17 Kasım 2009 Salı

Faşist, şovenist ve jenosit bir parti…

Almanya’nın Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi NSDAP ve İtalya’nın Nasyonalist sağcı Partisi MS-FT ile hiçbir farkı olmayan CHP, geçmişteki acımasız soykırım vahşetlerini ve barbar politikalarını zihinlerinde ve kalplerinde söndürmeyerek, zamanın dahi küle çeviremediği közlerini fırsatını buldukları anda aleve dönüştürebileceklerini alçakça itiraf edebilmişlerdir. CHP’nin bacasından ihanet, zalimlik, ırkçılık, bölücülük ve soykırım tütmektedir.


Kurtuluş Savaşlarında verdiğimiz kayıpların on mislinden fazlasını halkının dini ve ırki fıtratlarını bahane edip, batıda Engizisyon benzeri İstiklal Mahkemeleri kurarak Müslümanları idam edip kurşuna dizen, doğuda ise Kürtleri hunharca katlederken tek bir canlı bırakmayarak, Müslüman ve Kürtlere “aman” dedirtmeyen CHP, ne acıdır ki hala aynı düşünce, duygu ve politikaları savunmasından ne denli cehennemî bir haçlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Atatürkçülük ve ulusçuluk baskısıyla ektikleri fitnesel zehir, ülkeyi bölünmeye, huzursuzluğa ve güvensizliğe sürüklerken her ne kadar fark edilmeyip hayati bir dirence neden olmasa da; Önder Sav ile peygamber, Onur Öymen’le de ırkçı düşmanlığını alenen itiraf etmeleri kamuoyunda derin etki uyandırmış, böylece CHP’nin Müslümanlara ve Kürtlere olan amansız jenositsi kininin devam ettiği açıklığa kavuşmuştur.

Halkımızın Mustafa Kemal sevgisi ve çağdaş yaşam talepleri CHP’nin asıl yüzünü örtüp tehlikeye perde çekmiş olsa da, güdülen Ataist politikalarının amacı; gerçekte ilericilik, halkçılık, eşitçilik, sosyal adaletçilik ve sulhçuluk olmadığı, dolayısıyla dolaştıkları maskelerden yansıyan ateş gözlerinin canavarsı arzuları, artık şüphe götürmemektedir. Ancak yediden yetmişe katledilen alevi ve Kürtlerin CHP’ye olan ilgi, sevda ve desteklerini idrak edemiyor ve katledilen atalarına bir ihanet olarak vurguluyorum. Örneğin alevi ve Dersim’li olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, geçmişteki soykırımı savunan ve bugünde aynısını talep eden Öymen’i sözlerinden ötürü önce alkışlayıp, sonra istifaya çağırması; ancak ya aptalların ya da riyakârların gösterebileceği bir tepkidir.

CHP, Atatürk’e ve kanlı tarihine ihanet etmeyi göze alamayacağından aynı ilkeyi paylaştığı militarist faşist Onur Öymen’i ne ihraç edebilir ne de dışlayabilir…

Mustafa Kemal’in Atatürk olmadığı bir kez daha berraklaşmış ve tüm bu soykırım ve vahşetlerin sorumlusunun Atatürk’ün CHP’si olduğu, Onur Öymen’in savunmasıyla da açığa çıkmıştır. “Ben faşistsem, Atatürk de mi faşistti?” Haydi, onurunuz, cesaretiniz ve ağzınızdan düşürmediğiniz bir insanlığınız var ise, cevap verin bakalım.

Hiçbir gerekçe; faşizmi, soykırımı ve katliamı haklı kılamaz…

Emrinde görevli bir subay olduğu Devleti Osmanlı’ya başkaldırıp gücünü ve egemenliğini zafiyete uğratarak yıkan Atatürk’e ve arkadaşlarına Sultan II. Abdülhamit, sırf halkı bir halel görmesin ve kardeşler birbirlerini kıymasın diye ne bir direnişte bulunmuş ne de bir katliama girişmişti. Halkının bekası için ülkesinden bile kovulmayı içine sindirmemiş miydi? Peki, Kurtuluş Savaşlarında vatan müdafaası yaparak canlarını veren şehitlerin geriye bıraktığı dul ve yetimlerle, haçlılara karşı bizzat savaşmış gazilere yapılan soykırım niteliğindeki katliamların nasıl haklı ve meşru bir gerekçesi olabilir? Devletin suçluyu cezalandıracağı hukuk sistemi, acaba toplu bir soykırım mıydı?

CHP Genel başkan yardımcısı faşist Öymen, kanunlara ve başkaldırılara karşı işlenen insanlık dışı katliamları savunmaya devam edip, kendi halkını Çanakkale’de savaşılan haçlı düşmanlarıyla özdeşleştirmesi ve sonuna kadar mücadele yapılmasının zorunluluğundan söz etmesi, ancak şeytansı bir vahşi olduğunu kanıtlamaktadır. Bu nasıl bir yaratıktır ki, acımasız haçlı düşmanlarını kendi halkıyla eşit tutabilmektedir? Acaba ülkenin her bir yerini işgal eden haçlılara karşı vatanlarını ve ırzlarını savunan o insanlar değil miydi?

Şüphe yoktur ki iman ve inancın olmadığı bir kütlede, vicdan ve adalet var olamaz…

Ey milletim!

Huzur, güven, birlik, barış, sevgi, insanlık, hak ve adalet, ancak CHP zihniyetinin kireçlenip gömülmesiyle mümkündür. Eğer bir vicdanınız kalmış ise, yaşam sebebiniz CHP’yi ezmek olmalıdır. Önce aile efradı ve yakınlarınız başta olmak üzere, herkese, sokaktaki hayvanlara, ağaçlara ve bitkilere, tımarhanedeki delilere, yoğun bakımda can çekişen hastalara, hatta mezardaki ölülere dahi CHP gerçeğini anlatınız, onları aydınlatınız ve nasıl felaketsel bir virüsü içimizde barındırdığımızı bildiriniz ki, en azından insan olma erdemliğini yerine getirmiş olunuz. Herkes bilmelidir ki CHP, kara bir lanettir, silinip süpürülmedikçe barış ve kurtuluş söz konusu değildir…

Milliyetçilik ve Ulusçuluk; her ne kadar toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanılan bir görüş olarak tanımlansa da, felaketlerin, ayırımcılığın, ırkçılığın, isyanların ve emperyalizmin müsebbibidir.

Nasyonalizm; yani ulusçuluk ya da milliyetçilik; kendi ulusunun kültür ve geleneklerine bağlı kalmak ve onun varlığını her değerin üstünde tutarak yaşayabileceğine inanmak biçimindeki hayat görüşüdür. Daha açarsak; kendi ırkını tüm dünya insanlarına üstün ve egemen kılmaya kadar bütün barbarsal öğretileri içinde barındırır. Tıpkı Hitler ve Mussolinin ulusçuluk politikaları, dünyayı perişan etmeye yetmiştir.

19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. Dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlenmiştir. Günümüzde, özellikle azgelişmiş toplumlarda halâ yaygın bir değer olmakla birlikte, Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği fikrini savunan çevrelerde tehlikeli bir anlayış olduğu benimsenmiştir. İşte Atatürkçü ataistler, bu sebepten dolayı Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkmakta, nasyonalist bir Atatürkçülükten asla taviz vermeyeceklerini ifade etmektedirler.

Ulusçuluk veya milliyetçilik; Fransız devriminin fikirlerinden doğmuş olup, Fransız emperyalist akımının bir tanımıdır. Bugünkü temsili ile her ne kadar farklılık gösteren siyasi bir akım ise de, özellikle II. Dünya savaşı sonrasında mimlenen faşizm ve kaynağı ırkçılık, savaş sonrası acıları ve sebep olduğu yıkımları nedeniyle evirilerek politik olarak bugünkü milliyetçilik anlayışına dönüştürülse de, beslendiği duygular itibariyle vahşi kafatasçı ayırımcılığı fikri, asla bastırılamamıştır.

Milliyetçilik ideolojisine gönül verenler, ısrarla ırkçılık kavramını reddetseler de, düşünce ve uygulamalar yönünden takiyyeci bir üslup sergiledikleri tartışılmazdır. “Açılım” ile ilgili CHP ve MHP’nin ulusçuluk yahut milliyetçilik adına ortaya koydukları savlar, ırkçılık ile milliyetçilik arasında hiçbir fark bulunmadığını, ancak şeytani bir hileyle anlatım üslubunda lezzete ihtiyaç duyularak, içine biraz hümanizm, biraz bilim, biraz da vatani değerler ve çok gerektiğinde dini söylemlerde ekilerek cazibeleştirilmiştir.

Osmanlı’nın parçalanmasında da hayati etken olan nasyonalizm, diğer bir adıyla modern milliyetçilik; 1789-1799 tarihlerinde Fransız Devriminden sonra doğmasıyla beraber Napoleon’un Almanya’yı istilasından sonra ilk milliyetçi akımlar baş göstermiştir. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya'da da güçlü bir milliyetçi akım doğmuştu. 1821'de Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa'nın milliyetçi çevrelerinde çok heyecanlı destek bulması akabinde, sırasıyla Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Araplar ve Kürtler de başkaldırarak, Osmanlı’yı güçsüz bırakıp parçalanmasına neden olmuşlardı. 1848'de Avusturya İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa'ya taşımışlardı. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılanmıştı.1870'lerde Rusya'da doğan Pan-Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk ve acımasız örneklerinden biri olmuştur.

Osmanlı toplumunu oluşturan İslam, Rum, Ermeni ve Yahudiler “millet” olarak tanımlanmakta ve böylece yüzyıllar süren mucizesel birlikteliği hiçbir güç ve fitne yıkamamaktaydı. Ancak 1839’daki Tanzimat fermanıyla birlikte "millet"leri ortak bir ulusal kimlik altında bir araya getirme düşüncesi, iddia edildiği gibi Osmanlı’ya güç mü kazandırmıştı, yoksa parçalanmasına yönelik tetikleyici bir faktör mü olmuştu? Osmanlı seçkinlerine, özellikle batı yandaşlarına göre devlet, ancak bir Osmanlı milleti'ne dayandığı takdirde ayakta durabilir ve canlanabilirdi. Osmanlı milleti padişahın sembolik egemenliği altında, ortak bayrak, marş ve simgelere sahip olacak, din ve dil ayrımı gözetmeden toplumsal birliği gözetecekti düşüncesi, sanıldığı gibi canlanmasına değil bizzat mevta olmasına yol açmıştı.

Osmanlılık milliyetçi fikri bir yandan egemen İslam toplumunda, diğer yandan da imparatorluğun Hıristiyan unsurlarında direnişle karşılaştı. 1860'larda Namık Kemal öncülüğündeki Genç Osmanlılar, İslam milletinin geleneksel ayrıcalıklarını gayrimüslimlerle paylaşmayı reddeden bir milliyetçilik türünü savunmalarıyla adalet lağvedildi ve yıkımı körükleyen ulusalcı anlayış taraftar toplamaya, dolayısıyla çözülmeye başlandı. Gayrimüslim toplumları içinde Osmanlı Devleti'nden koparak ayrı ulusal varlıklar oluşturma fikri öyle hız kazandı ki, önceleri daha çok Rum toplumunu etkileyen ayrılıkçı akımlar, 1878 yenilgisinden sonra imparatorluğun diğer gayrimüslim ve Müslim halklarına da yayılarak, sonun başlangıcı ihanet, şiddet ve dehşet, tüm toprakları sardı.

“Millet” sözcüğü; aslen Arapça olup, "din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde 20. yüzyıl başlarına kadar bu anlamda kullanılmıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sözcük Fransızca/İngilizce “nation” kavramına karşılık olarak kullanılmıştır. Moğolcadan alınan "ulus" sözcüğü, 1932 yılında aynı kavramın yeni Türkçesi olarak benimsenmiştir.

Benliğe galebe çaldıran kavramlara yeni anlamlar yüklenmek suretiyle sadece Osmanlı değil, dünyadaki köklü devletler parçalanmış, gözyaşı ve kan, evreni acı renklerle boyamıştır.
Amerikan ulusu farklı kökenlerden gelen göçmenlerin ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmesi; Yahudi ulusunun tanımlayıcı öğesi din; Yunan ulusçuluğunun dil, din ve köken ortaklığı; Müslüman Türk milleti ise, ulusalcılığa dönüşle beraber laiklik ve Atatürkçülük, yani dinsizlik ve putperestlikle asimilasyona uğratılmıştır.

Ataistler, yani Kemalistler; teorik düzlemde din ve etnik köken konularını vurgulamaktan çok, dil ve kültür üzerinde durarak, bir ulus tanımı yapmaya çalıştılar ve o zamana kadar Türk ulusu içinde asimile olmamış etnik grupların böylesi bir “Türkleştirme politikası” ile kaynaşacaklarını umarak, baskı, şiddet, terör ve katliamları meşrulaştırmışlardır.

Kemalizm, dil ve kültür birliği kartlarını oynamaya karar vermiş ise de, henüz toplumla kaynaşmamış azınlıkların sorunlarını çözmek için dil ve kültürleri fethetme ilkesine dayanıyordu. Ancak bu arada, gerekli olduğu zaman kullanabilmek amacıyla bazı belirsiz kartları da koz olarak saklayarak, ısrarla reddettikleri dinin uzlaştırıcı ve birleştirici gücünü hiçbir zaman yakalayamamışlardır.

Irkçılık ya da milliyetçilik yahut ulusçuluk; benliği yücelten şeytani savaşçı bir argüman olup, doğrudan asiliği, bölücülüğü ve terörü körükler. Millet ise, barışçıl bir fıtrattır.

“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” Hud. 118

Vahiy milletten söz eder, şeytani kılavuz olan ulusçuluk ve milliyetçilikten asla bahsetmez.

Şeytanla bütünleşen yaratıkların kahraman veya kurtarıcı yapılabildiği ve peşlerine düşülerek köleler olunabildiği bir dünyada; hakkın ve adaletin egemen olabilmesi düşünülemez. İnsanı insan yapan değerler ve aklı akıl yapan muhakemenin yitirilmesiyle insan görünümünde vicdansız yaratıklar çoğalmış, böylece affı asla mümkün olamayacak yanlışlar, kusur ve kabahatler örtbas edilmeye çalışılarak, savunma gaflet ve delaleti bile gösterilmeye devam edilebilmektedir. Öyle ki tıpkı cephede bir hiç uğruna canlarını feda etmeleri gibi, önderleri uğruna da kendilerini öylesine siper ederler ki, sorgulanmalarına ve eleştirilmelerine dahi tahammül edemezler. Böylesi bir aşk ve tazimin Yaratıcı’dan başkasına duyulabilmesi normal midir?

Ancak Yaratıcı’yı egemen kabul edip hükümlerine boyun eğmiş kimseler, devlet başkanı Hz. Ömer’i örnek alarak halkına ve düşmanlarına dahi adaletle hükmedip kıl kadar haksızlık ve ayırımcılık yapmaz, insani değerlerden ve barıştan asla taviz vermezler. Ne var ki benliğini yüceltmiş ırkçı kafatasçıları; şeytanla işbirliklerinden ötürü batıl düzenlere inanır, dolayısıyla Kazıklı Voyvada ve vampir lakaplı Vlad Tepeş’i rehber edinerek, dehşet saçarlar.

Arabası mal ve para yüklü Floransalı bir tüccarın Eflak başkenti Tirgovifl’de konaklamasıyla öykü başlar. Tüccar, arabasının çok değerli olduğunu ve korunması gerektiğini prens Vlad Tepeş’e söylediğinde, Drakula; ondan arabasını şehrin meydanına bırakmasını ister. Tüccar, sabah arabasına geldiğinde o kadar mal içinde sadece 160 duka altının kaybolduğunu prense söyler. Drakula da kent halkına hırsızın bulunmasını, yoksa bütün kenti yerle bir edeceğini söyleyerek, yüzlerce insanı katleder.

Bir gün, Medine’ye çok zengin bir kervan gelir. Kervan sahibi malına bir zarar gelmemesi için Hz. Ömer’den yardım talep eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, sabaha kadar kervanın başında bizzat bekleyerek, kendine emanet edilen malı ertesi sabah sahibine teslim eder. Dolayısıyla batıl Drakula gibi kentin ortasına bıraktırıp ertesi gün halkını katletmeyerek, ne tüccar ne de halk zarar görmemiş, böylece erdemliğin gücü olan adalet yüceltilmişti.

İnsanın fıtratını hesap etmeyip yüzeysel değerlendirenler, zalimliklerinden asla gocunmazlar.

Faşist ve gaddar Öymen; eğer Atatürk yaşasaydı, AKP gibi barışçı ve uzlaşıcı bir politika izleyerek Kürtlere hoşgörülü davranıp taviz vermez, geçmişte yaptığı gibi topyekûn yok ederek, devletin gücünü ortaya koyardı diyor. Cevap versin bakalım; Drakula Vlad Tepeş’in yaptığı mı, yoksa Hz. Ömer’in yaptığı mı bir insanlık ve adalet örneğidir?

Eğer bir devlet; suç işleyenleri cezalandırmak ve sindirmek maksadıyla bir kentte yaşayan tek bir canlı kalmamacasına yerle bir ediyorsa, o bir devlet olabilir mi? Ya emreden insan olabilir mi?

Devletten korkmayın, devlet sizden korksun, çünkü siz olmazsanız, devlette var olamaz…

"Zaten bu millet mazoşisttir. Ne kadar eziyet yaparsanız, o kadar..." Mustafa Özyürek-CHP Genel başkan yardımcısı

Hiç yorum yok: