30 Haziran 2014 Pazartesi

Müslümanlara diyeceğim o dur ki;



Irak Şam İslam Devletinin, “İslam Devleti” adına ilan ettiği hilafeti Allah adına tanıma ve biat edilme imani zorunluluğunu çeşitli fitnelerle etkisiz kılmaya çalışanlar, bilin ki şeytan dostlarıdırlar. Hiçbir mümin, Allah ve Resulünün hükümleriyle yapılaşmış bir İslam Devletini ve hilafeti reddedemez. Ancak batılı içselleştirmiş Müslüman kimlikler beri olup, hilafete karşı hakkın değil batılın safında yer almalarından imanı her düşünce ve davranıştan muaftırlar.

Osmanlı Devletinde olan hilafetin, şımarıp batıllaşmamızla birlikte bizzat kendi ihanetimizle elimizden alıp IŞİD’e veren yaratıcımız Allah’a isyan edercesine ırkı, ulusu, uyruğu, mezhebi, dili, milliyetçiliği, bayrağı, kibri, gururu elem edinerek muhalefete kalkışmak; biliniz ki, insanoğlunu halife olarak yaratmaya karar veren Allah’a meleklerin karşı çıkmaları üzerine; Allah da onlara: “Sizin bilmeyeceğinizi herhalde ben bilirim” buyruğuyla yanıt vermiş, lakin sadece şeytan, “beni ateşten onu topraktan yarattın” diyerek asi olması misali, sizde hilafete karşı çıkıp şeytan gibi asileşerek ebedi cehenneme gark olmayın. 

Irak Şam İslam Devleti, tıpkı Osmanlı Devleti misali sürdürdüğü cihad karşılığı edindiği mükâfatla hilafeti taşımaya hak kazanmış ve yeryüzünde ne kadar Müslüman, Müslüman devlet ve iktidar var ise itaatleri, Allah’a ve Resulüne itaatlerinden farksız kılınmıştır. 

 “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” Nisa 59

Unutulmamalıdır ki, Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen; Allah’ın emrettiği düzeni kendine düzen edinmeyen; Allah’ın kitabı Kur’an’ı, kendine anayasa yapmayan; Allah’ın haram saydığını haram, helal saydığını helal kılmayan; Allah’ın yüce ve tek dini İslam’ı siyasetten yani devletten ve toplum düzeninden ayıran; herhangi bir anlaşmazlık ve çözümsüzlük durumlarında Allah ve Resulünün koyduğu kurallara göre değil de Allah ve Resulünü reddeden din dışı kurallara göre yargıya giden; halkın iradesini Hakk’ın iradesinden üstün tutan Müslüman bir kimlik taşısa da asla sizden değil münafığın ta kendisidir! Ancak sizden olan o dur ki, Allah ve Resulünün dışında hiçbir düşünce, inanç ve siyaseti kendine yol edinmeyendir. Aynı ırk, ulus, mezhep ve milletin Allah nezdinde zerre kadar kıymeti yoktur.

Hilafetini ilan etmiş bir İslam Devletine biat etmemek, Allah ve Resulüne karşı savaş açmaktır!  

Osmanlı Devleti’nin yıkılıp hilafete son verilmesi üzerinden100 yıl geçmiş, artık müminlerin hasretle beklediği ve 100 yıldır yakardığı hilafet yeniden doğmuştur. Artık gerek BM, gerek AB, gerek ABD ve İsrail’e, gerekse NATO’ya haddini bildirecek bir halifeliğin olmasından daha büyük bir sevinç ve zafer ne olabilir? Eğer özde mümin isen sana bayram; sözde mümin isen sana cehennem!

Zaman, kimin cumhurbaşkanı seçileceğiyle ilgili oyalanma zamanı değildir. Ya da ekonomiyi düşünme zamanı değildir. Kim olursa olsun din dışı küfür rejimini koruyacak bir aday cumhurbaşkanı olacağına göre adının ne önemi var?

Hilafet kurulmuş, İslam Devleti doğmuş, müminlerin arkalarını yaslayabileceği cennetten gelme bir zırh ortaya çıkmış; halen neyin hesabı yapılabilir? Kuvvetlerimizi birleştirirsek, bilin ki Rabbimiz Allah’ın yardım ve desteği üzerimize olur ve bugüne kadar hayıflandığımız haksızlık ve adaletsizlikler son bulur.
    
"Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz." Mü’minun 34

26 Haziran 2014 Perşembe

Esselamü aleyke ya resulAllah!



Rabbim; zatını, yoldan çıkıp nefsinin peşine düşmüş insanoğluna bir rehber göndererek; kötülüklerin, fenalıkların, zulmün, isyanın, batılın, küfrün, haramın, haksızlık ve adaletsizliklerin önüne geçebilmek ve kulluğun sadece Allah’a ait olduğunu; indirdiği ayetlerin dışında hiçbir yol edinilmeme gerçeğini bildirdiğin ve yaşamında bizzat uyguladığın halde inandıklarını iddia eden ümmetin, ihaneti meslek edinmiştir.
    
Hak ile batılı bir arada götürme yolunu seçen ümmetinin büyük bir çoğunluğu, tıpkı hıristiyanların Hz. İsa (a.s)’ı dönüştürerek başkalaştırmaları misali, zatını da hümanistleştirerek ve laikleştirerek Allah’a muhalif bir peygambere çevirmişlerdir. Söylemediklerini söyledi diyerek attıkları iftiralarda sakınca görmemiş, hakkında isnat ettikleri yalanları Allah’ın ayetlerinden üstün tutarak İslam olarak dayatmışlardır.

Zamanında münafık parmak sayısıyla varken, günümüzde ise Allah’a kayıtsız-şartsız iman etmiş Müslümanların parmak sayısına indiği bir felaketi yaşıyoruz. Neredeyse kâfirlerden daha çok münafıkların hüküm sürdüğü fani dünyada Müslüman kalabilme o kadar zor ki, yapmak isteyeceğin şefaat dahi Allah tarafından kabul görmeyecektir. 

(Ey Muhammed!) Münafıklar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” Tevbe 80

Yaratıcımız Allah’ın hükümlerini ‘yapılsa da olur yapılmasa da’ kabilinden hafife alarak inanmışları zehirleyen hak ile batıl arasında sıkışmış münafık hoca, ilahiyatçı ve âlimler öyle fetvalar veriyorlar ki, “bir emri yerine getirmemek dinden çıkarmaz ama doğrudan inkâr etmek dinden çıkarır” gibi itaatsizliğe azmettirici fetvalarla münafıklaştırma harekâtları ortada mümin bırakmamıştır. Yapmamakla, yapmayı reddetmenin farkı, kâfir ile münafığın farkı gibidir; yani fasıklıktır! Bir işi yapmayanla yapmayı reddedenin işveren nazarında hiçbir farkı yoktur. Yapmayan, ıslah olur düşüncesiyle birkaç gün fazla tolerans kazanır.

Ya Allah’ın Resulü! Allah’ın yüce dini İslam’ı egemen kılabilmek ve yeryüzünde adaleti sağlayabilmek için o kadar müşkülatlı yollardan geçip dünyanın hiçbir nimetinden faydalanmayarak ve cihaddan mazeretlere sığınıp geri kalmayarak hem yaralandın hem de nice dostlarını savaş meydanlarında kaybederek Allah’a şehid verdin! Öyle dehşetlere şahit oldun ki, hem amcan hem ilk Müslümanlardan hem de sütkardeşin olan ve lakabı “Allah’ın arslanı” olan Hz. Hamza (r.a)’nın şehit düşmesi akabinde gözlerinin önünde bedeni parçalanarak kalbi sökülüp alınmıştı. 

Oysa zatını dillerden düşürmeyen sözde hocalar ve ardına taktıkları yığınlar, cihad ehline karşı öyle hakaretler yağdırıp karalıyorlar ki, velev ki bugün yaşamış olsaydın aynı alçaklığı zatına göstermekten de imtina etmeyecekleri kuvvetle muhtemeldir. İslam’ı, Allah ve zatının buyurduğu üzere hâkim kılabilmek ve küfrün boyunduruğu altından kurtarabilmek için canlarını veren mücahidlere ağza alınmayacak küfürler ve iftiralarla saldıran münafıklar, şeytana dost olduklarını İslami maskeleri, ilmi zenginlikleri ve etkileyici üsluplarıyla gizlemelerinden nasıl hain oldukları da anlaşılamamaktadır. O gün mübarek eşine iftira atan münafıklar, bugün de cihad ehline iftira atmayı sürdürmektedirler. 
    
Mübarek Ramazan Ayına girdiğimiz bu günlerde çıkarsı amaçlarıyla zatını yine sömürecekler, azmış nefisleri doğrultusunda öyle bir kimliğe büründürecekler ki, sanki Allah’ın kulu ve elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) değil, batıl düzeni destekleyen bir peygamber portresi çizeceklerdir. Oysa Allah’ın buyruklarının dışına çıkmamış; küfür senden razı olsun diye ayetleri eğip bükmemiş; ayetleri yok sayarak kendi başına hiçbir antlaşmaya imza atmamış; ayetleri tefsire kalkışarak hiçbir katkıda bulunmamış; İslami hükümler haricinde hiçbir batıl iktidarla ittifak kurmamış; şeriattan zerre kadar taviz vermemiş; Allah için adaletle şahitlik yaparak evladın olsa dahi hiçbir kayırımda bulunmamış; cihadı cennete girmenin ve Allah rızasını kazanabilmenin tek şartı bellemiş; cihad ehline baş üstünde tutarak ayrı bir sevgi ve saygı duymuş; dünyevi çıkar gözeterek İslam düşmanlarının arzu ve isteklerine uymamış; tehditlere, baskılara, rüşvetlere ve zorbalıklara boyun eğmemiş; batıla asla göz kırpmamış; nerede zulme uğramış mazlum bir insan varsa ırkını ve inancını gözetmeksizin zalime savaş açmış; Rabbin Allah’ın sözünden başkasına kulaklarını tıkamış; fitne yok edilinceye ve kulluk yalnızca Allah’ın oluncaya dek küfürle savaşmış; İslam devletinin kaçınılmazlığı ve tartışılmazlığını vurgulamış; Allah’ın dinini yayma ve muktedir kılabilmeyi imani görev yapmış; Allah’ın koyduğu cezaları uygulamada nefsi bir yorumda bulunmamış; bende sizin gibi bir insanım diyerek asla zatına bir ayırımcılık yapmamış, peygamberliğinle böbürlenmemiş, Allah’a kul olabilmek ve hükümlerini eksiksiz yerine getirebilmek için korkudan itaate sınır tanımamış; sözle değil amelinle insanlara örnek olmuş; Allah’ın vahyi dışında hiçbir şey söylememiş; çıkar amaçlı fetvalar vermemiş; cennetin kılıçların gölgesi altında olduğunu belirterek, eli silah tutabilen müminlerin batıla karşı hak için savaşarak küfre son vermelerini buyurmuşsundur.
   
Ya Allah Resulü! Zatının adını kullanarak bizleri öyle batıllaştırdılar ki, sen Allah’ın indirdikleriyle amel ederken, bizleri ise sana isnat ettikleri uydurma hadislerle amel ettirmektedirler. Adın her ne kadar kitaplarla, tablolarla, afişlerle, tefsirlerle, şarkılarla, şiirlerle, ilahilerle, mersiyelerle, vaazlarla, kasetlerle, sohbetlerle övülüp yer gök inletilse de, maalesef o sen değil, batıllaştırdıkları peygamberdir. Yüce dinimiz İslam bıraktığın gibi değil, Kur’an’ı Kerim Allah tarafından muhafaza edilmesine rağmen müminler yaklaştırmamaktadırlar. Rabbimin hidayete ulaştırıp cihada koşturdukları müstesna geri kalanın nasıl bir halde olduğu, cihad ehline yaptıkları hakaret, küfür ve belalarla kanıtlıdır. 

Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır ya da sen Kur’an’dan anlamazsın aşağılamalarıyla bizleri Kur’an’dan soğutup ayetlerden öyle uzaklaştırdılar ki, zatını referans kılarak nerede bir hurafe var ise dayattılar. Adına sevap verdiler; günahları affettiler; hidayete kavuşturdular; diledikleri gibi yönlendirdiler; kendilerine tabi olmayanları cehenneme gönderdiler;  haram ve helalleri belirlediler; hükümleri koydular; çıkarlara göre fetva verdiler; cihada düşman kıldılar; cihad ehlini cani, barbar, namussuz, şerefsiz, cehennem köpeği ve terörist yaftalarıyla aşağıladılar; Allah’ın ve senin üstüne geçerek fetva verdiler; Kur’an’dan başka bir hayatın varmış gibi sınırsız iftira düzdüler; böylece bizleri, zilletsi bir münafıklığa mahkûm ettiler.

Şüphesiz her şeyi bilen, gören ve işiten Allah, art niyetli olanları ortaya çıkarıp kahredeceği muhakkaktır. Lakin onlara uyan Müslümanlar ne olacaklardır?  

Ya Allah Resulü! Öyle kötü bir durumdayız ki, Rabbimden bir mağfiret gelmeden iflah olabilecek değiliz. Adın var ama ne amelin, ne itikadın, ne Kur’an’i yaşamın, ne siyasetin, ne cihadın, ne de şeriatın var. Seni, dolaylı yollardan din kurucusu yaparak Allah’a ortak koştular. Bununla yetinmeyip, zatını istismar ederek İslam’ı, Allah’a öğretmeye kalktılar.

“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurat 16  
  
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder. “ Bakara 159

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142

22 Haziran 2014 Pazar

Asıl İslamofobi, seküler Türkiye’de mevcuttur!



Her ne kadar haçlı ve siyonist dünyasında Müslümanlara ve İslam dinine karşı duyulan önyargı ve ayırımcılık, 1991 yılındaki 11 Eylül saldırıları sonrası “İslamofobi” yani İslam korkusu bir paranoya algısı oluşturarak yayılmış ise de, Türkiye’de 90 yıldır mevcut olup; seküler yani laik rejimin baskı, yasak ve tehditleri, Kur’an’i Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayırımcılık, düşmanlık ve kini her alanda yaşatmıştır ve yaşatmayı sürdürmektedir. 
 
İslamofobi’nin tarihi, kökleri İspanya ‘da Endülüs'ün İslam Devleti tarafından fethedilmesine kadar iner. Haçlı seferlerine asker devşirmek isteyen kilise mensuplarının yaptığı propagandalar ile fikir zemini hıristiyanlığa karşı tehditler ve tehlikeler üzerinde oluşturulmuş olan "İslamofobi", Müslümanlar ile hıristiyanlar arasındaki ilişkilerin, tanışıklığın yaygınlık kazanması ile yüzyıllar içerisinde azalmış iken, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’daki İkiz Kulelere yapılan saldırılar akabinde günümüzde yeniden popülarite kazanmıştır. Bu popülaritesinde Huntington'un ünlü "Medeniyetler Çatışması" makalesinde İslam'ı Batı için bir potansiyel düşmanlık odağı olarak lanse etmesinin önemli bir etkisi olmuştur.

Batı dünyasının daha önceki yabancı düşmanı ırkçı eğilimleri dini dönüşüm göstermiş, İslam, hem Hıristiyan hem Siyonist hem de seküler dünya için “tek tehdit ve tehlike” olarak tekrar yerini almıştır. “Cihad, Hıristiyan Uygarlığımız İçin Şerdir.” George W. Bush-ABD eski Başkanı

Asıl garabet ve kabul edilebilmesi imkânsız olan ise, halkı Müslüman olup devleti seküler olan bir rejimin hükmedebilmesidir. Dolayısıyla dünyadaki dini gruplar arasında Müslümanlara daha fazla ayrımcılık yapılsa da, halkı Müslüman olan Türkiye ve benzeri laik ülkelerde Müslümanlara karşı yapılan ayrımcılık çok daha beterdir.

Din kurucu ve kural belirleyici tanrılar haline dönüşen rejimler, Allah’ın Resulü aracılığıyla indirdiği dini değil; haram ve helalleri, yasak ve özgürlükleri belirledikleri bir dine mahkûm kılmıştır. Böylece laik İslam ve laik peygamber inancı meşrulaştırılmış, Kur’an’i İslam gayrimeşru sayılarak itaat eden Müslümanlar hayvanlarda daha aşağı teröristler olarak sınıflandırılmıştır.

Allah’ın indirdiği İslam’a göre iman etmiş Müslümanların hiçbir hakkı olmadıkları öyle dikte edilmiş ki, batıl yani laik Müslüman kimlik taşıyanların suçları ne olursa olsun haklarının ihlal edilebildiği Anayasa Mahkemesince hükme bağlanırken; Kur’an’i Müslümanlar insan değilmiş ve halkları ihlal edilmemişçesine ayırıma tutulabilmektedirler.

Şu bir gerçektir ki, halkı Kur’an’i Müslüman olan laik devletlerde Müslümanlara karşı ayırımcılık, haksızlık ve adaletsizlikler, Batı ülkelerinden daha acımasızdır. Asıl İslamofobi dışarıda değil, içimizdedir! “Kur’an Müslümanlığı sapkınlıktır.” Fettulah Gülen

Türkiye, din dışı seküler devlet olmasından Kur’an’i Müslümanlara karşı ayrımcılık vehasımlık gütmektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Allah’ın buyruğuyla küfrü bir devlettir! Çünkü Allah’ın haram ve helal olarak indirdiğini kabul etmeyen ve Allah’a kulluğu laiklik ve demokrasiye aykırı olduğu gerekçesiyle reddeden bir rejim batıldır ve Hakka düşmandır!

Düşünün ki, varlık amacı vahyi tamamen hayattan süpürüp atıp iç dünyaya hapsetmek olan CHP bile, artık İslam karşıtlığı yapmak yerine İslami maske takarak hedeflerine ulaşabilme stratejisiyle İslam referanslı ama maskeli Ekmelledin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına aday gösterebilmiştir. Çünkü düşman, Kur’an’i Müslümanlardır! CHP’de kâfirliğiyle İslam’a zarar veremeyeceğini idrak edip münafıklığı seçmiştir. “Münafık, kâfirden yetmiş kez daha tehlikelidir.” Hz. Muhammed (s.a.v)   
Yıllarca süren gerek yerel mahkemeler gerekse Yargıtay kararlarını “hakların ihlal edildiği” gerekçesiyle hükümsüz bırakarak Ergenekon ve Balyoz terör örgütlerinin müebbet cezası almış mahkûmlarını tek kalemde salıvererek beraat etmeleri amacıyla yeniden yargılanmalarının önünü açan Anayasa Mahkemesi; mahkûm olmuş Kur’an’i Müslümanlara ayrımcılık yaparak eşit bir hak sağlamamaktadır. Çünkü usulleri, Kur’an’i Müslümanlar ezeli düşmanlardır ve hiçbir hakları bulunmamaktadır!

Eğer Anayasa Mahkemesi üyeleri; iman etmiş olsalardı, Kur’an’i Müslümanlara kin dahi duysalar da adil davranmamaya kalkışmazlardı!
   
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8

METİN KAPLAN İÇERİDE, ÇETİN DOĞAN DIŞARIDA!
Anıtkabir’e piknik tüple saldırmayı planladığı iddia edilen Metin Kaplan müebbet ağır hapse çarptırıldı ve cezaevinde bulunuyor. Fatih Camii ve Beyazıt Camii’nin bombalanmasından, kendi savaş uçağımızın düşürülmesine kadar birçok korkunç eylemin yer aldığı iddia edilen Balyoz Darbe Planı’nı kabul eden emekli Orgeneral Çetin Doğan ve kadrosu ise tahliye edilebiliyor.

MİRZABEYOĞLU CEZAEVİNDE!
52 yıllık hayatı boyunca silah taşıdığına ya da silahlı eylemlere karıştığına dair hiçbir delil gösterilemeyen yazar Salih Mirzabeyoğlu, piyasada satılan kitaplarındaki görüşlerinden dolayı terör örgütü lideri olmakla suçlanarak, 2011 yılında idama mahkûm edilmiş ve halen cezaevinde tutuluyor.

UMUT DAVASINDA ÇELİK VE ŞAHİN TUTUKLANDI
Paralel devlet yapılanmanın; aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da bulunduğu 7 bin kişinin dinlenmesi için uydurduğu “Selam Terör Örgütü” davası/soruşturması kapsamında Gazeteci-Yazar Abdulhamid Çelik ve Gazeteci-Yazar Mehmet Şahin tutuklu yargılanıyor.

SİVAS MAĞDURLARI 21 YILDIR CEZAEVİNDE!
Allah’ın yüce ayetlerine şeytan ayetleri diyerek Müslümanları tahrik eden Aziz Nesin provokatöründen dolayı Madımak Oteli’nde gerçekleşen ve 37 kişinin hayatını kaybettiği Sivas olaylarını çıkaranların faili bulunmazken, sadece ayetleri savunmak maksadıyla slogan attığı gerekçesiyle mahkûm edilen mağdurlar 21 yıldır cezaevinde bulunuyor. Sivas olaylarında 33 sanık idam cezasına mahkûm edilirken, 4 sanık 20’şer yıl, 1 sanık 15 yıl, 27 sanık 7 yıl 6’şar ay, 2 sanık 5’er yıl ağır, 1 sanık ise 2 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve tutukluk halleri devam ediyor.

FAHRİ MEMUR HÂLÂ CEZAEVİNDE!
Malatya Üniversitesi önünde başörtü yasağını protesto eden topluluğun “idamla” yargılanıp beraat etmesinden kısa bir süre sonra Türkiye’nin birçok yerinde (Ankara’da, İzmir’de, Kahramanmaraş’ta) geniş kapsamlı operasyon yapıldı. Operasyonlarda tutuklanan Fahri Memur hâlâ cezaevinde bulunuyor.

DELİL BULUNAMADI, 10 MÜSLÜMAN CEZAEVİNDE
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, “Örgütün bugüne kadar herhangi bir silahlı eylemine rastlanılmamıştır” yazısı; Adana 2. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin, “Örgüt, terör örgütü tanımına girmiyor” şeklindeki kararı; İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin savcısının “Örgüt silahsız” şeklindeki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na temyiz başvurusuna rağmen Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddiasıyla 10 hükümlü cezaevinde bulunuyor.

TORAMAN: ADİL YARGILAMA İLKELERİ MÜSLÜMANLARI KAPSAMIYOR MU?
Sivas ve Başbağlar davası sanıklarının yanı sıra Anadolu Federe İslam Cumhuriyeti davası, Umut davası, Malatya davası, Vahdet Vakfı davası sanıklarının avukatlığını yapan Cüneyt Toraman; “Adil yargılama ilkeleri Müslümanları kapsamıyor mu?” diye sordu. Toraman, “Adil yargılama ilkesi, bütün sanıklar için eşit olarak uygulandığında, o ülkede adaletten söz edebiliriz. Ancak son dönemde, sanıklar arasında ayırım yapılmakta, her davada rastlanabilecek basit hatalar ‘yeniden yargılama’ sebebi yapılırken, hukuk cinayetine maruz kalanlar hapiste yatmaya devam etmektedir” dedi.

AYM, DAVALARA BIRAKIN BAKMAYI DAHA USULDEN REDDEDİYOR
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Ofisi’nden Mahmut Kar ise, “Anayasa Mahkemesi’nin Hizb-ut Tahrir davalarına bırakın bakmayı daha usulden reddediyor. Bu da devletin Müslümanlara yönelik ‘düşman algısı’nın iktidara kim gelirse gelsin değişmediğini göstermektedir” ifadelerini kullandı. Mahmut Kar, şunları söyledi: “Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 19 Nisan 2004 tarihinde aldığı ictihadi kararında gerekçe olarak; ‘Şimdiye kadar cebir ve şiddete başvurmamıştır. Ancak Raşid-i Hilafet Devleti’nin ihdasından sonra Hıristiyan devletlerini cihad yolu ile kurulan Hilafet Devleti’ne dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin başlayacağı amaç edinildiği anlaşılmıştır’ deniliyor. Henüz gerçekleşmeyen bir fiilden ve tamamen niyet okuyarak verilen bu kepazeliğe Türkiye’de ‘hukuk’ diyorlar.

Laik Türkiye Cumhuriyet Devletinin, Kur’an Müslümanlarına düşman ve ayırımcı olmadığını kim iddia edebilir? Kim, Türkiye’nin vahyedilen doğrultuda Müslüman bir ülke olduğunu iddia edebilir? Kim, Türkiye’de hak ve adaletin olabildiğini iddia edebilir? Kim, hukukun her düşünce ve inanca eşit davrandığını iddia edebilir? Hangi yargı maddi delillerle göre değil de kalbin içinde saklı olan faraziyelere göre karar verebilir? Düşünce ve inancından dolayı vatandaşını potansiyel düşman addeden bir devlet, önyargılarla karar veren bir yargı, adil olabilir mi? 

 “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135

19 Haziran 2014 Perşembe

Ücretini Allah’tan değil beşerden bekleyen…



Sana vahyi değil, kurguladıkları bir dini ve peygamberi anlatırlar.

Ramazan Ayının gelmesiyle din adamlarına verilecek astronomik rakamlar, onların Allah’ın indirdiği İslam’ı ve Resulünün Kur’an’i hayatını değil, batıl düzene uygun ve kabul edilebilir uydurma ve hümanistleştirilmiş bir İslam’ı dayatmayı sürdüreceklerdir.

Neden onlara inanılmaz, güvenilmez ve uyulmaz?

“İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur'an) âlemler için ancak bir öğüttür.” Enam 90

Kiminin doğrudan ücret aldığı, kiminin kitap reklamlarını yaparak nemalanma karşılığı ortaya çıktığı, kiminin de seküler yani laik rejimi vahiy karşısında meşru hale getirmeye çalıştığı hoca veya ilahiyatçılar, kendilerine koydukları fiyat etiketlerinden dolayı hurafe, rivayet veya efsanelerden ibaret nefsi arzulara hitap eden bir dini empoze ederler.

Oysa hem Allah’ın indirdiklerini hem de Resulünün yaşamını hiçbir etki, baskı ve çıkar gözetmeksizin tebliğ etmesi gereken sözcüler, ne siyasi ne hukuki ne sosyal ne de ekonomik bir halele uğramamak için öyle bir İslam akidesi türetirler ki; sanki Allah kul,  beşer de tanrıymış gibi bir inanç çerçevesi çizerler. İnsan ne yapsa yeridir; Allah affedici ve bağışlayıcıdır; lakin kul hakkı istisnadır; Allah hakkı ise fuzulidir!

Sürekli Peygamber Efendimizden bahsederler ama Peygamberimizin ne siyasi hayatından; ne devlet başkanlığından; ne Allah’ın hükümlerine göre kurduğu şeriat düzeninden; ne cihadlarından; ne zulme ve haksızlıklara karşı sert mücadelelerinden; ne müminleri küfre karşı savaşa çağırmasından; ne insana insan olduğu için değil Allah’a kulluğundan dolayı sevgi, merhamet ve saygıda bulunmasından; ne kâfir, münafık ve mümin saflarını birleştirmemiş olmasından; ne cihad ehline verdiği önemden; ne Kur’an’dan başka bir anayasayı kabul etmediğinden; ne dünya hayatı ve gösterişine karşı olmasından; ne ilk iş olarak kurduğu İslam devletinin tartışılmazlığından; ne batılla hiçbir şart ve koşulda ittifak oluşturmamasından; ne hıristiyan, yahudi ve mecusilerin arzularına uymamasından; ne İslam’a karşı savaşanlarla savaştığından; ne amaç ve hedefinin sadece İslam’ı egemen kılmak olduğundan; ne müşriklerle yaptığı anlaşmalarda İslam kuralları şart koştuğundan; ne Medineli Müslümanlarla Mekkeli müşriklerin yaptıkları Hudeybiye barış anlaşmasının İslami hukuka göre imzalamasından; ne siyaseti İslam’dan ayrı tutmamasından; ne İslami hükümlerin dışında Müslümanların bir siyaseti ve devleti olamayacağından; ne din tamamen Allah’ın oluncaya kadar mücadelede bulunduğundan; ne şeriat hükümleri dışında hiçbir rejimi kabul etmediğinden; ne İslam dışı hiçbir din ve düşünce ile uzlaşmadığından; ne Allah’ın indirdiği ayetlerin dışına çıkmadığından; ne şeriat hükümlerine göre uyguladığı cezalardan; ne de Kur’an harici bir sözü, fetvası ve hayatı olmadığından söz etmezler

Neden?

Çünkü Kur’an’i peygamber, din dışı düzenlere muhaliftir. Dolayısıyla siyaseti ve devleti dinden uzaklaştırma manipülasyonu Müslümanları uyandıracağından laik çatı çökecek, Allah ve Resulünün inşası olan şeriat rejimi egemen olacaktır. Onun için Kur’an Müslümanlığını sapıklıkla yaftalamaktadırlar.

Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere milletin karşısına çıkarılan hoca ve ilahiyatçıların övgü, hatta gözyaşlarıyla anlattıkları peygamber; Allah’ın kulu ve elçisi Hz. Muhammed (s.a.v) değil, tıpkı hıristiyanların Hz. İsa (a.s)’ı rab İsa’ya uyarlamaları misali fayda ve zarar veren, dilediğini hidayete ulaştıran ve hadisleri ayetlerden üstün tutulduğu bir peygamberdir.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6

“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

 (Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” Kasas 56
  
Allah’ın indirdiği açık delilleri gizleyerek güya Peygamber Efendimizi, ashabı, sahabeleri,  muttakileri, velileri ve kimi zaman da şehidleri ballandıra ballandıra anlatırlar ama müminlerin yaşadığımız çağda ve seküler düzende ne yapacaklarından hiç söz etmezler. Düzenin açıklamalarına izin verdiği helal ve haramları sıralarlar, geri kalan ayetler lafmış gibi fısıltı olsa dahi ağızlarına almaktan korkarlar. Hele de din dışı rejimin kırmızıçizgiyle yasak koyduğu ayetleri kazaen kaçırsalar, “aman ben ettim sen etme” diye inkârda sınır tanımazlar.
  
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder. “ Bakara 159

Allah Resulü, Allah’ın yüce dinini yeryüzüne yayarken gerekçesi ne olursa olsun hiçbir ashaptan maddi yardım istememiş, yoksul bir hayat geçirirken bağış kabul etmemiş, himmeti insandan değil Allah’tan dilemiş, öğrenci yetiştireceğim diye para toplamamış, mescid yaparken el açmayıp bizzat kendisi amele olarak çalışmış, maddi hizmeti cennetle müjdelememiş, Rabbinin dışında hiçbir güce boyun eğmemiştir.
  
Hidayet ermiş hiçbir hoca, ilahiyatçı veya âlimin; hiçbir şart ve koşulda mal veya para ile bir ilişiği olamaz, İslam’a yaptığı hizmetin karşılığını beşerden değil Allah’tan bekler! Dolayısıyla hafızalardakini kalplerine indirememiş İslam maskeli oyuncu ezbercilere tabi olmayın; Allah’ın buyurduğu üzere ayetleri gizlemelerinden ya da evirip çevirmelerinden dolayı çarpıldıkları laneti anlamaya çalışın ki, usta tiyatroculara şapka çıkaran cambazlıkları ve lafebeliklerine kanmayınız.

"Sizden herhangi bir ücret istemeyen kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir." Yasin 21

(Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.” Sad 86 

“De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O, her şeye şahittir.” Sebe 47