bayağıdırlar ve fil pisliğinin içinde debelenmektedirler ki, Kılıçdaroğlu makyajı kendileri ve harami patronları lehine hayati bir kurtuluş umudu taşımaktadır. Her zaman olduğu gibi sömürdükleri ve istismar ettikleri yine milletimiz, sonunda “yandım Allah” diye inleyen de milletimizdir.

Bülent Ecevit, Kılıçdaroğlu’nun işe yaramaz bir balon olduğu ön görüsüyle adaylığını reddettiğini biliyor musunuz? Ancak İslam ve halk düşmanı ateist eşi Rahşan Ecevit, ölen kocasını çiğneyerek Kılıçdaroğlu’nu destekleyebilmiştir.

Ecevit’e de benzetilen yeni balonun da Ecevit’in halkımızı nasıl ekmeği, gazı, benzini, yağı ve bilumum ihtiyaç maddelerini karneye bağlattığını, elektriksiz günler yaşattığını, soğuktan ve susuzluktan çileler çektirdiğini, anarşiyle birbirlerini öldürttüğünü, iktidara gelebilmek için bakanlık karşılığı başka partilerden milletvekili satın aldığını, rüşvetin, yağmanın, yoksulluğun, yolsuzluğun ve işsizliğin en dorukta ve fütursuzca işlendiğini hatırlatarak, aynı acı günlerin geri geleceği gerçeğine müneccim olmaya gerek yoktur.

Maalesef halkımız her şeyi çabuk unutabilmekte, kendilerine karşı acımasız ve duyarsız davranarak kandırılma tehdidinden sıyrılamamaktadırlar. Bir politikacıya, dahası ülkeyi diktatörlük ilkeleriyle yöneten barbar bir ideolojinin bayraktarlarına hiçbir şartta güvenmemeleri gerekirken; kozmetik ürünlere olan düşkünlüklerinden ve yalanın yılanı bile yuvasından çıkarabilecek gücünü muhakeme edememelerinden dolayı keşke ve pişmanlık acizliklerini hayatlarından çıkaramamaktadırlar. Beterin daha beteri olduğunu düşünemediklerinden yaşamlarını şeytana teslim edebilmektedirler.

Abartılara öyle zafer çığlıkları atabiliyoruz ki, örneğin Apo’yu Kenya’da derdest eden ABD ve İsrail ittifak ajanları olup, bir zahmet gelip alın diye mesaj göndermeleri üzerine şaşırılacak bir gösteriyle DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetin Başbakan’ı Ecevit kahraman ilan edilebilmiş ve etkisiz hale getirilen azılı suçluyu Kenya’dan alan Balyoz Terör Örgütü üyesi olmaktan tutuklu halk düşmanı emekli korgeneral Engin Alan’da sanki meydan muharebesinde esir almış ya da yuvasında ele geçirmiş gibi göklere çıkarılmıştı. Ne oldu? Krallara dahi sunulmayan özel bir ada tanzim ettirilerek, azılı teröriste hizmet yaptırılmadı mı? Bu bir yenilgi mi yoksa bir zafer miydi? Bu yüzden zafer ve galibiyetin anlam ve mahiyetini unuttuk, balonları kurtarıcı baş tacı yaparak insanlıktan çıktık.

Irkı ve dini siyasete alet etmeyeceklerini sürekli dile getiren CHP, din ve namus üzerinden siyaset yaparak işgalini sürdürmektedir. Atatürk milliyetçisi olmayanları vatan hainliğiyle suçlayabilmekte, inancından dolayı eğitime, çalışmaya ve devletinin hudutları içinde yaşamaya antagonistçe set çekerek, kamu alanı gibi işgalci sınırlar çizebilmektedir. Hani ırkı, dini ve ahlakı siyasete alet etmeyeceklerdi?

Halkı katletmeyi, hapsetmeyi, birbirlerine düşürmeyi, kaos oluşturmayı, fişlemeyi en insafsızca yapan silahlı şövalyelerini savunarak, suçluların hukuk önünde hesap vermelerini engelleyebilme entrikalarını millete meydan okurcasına aleni destekleyebilmekte ve her türlü tertibin içinde yer alabilmektedirler.

Dünya mehdi beklerken Türkiye; işsizliği giderecek, rızık dağıtacak, terörü bitirecek, herkese huzur ve güven verecek, yoksulluğu ve fukaralığı ortadan kaldıracak, hastalara şifa dağıtacak, savaşları durdurup barışı sağlayacak, suçları kökünden kurutacak, dilekleri geri çevirmeyecek, özgürlükleri alabildiğine sunacak, neredeyse merdiven basamaklarını dahi altından yapacak Kılıçdaroğlu adlı kurtarıcı bir tanrıya kavuştu. Acaba ölümü de durdurabilecek mi? Ne mutlu CHP ve Kılıçdaroğlu’nun kulu olana…

Medarı kurtarıcımız Kılıçdaroğlu’nun TBMM’de ağırladığı ve halkımıza 40 liradan et yedirten ancak hükümetin karaborsacı soygunculara dur diyerek ithal kararı almasına panikleyerek kurtarıcı tanrıları Kılıçdaroğlu’na sığınan Et Üreticileri Birliği Temsilcilerine Kılıçdaroğlu öyle sahip çıktı ki, daha iktidar olmadan, hatta genel başkanlığa seçilmeden, “Benim yolumu açacak olacak sizlersiniz. Birilerinin oyunu var. Bu oyunu bozmak bizim görevimiz. Bu oyunu bozmak için biz yola çıkarken önümüzü açacak olan da sizlersiniz. Sizden sadece önümüzü açmanızı, destek vermenizi bekliyoruz. Bu sorunların üstesinden geliriz. Sizden tek istediğimiz var; önümüzde önce bu hükümete destek midir, destek değil midir bunun referandumu yapılacak. Anayasa Değişikliği, arkasından seçimler gelecek. Sizin davanızı mecliste savunmamda hiç endişeniz olmasın. CHP Genel Başkanı olsam da, düz sıradan milletvekili olsam da sizin hakkınızı sonuna kadar savunacağım. “

Haydi, umutla beklediğiniz kurtarıcınız Kılıçdaroğlu eti tekrar 40 liraya, iktidara gelmesi akabinde belki 100 liraya kadar çıkaracağına söz verdi. Afiyet olsun…

Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığının tek amacı, Müslüman ve dindar bir kimlik taşımasıdır. Oysa hükümetin yaptıklarını her ne kadar kifayetsiz bulsam da, başarılarını onların hayali bile kaldıramaz. Eğer Erdoğan, diğerleri gibi hegemonyalığa boyun eğmiş olsaydı Atatürk bile ilan ederlerdi. Batı ile olan yakınlığı ve ilişkisini dahi hazmedemeyerek, Türkiye’yi Batı’nın esaretine sunduğunu iddia eden ucubeler, şerefli Türk medeniyetini ve dinini devrimlerle Batı’ya peşkeş çeken kendileri değil mi? Dinimizi, dilimizi kültürümüzü, örneksi ahlakımızı, gücümüzü ve birlikteliğimizi doğrayan CHP değil mi? Devrimlere muhalefet edenleri hunharca idam eden, kıyafet muhalifliğinden bile İstiklal gazilerini yargılayan ve alçakça asan, zindanlarda çürüten, vatanlarından süren, baskı ve tehditlerle zulmün en vahşicesine layık gören CHP değil mi? Elim bir savaştan çıkarak yiyecek bir lokma, ayaklarına geçirecek bir çarık, başlarını sokacak bir barınak bulamayan, kendi partililerinin dışında geri kalanı süründürüp kahraman milletimizi iliklerine kadar sömürerek varlıklarını zimmetlerine geçirmek suretiyle zengin olan ve saltanat içinde yaşayan CHP’liler değil miydi? Bu CHP mi yolsuzluğu, yoksulluğu ve işsizliği engelleyecek?

Kemal Kılıçdaroğlu adlı bir mankeni allayıp pullayarak vitrine koyanın CHP şövalyeleri olduğu bilinciyle muhakemeye kalkışınız. Bu gün hapsedilen acımasız teröristlerin yarın salıverilerek hepinizin karnını deşeceklerini, mallarınızı gasp edeceklerini ve ırzlarınıza geçeceklerini bir an olsun aklınızdan çıkarmayın. Tamamı yalan olan şeytani vaatlere inanarak cehennemi çağırmayın.

Şer ittifakı CHP çatısı altında toplanan maskelilerin kalplerinde saklı olanları her ne kadar bilemezseniz de referanslarını ve var olma amaçlarını görmemezlikten gelmeyin. Anayasa da yapılan değişiklik paketine karşı çıkmalarının tek nedeni diktatörlüklerini kaybedecek olmalarıdır. İktidarın tek söz sahibi olmak istemiyor musunuz? Yargı despotizmini ortadan kaldıracak, Genelkurmay’ın darbe palanlarını ve girişimlerini engelleyecek, Anayasa Mahkemesi’nin ideolojik kararlarının önüne geçecek, HSYK’nın hukuk ve adalet aleyhli baskılarını bertaraf edecek bir değişikliğe karşı çıkmak, apaçık bir ihanettir.

Unutmayınız ki Deniz Baykal’ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi vitrinsel bir göz boyamadır. Sorun kişide değil CHP zihniyetindedir. Kılıçdaroğlu’da CHP ilkelerinden asla taviz vermeyeceğini deklare etmişken, nasıl bir değişimin olabileceği umudu taşınabiliyor?

İkinci sınıf Hollywood aktörü olan eski ABD Başkanı Ronald Regan, başkanlık seçimlerine katıldığında ABD’lilerin büyük bir çoğunluğu, ABD gibi süper bir gücü ikinci sınıf bir figüran mı yönetecek diye karşı çıkmışlardı. O dönemin ileri gelen güçlü bir politikacısı, ”başkanın kim olduğu önemli değil velev ki odun dahi olsa sistemin kuralları geçerlidir” demişti.

Türkiye’yi ötekileştiren; kardeşi birbirine vurduran; dini ve ahlakı yok eden; istismarın ve sömürünün bayraktarı olan; kalkınmayı ve ilerlemeyi engelleyen; caydırıcı gücümüzü ve bütünlüğümüzü biçen; suçları azmettiren; inanç ve vicdan özgürlüklerini baltalayan; ahlaklı şehit analarını ve kardeşlerini genelevlerde satan; milletimizi sapıklıkta liderliğe yükselten; hukuk ve adaleti doğrayan; kendi ideolojisi dışındakileri hainlikle suçlayan; baskı ve yasaklarla insanlarımızı bezdiren; ekonomik, sosyal ve siyasi tüm başarısızlıkların adresi olan CHP’dir. Çünkü her gelen hükümet, CHP ilkeleriyle siyaset yapmaya mahkûm kılınmaktadır. CHP’nin hükmettiği bir devlette millet iradesinin egemen olabilmesi mümkün değildir.

Askeri ve yargı darbeleri ve de terörist girişimlerle diktatörlüklerini koruyamayacağını fark eden CHP, hazırladıkları komployla önce Genel Başkanları Deniz Baykal’ı devirmiş, sonra da Kemal Kılıçdaroğlu adlı balonu milletin önüne çıkararak, aptal ve kandırılmaya hazır sandıkları halkımıza umut vaat edip ağlarına düşürmeye odaklanmışlardır.

Uyanın arkadaşlar! Farklı düşünmemiz ve inanmamız inatlaşmamıza ve doğruda birleşmemize yol açmamalı. Bu vatan hepimizin ve tıpkı İstiklal muharebelerinde olduğu gibi fırsatçılara ve işgalcilere karşı omuz omuza mücadele vermeliyiz. O cehennemsi günleri geri getirecek şeytan oyununa gelmemeliyiz. Tek amaçları milletin dini ve namusunu yok etmek olan CHP’nin aldatıcı maskesine kanmamalıyız. Atalarımızın ve bir kısmımızın hangi acılara müstahak olduğunu irdelemeliyiz ki ne kendimiz ne de çocuklarımıza yaşatmamalıyız.

Dün Deniz Baykal ve avanesini kim seçmişse, bugün de Kemal Kılıçdaroğlu’nu onlar seçmektedir. Öyleyse nasıl bir değişimin olabileceğini düşünebilir, sevinç naraları atabilir ve dileklerinizin yeşerebileceğine umut bağlayabilirsiniz?

Muhakeme edebilen ve vicdanı olan hiçbir insan, aleyhlerine düzenlenen tezgâhın parçası olamaz ve CHP gibi bir felaketi bağırlarına basamaz…

25 Mayıs 2010 Salı

Balonun kendilerini kurtaracağını sanıyorlar…

Kemal Kılıçdaroğlu adlı balona helyum gazı misali kirli nefeslerini üfleyerek uçabileceklerini sanan CHP teşkilatı, yerin binlerce fersah dibine de girseler marsa da çıksalar ahlaksızlık yaftasından asla kaçıp kurtulamayacaklardır. Genel Başkan ve milletvekillerinin bednam ilişkilerine sahip çıkarak topluma meydan okuyabilenlerinin bedelini makyajsı bir değişimle, hele balon gibi bir mevtayla ödeyebilmeleri mümkün değildir.

Kılıçdaroğlu kim ve ne yapmış ki kahraman bir kurtarıcı namıyla Türkiye’nin önünü açabileceği, halkı kalkındırabileceği, suçları engelleyebileceği, düşünce, inancı ve ırkı ne olursa olsunsun herkese eşitlik sağlayabileceği, aykırılıklara son verebileceği, barış ve adaleti tesis edebileceği iddialarıyla halkın etkilenmesine çalışılmaktadır?

Barbar emperyalizmine karşı onurlu bir direnişte bulunarak halkını bağımsızlığa kavuşturmuş, barışçı başkaldırısıyla statükoya ve işgal güçlerine aman verdirmemiş, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik ve dokunulmazlık ayırımcılığına son vermiş, ülkesinin yabancı hâkimiyetinden kurtulabilmesi için ülke çapında kampanyalar yürüterek öncülük etmiş, Güney Afrika ve ülkesi Hindistan’da birçok kez hapishanelere atılıp ömrünün büyük bir bölümünü zindanlarda ve işkenceler altında geçirmiş M.K. Gandhi gibi bir efsane; nasıl olurda Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir sefile benzetilebilir? Acaba Gandhi, Kılıçdaroğlu gibi gökten düşen bir balon misali mi liderliği hak etmişti?

Kılıçdaroğlu, tamamen parti çıkarı doğrultusunda Ak Parti’nin yoldan çıkmış bir yöneticisinin rüşvet belgesini deşifre etmesiyle adını duyurmuş, akabinde iki Ak Partiliyle giriştiği sözlü dalaşlarla iktidar aleyhli medyaca şişirilmişti. Başkaca mücadelesel hiçbir referansı bulunmamaktadır. Buna karşılık Ak Parti, kendileri gibi komplo, tertip ve iftira söylemlerine kalkışarak ahlaksızlığı örtbas etmemiş, derhal yöneticisini görevden uzaklaştırarak halka karşı sorumluluklarını yerine getirmişlerdi.

Eğer Kılıçdaroğlu ifade edildiği gibi dürüst ve parti çıkarı düşünmeksizin ana ve babasının aleyhine dahi olsa adaletle şahitlik eden bir erdemliğe sahip olsaydı; öncelikle toplumsal ahlakı yerle bir eden Baykal ve Baytok’u savunmaz, partisinin onca yolsuzluğunun ve darbeci teröristlerinin üzerine giderek hesap sorar, partisinin üstlendiği avukatlığa tepki gösterir, İş Bankası ve Anadolu Sigorta’daki katrilyonluk yolsuzlukları sumen altı yapmaz, 8 aydır önünde olan ve skandalı kapatmak için dosyayı sunanları oyalamaz ve sanki utanıyormuşçasına bir alevi olduğunu saklamazdı.

Onur Öymen’in geçmişteki Dersim vahşetini örnek göstererek Kürtlerin ve Alevilerin katliamını savunmalarına karşılık önce bayrak açıp istifasını isteyen Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Başkanı’nın ağzını kapatmasıyla koltuğu elden gidebilecek endişesi içinde sünepeleşebilmiştir. Hatta Genel Başkan’lığa aday olabilmek için Kürtlerin ve Alevilerin katliamından yana Onur Öymen’den bile icazet almayı sindirebilmiştir. Bu mu Gandhi? Bu mu geleceğin kararlı lideri? Bu mu bağımsız Türkiye’nin umudu? Bu mu yoksulluk, adaletsizlik ve ayırımcılıkla mücadele edecek olan?

Kılıçdaroğlu, daha başkan seçilmemesine rağmen birbirleriyle yarışan medyadaki ilk açıklamasında; halkın partisi olacağını, din ve etnik özgürlüklere vurgu yaparak, hiç kimsenin inancına ve ırkına karışmayacaklarını ve eşit haklardan yararlandıracaklarını ifade edince, klasik bir politikacı örneği sergiledi. Bugüne kadar grup başkan vekilliği gibi etkili bir görevi yürüttüğü CHP’de; neden böylesi insani değerler için hiçbir çaba sarf etmedi de bilakis köstek oldu? Ayrıca milletin peygamberine sövebilecek ve Müslümanlara tahammül edemeyecek kadar kin ve nefretle dolu Önder Sav ve CHP teşkilatıyla mı iddialarını gerçekleştirecek? Dersim olayındaki geri adımı, kendisine zerre kadar da olsa bir güveni yok etmiştir.

Halkın içinde yoksul bir hayat yaşayacağını, halkın haklarından ve kalkınmasından başka hiçbir elem taşımayacağını beyan eden Kılıçdaroğlu; madem öyle halktan gasp ettikleri Türkiye İş Bankası hisselerini asıl sahiplerine devredecek mi? Eğer en yoksulun hayat standardını ölçü alıp, onların çıtasını yükselttiğinde kendi çıtasını yükselteceğini taahhüt ediyorsa, neden iktidara gelmeden önce bir barınağa taşınmıyor ve onların zor şartlarda sürdürdüğü meşakkati yüklenmiyor?

Sandığı gibi bu millet aptal mı ki kendisine inanacağını düşünüyor.

Evet, Kemal Kılıçdaroğlu bir hiç olduğundan hakkında konuşulacak ve tartışılacak fazla bir şey yoktur. Sonuç olarak bir balon ne ise Kemal Kılıçdaroğlu da odur…

Adaleti katleden yüksek yargının hukuk tanımaz üyeleri teröristleri kurtarabilme arayışlarındaki komplosal ses kayıtları derin yaralar açarken, herkesin bir sefilin başkanlığını, ahlaksızlığı belgelenmiş bir lideri, Kemalist terörün avukatlığını yapan ve halk egemenliğinin önünü kesen CHP’yi tartışması, bir felakettir.

Filmlerde sanat adına oynayan, hatta ahlaksızlığıyla meşhur o aşk’ı memnu dizisindeki en cüretkâr oyuncular bile utanıp sıkılırlarken, maalesef CHP’liler hiç aldırış etmeyebilmektedirler.

Kemal Kılıçdaroğ’lu her ne kadar deist bilinse de gerçekte marksist/ateist çizgisinde bir alevi oluşu; başta Hz. Muhammed ve İslam düşmanı Önder Sav olmak üzere birçok vahiy karşıtı laik ve ataist ( Kemalist) diktatör yanlılarını etrafında toplamaya yetmiş, Ergenekon Terör Örgütü, PKK ve sol terör örgütlerini cesaretlendirerek zafer naraları atmalarına, daha da radikalleşip devlete, hükümete ve Müslümanlara baskı ve zulümlerini had safhaya çıkartıp birlikteliğin, ahlakın ve merhametin adını silecekleri kaçınılmazdır.

PKK’lı teröristler ve sol örgütlerin neredeyse tamamı marksist/ateist aleviler olup, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye genel başkan olmalarıyla ciddi bir motivasyona uğrayacaklarına şüphe yoktur. Müslüman alevilerin aynı Allah’a, dine ve peygambere inanmalarından sunilerle hiçbir problem yaşamamalarına tepki duyan ateist aleviler, Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte camileri cem evine dönüştürebilme talebinde bulunurlarsa şaşırmayın.

Sünnetsiz Kamer Genç’in terör yuvası olan Nazımiye’deki hemşerisi Kemal Kılıçdaroğlu da sünnetsiz mi? Vahyin bir emri olmasa da sünnetin vazgeçilmez bir gelenek olduğu, toplumca dini bir vecibe ve erkekliğe ilk adım atma öneminden ötürü şölenlerle kutlanan bir âdeti Kılıçdaroğlu yerine getirdi mi? Marksist alevilerin ve öldürülen PKK’lı teröristlerin de sünnetsiz oldukları bilinen bir gerçektir.

Atatürk’ün ölümünü kabullenmeyerek ebedi Genel Başkan belleyen ilkel bir partinin Genel Başkan yetiştirmesi ve çıkartması mümkün olmadığından Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir balonun gölgesine sığınmaktan başka bir çareleri var mı? Şişirmesinler de başsız mı kalsınlar?

Medyanın yıldız çıkarmadaki mahirliği CHP’de de başarıya oluşmuş, bundan böyle Kılıçdaroğlu’nun aktörlüğündeki CHP dizisi, tüm kanallarda en iyi reyting yapacaktır.

CHP gibi bir zihniyet çoktan gömülmeliydi ama askeri ve yargı despotizminin desteğiyle yoğun bakımda yaşatılmış, bu sebeple Kemal Kılıçdaroğlu’ndan başka bir çoban bulamamışlardır. Zaten Deniz Baykal’ı vazgeçilmez yapıp destek çıkmalarının gerçek nedeni de yerine koyabilecekleri bir liderin olmayışındandır. Ancak Kılıçdaroğlu gibi bir çobanın güttüğü sürüden hayır beklenmemeli, sevinçlerin kursaklarda kalacağı günün de pek uzak olmadığı bilinmelidir.

CHP gibi hastalıklı bir sürünün sağlığa kavuşması ve millet lehine verim alınması bekleniyorsa, çakma çobanlardan vazgeçip ahlaksızlığı belgelenmemiş teşkilat dışı bir aday arayışına girişmelidirler. Çünkü tamamı kirlidir…



24 Mayıs 2010 Pazartesi

Sanki Müslüman kimlikler farklı mı?

Aslında dinsizi gibi dinlisinin de şehvetsi ihtirasları, sözde “dini nikâh” adı altında zinaya kılıf geçirmekten öte bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Tıpkı kapitalist seküler ekonominin hükmettiği merkezi sistemlerdeki faizin “kâr” manipülasyonuyla helâlin istismarı gibi…

Nikâh, mutlaka kamuya açık, hiçbir gizlilik ve kaçamak içermeyen legal bir evliliktir. Her ne kadar laik düzenlerde resmi ve dini olarak ayırıma tabi tutulsa da, birinin belediye başkanı adına diğerinin Allah adına olmasının dışında duyurum amacı aynıdır. Allah adına yapılmayan evlilikler dinen gayrimeşru olduğu gibi resmiyet dışı saklı yaşanan ilişkilerde aynı olup, toplumu ahlaki disiplinden uzaklaştırmasından fevkalade sakıncalı ve hayvani addedilmesinden tartışılmaz ahlak kuralları geçerli sayılmaktadır.

Allah’ın birden fazla evliliğe ruhsat vermesi şehvetsi değil, kadın namus ve iffetinin güvence altına alınabilmesi için şartlara göre tanınmış bir müsaadedir, asla farz veya vacip, yani bir hüküm değildir.

Evli bir insanın ikinci bir eş alabilmesi azgın nefsini tatmin etmek ya da heyecan duyarak kendinden geçmesi amacıyla verilen bir izin değil, o günün sosyal şartlar doğrultusunda toplumsal ahlakı korumak maksadıyla istismara açık kadının şerefini kollayabilmek, zina ve fuhuş gibi yıkıcı çirkinliklerin önüne geçebilmektir. Ancak böylesi ibadetsi bir fedakârlığında şartları vardır. Öncelikle ilk eşinden izin alması, eşler arasında adalet gözetmesi, yerdirmeden tutunda giyinme, barınma, sevme ve yataktaki ilişkiye kadar eşitlik gösterme zorunlulukları denge ve adalet adına vazgeçilemez unsurlardır. İkinci eşe ihtiyaç duyanların ilgi, sevgi, saygı ve cinsellikteki adalet mecburiyeti imkânsız olup, böylece şartları yerine getirilemeyeceğinden evliliğinin Allan nezdinde hiçbir değeri kalmayacaktır. Ayrıca kadınların bedeni güzellikleri ve şehvetsi arzuları farklı olacağından eşit bir muamelenin var olabilmesi de mümkün değildir, velev ki erkek ne kadar eşitlik adına bir çaba sarf etse de başarılı olabilmesi olanaksızdır. Zaten amaç sosyal ahlakın muhafazası adına değil şehvetsi bir birlikteliktir.

“Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” Nisa. 129

Şartları fevkalade ağır ve tamamen takva gerektiren birden fazla evliliği istismar eden şehvet düşkünleri, hem peygamberimizi sömürmekte hem de Allah’ı kandırabileceklerini düşünmektedirler.

Kadın, yaratılış fıtratı ve yaşadığımız çağ itibariyle herhangi bir erkeğin ikinci veya üçüncü karısı olmak istemez, ekonomik bir mecburiyet ya da şöhretsi bir gelecek adına sözde kabul ettiği evli erkeği sürekli kıskanarak, fitne ve nifak tohumları saçmak suretiyle ilk karısından boşandırmaya ve sahiplenmeye çalışır. Her ne kadar çok evliliğin hak olduğuna inanmak bir imanın gereği ise de, vahye inanan hiçbir kadın, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermeyeceği gibi, tasvip etme zorunluluğu da yoktur.

Ayrıca Müslüman hiçbir baba ve anne de kızının üzerine damadının ikinci, üçüncü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla karşılamaz. Gerek kadının kıskançlık gerekse babanın şefkat duyguları böyle bir birlikteliğe mânidir. Ancak çıkarsı veya dini aldatısı örnekler istisnadır.

İslam adına eşinden gizli evlendiklerini sananlar öyle sapkınlardır ki, ikna yapıp razı ettikleri kadınlara metres misali gizli ev tutar ve eşlerinden habersiz haftada birkaç kez ziyaretle iğrenç nefislerini tatmin ederler. Kadının kültürü ve hırsına göre her buluştuklarında ise tartışma konusu, ne zaman boşanacağıdır. Unutulmamalıdır ki İslam’ı alçakça şehvetlerine peşkeş çekenlerin bir de “muta” denen sözde şeytani bir nikâhları vardır. Nikâhta kadına ödenmesi zaruri olan mehir de ahlaksızca istismar edilerek, belli bir zaman dilimi, yani cinsel ilişki için yeterli olacak vakit için ödedikleri ücret karşılığı dinle ve kutsal evlilik müessesiyle alay ederler. Bunlar, açık zina edenlerden çok daha pespaye ve insafsızdırlar.

Peygamberimizin kızı Hz. Fatma, kocası Hz. Ali’nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesi ve vahyin hükümleriyle yetişen Hz. Fatma’nın kocasınca yapmak istediği ikinci evliliğine karşı çıkması caizdir. Eğer öyle olmasaydı, peygamberimiz onu ikaz eder ve kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Hâlbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz. Ali’nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Hz. Fatma’yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Dolayısıyla damadı Hz. Ali’nin kızı Fatma üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır. Peygamberin bu davranışı, Müslüman kız ve babaların ikinci evliliğe karşı çıkabilecekleri hususundaki yetkiyi açıkça ortaya koymaktadır.

Çok iyi bilinmelidir ki peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV), hiçbir evliliğini nefsi tatmin için yapmamış, eş ve eşlerinden izin almadan ne evlenmiş ne de herhangi bir konuda birbirlerinden ayırarak adaletsiz davranmıştır.

Hz. Muhammed (SAV)’in çok eşli evliliğini sömürerek eşinden daha cazibeli ve heyecan verici genç kızları ve kadınları gözüne kestiren ahlak bozucular, dışarıda bulma fırsatı yakalayamayınca evlerine girip çıkan eşlerinin hafif meşrepli arkadaşlarına da musallat olup baştan çıkarabilmekte, eşlerinden habersiz kıydıkları ve adına da dini nikâh dedikleri yapay izdivaçlarla zina işlemektedirler.

Toplumun yakınan tanıyıp inananlara ahkâm kesen bir hoca, başka bir erkekle nişanlı olan eşinin yakın bir arkadaşıyla gizliden sürdürdüğü aşk macerasını o suni dini nikâhla sonuçlandırmış, bir müddet sonra deşifre olmasıyla aile içi deprem yaşanmıştı. Oysa mutlaka haber vermesi ve izin alması gereken eşine, kayınpederine ve kayınvalidesine hiç danışmamıştı. Adı evlilik olan bu ilişki batıl değil de nedir?

Daha sonra ikinci eş, resmi nikâh baskısı yaparak ilk eşi boşaması için elinden geleni ardına koymamış, aracılılarla ilk eşe büyük paralar teklif ederek resmi nikâhtan vazgeçmesini dahi talep etmişti. Bunlarla da yetinmemiş, hocanın ilk eşinin evine gitmesini, cinsel beraberliğe girmesini yasaklamış ve sürekli takip ettirerek muhbir bile tutmuştu.

Laisizm’in iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü öne çıkarması vicdanı yok etmiş, vahyi bozmuş, dolayısıyla ahlakın da yitirilmesine neden olmuştur. Diktatörlüğün kurulmasından bugüne laikliği, din ve namus telakkisini ortadan kaldıran Atatürkçülüğü esas alan devlet, aileyi ve toplumu ayakta tutan ahlak kurallarını biçmiş; sevgi, saygı, hoşgörü, merhamet ve haram olan her şeyi modernlik karşıtı belleyip, irticayla özdeşleştirmiştir. Yaratıcısı Allah’a sevgi ve saygı duymayanın yaratığa duyabilmesi mümkün değildir. Sözde duyduğunu ifade etse de özünde egoizm hâkimdir…

Laiklik ve cinselliğin hüküm sürdüğü ve yayınlarla her evin geneleve dönüştürüldüğü bir toplumda etkilenmemek mümkün değildir. Dindar olarak nitelendirilen kesimde payına düşeni alarak, örneğin nefsin en müthiş dostları faiz, zina ve beğeni gibi yasaklara da dini kılıflar geçirerek, fetvalarıyla meşrulaştırabilmişlerdir. Ayetler, hadisler ve peygamberin rehbersi yaşantısı nefislere ağır gelmiş, modern hayata uyarlayabilmek ve cinsellik naraları atan benlikleri besleyebilmek için hurafesel yorumlarla “laik dinci” olabilmişlerdir.

Bu sebeple insani ve ahlaki değerlere savaş açan laik bir düzende dinli veya dinsizin büyük bir çoğunluğundan ahlak, dürüstlük, erdemlik ve adalet beklenebilmesi söz konusu değildir.
Bugün 72’lik Deniz Baykal’ın evli ve çocuklu bir kadınla giriştiği ahlaksızlığın tartışmasını yapıyor ama namuslu veya dindar bilinen bazılarının da ondan aşağı kalır hiçbir farklarının olmadığı göz ardı yapılabiliniyor.

CHP’nin evli genel başkanı ve milletvekilliğini savunarak ahlaksızlığı nasıl sahiplenmiş ise; eşinden habersiz ikinci bir kadınla din adına beraber olan, eşit davranmayan, adalet gözetmeyen, kalbinde başka bir kadına ilgi duyup şehvet besleyen, gözleriyle zina eden, eşiyle sevişirken bir başka kadın veya erkeği hayal eden, karşıt cinslerin beğenmesi için allanıp süslenenlerin zina yapmaları ve çevrelerini etkileyerek ahlaksızlığı teşvik etmeleri sahiplenilmemeli ve asla savunulmamalıdır.

Şayet Müslümanlığı kabul edip Allah ve Resulüne kayıtsız-şartsız teslim olunabilseydi, ne sapan kimselerin zararına uğranır ne de yoldan çıkmış Deniz Baykal ve Nesrin Baytok gibi binlerce seks düşkünü ahlaksızlığa cesaret edebilirlerdi. Ancak dosdoğru olursan başkalarına caydırıcı bir örnek olur ve ahlak denen hayati değer tartışmaya açılarak yerlerde süründürülmezdi.

Sonuç itibariyle adil olmak gerekirse; laik ve adaletsiz bir düzenin hüküm sürdüğü toplumlarda herkes güç, makam ve çevre etkisine göre uçkurunun peşinde koşmakta, kimi gizli ve dinli kimi de aleni ve laik düşünceleriyle şeytanın adımlarını takip etmektedir. Toplumun ahlak önderleri olması gereken sözde dindarların hırs ve ihtirasları kahredici bir timsal olmakta, zinayı yahut faizi eleştirirlerken dinle kamufle ettikleri zina ve faizi bir hak olarak işleyebilmektedirler. Dolayısıyla sorunu kişilerde değil doğrudan rejimde aramalıdır.

İslam, aile bağını öyle vurgulamaktadır ki yalnızca evli insanların ilişkilerini değil bekârlarında kendi aralarında gerçekleştirdikleri nikâhları da batıl saymaktadır. “Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikâhlanırsa nikâhı batıldır ” Hz. Ayşe

Huzur, güven ve saygının temeli aile veya toplumsal birliktelik ve rızadadır. Her kim cinsel özgürlük denen bir ütopyayı ilke edinip ailesine ve yaşadığı topluma saygısız davranır ve asi olursa, aslında o kişi benliğinin esaretindeki zincirli bir mahkûmdur.

“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” Al-i İmran. 71

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Komployu tertipleyen CHP mi?

Baykal tarafından düzenlenildiğini sandığım ve ahlaki fırtınalara neden olan seks kaseti öyle bir fitneye neden oldu ki, zinacı-fahişe-sapık-sömürücü ve suçluları da mağdur yapabilecek bir açılımı tetiklemiştir. Çünkü düşülmesi dahi fevkalade tehlikeli olan ahlaki değerlerin tartışılması ahlaksızlara meşruiyet kazandırmıştır. Bundan böyle mağduriyetin anahtar kelimesi; komplo, iftira ve tertiptir.

Artık ahlaksızlıktan sıyrılmanın kurtuluşu, Baykal ve CHP’nin topluma angaje ettikleri “özel hayat ve komplo” reçetesi olup, sadece zina, taciz, tecavüz, sarkıntılık ve livatacılık gibi cinselliklerde değil rüşvet ve yolsuzluk gibi bilumum gayri ahlaki ve yasa dışı davranışlar da özel hayatın gizlilik ilkesi ve komplo teorileriyle aklanacak, suçluların işledikleri suçun içeriğine şiddetle karşı çıkılıp, gayri meşruluğu ortaya çıkaran ve kamuoyuna duyuranlar suçlanarak mahkûm edilecektir.

Unutmamalıdır ki pek çok din ve düşünce vardır ama sadece bir tek ahlak vardır.
Toplumu öyle zehirlediler ki bundan böyle zina, fuhuş ve ihanet edenler, rüşvet alıp yolsuzluk yapanlar, mobesa gibi gizli kameraların güvenlik ağına takılan gaspçı, hırsız, soyguncu ve katiller; çekimlerin montaj, komplo, tertip ve iftira gibi argümanlarla maddi-manevi yargıdan ve suçlamalardan kurtulabilecek ve özel hayata müdahale gerekçesiyle haklı çıkabileceklerdir.
Evli kadınlar ve evli erkekler huzur ve güven içinde eşlerini aldatabilecek, aile içi şiddet ve ensest sapkınlıklar özel hayat kapsamına girerek herhangi bir şikâyet ve görüntülere tepki gösterilip kolaylıkla iftira, montaj ve komplo yaklaşımlarıyla üste çıkılabileceklerdir. Rüşvet ve yolsuzlukları deşifre olanlar da aynı gerekçelerle hesap sorulmaktan sıvışabileceklerdir. Böylece hak, adalet ve ahlak savunucuları sanık, ahlaksız suçlular da mağdur olacaklardır. Ne de olsa kutsal mahremiyet…

İşte Türkiye; İşte yeni trend…

Diğer bir örnek ise; Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’un utandırıcı zinaları karşısında eş, çocuk ve ailelerin destek çıkabilmeleridir. Bu korkunç sahiplenme toplumu da etkileyerek aile ve çevre ayıbı bertaraf olacak, zina eden eşler kahramanca ödüllendirileceklerdir.

Sevgilisinin karşıt cinse ilgisini ve göz kaçamağını kıskanarak öfkelenen, cinayet işleyen, ayrılabilen bir duygunun yerini sanki hayvani bir his almışçasına ne Baykal’ın karısı ne de Baytok’un kocası hiçbir tepki vermeksizin ahlaksız ihaneti bir zafer edasıyla karşılayabilmişlerdir. Dedikodularla dahi ilişkilerini bitirebilen, hatta cinayetle sonlandırabilen eşlerin böyle bir örneğine rastlanabilinir mi? Acaba onların da bilgisi dâhilinde geliştirilmiş bir senaryo mudur?

Eğer iddia edildiği gibi CHP’ye ve Baykal’a zarar vermek maksadıyla kaset çekilip piyasaya sürülmüşse; neden ilişkinin yataktaki sahnesi değil de giyinme bölümü deşifre edildi? Kamera yatağa odaklanmış ve sansürlenerek yalnızca zina sonrasının deşifresi ne anlama geliyor? İktidar, dış güçler ya da bir yabancının asıl seks sahnelerini değil de giyinme aşamasını sızdırması mantıklı mıdır? Acaba intihar komandoları misali çareyi hükümeti komploculuk ve tertipçilikle suçlayıp millet vicdanında mahkûm kılabilmek ve CHP’yi yeniden tanzim edebilmek maksadıyla hazırlamış bir kurgu mudur?

Daha önce ifade ettiğim açıdan bakıp, Can Baytok veya ilişkilerine yakinen tanık olan bir yakının şantaj amacıyla çekip, pazarlıkta anlaşamamaları üzerine işin ciddiyetini vurgulayabilmek için önce giyinme sahnesini yayınlayıp, asıl yatak bölümü sonraya mı bıraktılar? Kasetin yataktaki seks görüntüleri konusunda pazarlık tamamlanıp kopyasının olmadığına dair güven sağlandıktan sonra Deniz Baykal geri mi dönecek?

Eğer maddi bir kazanım şantajıyla çekilip pazarlıkta anlaşamamışlarsa, mutlaka benimle veya bir başkasıyla ilişkiye geçecek ve en yüksek fiyatı verene satışı deneyeceklerdir. Ancak kuvvetle ihtimal hükümeti zor durumda bırakabilmek ve CHP’nin önünü açabilmek maksadıyla bizzat kendileri tarafından kurgulanmış ve intihar komandolarının taşıdığı bir inançla Deniz Baykal, Baytok bombasını beline sararak skandalı patlattığını düşünmeye başladım. Eğer sıradan bir şantaj değil de CHP, ETÖ ve Atatürk Diktatörlüğü’nün siyasi geleceği adına yapılmışsa, tertibin sahibi bizzat Deniz Baykal ve etkin Şövalyeleridir.

Parçalar birleştirildiğinde olayın sıradan bir seks rezaleti değil iktidarsal mücadelesi olduğu netlik kazanmaktadır.

Özellikle hükümetin “belden aşağı vurmak” düşüncesinin altında sessizliğe bürünerek meydanı CHP’ye bırakması, oynanan sinsi entrikanın galebe çalmasına fırsat vermektedir. Hükümet, mutlaka kasetin üzerine gitmeli ve düzenledikleri komployu çözerek, CHP’nin fişini çekmelidir.

CHP, mağdur ve komplo suçlamalarından ve göstermelik suç duyurusundan başka hiçbir girişimde bulunmamaktadır. Kaset olayının aydınlatılabilmesi için savcının davetini dahi geri çevirerek soruşturmayı kilitleyen Baykal, sadece hükümete saldırarak komplo teorisinin aydınlatmasını, kaseti çeken ve servis yapanların yakalaması gibi bir manipülasyonla senaryosunu oynamaya devam etmektedir. Bizzat kendilerinin kurgulayıp çektiği ve oynadığı olayı değil hükümet, tüm dünya istihbarat örgütleri bir araya gelse, itiraf olmaksızın tek bir ilerleme kaydedemezler. Çünkü çözüm Baykal, Baytok ve ATŞ’nin ikrarlarıyla mümkündür.
Bilinçli yahut bilinçsiz CHP teşkilatı, Deniz Baykal’ı ve Nesrin Baytok’u kurtarabilmek ve kirlenen adlarını temize çıkarabilmek için milletimize öyle cehennemsi bir kötülük yaptılar ki, 10 şiddetindeki bir deprem veya onlarca atom bombasının tahribatından çok daha büyük yara verdiler. Maddi yıkımın zararı telafi edilebilir ama manevi çöküntü ancak kıyametsi bir felaketle filizlenecek yeni nesillerle giderilebilir. Artık ahlaksızlık meşrulaşmıştır…

Eğer sıradan bir ahlaksızlık ise, zaten Baykal-Baytok ikilisini aşarak tüm CHP’yi sarmıştır. Başına hangi genel başkan gelse ve yönetim tümüyle değişse de ahlaksızlık yaftasından asla kurtulamayacaklardır. Şayet CHP Diktatörlüğü’nün yeniden tanzimi, darbeci terör üyelerinin yargılanmalarını önleyebilmek ve hükümeti iktidardan uzaklaştırabilmek gayesiyle tertiplenmiş bir senaryo ise, hem hükümetin hem de milletin tuşa gelmemeleri için yoğun propagandaya girişmeleri kaçınılmaz bir hayatiyet arz etmektedir.

Oynanan çok tehlikeli ve kirli komploya iştirak ettirilen Fetullah Gülen ve Cübbeli Ahmet, Baykal’a destek çıkarak, ahlak gibi fevkalade yüce manevi değerlere önem veren milletimizi sakinleştirip tepkilerini durdurmak ve Baykal’ı mağdur gösterebilmek için piyon yapılmışlardır. Onlarda zinanın ne kadar büyük bir suç olduğunu ve zina yapan yaşlı insanlarla Allah’ın ahirette bile konuşmayacağını biliyorlar.

“Allah kıyamet gününde 3 zümreyle konuşmaz, onlara bakmaz, onları (günahlardan) temizlemez (affetmez), onlar için elem verici bir azab vardır. Onlar; zina eden ihtiyar adam, çok yalancı hükümdar (devlet başkanı), kibirli fakirdir ” Hz. Muhammed (S.A.V)

Yoksa ne Fetullah Gülen ne de Cübbeli Ahmet, zina eden bir kadın veya zina eden bir erkeğe mutlaka ceza uygulanmasının ve uygulanacak cezaya çarptırılan kişilere de acınmasının yasak olduğu ilmine sahiptirler.

Allah, Nu Suresi 2. Ayette; “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.”

Peki, nasıl oluyorlar da Deniz Baykal’a üzülebiliyor, acıyabiliyor ve yanında olabiliyorlar?

Baykal, irticacı diye savaş açtığı onlara her ne kadar uzak görünse de, söz konusu komplonun planlama aşamasında yakınlık kurmuş ve dini kesimin desteğini alabilmek için de gizli temaslarını sürdürmüştü. Hatta Cübbeli Ahmet ile ilgili ilişkilerini daha önce deşifre etmiş ama pek inandırıcı bulunmamıştı. Oysa hepsi doğruydu.

Gerek Fetullah Gülen’in gerekse Cübbeli Ahmet’in Deniz Baykal gibi devlet sahibinin uzattığı eli atlarcasına havada kapmaları bulunmaz bir fırsattı. Önce Cübbeli Ahmet’le olan ilişkisini bir hasta arayışı gerekçesiyle kamuoyuna duyurmuş, namaz kıldığı dedikodularını yaydırmış, sonra inanmadığı ve hayatı boyunca savaştığı peygamberimizin Kutlu Doğum Şöleni’ne katılarak, milletimizin beğenisini kazanmıştı. Ancak peygamberimizle alay eden Genel Sekreteri Önder Sav’a arka çıkması ve aşırı peygamber düşmanı milletvekillerinin hakaretsi ve aşağılayıcı düşünce ve davranışlarını sessizce desteklemesi, onun samimiyetsizliğini, içten pazarlılıklığı ve art niyetini kanıtlamaya yeterliydi ama ne Gülen ne de Cübbeli, Baykal’ın hangi senaryo peşinde koştuğunu okuyamadılar. Daha açık bir ifadeyle hükümeti iktidardan uzaklaştırabilmek, sallanan dikatatörlüğü kurtarabilmek ve CHP’yi yeniden şaha kaldırabilmek için cemaat potansiyeli yüksek ve toplumca saygınlığı olan dini önderleri ele geçirdi.

Baykal’ın yaşamı boyunca Atatürk’ü yol belirleyici bir önder belleyip, tıpkı cenaze namazı misali istifası anında inanmadığı Hz. Muhammed’e gönderme yaparak sığınması, sinsi taktiğinin bir göstergesiydi. Dikkat çekmemesi için Gülen ve Cübbeli’den abartısız geçmiş olsun dileklerini kamuoyuyla paylaşarak, zinaya karşı olabilecek tepkiyi etkisizleştirmek ve iktidarca gerçekleştirilen komployu inandırıcı kılabilmek amacıyla senaryosunu eksiksiz uyguladı.

Ne Gülen’in ne de Cübbeli’nin çok kötü bir ahlaksızlık ve her türlü suçun azmettiricisi olan zinanın yaygınlaşmasına müsamaha gösterebilecek bir münafıklığı yapabilmeleri mümkün değildir. Ancak yaşamları boyunca Baykal zihniyeti tarafından aşağılanmalarından, horlanmalarından ve dışlanmalarından tuzağa düşmüşler, varlıklarına ve adlarına dahi tahammül edemeyen Baykal’ı sıradan bir geçmiş olsun dilekleriyle, iktidarca hazırlandığını iddia ettiği kaset komplosunun toplumdaki kabulünü sağlamışlardır.

Bu komplo, darbecilerin ve tüm ihanet planlarının ortaya dökülmesiyle, hükümetin hiçbir tavize yanaşmaksızın üzerlerine gitmesi ve hukuk karşısında çaresizlik baş göstermesiyle hazırlığı başlanmış ve kongre öncesi devreye sokulmuştur.

İktidar aleyhine düzenlenen komplo kasetinin montaj ve çıplak kadının da Nesrin Baytok olmadığını öğrendiğinizde sakın ha şaşırmayın. Her şey öyle ayrıntısına kadar düşünülmüş ki, Baykal’ın yeniden Genel Başkanlığa mağdur ve haksızlığa uğramış bir lider mazlumluğuyla geri dönebilmesi, hükümetinde komplocu ve tertipçi yaftasıyla damgalanıp oy patlaması yapabilmesi için yayına sürdükleri kasetin hileli olabileceği abartı değildir.

Aslında derine inildiğinde her şey açık. CHP Diktatörlüğü’nün gerçekleştirdiği senaryoyla mağdur, komplo ve iftira propagandalarını ustalıkla işleyip önce altyapıyı hazırlayıp sonra da kasetin düzmece olduğunu belgelemeleri akabinde hükümeti vuracakları düşüncesindeyim.

Bir bakalım; CHP’nin askeri- yargı darbesi ve terör isyanıyla gerçekleştiremediği fiziksel iktidar hâkimiyetini kurguladığı komployla başarabilecek mi?

“Onlar bir tuzak kurarlar, Ben de bir tuzak kurarım.” Tarık.15-16

Her açıdan değerlendirdim, hangisinin doğru olduğu kongre öncesi netleşecek ama milletimizin aldığı ölümcül darbe giderilemeyecekdir… Ne acımasız bir iktidar hırsı!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ahlaksızlık yerine terörü tercih ederim…

Terör bastırılabilir ama en korkunç ve toptan yok edici virüs olan ahlaklısızlık bir salgınlaştığı zaman; geçmişteki Knidos, Herkülüm ve Pompei gibi birçok medeniyetin müstahak olduğu lanet, hayvanlar ve bitkiler dâhil olmak üzere tek canlı bırakmaksızın yerin yüzlerce metre altına gömer.

Türkiye gibi bir ülkede Cumhuriyetle birlikte anılan Deniz Baykal’ın ahlakı katleden hoyratlığı pirim yaptırabiliyor ve desteğe sebep olabiliyorsa; neden Türkiye’nin çocuk pornosu sapıklığında dünya birincisi olabildiğine, bebeklere tecavüz edebildiğine, cinselliğin, zinanın, fuhşun ve sapkınlığın merkezi durumuna gelebildiğine yeterli cevaptır.

Politikacısıyla, gazetecisiyle ve halkıyla öyle bir koruma altına alınmış ki, sanki her ev bir genelev, her kadın potansiyel bir fahişe, her erkek zinacı, eşcinsel veya kadın pazarlayan bir satıcı imajı doğurmuştur.

İktidara aday bir lider ve milletin temsilcisi Baykal’ın evli ve çocuklu bir milletvekiliyle onurlu başları öne eğen pespaye ilişkisinin kamuoyuna deşifresi Cumhuriyete karşı bir saldırı olarak değerlendirilebiliyorsa; benim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil de Baykal’ın vatandaşı mı olduğum sorusunu gündeme getirmektedir.

Artık CHP, Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’a ölümüne kol kanat germesinden ahlaksızlığın simgesi olmuştur. Başbakan Erdoğan, hiçbir çıkar düşünmeksizin milletvekillerinden herhangi birinin söylemsel suçunu affetmemekte, hatta bir polise haksız hakaretinden dolayı milletvekilini ihraç edebilecek erdemliği gösterebilmesine rağmen, CHP’liler gerek Deniz Baykal’ı gerekse Nesrin Baytok’u sahiplenebilmektedir. Ayrıca Devlet Bahçeli’de aynı onurlu duruşu sergileyerek, adı rüşvete karışmış bir belediye başkanını istifa ettirebilmiştir. Ki onların suçu, Baykal ve Baytok gibi rezillerin yanında lafı bile edilmez. Toplumsal ahlakı doğrayan Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’u müdafaa edebilen bir CHP’nin olası bir iktidarı, şüphesiz Türkiye’nin her türlü ahlaksızlığı meşrulaştıran bir ülke olacağına apaçık bir delildir.

Yaşamı boyunca milletimizin ahlaki değerlerine, dinine ve peygamberine savaş açmış Genel Sekreter Önder Sav; “Sayın Baykal, yıllardır çizdiği, politika ve arkadaşları tarafından duraksamadan geriye dönüş yapmadan sürdürecektir. Artık Baykal'a sadece çalışma arkadaşları olan bizler sahip çıkmıyoruz, tüm vatandaşlarımız ve örgütümüz sahip çıkıyor. Artık sadece CHP'nin genel başkanı değil, toplumu yönlendiren önderlerden biri durumuna gelmiştir.”

Evet, toplumumuzu dinsizliğe ve ahlaksızlığa yönlendiren bir önder olduğu ve kendilerinin sahip çıkması ideolojileri açısından yanlış değilse de, vatandaşların desteklediği iddiası doğru mudur?

Halkın canlarını, ırzlarını ve namuslarını emanet ettikleri politikacılar, neden ya susarak ya da kem kümlerle ahlaksızlığın üzerine gitmiyorlar? Neden fevkalade vahim bir konuda halk ve adalet adına hiçbir tepki ortaya koymayarak dilsiz şeytana dönüşüyorlar? Yoksa onlarda mı vatandaşlarının ahlaksızlığı desteklediklerini düşünüyorlar? Yahut politik dünyaları zarar görebilir ve halk kendilerine güvenmez endişesiyle mi Baykal ve Baytok’u dolaylıda olsa koruyabiliyorlar? Onların olduğu bir mecliste bulunmayı sindirebilecekler mi? Sadece Baykal’ın mı özel hayat dokunulmazlığı var, diğer suçlularınki kamuya mı ait?

"Politikacıların içerisindeki halk ruhu, hırsızların ve sokak serserilerinin sahip olduğu halk ruhundan fazla değildir. Politikacıların amacı, her zaman kendi özel avantajlarınıartırmak ve bunun için ellerindeki çok büyük güçleri kullanmaktır."H.L.Mencken

Milletinin ahlakını her çıkardan üstün tutan cesur, kararlı ve erdemli yayınlarından dolayı vakit gazetesi ve habervaktim sitesine minnetlerimi sunuyorum. Ahlaksızlarını örtmeye çalışıp yayınlamayı reddettikleri Deniz Baykal rezaletini kahramanca halkına duyuran habervaktim; ırz düşmanlarının, çocuklarımızı iğfal edenlerin, grup seks yapanların, eşcinsellerin, eş değiş tokuştan tatmin olanların, cinselliği çağdaşlıkla özdeşleştirenlerin ulumalarına kulak asmasın. O ahlaksız sapkınlar saldırdıkça kendilerini deşifre etmekte ve ahlaki bir toplum bilinçlenmesine var gücüyle karşı koyma gayretlerini sergilemektedirler. Onlar öylesi ucube sapıklardır ki, kudret sahibi ve her gizliliği gören Allah’a inanmadıklarından yanlışlarının duyulmasına ve ortaya dökülmesine öfke kusar ama ahlaksızlıklarından da asla vazgeçmezler. Deniz Baykal ve Nesrin Baytok misali her türlü çarpık ilişkide olanlar küfretmeyecekte, saygı mı duyacaklar?

Artık fazla bir şey söylemiyor ve şu duyuruyu yapıyorum.

Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’un asıl yatak sahnesinin olduğu pornografik kaseti, bedeli ne olursa olsun satın almaya hazırım. Bu kaset her kimin elindeyse derhal irtibata geçsin. Kopyasına da razıyım. Eğer yurt içinde teslim endişesi taşırsa, yurt dışında da satın alırım.

Söz konusu kaseti, kanuni yaptırımı ne olursa olsun bedelini ödemeye hazır bir duruşla önce sitemde yayınlayacak sonra da tüm pornografik sitelere karşılıksız hediye edeceğim.

Bu davranışımın bir günah olduğu muhakkaktır. Ancak domuz eti haram olmasına rağmen öldürücü bir açlıkta hayatta kalabilmek için yemek nasıl caiz ise, onlarında etini yemek caizdir. Aksi takdir de namuslu ve iffetli milletim yok olacaktır.

14 Mayıs 2010 Cuma

Biri ahlaksızlıkla biri terörle vuruyor,

Geri kalanı izliyor. Her yapının bir temeli misali siyasetin temeli ahlaksızlık ise; doğruluktan, ardan, namustan, haktan ve adaletten bahsedebilmek ve o düzen aktörlerini birbirinden üstün veya ayrıcalıklı tutmak mümkün değildir. Sadece Türkiye’de değil seküler düzenle idare edilen dünyada siyaset yapan bir devlet adamı bulunmamaktadır. İktidar olabilmek için seçimlerden başka hiçbir şeyi dert edinmeyen fırsatçıların halkı ve nesilleri düşünebilen bir devlet adamı olabilmeleri imkansızdır.

Kötü ahlaklının parçalanmış testiye benzeyip, ne yamanıp ne de eskisi gibi çamur olması gibi “din ve namus” telakkisini reddeden laik bir devletin tadilatlarla düzeltilebilmesi ve benliksel fıtratların değiştirebilmesi söz konusu değildir.

Toplumda örnek olması gereken ve milleti yönetmeye aday evli, iki çocuklu ve torun sahibi bir lider, partisinin evli ve çocuk sahibi kadın bir üyesiyle zina yapabilecek bir ahlaksızlığı içine sindirebiliyorsa; o toplumda ahlak çökmüş ve yozlaşma tavan yapmış demektir. Böylesi bir felaketi yererek, toplumsal ahlak kurallarını korumak yerine suçluya geçmiş olsun dileklerini sunulabilen Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Yardımcıları Çiçek ve Arınç’ı kınıyor, nasıl bir nezaket ve insani yaklaşım gerekçesiyle tahrip edici çirkinliğe saygı duyabilmelerini anlayamıyorum. Ancak zina gibi yıkıcı bir erdemsizliği suç saymayan yasalar, belki politikacıların böylesi maddi bir desteğini haklı çıkarabilir. Fakat zinanın çok kötü bir ahlaksızlık olduğunu emreden İslam’ın hükmünü çıkarına peşkeş çekebilen Fetullah Gülen’in şiddetinden çekindiği Baykal motivasyonu, çok daha büyük bir vahamettir.

İşte bu tür taviz, pazarlıklı ve riyakar yaklaşımlardan ötürü sapıklıkta dünya birincisi olabilmekte; çarpık ilişkiler meşrulaşabilmekte, bebek ve çocuklara tecavüz edilebilmekte, gençlerimiz iğfal edilebilmekte, suçlar artabilmekte, tahriklerle azan insanlarımız acımasız namus cinayetlerinin kurbanları ve katilleri olabilmekte, dolayısıyla herkes birbirini becerebilmenin heyecan ve tatmini için çaba sarf edebilmektedir.

Şerefin yaşamdan daha değerli olduğunu ve şeref kaybedilirse geriye hiçbir şeyin kalmayacağını bilmeyenlerin hükmettiği bir dünyada, suçlunun makam ve mevkisine göre ya aklanıp ya da karalanması, ahlaksızlığı ve adaletsizliği kışkırtan temel nedendir.

"Ahlak, bütün sivil yasaların amacı ve hedefidir. Ahlaki değerlendirmeler adalet yönetiminden ayrı düşünülemez. Bir insan evinde havasızlık içerisinde yaşayabilir mi?" John F. Dillon

Toplumun istikbali için hiçbir ahlaksızlık kayırılmamalı ve üstü örtülmemelidir. Hele, milleti yönetmeye aday bir liderin ahlaksızlığı asla bağışlanmamalı, onun toplumda barınabilmesi dahi ebolası bir felaket sayılmalıdır. "Devletler kanunla değil, ahlakla daha iyi yönetilir." Sokrates

“Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana ve babanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar fakir olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğip büker yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız, (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa. 135

72 yaşındaki Deniz Baykal, sanki evli ve çocuklu kadın bir milletvekiliyle zina yaparak iğrenç pornografik görüntülerini cümle aleme seyrettiren kendisi değilmiş gibi; milletten, sevenlerinden, eşinden ve çocuklarından özür dileyerek, yaratık bir insan olmasından ötürü azgın nefsine uymasında hata yaptığı ve yanlışın içinde olabildiğiyle ilgili pişmanlığını dile getirecek bir tövbeye kalkışacağına; ahlaksızlığını komploya, siyasi intikama, aleyhinde hazırlanmış bir kampanyaya mal edebilecek argümanlara sığınıp tehditler savurarak, “Bu kara kampanyaya teslim olmayacağım, bu hukuksuz ve ahlaksız komplo nedeniyle kimsenin beni sorgulamasına izin vermeyeceğim” ifadeleri, sadece ona güvenen CHP’liler veya seçmenleri açısından bir utanç değil aynı zamanda insanlık aleyhine de bir yüzkaralığıdır.

“Onlar bir tuzak kurarlar, Ben de bir tuzak kurarım.” Tarık.15-16

Bu nasıl bir muhakeme, pişkinlik ve üsluptur ki bizzat aktörü olduğu olayı aleyhine hazırlanmış komploya dönüştürebilmektedir. Acaba suçladığı iktidar mı seks arkadaşını temin etmiş, kendisini kandırmış, ilişkiye zorlamış, evi hazırlamış, ilaç içirmiş ya da tehdit ederek fuhşa zorlamış? Yahut partisinin evli milletvekilini mi ayartıp baştan çıkartmış ve kendisine musallat etmiştir? O görüntülerdeki tatminden yorgun düşmüş donlu kişi ve çıplak kadın kendileri değil mi? Seks yaptığı mekan, o kadının evi değil mi? Eğer evi değilse kocasının orada ne işi var? Haydi, kaseti iktidar partisi yahut herhangi biri servis yaptı diyelim, bu gerçeği ve rızasıyla içinde bulunduğu o ahlaksızlığı meşrulaştırır mı? Diğer taraftan böylesi basit bir tuzağa düşebilecek bir Baykal, nasıl olacaktı da Türkiye’yi yönetecekti?

Bu millet, Allah’ın yardım ve desteğine duçar olmalı ki, CHP yönetimi gibi bir felaketten korundu. "Ahlak esasen toplumu çöküntüden kurtaracak ve toplumun muhafazasını sağlayacak bir araçtır." F. Nietzsche

Ömrü komplolar hazırlayıp kendi inanç ve ideolojisinde olmayanlara özgürlük tanımayarak baskı ve yasaklarla zulmeden Baykal, senaryolaştırdığı pornografik filmle kazdığı çukura gömülmüş ama debelenmeyle sıçrattığı çamurun kendisini aklamaya yeteceğini düşünebilmektedir. Hala büyüklük taslamaya ve vazgeçilmez karizmasına devam ederek, belki namusa ve zinaya önem vermeyen ve zinanın yasaklanmasını engelleyen partililerini ikna edebilir ama şerefine ve ahlakına tumturaklı düşkün milleti asla… Unutulmamalıdır ki o, salya sümük gözyaşı döken CHP’lileri değil milletin tamamını yönetmeye adaydı.

“Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” Fatır.43

Pornografik sitelerde oynatılması kaçınılmaz olacak yatak sahnesinin yer aldığı görüntüler, sanırım pazarlıkların sürmesinden olsa gerek yayına verilmemiş, izlediğimiz kaset, sadece harami ilişki sonrası giyinme safhasından ibaretti. Gözlemlediğim kadarıyla gayet sıradan bir çekim gerçekleştirilmiş, elbise dolabının içine gizlenmiş bir kamerayla yatak odaklatılmıştı. Nesrin Baytok’un pantolon ve bluz değiştirmesi, o evin kendisine ait olduğuna bir kanıttır. Öyle iddia edildiği gibi tasarlanmış bir komplonun ve tertibin profesyonelliğini ortaya koyabilecek bir çekim mevzubahis değildir.

Önce istifa etmeyeceğini deklare edip, sonra istifa etmekten başka hiçbir yolun olmayacağını anlayan Deniz Baykal, asıl yatak sahnelerinin yer aldığı görüntülerin deşifre olabilme korkusuyla zoraki mecbur kalmıştır. Evli insanların yasalar nezdinde ki zinası her ne kadar serbest ise de, ahlak kurallarında çok çirkin bir davranıştır. Yoksa zinada kenetlenen CHP’lilerin ifade ettikleri gibi Baykal’ın istifası kesinlikle onurlu bir davranış içermemektedir. Düşünüyorum da Baykal’ı can havliyle savunanlar, geriye dönmesi için umut taşıyanlar; acaba kendi eşleri taraf olsalardı, yine aynı duruşu sergilerler miydi? Ya da Nesrin Baytok, kocalarıyla aynı sahneleri paylaşsaydı ne yaparlardı?

Başkalarının görüntüleri aleni yayınlanırken, ana muhalefet partisi lideriyle ilgili gizlilik kararını, artan ahlaksızlığın ve suçların sebebi olarak değerlendiriyorum. Asıl deşifre olması gereken toplum önderlerini değil de sokaktakilerin serbestiliğini takdirlerinize sunuyorum. Başbakan Erdoğan, Baykal’ın kasetiyle ilgili gösterdiği hassas girişimi, lütfen vatandaşları için de göstersin…
"Politikacılar halkın çıkarlarından farklı çıkarlara sahip olan insanlar topluluğudur." Abraham Lincoln

Ahlaksızlıkların deşifresi ve kamuoyunun tepkileri Baykal’ın ifade ettiği gibi komplo, kara kampanya, kaba kanunsuzluk, özele tecavüz veya gayri ahlaki bir davranış olarak yorumlanırsa, tüm sapıklar salıverilmeli ve ahlakla ilgili suçlar yasadan kaldırılmalıdır. Ne demek özel hayat? Halk tanrı mı ki kalplerde saklı olanı ve gizliden çevrilen entrikaları bilebilecek? Ülkeyi yönetecek bir liderin özel hayatı, sadece mahremiyetidir. Oysa Baykal, evli bir partilisiyle cinsel ilişkiye girerek ahlakı doğramıştır. Ahlak, ancak tüm fertlerin ahlak zabıtalığını görev addetmeleriyle egemen kılınır.

Evli insanların zinasına ceza getirecek yasaya karşı çıkarak yürütmeyi engelleyen CHP, her ne kadar liderlerini ve milletvekilini maddi bir cezaya çarptırtmaktan kurtardılarsa da, vicdanlardaki mahkumiyeti önleyemediler.

Özel görüntüleri çekip bunları yayınlama insanlık suçu da, evli ve çocuklu bir kadınla zina yapmak, eşini, çocuklarını, torunlarını ve halkını aldatmak insanlık onuru mu?

Böylesi iğrenç bir politikayı milletimiz hak ediyor mu? İçimizden özenle seçip vekil olarak başa getirdiğimiz politikacılar, kendilerini çok mükemmel kamufle ettiklerinden mi tanıyamıyor, yoksa sonradan mı değişiyorlar?

"Bir adam politikacı olur olmaz onun dalavere yapması için her şey hazırlanmıştır. Politikacı derisini değiştiren bir yılana benzer. O halkın temsilcisi olmadan önce siyasal güce karşı koymaya daima hazır birisiydi. Şimdi ise güç kendi eline geçince bütün sorunları kendi çıkarı doğrultusunda görür ve değerlendirir." Alain

Söz konusu kaset, her amatörün kurgulayabileceği parasal bir şantaj amaçlı çekilmiş, aktörlerin siyasi kimliklerinden dolayı siyaset arenasına yönlenmiştir. Hiç kimse bir yerlerde suçlu ve komplo arayışıyla kendilerini daha da komik ve rezil duruma düşürmesin; evli, çocuklu ve torunlu ahlak cellatlarını aklamaya kalkışmasın. Kaseti çeken muhatapların ya kendileri ya da yakınlarıdır…

Teknik ve siyasi teorilerle gerçeğin açık perdelerini kapatma telaşları beyhudedir. Ali Kırca pişkini gibi onlarda yakında ortaya çıkarlar. Acaba; “CHP’li kadınlarda namus ve vicdan var mı?” başlıklı yazımda bahsettiğim bağımsız milletvekili adayı ve tövbekar eski genelev kadını Ayşe Tükrükçü mü meclise yakışır, yoksa pişman olup tövbe yapmayan evli zinacılar mı?
Türkiye hem ahlak hem de ırkçı terör belasından yok oluşa doğru sürüklenmektedir. Öncelikle CHP ve BDP mutlaka dürülmeli, dünyaya hükmetmiş ahlaklı ve dürüst milletimiz tarih olmamalıdır.

"İnsanları yasa ve ceza ile yönetirseniz, onlar bir daha yanlış yapmayacaklar, ancak şeref ve utanma duygularına da sahip olmayacaklardır. İnsanları erdemle ve ahlak kuralları ile yönetirseniz, o zaman onlar hem utanma duygusuna sahip olacaklar, hem de doğruyu yapmaya çalışacaklardır." Konfüçyüs

11 Mayıs 2010 Salı

BDP, İsrail politikası izliyor…

BDP konusuna geçmeden önce fevkalade sıcak bir gelişme olan ve son yazımla bağlantılı CHP’li seçmenlere sorum odur ki; kıyasıya zina karşıtı ve genelev yanlısı bir partinin Genel Başkanı ve kadın milletvekili zina yaptı diye, neden istifaları istiyor, namus ve ahlak edebiyatıyla şovda bulunuyorlar? CHP’nin din, namus ve ahlakı irticayla özdeşleştiren bir yapı olduğunu bilmiyorlar mı? CHP için bu tür ilişkiler özgürlüğün ve çağdaşlığın bir gereği değil midir? Şüphe yok ki namusuna düşkün ahlaklı milletime karşı gösteri yapmakta, soğuma işlemi tamamlandıktan sonra Deniz Baykal’ı yeniden bağırlarına basacakları kuvvetle muhtemeldir.

Evet, tertibin içinde İsrail’in yeni gözdesi ve umudu Mustafa Sarıgül olsa da gayriahlaki davranışı mazur göstermeye yeterli değildir. Ne var ki Baykal, helal olan eşini değil de haramların peşine koşmasından Sarıgül’ün tuzağına düştü. Acaba diğer kadın milletvekilleriyle de bir ilişkiye girdi mi?

CHP milletvekili Nesrin Baytok; ya ilişkilerini seyreden kocasının ihanetine uğradı ya da kocasını ekonomik buhrandan kurtulabilmek için sahneleri kayda alıp, Sarıgül’e servis yaptı. Her halükarda karısının Baykal’la ilişkisi olduğunu bilen eş Can Baytok, Şişli Belediyesinden iş alarak borç batağından kurtulabilmek maksadıyla Sarıgül’le işbirliğine girişmiş, böylece Deniz Baykal’ı tuşa getirmişlerdir. Bu durumda zinacıların eşleri ya boşanacak ya da zina yaparak evliliklerini sürdüreceklerdir.

İsrail’in ana unsuru nasıl Siyonist bir ideoloji ise, BDP’nin de temel ilkesi PKK ideolojisidir.

İsrail, Filistin’de kurduğu Siyonist devletinde Yahudi olmayanlara tahammül etmemekte, her türlü baskı, şiddet ve terör yoluyla vatanlarından çıkarabilmek için vahşi işgal ve katliamlarına devam etmektedir. BDP’de aynı politikayı güderek, tıpkı İsrail gibi ırkçı, egoist, gaddar ve insafsızdır. Her ne kadar Kürt Halkı lehine barışçıl ve uzlaşmacı argümanlar kullansa da tamamen çıkarına olan “Anayasa Değişiklik” paketindeki düşünce ve tavrı maskesini düşürmüş; din dışı, kafatasçı, bölücü, saldırgan ve düşmansı duruşu hafızalara kazınmıştır. Ak Parti’nin yapacağı pirimin önüne geçebilmek için MHP ile aynı kulvarda yüzerek, ırkdaşlarına ihanet etmiştir.

Parti programlarında “12 Eylül’lün yargılanması” ve “Askerlerin sivil mahkemede yargılanması” bulunurken, söz konusu Anayasa Değişikliği olan 16. ve 25. maddelerin oylamalarında da, diğer maddelerde olduğu gibi lehte oy kullanmayıp tavana kuvvet meclisten kaçmaları, nasıl içten pazarlıklı, riyakâr, samimiyetsiz ve sinsi olduklarının bir kanıtıydı. Çünkü Apo’ya özgürlük sağlamayan ve siyaset yolu açmayan hiçbir düzenleme, BDP için bir anlam ifade etmiyor. Apo’nun yanında Kürt Halkı’nın refah ve güveninin bir önceliği ve önemi düşünülemez dahi…

PKK’yı ve Apo’yu meşrulaştırabilmek adına TBMM’deki varlığı ve geliştirdiği ırkçı politika, Batı’ya demokrat görüntüsü vererek bağımsız bir PKK federasyonu kurabilmek, başta Türkler olmak üzere Müslüman Kürtleri de yurtlarından sürerek, Hıristiyan dinli bir devleti inşa edebilme amacındadırlar. Zaten Marksist Apo’nun Hıristiyanlığa geçeceği ile ilgili fikri, bizzat açıklamalarıyla aşikârdır. Zaten din dersini zorunlu olmaktan çıkarma taahhütleri, parti programlarındaki temel ilkelerindendir. Gerek ABD, gerek AB ve gerekse İsrail, politik ve askeri yardımlarını el altından sürdürmekte, ETÖ gibi bir hain de emelleri uğruna destek verebilmektedir.

CHP Diktatörlüğü’nün ve Atatürk milliyetçiliğinin Müslüman Türk Halk’ı gibi Kürt Halkına da zorbalık yapıp din ve ırk düşmanlıklarına karşı “açılım”’ı savunmuş, aşırı sekulerist ve şovenist devletin dışlaması ve ayırıma tabi tutmasına binaen bütünlük ve adaleti müdafaa edip, eşit bir haktan yana olmuştum. Ancak Kürt Halkının temsilcisi sandığım geçmişin DTP’si günümüzün BDP’sinin ifade ettiği gibi barış, adalet ve demokrasiyle yakından bir ilgilerinin olmadığı, amaç ve hedeflerinin “etnik eksen” temelli Apo ve PKK’ya bağımsız bir devlet kurdurma niyeti taşıdıkları artık tartışılmazdır.

TBMM’de olmalarının tek nedeni, kadim liderleri Apo’ya özgürlük ve siyaset yolunu açmak, PKK’ya da özerklik sağlamaktır. Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, bağımsız bir devlete kavuşmak onlara yetmeyecek, haçlıların yüzyıllardır sürdürdükleri savaşlar gibi kin, nefret ve intikam besledikleri Türk Milleti ve Müslüman Kürtlerle de ölümüne savaşacaklardır.

PKK ne ise BDP’de odur. Bu sebeple BDP ile hiçbir konuda uzlaşma arayışına gidilmemeli, tartışılmamalı, yalnızlaştırılarak şeytani tuzaklarına düşülmemelidir. Batı’nın ve İsrail’in dayatmasıyla uzlaşma ve barış adına gösterilen iyi niyetin nasıl istismar edildiği ve Mehmetçiklerimizi katledenleri törenle kabul edebildiğimizi unutmamalıyız.

Kürt kardeşlerimize BDP gerçeği anlatılmalı, her ne kadar Kürt olsalar da tıpkı CHP’lilerin Müslüman düşmanı olmaları misali PKK ideolojisine karşı olan Kürtlere de amansız bir hasım oldukları ikna edilmeli ve kendi soydaşlarından olanları nasıl hunharca öldürebildikleri, tehdit ettikleri, haraç aldıkları ve yağmaladıkları anlatılmalıdır. PKK yahut BDP’nin bir şeytan olduğu gerçeği vaaz edilmeli, kanmamaları için her türlü gayret sarf edilmelidir. Unutulmamalıdır ki Kürt Halkı; dini bütün, erdemli, merhametli ve cömert bir topluluktur. Eğer gerçekler anlatılabilinirse din düşmanı Marksistlere pirim vermeyecek, hatta onlara karşı cihadın bir farz olduğu ölümsüz ibadetiyle şehitlik şerbetini içebilmek için yarışacaklardır.

“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” Yasin.62

BDP’nin her üyesi bir PKK’lıdır. Örneğin Ahmet Türk’ün Samsun’da uğradığı saldırı sonrası “Ben herkesi akl-ı selime davet ediyorum. Umut ediyorum ki bu tür şeyler topumda bir gerginlik yaratmaz.” açıklamasının akabinde iki polisimizin şehit edilmesi, sözün değil özün önemine işaret etmiş ve intikam gayesiyle vur emrini BDP’liler vermiştir. Hitabette ve insani gösteride son derece mahir olan BDP’li politikacılara güvenilmemeli ve kalplerinde sakladıkları karanlık aydınlık sanılmamalıdır.

PKK’nın etkisizleştirilip ortadan kaldırabilmesi için ETÖ’nün tamamıyla çökertilmesi kaçınılmazdır. Ancak ETÖ’nün çökertilebilmesi için de Genelkurmay’da kökten bir devrim gerçekleşmesi zaruridir. PKK’yı nasıl ETÖ besliyor ise, ETÖ’nü de Genelkurmay güçlendirmektedir. Gerek Anayasa, gerek yargı, gerekse Genelkurmay’ın numunelik değişikliklerle ıslah edilebilmesi mümkün değildir. Ancak güçlü, kararlı ve korkusuz bir iktidar, tüm yasadışı yapılanmaları ve adaletsizliği kökünden silip süpürür.

Anayasa Değişikliği ve referandum süreciyle şiddetlenen terör, ETÖ ve PKK işbirliğiyle gerçekleşmekte, dolayısıyla halk korkutularak ve sindirilerek, reform aleyhine yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Kim değişiklik aleyhine ise, o terörün içinde ve şehitlerin katilidir…
BDP öyle utanmaz, pişkin ve haddi aşan bir yapılanmadır ki, yatırımları ve kalkınmalarını önleyerek Kürt kardeşlerimizi tahrik edip teröre ve isyana teşvik etmekte, sanki Müslümanlara vurulan zincirlere ve kamu alanı diye belirtilen yerlere sınır konularak etraflarına duvarlar örülüp yaşama, okuma ve çalışma hakları ellerinden alınmış gibi silahlanabilmeyi hak görebilmekte, terörizmi kurtuluş mücadelesine çevirebilmektedirler.

Oysa inançlarından ötürü her türlü zulme uğrayan, mülteciliğe zorlanan, devletten dışlanan, hakaretlere maruz kalan, 1.derece tehlikelikle yaftalanan, yalnızlığa mahkûm edilen, önü kesilen, milletvekilliği dahi hazmedilemeyip meclisten kovularak bir-kaç saat dahi barındırılmayan, dinlerine ve peygamberlerine saldırılan, insan olmamakla aşağılanan, zorla devşirilmeye çalışılan ve sorgu odalarında faşist muamelelere muhatap kalan Müslümanlar değil de Marksist Kürtler midir?

Atatürk Diktotaryasının sürekli sopa indirdiği kafalara Müslümanlar, inançsı sabır ve insani değerleri üstün tutmalarından ötürü silahlı bir direnişte bulunmamış, terörden uzak siyasi bir mücadeleyi halkının yararına gözetmişlerdir. Dolayısıyla ne SP ne de Ak Parti, hiçbir isyanın içinde olmamışlar ama diktatörlükçe PKK’dan daha tehlikeli sayılabilmişlerdir.

Neden Müslümanlar devlete başkaldırıp bebek-çocuk-kadın-yaşlı demeden halkını katledebilecek vahşi bir direnişte bulunmuyorlar da, BDP’liler cesaret edebiliyorlar? Hâlbuki Ak Parti Hükümeti, ırkçı diasporayı karşısına alarak süregelen şikâyetlerini telafi etmedi mi? Uzlaşı adına askerimize acımasızca kıyan teröristleri dahi törenlerle ağırlamadı mı?

BDP, terörist bir partidir, son derece samimi bir uzlaşıyı dahi istismar ederek İmralı’yı muhatap gösterebilmişlerdir. Eğer Apo ile herhangi bir pazarlık ve uzlaşı imkânsız ise, BDP ile neyi tartışıyorlar? Arkalarında ABD, AB, İsrail ve ETÖ’de olsa, asla sinsi amaçlarına ulaşamayacaklardır.

Çocuk da olsa PKK yaltakçılarına ve teröristlerine düşünülen affa; canlarını veren şehitlerimize acımasız bir ihanet olacağından tamamen karşıyım. Devlet Bahçeli ve MHP’ye de duyurulur…
İsrail, nasıl ki hep barıştan, demokrasiden ve insan haklarından bahsedip bir türlü uzlaşmaya yanaşmaz ise, BDP’de öyledir.

Hiçbir gerekçe, yapıcı ve ikna edici taahhüt; şiddet yanlısı olup huzur ve güvenliği tehdit eden PKK ideolojisinin sadece Türklere değil Kürtlere de ezeli düşman olduğu gerçeğini örtbas edemez. PKK ideolojisinden vazgeçmeyen ister DTP, ister BDP, isterse başka bir parti olsun; barışın veya uzlaşmanın sağlanabilmesi söz konusu değildir.

Siyasi ve terör alanında renkten renge giren PKK’nın gerçek yüzünü görenler ve asıl amacını anlayanlar, tehlikenin boyutlarını kavrayabilmektedirler. Bilgi eksikliği ya da yanlış yönlendirmeler sebebiyle PKK’nın siyasi aktörü BDP’nin etkisine kapılanlar, bilerek veya bilmeyerek çok büyük tehlikeli bir oyunun parçası haline geldiklerinin farkında değillerdir. Bu sebeple PKK sorununu silahla değil de siyasi arenada çözme girişimi, PKK’ya özerklik tanıma anlamı taşıyacak ve meşru açıdan daha da kuvvetlenerek haçlılaşacaktır.

PKK’nın siyasi sözcülerinin kümelendiği BDP’nin sapkın ırkçı ideolojisinin etkisi altına girenleri yanılgılarından kurtarmak ve yoğun bir çaba göstermek, insani ve vatani bir sorumluluktur. İnanıyorum ki her türlü kişisel çıkarlardan uzak samimi bir girişim PKK’ya karşı ittifakı güçlendirecek ve kısa sürede netice verecektir.

BDP propagandaların etkisi altında kalanlara, büyük bir yanlışın içinde olduklarının gösterilmesi ve doğru yola davet edilmeleri, Türkiye’deki terörü bitirecek ve barışı egemen kılacaktır. Kürt Halkı ülkenin sahibidirler ama PKK ve BDP, tartışmasız düşmanıdırlar…

Cesetle ve gözyaşlarıyla beslenen caniler, kendilerini aç bırakabilecek bir barışın içinde var olamazlar…

9 Mayıs 2010 Pazar

CHP’li kadınlarda namus ve vicdan var mı?

Başlıkla birlikte hemen tepki gösterecek Darwinci eçhellere cevabım o dur ki; önce laiklik, çağdaşlık ve Atatürkçülük adına desteklediğiniz CHP zihniyeti tanıyın, sonra haklı olduğunuza kanaat getirirseniz saldırmaya başlayın…

Zina, fuhuş ve genelevin bayraktarlığını yapan CHP; bilim, aydınlık ve uygarlık propagandalarıyla kadınlarımızı erkeklere acımasızca peşkeş çekebilecek bir insafsızlığın savunucularıdır. ONUR, İFFET, ŞEREF, NAMUS ve AHLAK timsali kadınlarımızı şehvetsel tatminleri uğruna meze yapabilen CHP ideolojisini herhangi bir kadının kabul edebilmesini idrak edemiyor, kadınları seks kölesi bir tatmin objesi gören bir düşünce etrafında birleşmelerini ancak mühürsel bir lanetin mahkûmiyeti telakki ediyorum. Çağdaşlık ve ilericilik; teşhircilik, genelevcilik, zinacılık veya fahişelik midir?

9 yaşında tecavüze uğrayıp kocası tarafından 240 YTL’ye geneleve satıldığı ile ilgili hayat hikâyesini kamuoyu ile paylaşan Ayşe Tükrükçü adlı CHP kurbanın içler acısı ve ibret dolu yaşamı vicdanları deşmiyor ve sorgulamaya itmiyor ise, Allah tarafından yaratıldığına değil maymundan türediğine inanan evrimci hayvanlar olduğu tartışılmazdır.

İnanç ve imanın olmadığı bir vidandan doğruluk, dürüstlük, adalet ve merhamet beklenemeyeceğine göre; CHP ve seküleristlerden de ancak şeytan beklenmelidir…

“Nice kotu insanlar vardır ki hiç iyi yanları olmasa daha az tehlikeli olurlardı.” La Rochefoucauld

22 Temmuz’daki genel seçimlerde İstanbul 2’nci Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olan Ayşe Tükrükçü adlı bir tövbekârın vekilliğe layık görülmeyip asıl binlerce şehit veya şehit adayı eşi, anası ve kızını kirletenlerin meclise girmeleri, neden hata ve yanlışlardan dönülmeyip sapkınlıkta daha da derinleşebildiğimize açık bir cevaptır.

Adını dahi anmamın sayfamı pisleteceğini düşündüğüm parlamenter Kamer Genç, sadece TBMM’nin değil Tunceli’nin, Alevilerin, hatta Türkiye’nin kahredici yüzkarası ve şeytani bir simgesidir. CHP ile politikaya girip DYP ile devam ettikten sonra bağımsız seçilerek meclise girmiş, başkan vekilliği yapmış ve kendini cumhurbaşkanı olmaya layık görmüş, sonunda MHP’nin bodyguard’lığıyla eşi görülmemiş kargaşalığın ve pespayeliğin adresi olmuştur. Toplumuzu ahlaksızlaştıran düzenin mahkûm sağmalı Ayşe Tükrükçü’nün örneksi hayatı vekil olmasına liyakat sağlamamış ama Kamer Genç adlı zinacı, pavyoncu ve kadın düşkünü bir alkoliğin milletimizi temsili uygun görülebilmiştir. “Kocası zina yapan kadının zinası bir hükümdür” başlıklı yazıma yorum gönderip cevap isteyen bir okuyucum; “Kamer Genç zina yapıp eşini aldattı diye, eşi de zina yapmalı mıdır?” sorusuna cevaben; “Yaratıcı’nın hükmü son derece açıktır. Zina yapan erkek ancak zina yapan bir kadınla evlenebilir. Dolayısıyla evliliklerini sürdürebilmeleri için zinacı eşinin de zina yapması bir hükümdür. Aksi takdirde evlilikleri gayrimeşrudur. Bu hüküm, kadın-erkek eşitliğini pekiştiren evrensel bir kuraldır, ister inanan ister ateist olsun. Ancak bir eşin suskunluğu veya boşanmaması, onunda zina yaptığı anlamına gelir.”

Temmuz’daki genel seçimlerde İstanbul 2’nci Bölge’den bağımsız milletvekili adayı olan eski hayat kadını ama tövbesiyle aklanmış bir hanımefendi Ayşe Tükrükçü, yaşamını şöyle özetlemişti…

Kâbus dolu günlerin başlangıcı ise 1976 yılı. Yani Ayşe henüz 9 yaşındayken. Amcasının tecavüzüne uğrayan Tükrükçü, o günleri gözleri yaşlı şöyle anlatıyor: “Amca dahi demek istemediğim Ali Rıza isimli kişi evdeydi ve içki içiyordu. Sarhoş olduktan sonra beni bir odaya getirdi ve (sakın korkma) diyerek tecavüz etti. 3.5 ay süreyle her gece odamda tecavüze uğradım. Ölümle tehdit ettiği için kimseye anlatamıyordum. Bebeklerle oynayacağım yaşta kadın oldum. İşte ben o gün öldüm.” Sonrası ise... Kardeşleri kanala düşüp öldüğü için alkolik olan ve sürekli dayak atan bir baba... 22’sinde ilk evlilik... Yine dayak... İkinci koca, yine dayak... 240 milyon liraya satıldığı genelevde geçen acı dolu yıllar. Üçüncü evlilikle bir umut ama yeniden genelev hayatı... 2.5 yıl içinde 6 ayrı şehirde hiç istemediği halde bedenini satmak zorunda kalması... “Diri diri mezara girmesi.” En sonunda kendine uzanan bir yardım eli... Şimdilerde ise kendisi gibi yardım bekleyen kadınlara yardım eden olmak istiyor.

Genelevde neler yaşadınız?

Genelev, kedinin köpeğin bile orada kalmaması gereken bir yer. Sabah 09.00’da uyanırsınız. Saat 10.00’da kapılar açılır. Bu süre içerisinde süslenirsiniz. En “albenili” biçimde saat 10.00’da salona inersiniz. Mesainiz gece 23.00’e kadardır, yemek için 15-20 dakikalık vaktiniz vardır. Çayı, kahveyi ayakta içersiniz. Kasaptan et alırken hani, ete bakılır ya, öyle bakıp seçip, beğenilirsiniz. Günde 30’a yakın insan gelip paranızı verdiği için sizle birlikte olur. Bayram günleri ve asker sevkiyat dönemlerinde bu sayı 50’lilere yaklaşır. Hatta bir bayram gününde 70 erkekle birlikte olmak zorunda kaldım. Hasta olmanız diye bir şey mümkün değildir. Kürtajdan üç saat sonra işe dönersiniz.

Dinlenme günü, izin diye bir şey yok mu?

Genelevde çalışanlar yaşayan ölülerdir ve hiçbir hakkı yoktur. Gün içinde birçok kez baygınlık geçiriyordum. Gelip kolonya döküyorlar, “Hiçbir şeyin yok, hadi devam et” diyorlardı. Üzerinizden tren geçmiş gibi oluyorsunuz. Oraya gelenler önce güdülerini tatmin edip sonra “Neden orospu oldun?” diye sorar. Dışarı çıkamazsınız, çıkarsanız da firar etmemeniz için mutlaka yanınızda birkaç kişi olur. Şunu herkes bilsin, geneleve düşen kadınların yüzde 90’ı tecavüze uğrayıp ailesi tarafından satılan kadınlardır. Ben de, o kadınlar da analarının karnından vesikayla doğmadı. Bu hayatı seçmedi.

Nasıl bir dayatma bu?

Bakın, ben genelevden çıktım ve vesikamın iptal edilmesi için Ahlak Masası’na bağlı Sağlık Komisyonu’na başvurdum. Bu başvuruda bulunan binlerce kadından birisi olarak vesikam iptal edilmedi. Bunun anlamı “Sen orospusun ve orospuluk yapmaya devam et” demektir. Bu sırada Konya’da bulunan Şefkat-Der Kadın Sığınma Evi’nin Genel Başkanı Hayrettin Bulan beni aradı. Telefonun ucundaki sesin, “Benim bir ablam var, gel buraya sen de benim ablam ol” cümlesi hayatımı yeniden şekillendirdi. Ancak beş çocuk sahibi ve başörtülü bir kadının getirilip geneleve satıldığına da tanık oldum, kendini satmamak için patronuna direnen bir arkadaşımın ayağından vurulduğuna da. Kim çocuk sahibi olup evinin anası olmak istemez, ancak maalesef yasalarımız da toplum da genelevlerdeki kader kurbanlarını düşünmüyor.

Genelevler kapatılmalı mı?

Bu sorunun yanıtını erkekler vermelidir. Hangi erkek yakınının o koşullara düşmesini ister, hiç kimse istemez değil mi? Ama oraya düşenleri et olarak görüp bu sektörü ayakta tutan erkeklerdir. Benim üzerimde babam yaşında üç insan kalp krizi geçirip öldü. Tam ilişkiye girmiştik, bu sırada kalp krizi geçirmiş. Konuşmuyor ve üzerimde yatıyor. Meğer birkaç dakika bir ölüyle sevişmişim. Polisler geldi birkaç soru sordu. Cesedi alıp, gittiler. Hangi kadın bunu ister ve hangi kadın böyle bir şeye layıktır? Sadece insanımızın değil devletin de artık bu konuya eğilmesi gerekiyor.

Devlet ne yapmalı?

Genelevlerde çalışan kadınlar etlerini satarken, rahmetli Manukyan’a madalya veren devletimin mahkemeleri geneleve 18 yaşında düşen genç bir kıza 21 yaş belgesi vererek onun hayat kadını olmasına göz yummamalı. Devleti yönetenler, devletin emniyet güçleri geneleve gidip orada tutulanların kendi rızalarıyla mı baskıyla mı kaldıklarını sormalı. Devletin polisi, bekçisi genelevlerin kapısında vatandaşlarının satılmasına tanık olmamalı. “Sahipsiz bir kadın cesedi bulundu” diye haberler yaparsınız, o kadınların birçoğunun genelevden kaçmak istediği için öldürüldüğünü biliyor musunuz? Ben, Diyarbakır’da uyuşturucuya alıştırılan üç arkadaşımı kurban verdim. Onlar hayata orospu olmak için mi gelmişti?

Yalvarıyorum, bataktan çıkmakisteyenlere yardım eli uzatın

İstanbul 2’nci Bölge’den bağımsız adayım. Benim savaşım Meclis’e gidip bir koltuğa sahip olmak değil. Ben, benim gibi geçmişi çalınan binlerce kadının geleceğini istiyorum. Elbette seçilemeyebilirim ancak o yüce kapıdan girecek olan tüm milletvekillerine yalvarıyorum, bu hayattan kurtulmak isteyenlere yardımcı olsunlar. Ben 11 yıldır alnımın akıyla ayaktayım ve devletim, benim o hayata dönmemi beklercesine vesikamı iptal etmiyor. Ben vesikalı bir biçimde gömülmek istemiyorum. Bunu isteyen binlerce kadın var, bu sorunu çözmek, çözemesem bile duyurmak için öncelikle kadınlarımızdan sonra da kadına değer veren erkeklerimizden desteklerini bekliyorum. Bence burada en büyük görev erkeklere düşüyor. Ailemle görüşmüyorum ancak şunu söyleyebilirim, hayatımı ben karartmadım. Kurtuluşumu kendim seçtim. Ne olursa olsun, ölüm pahasına bile olsa Allah’ın izniyle bir daha o batağa geri dönmeyeceğim. Ve hayatımın geri kalanında da girdiği bataktan çıkmaya çalışan kadınlara yardım etmeye çalışacağım. Bir kadını bile kurtarsak kârdır. Herkesi, daha duyarlı olmaya çağırıyorum. Kimse bizlerin neler yaşadığını tahmin edemez ama en azından anlamaya çalışabilir.

3-4 milyar dolarlıkfuhuş sektörü

Türkiye’de kadın nüfusunun yaklaşık 35 milyon civarında olduğu hesaba katılırsa her 350 kadından biri fuhuş batağında. Türkiye’de faaliyet gösteren 56 genelevde kayıtlı 3 bin hayat kadını bulunuyor. Türkiye’de tescilli hayat kadını sayısı 15 bini geçiyor. Vesikasız olarak çalışanların sayısı ise yaklaşık 100 bin. Genelevde çalışmak için gerekli olan vesika, taksi plakasından farksız. Üç büyük ilde, yaklaşık 30 bin kadın genelevde çalışmak amacıyla vesika bekliyor.Fuhuş sektöründe bir yılda dönen paranın asgari 3-4 milyar dolar olduğu belirtiliyor. Bu paradan, patron, bar, pavyon, disko, gece kulüpleri, otelci, taksici, eğlence yeri sahibi gibi onbinlerce insan pay alıyor. Pasta bu kadar büyük olunca devreye fuhuş mafyası giriyor. Fuhuş mafyası, küçük kız çocuklarını kaçırmaktan tutun da zorla fuhuş yaptırmaya kadar her yola başvuruyor.Kadınların yüzde 30’u kocası, yüzde 10’u baba, anne, ağabey gibi diğer yakınları, yüzde 3 veya 4’ü de beraber oldukları erkekler tarafından satılıyor. Para karşılığı cinsel ilişkiye girenlerin yüzde 63.4’ü resmi, yüzde 12.2’si ise imam nikahlı olarak evli kadınlardan oluşuyor.

CHP’nin eski Gaziantep Belediye Başkanı ve kurmaylarından Celal Doğan, kurban keserek yaptırdığı genelev ile ilgili olarak; ”Ben sosyal demokratım, bu ülkede ihtiyacını gidermek isteyen gençleri de düşünmek zorundayım” lanetsi açıklaması üzerine RP’li milletvekili Şevki Yılmaz, “Yüzlerce şehit yatıyor orada. Namus için şehit olunan Antep'te genelev yaptırıyor. ‘Be adam madem eşitlikten yanasın, önce hanımını gönder de eşitlik sağlansın’ ’’ tartışılmaz doğru sözleri, maalesef hakaretten ceza almasına neden olmuştu. Milletimizin kutsal analarını alçakça satanlar hiçbir yaptırıma çarptırılmıyor ama savunanlar cezaya uğratılabiliyorlar.

İşte rejim; İşte kadınlar!

Sayın Ayşe Hanım ve diğer kardeşlerim! Kendini var edebilmek uğruna canlarını veren vatan evlatlarının namuslarının satılmasından vergi adına pay alan bir devletin vereceği kâğıt parçası aklanmanıza değil aksine karalanmanıza neden olur. Sizler tövbelerinizle öyle temize çıkmışsınız ki, başta şahsım olmak üzere herkesten daha aksınız. Asıl bedhah ve vesikalı olanlar; namus ve onurlarınızı satan devlet, hükümetler ve meclistir. Çünkü CHP Diasporası hepsini kuşatmış ve fahişeliğiniz, erkeklerin tatmini ve aydınlığın mücadelesi olmuştur. Sakın ha utanmayınız, kendinizi ayıplamayınız, başınız önde gezmeyiniz.

Dünya Kadınlar Günü’nde iffet ve namuslarını koruyan kadınlarımızın örtülerini parçalayan CHP’li kadınlar, neden genelevlerde diri diri gömüldükleri mezardan haykıran hemcinslerinin cehennemsi azaplarına karşı özgürlükleri ve onurları adına mücadele vermiyorlar? Neden yalvararak bataklıktan çıkmak isteyenlere yardım eli uzatmıyor ve genelev gibi insanlık dışı mağaraların yasaklanması direnişinde bulunmuyorlar? Laiklik ve Çağdaşlık adına ahkâm kesen kadın dernekleri, hiç genelev mahkûmlarının hürriyetleriyle ilgilenmiş mi, lehlerine ayaklanmış mı? Müslüman kadınların başörtüleri aleyhine ikna odaları kurarak, her türlü baskı ve tehdidi Atatürkçülükle meşrulaştıranlar, neden fahişelikle yaftalananların feryatlarına ve hayvansı yaşamlarına kulak vermiyorlar? Çünkü o şehit ve şehit adaylarının namuslarını satan, kocaları ve çocuklarına tatmin ettiren onlardır… Acaba kendileri ne yapıyorlar?

Bir taftan türbana ve çarşafa duydukları hınç ve nefretlerinden Müslüman kadınlara saldırırlar, diğer taraftan geneleve hapsettikleri kadınların acı ve gözyaşlarıyla çektikleri zulümlerini erkeklere reva görerek, sözde kadın haklarını savunan bayraktarlar kesilirler.

İşte Türkiye için biçtikleri aydınlık ve çağdaşlık felsefeleri; İşte İslam inancı…

Söyleyin bakalım, hangi inanç ve düşünce; kadın namusunu, haklarını, eşitliğini, onurunu, saygı ve itibarını yüceltmektedir?

Onlar gibi sapık aydın ve çağdaş ırz tacirleri ve tecavüzcüleri olmaktansa; namuslu ve iffetli cahil ve gerici olmak daha şerefli değil midir?

Kendisi, karısı, kızı ve bir yakını için istemediği bir şeyi başkası için sindirebilen; asla insan olamayacağı gibi hayvandan da daha aşağı bir yaratıktır.

“Namuslu insan, hakkını yerine getirdiği görevle ölçen insandır.” Lacordina

Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem)

1. Herkesin can, mal ve namusu tecavüzden korunmuştur.
2. Kimsenin kimseye zarar vermeye hakkı yoktur.
3. Bütün Müslümanlar kardeştirler.
4. Faiz yasaktır.
5. Kan davaları ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaktır.
6. Kadınlar, erkeklerin hayat arkadaşlarıdır; buna göre onlara iyi muamele edilecektir. Onların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülke şahsen tasarruf hakları olacaktır.
7. İnsanlar ırk ve renk farkı gözetilmeksizin birbirlerine eşittirler.
8. Kölelere, efendilerinin aile fertlerinden birisiymiş gibi muamele edilecektir.
9.Servetin bir elde birikmemesi için bütün varislerine isabet eden meşru hakları verilecektir.
10. Bütün borçlar iade edilecek ve ariyet (geçici olarak alınan şey, ödünç) olarak ne alınmışsa iade edilecektir.
11. Zina ve aile hayatına zarar verebilecek her şey yasaktır.

6 Mayıs 2010 Perşembe

CHP anayasası mutlaka delinmelidir…

Çakma namı Türkiye Cumhuriyeti ve anayasası olan CHP devleti ve anayasasının halk tarafından çizilmesine sayılı günler kaldı. Bundan böyle diktatörlüğün bürokratik silahlı ve cübbeli şövalye ve yandaş örgütlerini ismen anmayı “elebaşı” ‘yı gölgelendirdiği gerekçesiyle; her yıkıcı, isyancı ve bölücü bozgunculuğun, provokasyonun ve terörün merkezi CHP olduğu gerçeğini vurgulayacağım. Türkiye Halkının azılı tek kalleşi vardır, o’da kargaşa, fitne ve tahrikin odağı CHP’dir…

Öylesine şeytani bir politika izler ve üsluba bürünürler ki, önce kışkırtır sonra geri çekilerek muhatabını yasa ve kamuoyu önünde suçlu çıkarırlar. Hoşgörüsüz, uzlaşmasız, samimiyetsiz ve vicdansız olup, her türlü iyi niyet, müsamaha ve toleranstan uzak bir uyuşmazlık içinde halkın koruyucu efendileri sıfatıyla diz çöktürmedeki despotlukları, hayatta kalabilmelerinin besin kaynağıdır. Dolayısıyla CHP gibi bir kalleşi, akli ve bağlaşabilir bir pakt tarafı sanıp işbirliğine girişileceğine, en azılı mert bir düşmanla masaya oturmak çok daha ehvendir. Acımasız amaçları uğruna komita yandaşlarını dahi katletmeleri, ne kadar insafsız bir barbar olduklarını kanıtlamaya yeterlidir. Sırf Ak Partiyi ve Müslümanları suçlatabilmek adına Danıştay saldırısını tertipleyip, akabinde “ikinci Kubilay Vakası” kışkırtmasıyla savaş çığırtkanlığı yaparak Cumhurbaşkanı, hükümet, İslam ve Müslüman halkın aleyhine saldırmaları, başka bir delile gerek bırakmamaktadır.

Öyle ki, CHP militanlarından Danıştay eski Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın saldırı anındaki Müslümanları suçlayıcı açıklamaları, hatırlayacağınız üzere saldırıya muhatap üyelerce yalanlanmıştı. Dolayısıyla saldırı öncesi kurguladığı senaryo ile saldırının bizzat içinde olduğu tartışılmaz olan Çölaşan, gerek saldırganlara yardım ve yataklık etmesi, gerek kasetteki görüntülerin silmesi ve gerekse delillerin karartılmasındaki rolüyle asıl sorumlu ve hesap vermesi gereken laik hatundur. Diasporanın sözcüsü Baykal, ihanetlerin deşifre olmaması ve dosyanın kapatılabilmesi için Ergenekon Terör Örgütünün avukatlığını üstlenip baskı kurmasının altında yatan gerçek, varlığını besleyen kan emicilerin ortaya çıkmalarını engellemek ve tutuklananların özgür bırakılıp diktatörlüklerini sürdürebilmektir. Çünkü onlarsız CHP, damarları kesilip kansızlıktan mevtalaşmış bir CHP’dir.

CHP ile tartışan ve çözüm bulabilme umuduyla anlaşabileceğini sanan iktidar sözcüleri ya ahmak ya da CHP burjuvazisinin kompleksinden sıyrılamamış olmanın ezikliğiyle özgüvenden yoksun olmalarının farkında değillerdir. Onlarla herhangi bir ittifak amaçla müzakere etmek yerine duvarla konuşmak, en azından aksiseda doğuracağından bir karşılık bulunabilecektir.

1923’de yapılan anayasa başta olmak üzere 1924,1961 ve 1982 anayasaları CHP ilkeleri temel alınarak ve kayıtsız bağlılık gösterilerek dayatılmış; darbeler, muhtıralar, mitingler ve bilumum kargaşalar, CHP Diktatörlüğünün halel görmemesi adına eyleme dönüştürülüp, başkaldırılar ve ihanetsi planlar, diasporanın ikbali için meşrulaşmıştır. Unutmayınız ki Türkiye gibi farklı din, inanç, ideoloji ve ırkları içinde barındıran bir ülkenin konjonktürü açısından tarafsız olma hassasiyetini idrak edememiş Genelkurmay ve Yüksek Yargı’nın militarist taraftarlıkları, birlik ve beraberliği bozan, bölücülüğü tetikleyen, adaleti ve vicdanı doğrayan bir felaket olmaya devam etmektedir.

Her siyasi parti CHP anayasasının kurallarını kabul ettikten sonra legalliğe kavuşmakta, meclis, hükümet ve bürokrasi, olmazsa olmaz bir zorlamayla CHP egemenliği altında varlıklarını sürdürmektedirler. 1980 darbesinde dokunulmaz olan CHP; her ne kadar kapatılmış ise de ilkelerinden asla taviz verilmemiş, iktidara gelemeyip Müslüman Halkı bütünüyle Atatürkçüleştirememenin ve şahsi çıkarlarını öne çıkararak düzen lehine başarı kaydedememelerinin sonucu diktatörlüğün askeri kanadınca cezalandırılmışlardır.

Ne var ki ısrar ve inatla CHP anayasasını koruma ve muhafaza edebilmek için akıl dışı gerekçeler ve Bizanssı Ak Parti düşmanlığıyla arka çıkan MHP, BDP, DSP ve bağımsız milletvekillerinin nasıl bir ihanet ve pespaye içinde oldukları milletimizin dikkatinden kaçmamaktadır. Özellikle namussuzların, hainlerin, katillerin, sapıkların, teröristlerin, gaspçıların ve hortumcuların kurtarıcı anası Rahşan Ecevit’in suçlu affıyla masum milletimizin huzur ve güvenini tehdit eden vicdansızlığı unutulmamış, dolayısıyla Anayasa Değişiklik paketine karşı çıkması ve yargıca durdurulmasında ki rolü şaşırtmamıştır. Milletvekillerine ültimatomlar yağdırarak CHP’ye destek verme direktifine itaat edenlerin milletin vekilliğini reddedip halk düşmanı Rahşan Ecevit’in vekilliğini sindirebilmeleri, onursuz bir kuklalık değil de nedir? Ancak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin bataklığına düşüp şövalyelerine boyun eğen DYP ve ANAP’ın nasıl boğulduklarını da hatırlatmakta yarar görüyorum. Buna rağmen ders almamışlar, Hüsamettin Cindoruk gibi bunak bir mumyanın liderliğinde birleşebilmişlerdir.

Kimin vekilleridirler, kendilerini CHP ya da Anıtkabir Tapınak Şövalyeleri mi yoksa halk mı seçmiştir? Benliksi hırs, ideolojik saplantı, kişisel, partizan ve rejimsel kaygılarından millet egemenliğine set çekebilecek kadar akıl ve vicdandan yoksun vekillerin nasıl ayıklanarak seçilebildiklerini mantıken kavrayamamış isem de, vahyen çözüme ulaştığımı ifade etmek isterim.

Eski Sovyetler Birliğindeki propaganda ve siyasetle ilgili devlete hükmeden politbüro misali Türkiye’nin ordusu ve yargısıyla devleti çekip çeviren CHP Diasporası, diktatörlüğünün yıkılabileceği korkusuyla şeytanın dahi düşünemeyeceği entrikalara, tehditlere, tahriklere, komplolara ve kumpaslara başvurarak, gerek devletin oligarşik güçlerini isyana ve hukuksuzluğa teşvik etmekte, gerek iğfal edilmiş zayıfları teröre kışkırtmakta, gerek muhalefet parti ve bağımsızlar üzerinde Ak Parti baskısı kurarak milliyetçi, demokrasi ve irtica argümanlarını güdümleyerek halk iradesi aleyhine bileylemekte, gerekse hükümete gözdağı verip halkın ekonomik ve sosyal sorunlarını istismar etmek ve duygularını sömürmek suretiyle usta bir hilekârlıkla hedef şaşırtmaya, böylece despot krallığını sürdürmeye çalışmaktadır.

Atatürkçü Diasporanın politik lideri Deniz Baykal; ”AKP kendi anayasasını yapıyor. Bizim anayasamız TC Anayasası'dır. Şimdi AKP, RTE Anayasası yapıyor” açıklaması, belki muhakemesiz ve peşin hükümlü birilerini ikna edebilir ama var olan totaliter ideolojik anayasanın TC değil CHP anayasası olduğu gerçeği kabullenildiğinde, çırpınışının altında yatan gizli niyette açıklığa kavuşmuş olacak, ardına takılanların pişmanlıkları ve tövbeleri asla fayda sağlamayacaktır.

Her ne kadar fikri ve inançsı ayrılığımız olsa da BDP milletvekili Ufuk Uras’ın hiçbir çıkar düşünmeksizin, “Paketin 330'un altında kalması, Ergenekon'un zaferi olur" duruşu, bağımsız seçildiği milletvekilliğine nasıl layık olduğunu ve seçmenlerinin de tercihlerindeki isabetini ortaya koymaktadır. Ancak diğer BDP milletvekillerinin bir taraftan CHP Diktatörya’sından şikâyet edip eşit hak, tarafsız yargı, bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi nutukları atarken, diğer taraftan ezici statükoyu devam ettirici tavır sergilemeleri, halkına ve ölümüne savundukları mücadelelerine apaçık bir ihanettir. Ayrıca nasıl kör ve vicdansız bir yargı içindeler ise, Müslüman olmalarından ötürü Kürtleri katleden ve diri diri yakan Ermeni çetelerinden özür dileyebilecek kadar muhakemelerini yitirmiş Kürt kökenli BDP vekillerinin hıyanetsi tavırlarını da fıtratsal mühürlüklerine yorumluyorum. Nede olsa sadece ırkını düşünen kafatasçı ve vahiy düşmanıdırlar…

Şüphesiz söz konusu kısmi Anayasa Değişiklik paketi yeterli olmayıp, hiç kimsenin dilediği bir özgürlüğü, hakkı ve adaleti kapsamamaktadır. Fakat 80 yıldır ucuna dahi dokunulmasına fırsat verilmeyen CHP anayasasının ısırılarak, oligarşik güçlerin etkilerinin zayıflatılması bile gelecek adına kaçınılmaz bir umuttur. Yoksa hem kitaplarımda hem de yazılarımda ifade ettiğim gibi Ak Parti’nin içte ve dışta yürüttüğü politikaların büyük bir çoğunluğuna katılmıyor, ABD’nin Irak’ı işgalindeki teşvikinden dolayı Başbakan Erdoğan’ı affedemiyorum. Hedef Ak Parti değil CHP olmalıdır. Çünkü Ak Parti de diğer partiler gibi CHP sultasının bir figüranıdır.

MHP, mühürlü şeytan misali öyle lanetlenmiş ki, şehit yakınlarına sağlanan ayrıcalığa ve ülkücülerin zulme uğrayıp işkenceler altında inim inim inledikleri 1980 ihtilalının sorgulanmasına dahi ret oyu kullanmayı sindirebilmişlerdir. Ak Parti paranoyasıyla kendini var eden doktrinlerine ve değerlerine kıyabilen MHP, artık CHP Diasporasının taşeronu olmaktan öte halk lehine hiçbir çözüme yanaşmamakta, tedavisi imkânsız bir Ak Parti sendromu yaşamalarından, canlarını feda eden ülkücüleri CHP’nin esaretine peşkeş çekebilmektedirler. Ne var ki eceli gelen azgınların gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri duyarsız olur…

Milletvekilleri, partilileri ve seçmenlerini manipüle eden Devlet Bahçeli ve lafebesi soytarıları, güya Yüce Divan’a götüreceklerini iddia ettikleri Başbakan Erdoğan’ın kendini kurtarabilmek adına yargıda reforma gittiğini ve kendini aklayabilmek için adamlarını yerleştirme niyeti taşıdığı mazeretiyle Anayasa Değişikliğine karşı çıkma inatları; doğrudan Abdullah Öcalan’ı idamdan kurtarmalarını hatıra getirmektedir. İktidara gelmeden önce Apo ile ilgili halkı kandırdığı söylemleri anımsadığımızda, sadece bir fırsatçının ya da bir yalancının absürt taahhütlerinden ibaret bir taktik olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca “yargıyı ele geçirmek ve kendi adamı” ne demek? Ak Parti ya da halk, devletin düşmanı yahut işgal güçleri mi ki ele geçirme gibi alçak ve ayrılıkçı bir hezeyanda bulunabiliniyor? Eğer yargı üyeleri; adaletle hükmetmek ve tarafsızca karar vermek yerine birilerinin adamlığı ve ideolojileriyle yönlendiriliyorlar ise, zulmü başka yerde aramaya gerek yoktur. Zaten yapılmayı düşünülen değişiklik, CHP Diktatörya’sına sadık yargıyı ve yasaları ıslah etmek değil mi? “Kötü yasalar, zulmün en berbat şeklidir.” Burke

Milleti aptal ve sinik yığınlar addederek güya prangadan kurtardıkları kulları sanacak kadar kendilerini dev aynasında, hatta tanrı gören CHP ve şövalyeleri; alışageldikleri şirret cüretkârlıklarıyla halkı sindirebileceklerini yahut hitap cambazlıklarıyla etkileyebileceklerini düşünmektedirler. Oysa milletin gözü açılmış, üç-beş lafa ve kuru tehditlere pabuç bırakmayacak cesaret ve muhakeme yetisine kavuşmuş olduklarını gözlemleyemeyecek kadar gafildirler.

Anayasa Mahkemesiyle halkı tehdit edip iradesel kararını engellemeye çalışan CHP DİASPOROSU, bundan böyle milletimizin sessiz kalmayacağını ciddi bir sorgulamayla idrak etmelidir. Aslında referandumu iptal edebilecek bir yargı kararı, CHP Diktatörlüğü’nün ikrarına ve Türkiye’nin cumhuriyetle değil oligarşiyle yönetildiğini alenileştirip, değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez buyurgan maddeler dâhil Anayasanın kökten değişimine zemin hazırlayacaktır.

Artık zaman, hep birlikte CHP Burjuvazi’sine son verme zamanıdır. Parti çıkarları, partizan sadakat, lidere bağlılık, oy endişesi ve gelecek kaygıları gözetilmeksizin millet lehine yekvücut olma zamanıdır. Milletin vereceği karardan ürküp kaçanların milletle ne denli özdeşleştiği, sinsi bir kalleş ve hain olduğu ortadadır. CHP’nin halkın bir partisi olmadığı, şimdiden hazırlığını yaptığı Anayasa Mahkemesine başvurabilme arayışıyla tartışılmazdır. Değişikliğe karşı çıkabilir ve reformdan yana olmayabilirsiniz. Ama sizi seçip o makamlara getiren halkın görüşüne ve iradesine saygınız var ise, vereceği kararı engelleyecek bir beklentinin içinde olamazsınız. Eğer 11 kişilik yargı heyeti, yetmiş beş milyonluk millet adına karar verme yetkisini sindirebiliyorsa; zaten konuşulacak ve tartışılacak bir şey yok demektir.

Sizlere güvenerek seçen milletin vekili olunuz, arkadan hançerleyen kalleşleri değil. Kararı CHP ya da Anayasa Mahkemesi’ne verdirmeyin. Çünkü sizi seçip meclise taşıyanın CHP ve yüksek yargının olmadığını hatırlayın. Aksi takdirde yaftalanacağınız ihanetten ne şahsınız ne eş, çocuk, kardeş ve ebeveynleriniz ne de seçmenleriniz kurtulabilecektir.

Yargıdaki ideolojik kararlar, adaleti lağveden kayırmalar, hukuku paçavraya çeviren yorumlar, halkına katliam ve zincirlerle tutsaklığı planlayan onca darbe ve terörist girişimler hiçbir anlam ifade etmiyor mu? Halkının dinine, ırkına, temel hak ve hürriyetlerine, inanç ve düşüncelerine amansız hasım bir diktatörlüğü desteklemeyi; vekilliğiniz ve insanlığınızla bağdaştırabilecek misiniz? İyilik yapmayı bilmiyorsanız en azından kötülük yapmayınız…

“Şahsiyeti olmayanın hiçbir şeyi yoktur.” N.F.Kısakürek

Bilmelisiniz ki CHP Diasporasının yanında Ermeni Diasporası bir balondur…

CHP’nin din ve namus karşıtı bir burjuva partisi olduğu, Atatürk’ün “Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz” direktifiyle açık olup, bugün yoksulluktan, işsizlikten, yolsuzluktan şikâyet edenlere CHP’nin savaştan çıkan milletimizi nasıl sefalete mahkûm edip varlıklarını zimmetlerine geçirdiklerini öğrenmelerinde fayda görüyorum.