11 Ağustos 2009 Salı

Utanabilecek bir ar damarınız var mı?

Sürekli insanların neden düşünmediklerini, muhakeme etmediklerini ve gerçeği araştırmadıklarını sorgulayarak, kıyasıya eleştirilerde bulunmuş, fotoğrafı; birilerinin güttüğü doğrultuda tek açıdan değil, tarafsız bir adaletle çok yönlü gözlemlenilmesi üzerinde durmuş, kötülük fışkırtan benliği hapsedip erdemliği açığa çıkaranın sadece “iman” olduğunu vurgulamıştım.

Öncelikle kuralları belirleyip kimin dost veya düşman olduğunu benliksel çıkarlar kriterinde değerlendiren güçlere, şeytani bir nefis taşımalarından itibar edilmemesi, haklı veya haksızın hangi ölçülerde muahezenesi, ancak hakkı ve adaleti ayakta tutan barışçıl bir anlayışla mümkün olunabileceğinin üzerinde durmuştum.

Neyin iyi veya kötü, kimin insan veya şeytan, samimi veya sinsi olduğunu yaratıklar değil, akıl ve kalplerde saklı olanı ve kaderi elinde bulunduran Yaratıcı bilir.

Halkının din ve ırkını ülke aleyhine birinci derece tehlike kabullenen laik ve Kemalist bir düşüncenin devlet ve milleti bütünleştirebilmesi, birlik ve beraberliği tesis edebilmesi, insani değerleri yüceltebilmesi, barış ve huzuru sağlayabilmesi asla söz konusu değildir. Olmadığı da, milletin İslam ve Kürt kesimine karşı takınılan düşmanca tavırdan anlaşılmakta, sürekli taciz, baskı, hakaret, ayrımcılık ve yasaklarla toplum bölünerek, yazık ki damarlara kadar işlenebilmektedir.

Şovenist bir Atatürk yahut Türk milliyetçiliğinin amansızca vurgulanması Kürt kökenli toplumumuzun milli duygularını kabartıp mücadeleye sürüklemiş, ideolojik devletin dışlaması ve ayırım yaparak, o bölgelere gereken sosyal ve ekonomik hizmeti götürmemesi, otomatikman insani refleksi doğurarak, hak arayışına itmiştir. Diğer taraftan vahye karşı laikliğin ve Kemalizm’in bir sopa misali sürekli kafalara indirilmesine ise Müslümanlar çeşitli gerekçelerle tepki vermemiş, Kürtler gibi silahlı veya siyasi bir mücadeleye kalkışmamışlardır.

Kürtlerin PKK adında silahlı bir örgütlenmeye girişerek; ırkçı, laik ve Kemalist devlete karşı mücadeleye teşebbüsleri, öyle içi boş bir “terör” anlayışıyla geçiştirebilecek ve haksızlıkları kamufle edebilecek bir vatan savunması görülmemeli, derinine inilerek adaletsizliğin üstesinden gelebilecek bir siyasetin kaçınılmaz adımlarının atılması ve köklü bir çözüme gidilmesi, ancak tarafların kökten ırki sevdalarından vazgeçmesiyle mümkün olur. Unutulmamalıdır ki ırkçı bir milliyetçilik; halkı, hatta dünyayı bölen en büyük felakettir. Allah, Yasin Suresi 62. ayette: “Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdiremiyor musunuz?”

Kürtlerin haklarını siyasi bir zeminde arama gayretleri; cesur, kararlı ve dik duruşlarıyla meyvelerini vermeye başlamış; hiçbir makam, yasak ve baskılar kendilerini yıldırmayıp, herhangi bir tavizi ihanet addetmeleri savlarıyla ödeyecekleri bedellere dahi aldırış etmeksizin, yanlış veya doğru, topyekûn onurlu bir duruş sergilemişlerdir. Maalesef sözde ahirete inandıklarını iddia eden Müslüman politikacılar ve yandaşları, korkularından kendilerine fiyat etiketi biçerek hem dinlerini hem de haysiyetlerini alçakça satabilmişlerdir. Hala çözemedikleri türban meselesi ve kahredici Merve Kavakçı’nın TBMM’den kovulma olayı, başka bir örneğe ihtiyaç bırakmayan rezaletlerdir.

Her Türk vatandaşı gibi ben de, laik ve Kemalist devletin kurguladığı senaryodan filmi izlemiş, PKK ve DTP’ye aşırı tepki göstererek, açık düşman bellemiştim. Oysa sözde Atatürk ve Türk milliyetçisi merhametsiz şövalyelerin kurdukları Ergenekon Terör Örgütündeki PKK ile olan işbirlikleri ve birlikte işledikleri cinayetler, komplolar, saldırılar ve darbe planları; gerçek teröristin kim olduğu sorusunu sorgulamama, dolayısıyla çok korkunç bir aldatmayla karşı karşıya olduğumuzu anlamama neden olmuştur. Aslında Ergenekon Terör Örgütünün acımasız hedefi; tıpkı haçlı Amerika ve İsrail gibi vahiysel İslam ve Müslümanlardır. MGK Siyaset Belgesi olan “Kırmızı Kitap”’ta da İslam, yani irtica birinci derece düşman bellenmiş, binlerce kişiyi öldüren ve ölümüne sebep olan PKK ise ikinci derecede sınıflandırılarak, dolaylı da olsa itibar görebilmiştir.

Laiklik ve Atatürkçülüğün bekçisi olduğunu her platformda dikta eden Kemalist Genelkurmay, İslam referanslı Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet ve Müslümanlara karşı aşikâr olan aleyhtarlığını, Kürtlerin temsilcisi DTP’ye karşı da haykırmış, kendince ortaya koyduğu tepkilerle İslam’ı irtica, Kürtleri de PKK olarak tanımlayarak, türbanlı veya dindarların, ayrıca DTP milletvekillerinin bulunduğu ortamları protesto etmek suretiyle hedef düşman saymaktan vazgeçmemiştir. Ancak ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyareti, sözde DTP yüzünden protesto etmeye cesaret gösterdikleri TBMM’ne girmeyi engellememiş, ABD’nin emrine boyun eğerek, DTP ile girişilen uzlaşmaya sessiz kalabilmiştir.

Yıllarca süren savaşta ölen binlerce insanın ve kaybedilen ekonominin ikna edici sebebi anlaşılamamış, bu vatan için ölen ve ölmeye devam eden halkın farklı din ve etnik köken taşımalarından dolayı “devlet-terörist” çatışmasının soğuk ve sıcak savaşıyla insanlarımız manipüle edilerek, yüz binlerce aile acıya boğdurulmuştur. Oysa ortada bir dışlanma, adaletsizlik, haksızlık, dini ve ırki bir gerilim ve kamplaşma vardır.

Kürtler; gerek ferdi, gerekse siyasi partileri kanalıyla mücadelelerini azim ve umutla sürdürme cesaretini ve kararlılığını gösterirken; sözde Müslümanlar ise az bir bedel karşılığı laik ve Kemalistlerin kayığına binme izzetsizliğini sürdürmeye devam etmektedir.

Sözde ırki bir bağımsızlık adına mücadelesini sürdüren PKK ve DTP, Marksist olmalarından hiçbir vicdan taşımamakta, kendilerinden olmayanları biçmeye çalışarak, caniliklerini sürdürmektedirler. Devlet de laik ve Kemalist olmasından aynı sertlikte mukabelede bulunmakta, dolayısıyla benlik, yani ırki egemenlik savaşında halkımız büyük bir kayba uğramaktadır. Oysa Allah dileseydi tüm dünyayı tek bir millet, tek bir renk ve tek bir lisanla konuşan bir topluluk yapardı. Öyleyse bu bölünme ve çatışmanın ardındaki gerçek; her iki tarafın da Allah’a olan iman ve inancı reddetmesi, vahyi kabul etmeyerek birbirlerinden üstün olduğu iddiasında bulunmalarıdır. Allah, Şura Suresi 8. Ayette: “Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.”

Rum Suresi 22. ayette ise: “O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır. “Şûrâ 8

Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun; “TSK’ da bazen, görev dürüstlükten önemlidir.” sözleri, aleni bir barbarlığı ve adaletsizliği belgelemektedir. Böylesi bir ilkeyle komuta eden Genelkurmay’ın radikal ideolojisinden herhangi bir merhamet, adalet ve hakkaniyet beklenemez. Vahyi reddedenin dürüst ve adil olabilmesi, vicdan taşıyabilmesi ve insani bir değere sahip olabilmesi düşünülemez.

Otuz yıldır yanlış inanç, düşünce ve fikirlerden dolayı akan kanı teşvik eden ve durduramayan devlet; şehitlere ve halkına karşı tek sorumlu suçlu olmaktan ne kendini kurtarabilecek ne de aklanabilecektir. ABD’nin çözüm direktifiyle harekete geçen Abdullah Gül ve AKP hükümetini insani değerler açısından samimi bulmuyor, yaklaşık yedi yıldır iktidarları döneminde inisiyatifi kullanmayarak, elem bir felaket yaşatmalarından suçlu olduklarını düşünüyorum.

Ancak evrim teorisine inananlar milliyetçiliği savunur ve hayvanlar misali birbirlerinden üstün olduklarını zannederek, kendilerinden başkasına bir özgürlük ve bağımsızlık tanımak istemezler. Atatürk milliyetçisi CHP ile Türk milliyetçisi MHP’nin, Kürt milliyetçisi PKK ya da DTP’ den hiçbir farkları bulunmamakta, dolayısıyla zalimsel düşünce ve duyguları aynı paralelde birleşmektedir.

“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Rabbiniz birdir; babanız da birdir. Bilin ki, Arabın Arap olmayan üzerinde, Arap olmayanın da Arap üzerinde; kızıl derilinin siyah derili üzerinde; siyah derilinin kızıl derili üzerinde hiçbir üstünlüğü ve fazileti yoktur, ancak takva (Allah’tan korkup fenalıklardan sakınmak, ilâhî sınırlara uymak) ile üstünlük vardır. “ Hz. Muhammed (S.A.V)

Darwinistlerin, kendileri gibi yaratık olan maymundan türediklerine inanmalarından ötürü babaları Âdem ve anaları Havva’yı inkâr etmekte, dolayısıyla birbirlerine karşı üstün olabileceklerini zannederek, Yaratıcı Allah’ın arzında barış ve kardeşlik içinde yaşamaktan ise, birbirlerine karşı ırki bir benlik yarışa girişip, hunharca katletmektedirler.

“İnsanlar birbirine benzerlik cihetiyle denktirler, Babaları Âdem, anaları Havva’dır.” Hz. Muhammed (S.A.V)

Her kim ırkçılığı temel alır, şoven bir milliyetçilikte ısrar eder ise, o günümüzün veya geleceğin acımasız bir canisi ve insanlığın yüzkarasıdır. Gerek DTP, gerek CHP, gerekse MHP bölücüdürler ve Türkiye’nin bütünlüğü aleyhine çok büyük felaketlerdir. Bu sebeple taraftarlarını uyarıyor, mutlaka insanlık dışı yok edici bu zehirden kurtularak, hilkatteki eşlerine hoşgörülü ve saygılı olmalarını öğütlüyorum. Bilinmelidir ki ırkçı bir egemenlik adına savaşan insan değildir, tüm düşünmce ve politikaları da şeytanidir. Onlar gensel maymunlardır…

“Irkçılığa davet eden bizden değildir. Irkçılık üzerine savaşan bizden değildir! Irkçılık üzerine ölen de bizden değildir.” Hz. Muhammed (S.A.V)

Unutulmamalıdır ki; sen Atatürk veya Türk milliyetçiliğinde ısrar eder isen, onun da Kürt milliyetçiliğinde veya başka bir tâbiiyette ısrarı meşrudur.

Birbirlerini kıyasıya yok ederek savaşan Avrupa Birliği ülkeleri nasıl Hıristiyanlık şemsiyesi altında toplanıp bir birlik oluşturmuşlar ise, biz de adaletli ve merhametli İslam şemsiyenin altında bütünleşerek, her türlü benlikten arınalım… Kurtuluş için tek çıkar yol, Yaratıcı’nıza dayanıp, güvenmek ve O’nun hükümlerine itaat etmektir.

Unutma; sen bir yaratıksın, ırkını belirleyen de Yaratıcındır...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Al bir sapık daha...

Diyeceksiniz ki; Şeriatın, yani Kur'an'ın amansız düşmanı medyanın müttakileri konuk etmesi aleyhlerine olacağından, ancak kahin, efsaneci ve hürafecileri programlarına çıkararak, insanların akıllarını karıştırabilmek ve vahye zarar verebilmek adına nerede bir şaklaban münafık var, onu ekranlarına konuk ederek, hem maddi hem de manevi amaçlarına ulaşacaklarını zannetmektedirler.

Yaradılış gayeleri sadece Allah'a kulluk ve Resule itaat olan Müslümanların; ayetleri saptırarak gelecekten haber veren ve peygamberimizin söylemediği sözleri hadis adı altında insanlara nakşeden yalancı ve iftiracı münafıkların sözlerine itibar edip peşlerine düşmeleri, şüphesiz kitapları Kur'an'ı bilmemelerindendir.

Her ne kadar sapıklara cevap vermeyi bir zaman kaybı olarak değerlendirsem de, insanlara kötü ve yanlış bilgiler aktararak yoldan çıkarmalarına tahammül edebilmem mümkün değildir.

İnanmadıkları Allah ve Kur'an üzerinde tartışmalar açarak, İslam adına kendileri gibi sapıkları halkın karşısına çıkaran medya, dün akşam da Adnan Oktar ya da Harun Yahya adlı bir münafığı ekranların karşısına çıkarmış, hadis adı altında yalan ve iftiralar diz boyu aktarılmıştır.

Çarpık ilişkileri ve keskin dönüşümleriyle tanınan namı değersiz Adnan Hoca, önce İslamcıyken Atatürkçü, sonra da kurtuluş olarak gördüğü Hıristiyanların rabbi, yani tanrısı İsa'ya sığınarak, Hıristiyanların iddiası olan İsa'nın tekrar yeryüzüne inerek kurtarıcı olacağının propagandasını yapmış, sözde Mehdi'nin tüm nitelik ve niceliklerini taşıdığını ifade ederek, kendinin de bir kurtarıcı olabileceği imasında bulunmuştur. Unutulmamalıdır ki Hıristiyanların taptıkları İsa, Müslümanların iman ettiği peygamber Hz. İsa değil, tanrı İsa'dır. Bu sebeple gizli bir şirke girmemek için, dikkatli olunma zorunluluğu vardır.

Oportünisttlerin tehlikeli ve çıkarcı tüm karestik özelliklerini barındıran ve amacı sadece politik bir güç ve para olan Adnan Oktar, hedefine kolayca ulaşabilmek adına dini basamak edinmekte, herkes tarafından etkilenebilen bilgisizlerin umut kapısı olabilmektedir.

Birbirine tamamen düşman olan laiklik ve İslam anlayışını, nasıl oluyor ise laik bir İslam modeli geliştirerek, Atatürk üzerine konferanslar veren, namaz vaktini üçe indiren ve tek hak din İslam'ı putperest Hıristiyanlığa peşkeş çeken Adnan Hoca; vahiysel İslam'ı değil, peygamberimize attığı iftiralarla kendi sapkın dinini yaymaya çalışmakta, akıl almaz ahlak dışı yöntemler ve skandallarla Hakk'ı ve doğruyu katledip, şeytanı meşrulaştıran yaklaşımlarıyla fevkalade kötü bir örnek olmayı sürdürmektedir.

Acaba Adnan Hoca; ifade ettiği sözde kurtarıcı olarak geleceği rivayet edilen Mehdi'nin mi, yoksa varolan şeytanın mı özelliklerini taşıyor?

Öncelikle şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, herşeyin bahsedildiği, hatta Neml Süresi 82 ayette "dabbetülarz" diye nitelendirilen bir mahlukatın, yani bir canlının yerden çıkarılacağı bildirildiği halde; Mehdi ile ilgili, dolaylı da olsa hiçbir mevzubahis yoktur. Hıristiyanların rabbi isa'nın kurtarıcı olarak tekrar yeryüzüne geleceği efsanesinin etkisinde kalan bazı müfessirler, haddi aşarcasına peygamberimizi referans göstermek suretiyle bir Mehdi kurgulamış ve sanki bir ayetmiş gibi insanları kandırmışlardır. Oysa vahiy, tek kurtarıcının, hidayet vericinin ve yardım edicinin Allah olduğunu özellikle vurgulamıştır. Peygamberler de dahil
insan olmalarından ötürü hiçbir beşere, kurtarıcılık, hidayet vericilik ve yardımcılık yetkisi verimemiş ve verilmeyecektir. Allah, Furkân Suresi 31. ayette: "(Resulüm!) İşte biz böylece her peygamber için suçlulardan düşmanlar peyda ettik. Hidayet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter."
Kasas Suresi 56.ayette: "(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir."

Eğer Allah, herhangi bir aracı dilemiş ise; Mehdi'ye gerek yok, bir odun bile kafidir. Acaba Mehdi denilen varlık; illa bir insan görünümünde mi, bir hayvan veya bir nesne olabilmesi mümkün değil mi?

Kıyametin olmasına çok az bir vakit kaldığını ve Hicri 1500 yılından sonra beklenmesinin gerekliliğini, Saidi Nursi'nin de Hicri 1545 yılında kıyametin kopacağını belirtmeleri; Allah'a ve Resulüne apaçık bir iftiradır. Zamanı belirsiz olduğu birçok ayette belirtildiği halde, kıyametle ilgili kesin alametlerin ne olduğu Kur'an'da yazılı mı ki, sözde Mehdi'nin çıkışından önceki alametlerin birçoğunu sıralayarak, zalimce belirtebilmeye cesaret edebilmektedirler. Oysa Allah, Yûnus Suresi 60. ayette: "Allah'a karşı yalan uyduranların kıyamet günü (akıbetleri) hakkındaki kanaatleri nedir? Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler."

Bir saniye sonralarının meçhul ve hiçbir yaşam garantileri olmayanların başlarına kopabilecek "ölüm kıyameti" yanıbaşlarında duruken; onlar ise kainatsal kıyametin hesabını yapıyorlar. Adnan Oktar'ın Kur'an'ı değil de bazı müfessirleri referans göstermesi, zaten onun Kur'an'a iman etmediğinin apaçık göstergesidir. Ya o sapıklıkta iken kıyamet koparsa ne yapacak? Ne de az düşünen ve muhakeme edebilen bu sefillere verilmesi gereken cevap, ancak okkalı bir tükürük olmalıdır.

Allah, Nâzi’ât Suresi 42.43. ve 44. ayetlerde: "Sana kıyameti sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? (derler.) Sen onu nereden bilip bildireceksin! Onun nihai ilmi yalnız Rabbine aittir."
Ahzâb Suresi 63. ayette: "İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır. "
Lokman Suresi 34. ayette: "Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır."
A’râf Suresi 187.ayette: "Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler. "
Nahl Suresi 25. ayette : "Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Kıyametin kopması ise, göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibarettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir. "

Adnan Oktar'ın nasıl zalim bir yalancı ve sefil bir cühela olduğu da, Dabbetül Arz ile ilgili açıklamalarıyla kanıtlanmaktadır.İfadesinde; "Dabbetül Arz bilgisayardır. Topraktan mamul ve konuşan, canlı özelliği gösteriyor. Bilgisayar ve internet sistemi Dabbetül Arz'dır. Ahir zamanda çıkmıştır ve dine hizmet etmektedir. İnsanlara dini anlatıyor. Kuran'da insanları uyaracak diyor gerçekten de uyarıyor. Mehdi'nin ve Hz İsa'nın kılıcıdır internet sistemi." Oysa Allah, Neml Suresi 82. ayette : "O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dabbe (mahluk (canlı)) çıkarırız da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. "

Yerden çıkarılacak olan ve insanların ayetlere iman etmemiş olduklarını söyleyecek bir mahlukatı bilgisayar ile özdeşleştirebilen bir insan, ancak bir ahmak ve ona inananlar da acınası yığınlardır. Yoksa o mahlukat, bio-mekanik bir robot mudur? Yoksa insanların ayetlere iman etmediğini belirten bir bilgisayar keşfi mi var? Acaba bilgisayar ve internet sistemi, küfürü, ahlaksızlığı ve inkarı en şiddetle yayan bir araç değil midir? Canlının dahi ne olduğunu bilmekten aciz ve bilgisayarı canlı özelliği taşımakla konumlandırabilen bir manyağı; nasıl olur da bir bilen, hatta adam yerine konup sözlerine itibar edebiliyorlar?

İman edip Müslüman olduklarını ikrar ettikten sonra, şeytan misali Allah'a karşı benliklerini yüceltip, şöhret ve iktidar peşinde koşan Adnan Oktar gibi yalancı ve iftiracı münafıklar, kendilerine bir paye kazandırabilmek için şeytanın adımlarını takip etmekten vazgeçmemektedirler. Deccalsı yalanlarının ortaya çıkma endişelerinden dolayı yazılı Kur'an'ı ölçü almamakta, tıpkı Hıristiyan ve Yahudilerin dinlerindeki tahrifatları gibi uydurma hadislerle peygamberimize ihanet ederek referans alıp, rivayet ve hurafelerle vahyi bozmaya çalışmaktadırlar. Allah'a ve Resulüne karşı yalan uydurmalarından onlar şeytandır ve asla temize çıkamayacaklardır. Allah, Âl-i İmrân Suresi 77. ayette: "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların ahirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır."
Hud Suresi 18. ayette ise: "Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim olabilir? Onlar (kıyamet gününde) Rablerine arz edilecekler, şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler. Bilin ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir! "

Bu tür ne idüğü belirsiz yaratıkların ardına takılanlar, nasıl bir lanetle karşı karşıyadırlar ki, güya taşıdıkları akıllarıyla muhakeme edemedikleri gibi, herşeyin son derece açık ve seçik yazıldığı Kur'an'ı da okumuyorlar. Ancak Allah'ın kör, sağır ve dilsiz yapıp kalplerini mühürlediği insanları gerçeğe, doğruya ulaştırabilmek, maalesef söz konusu değildir. Bu sebeple onları izleyen bilgisiz taraftarları da aynı akıbete uğrayacaklardır.

" Kıyamet gününde kendi günahlarını tam olarak taşımaları ve bilgisizce saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından da bir kısmını yüklenmeleri için (öyle derler). Bak ki yüklenecekleri şey ne kötüdür! " Nahl. 25

Savunduğu Türk-İslam sentezi ile, Mehdiliğinin yanısıra peygamber olduğunu da yakın çevresine üstü kapalı deklare etmiş ve yepyeni bir din peşindedir. Ancak komuoyuna açıklamaya cesaret edememiştir. Zannınca Türklerin kendinden olma bir Türk peygambere ve değişen dünyada yeni hükümlere ihtiyaç vardır.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Yaratıktan korkup Yaratıcı’yı satıyorlar…

Allah, Maide Süresi 44. ayette: “İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendileridirler.” diye buyurarak; Yaratıcı Allah’ı yasa ve düzen yapıcı olarak tanımayan; bireyle birey, bireyle toplum, toplum ile devlet arası ilişkileri ve hukuk düzenleyicisi egemen tek varlık olduğunu kabul etmeyen, vahyin ifadesiyle kafirdir.

Yaratıcı’yı değil de yaratığı tanrı edinircesine anayasa kurucusu bellemek, hiçbir aklın ve muhakemenin razı olmaması gereken bir hezeyandır. Sözde düşünen akılların böylesi bir yanlışta ısrar etmeleri, mutlaka müdahasel bir saptırmanın neticesidir. Bu sebeple yaşanılan dinsel ve bilimsel gerçekler hiçbir fayda temin etmemekte, “o kitap” ta yazılan kadersel süreç uyandıramamakta, dolayısıyla şeytanın dostları olmaktan kurtulunamamaktadır.

Böylece Allah’ın hükümlerini ve siyasal hukuk sistemini gericilik gerekçesiyle reddedip, çağdaşlık adına şeytanın adımlarını takip eden bireyden topluma kadar her insan ve devlet, gizli satanist ve satanizmdir. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması toplumsal bir cinayet ve felakettir. Allah, Enbiya Süresi, 95. ayette: “Kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Halbuki hepsi bize döneceklerdir.”

Salt bir mantıkla; neyin doğru veya yanlış, neyin iyi veya kötü, kimin egemen veya tutsak olduğunu kavrayabilmek son derece basittir. Eğer bireyi veya toplumu insan yaratmış ise, onun yasa yapma hakkı, Yaratıcı Allah yaratmış ise, O’nun yönetme ve düzen kurma hakkı meşrudur. “İnsan, Allah için yaratılmışsa Allah’ a karşı direnmenin anlamı nedir?” Pascal

İnsan fıtratı, aklı, duygusu ve kaderini yaratamayan, denetleyemeyen ve geleceği bilemeyen, dualiteyi yok edip kötülüğün ve musibetlerin önüne geçemeyen bir iradenin, yasa yapabilmesi, mutlak ve egemen olabilmesi mümkün müdür?

Eğer laik devlet; Allah’a, yani kadere meydan okuyarak, yönettiği halkının mal ve can güvenliğini garanti altına aldığını taahhüt etmiş ise, o takdirde gereğini yapmalı ve hiçbir ferdini hüsrana ve hezimete uğratmamalıdır. Aslında sorumlular doğrudan suçlular değil, vaatlerini tutamayan laik devletlerin ta kendileridirler.

Toplumların her açıdan karşı karşıya oldukları sıkıntı, korku ve kederlerine çare bulamayan laik iktidarlar, çeşitli çıkarlarla hegemonyaları altına aldıkları sözde din adamlarıyla gerçekleri saptırtmakta, böylece başarısız ve aciz varlıklarını sürdürebilmektedirler.

Oysa din adamları; güya iman ettikleri Allah, Resulü ve kitapları adına adaletle şahitlik etmeli, bedeli her ne olursa olsun biçare insan veya iktidarlardan korkmayarak ya da işbirliğine kalkışmayarak, sürekli dile getirdikleri ahiret, cennet ve cehennemin gereği gibi davranmak zorundadırlar. Ancak onlar gerçekte iman etmemiş, sırf lüks bir geçim, saygınlık ve şöhret sağlayabilmek adına, bir çıkar bilinciyle hareket etmekteler, hurafesel ezberleriyle inananları veya iman etmek isteyenleri büsbütün yoldan çıkarmaktadırlar.

Vayhi siyasetten, devletten, yani iktidardan uzaklaştırıp, kutsal bir kültür ve bireysel bir ibadete dönüştürerek tanrı ile kul arasına sıkıştırmalarından, hem umutla bekleyen toplumlara, hem de Allah’a ihanet etmektedirler.

Ballandırarak anlattıkları hurafeleri bıraksınlar da, vahyin ışığında nasıl bir yönetimin olması gerekliliğini; Yaratıcıya olan iman ve inancı reddeden ateist dogmalı laik düşünceyle karanlıktan aydınlığa çıkılamayacağını ve vahyi dışlayan böylesi bir idare altında yapılan ibadetlerin ve yakarışların hiçbir değer taşımadığını kanıtsal ayetlerle ifade edip, Allah ve Resulünün emrettiği doğrultuda doğru ve dürüst davransınlar. Bilgilerini satsalar da, Allah’larını satmasalar.

Kur’an’a muvaffık olmayan, hatta tamamen aykırı rivayetler ve peygamberimize attıkları iftiralarla kendilerine din kurarak bölük bölük ayrılan münafıklarla Müslümanların bir işi olmamalı, taşıdıkları Müslüman kimliklerinden şeref ve izzet duyarak, şeytanın çağdaş oyununa gelmemeli ve hiçbir komplekse kapılmamalıdırlar. Her din adamının kendi cemaatiyle esip gürlediği öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, vahiy yerine hurafeler ve uydurma rivayetler referans alındığından, Kur’an lanet yağdırmaktadır.
Allah, Rum Süresi 32. ayette: “Dinlerini parçalayan, bölük bölük olan her fırka, kendi yanında olanla sevinir.”
En’am Süresi 159 ayette ise: “Dinlerini parça parça edenler, bölük bölük olanlar yok mu; senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra O, ne yaptıklarını kendilerine haber verecektir.”

Acaba dünya malı ve makamının gözleri kör, kulakları sağır ve kalpleri kararttığı bir alçaklıktan aydınlık bir üstünlüğe dönebilmeleri mümkün mü ki, cesur ve imanlı adımlar atabilsinler?

“İslam devletinin olmadığı bir yerde, İslam’i müesseler kurmak, ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir” sözü; diyanet, ilahiyat veya vakıf gibi dini müesseselerin ve din adamlarının içinde bulundukları ihaneti özetlemektedir.

Berat gecesi sebebiyle İslam düşmanı medyanın satın aldığı hocalar, yine hurafelerle insanları kandırmış, kaş ve gözlerini oynatarak, bir artist edasıyla şovsal dualar yapmışlardır. Özellikle Aydın Doğan’ı cennete götüreceği düşünülen ve hurafeliğin bayraktarı olan Nihat Hatipoğlu adlı hocanın samimityetsizliği yüz ifadelerinden aşikar olup, kalbindeki şüphe ve tereddütlerle görevini ifa ettiği dikkatlerden kaçmadığı kanısındayım. Onun gibi para karşılığı vaaz eden laik devletin ve vahiy düşmanı kurumların taşeron din hatipleri, vahyi paçavraya çevirerek, o söz konusu mihraklara peşkeş çekmekte, dolayısıyla vahyi yok edebileceklerini düşünmektedirler. Ancak hiçbir çıkar düşünmeyen ve Allah’tan başkasından korkmayyıp adaletle şahitlik eden kimseler hidayete ermişlerdir ki, sadece onları dinleyip itibar ediniz. Allah, Yasin Süresi 21. ayette: “Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tabi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.” buyurmaktadır.

Berat gecesi ile ilgili söyledikleri ise tamamen gerçek dışıdır. Berat gecesinde yeni hiçbir şey yazılmamakta ve tayin edilmemekte olup, ruhların yaratılıp “O KİTAP” ta takdir edilen lehte veya aleyhteki kaderleri, o gece sadece güncelleşmektedir. O gün yakararak af dileyen veya isyan etmeye devam edenler de, yine haklarında yazılan kaderlerinin kaçınılmaz bir
sonucudur.

İnsanlara İslam’ı sevdirmek, hidayete erdirmek veya imana götürmek maksadıyla Allah’ın hükümlerini savsaklamaya cesaret edenler, bilmelidirler ki böylesi sapıkça bir yetkiye ve toleransa haiz değiller ve peygamberler de bu tür davranışlardan kaçınarak, iman etmeyen babaları, kardeşleri, akrabaları, eşleri veya çocuklarına karşı bir kayırmaya yeltenmeyerek, hidayete erdirememişler, gerektiğinde ise uyarılmışlardır.

Peygamberimize atfedilen “Dini zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız” yaklaşımı, Allah’ın asla tartışılmaz hükümlerine bir müdahale olur ki, tamamen yalandır. Allah ne emretmiş ise, peygamberler dahi her kul ona itaat etmek, kayıtsız ve şartsız teslim olmak zorundadır. İster uyar, ister uymaz, isterse onlar gibi eğip bükersin. Ya sonra...

Kur’an dışında sözde hangi hadis, rivayet ve hurafeyle karşılaşırsanız, mutlaka Kur’an’da karşılığını sorunuz... Siz doğruluğa devam edin ve o bilmezlerin yolundan gitmeyin.

Her Müslüman’ın yapması gereken dua:

“Ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar.” Yunus. 86

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Satanistliği tescillendi…

Hüseyin Üzmez ile yaptığı programda sapıklığı belgelenen Fatih Altaylı, Cübbeli Ahmet’le dalga geçtiği üçlü tiyatroda da “Ben Allah’tan korkmuyorum, şeytandan korkuyorum” diyerek, tanrısı şeytan olduğunu açıkça itiraf etmiş, dolayısıyla şeytanı Allah’tan daha güçlü ve üstün tutmuştur. Allah, birçok ayetinde kendisinden korkulmasını emretmiş ve Al’i İmran Süresi 175. ayetinde de: “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın; benden korkun” buyurmuştur. Ancak şöhret ve cebini doldurma amaçlısı Cübbeli, hurafeleri bırakıp da Altaylıyı uyarmamış, yalakasal övgülerinden geri adım atmayarak, izleyicileri bilgilendirmemiştir.

Daha pespayesi ise, Cübbeli Ahmet’in tepkiden çekinerek, satanist Altaylının sözünün güya yanlış anlaşıldığı kayırmasına kalkışarak savunması, ayrıca Altaylının, Cübbelinin savunmasını teyit etmeyerek hiç aldırış etmemesi, al birini vur ötekine kabilindendi. Oysa Allah, Tevbe Süresi 80. ayette: “(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” buyurmaktadır.

Cübbelinin Kur’an’ı değil de, hurafelerden oluşan hadis adı altındaki rivayetleri referans alması ve Kur’an’da karşılığı bulunmamasından doğan şüpheleri giderebilmek adına peygamberimize rüyada gelen vahiyler olduğunu ifade etmesi, alışılagelen medyatik hocalar, peygamberler, mehdiler gibi onun da nasıl yalancı bir münafık olduğunu ortaya koymuştur. Ancak Rabbimizden indirilene uymak ve tebliğ etmek kaçınılmaz bir görev olup, Kur’an’a muvafık olmayan sözlerin, peygamberimizin hadisi olduğu iddiasında bulunmak, zalimliğin ta kendisidir. Allah, Maide Süresi 67. ayette: “Ey Muhammed! Rabbimden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan; O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur.” buyruğu son derece açık ve anlaşılabilirdir.

Bu sebeple yüce peygamberimiz Kur’an’ın dışına çıkmamış, her söz ve davranışı Kur’an’a muvaffak olmuştur. Bana nispet olunan hadisi Kur’an’la karşılaştırınız. Kur’an’a muvafık ise, o benimdir, ben söylemişimdir.” Hz. Muhammed (S.A.V)

Allah, peygamber ve ayetlerinin kahkahalar içinde tartışılarak, fütursuzca alaya ve oyuna alındığı program öyle sınırları aştı ki, cennetle ilgili bir mevzuda kâfir Altaylı, (hâşâ) ‘Allah’ı sahtekârlık’ yapmakla suçlamaya kadar ileri gitti. Ancak Cübbeli, Altaylıya hiçbir tepki göstermeyerek şöhretsel şovunu sürdürmeyi tercih etti. Allah, Nisa Süresi 140.ayet ve En’am Süresi 68. ayetler de:“O kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar, kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa sizde onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.”

Cübbeli, insanların hidayete eriştirebilmeleri adına dolaylı yollardan günah işlemeyi teşvik edici beyanlarda bulunmuştur. Güya ömrü fuhuş yapmakla geçmiş bir kadının, bir köpeğe su vermekten cennete gittiğini söyleyerek, Allah’ın haram ve helal saydığı buyruklara esneklik getirmiş, büyük günahlar içinde olunsa da ibadet yapılmasının farzından bahsederek, ısrarla günahtan kaçınılması ile ilgili hükümleri yok sayabilmiştir. Oysa Allah, Ahzab Süresi 36. ayette:
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. “ emriyle, günah ile sevabın, yani küfür ile imanın bir arada bulunamayacağını; Müslüman, ister kadın, ister erkek olsun, kendi istek ve düşüncesine göre bir yol edinmesinin kesinlikle mümkün olamayacağını, şartlar ve duygular ne olursa olsun, Allah ve Resulünün hükümlerine karşı gelinmemesini ve itaat edilmesini buyurmuştur.

Bir zaman, tıpkı satanist Altaylının bir benzeri olan cühela Reha Muhtar’ın Ateş Hattı canlı yayın programına katılmış, ayetler ve hükümler hakkında ileri geri konuşması üzerine kendisini uyarmış, şovunu sürdürmeye devam etmesi akabinde derhal programı terk etmiştim. Onlar din konusunda değil bir program yöneticisi olmak, öylesi bir ortamda seyirci olmaya dahi layık değillerdir. Her kim, amaçları reyting ve reklâm geliri olan bu kâfirlerin yönettiği programlara katılırlar ise, bilsinler ki münafıkların ta kendileridirler.

Ayrıca Cübbeli homoseksüel ve transseksüellerden müteşekkil livatacılara da müjde getirmiş, vazgeçemeyip livata yapmaya devam etseler de, tevbelerini ve ibadetlerini aksatmamaları neticesinde cennet vaat edebilmiştir. Onların da fahişenin köpeğe su verip cennete girmesi misali, herhalde kediye süt vermeleriyle cennete gidebileceklerini söylemeyi unutmuş olsa gerek... Oysa Allah, asla affetmediği iğrenç livatandan dolayı bir topluluğu helak etmiş, taş üstünde taş bırakmamıştır. Yoksa Cübbeliye, livatacıların affedileceğine dair rüyasında bir vahiy mi gelmiş?

Günahın paralı, sevabın bedava olduğunu söyleyerek, dolaylı yollardan cennete girişi ucuzlaştıran ve basitleştiren Cübbeli, fetvalarından da anlaşılacağı üzere günahkârların, fahişenin, katilin ve livatacıların; Kur’an’da emredilen cennet ehlinin amellerine gerek kalmaksızın bir tövbe ile kurtulabileceklerini açıklaması, şüphesiz ifade ettiği rüyadaki vahyinin, yani şeytan aldatmacasının bir sonucudur. Çünkü kendisi, bir türlü tövbe edemeyip kurtulamadığı o kadar büyük günahların içindedir ki, ancak böylece kendini avutmakta ve insanları da yanlış yola iterek, o korkunç cehenneme sürüklemektedir. Allah, Tevbe Süresi 111. ayette, zor ve pahalı olan cennetin nasıl kazanılacağını açık bir dille bildirmiştir. “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.”
Bakara Süresi 214. ayette ise: “(Ey müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.”

Cübbelinin içinde bulunduğu sapıklığı Müslümanlara da enjekte etmeye çalışması ve Kur’an bilgisi olmayanların, “İslam ne rahat ve özgürlükçü bir din; hem fuhuş yapar hem tövbe ederim, hem hırsızlık yapar hem namaz kılarım, hem cinayet işler hem hacca giderim, hem içki içer hem oruç tutarım, hem babamı öldürüp kafatasında şarap içer, hem de tövbeyle cennete girerim v.s gibi her işin yeri farklı” bir inanç, ne acıdır ki tüm izleyicilerin hafızalarına kazınmış, zehirlenmelerine yol açmıştır.

Cübbelinin ifade ettiği Allah’ın tövbe kapısı bu kadar cömert mi, yoksa şeytanın bir aldatmacası mı? Ayrıca Kur’an hükümlerine tamamen zıt, mahşerdeki sevap alış verişiyle ilgili arkadaş hurafesi ise, onun gerçekten bir mümin mi, yoksa bir şeytan mı olduğu sorusunu doğurmaktadır. Allah, Lokman Süresi 33. ayette: “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.”

Cennet ve cehennemle ilgili Kur’an’da açıklanmayan hurafeleri peygamberimize iftira ederek, öylesine anlamlı anlatıyor ki, temel bilgisi olmayan herkeste, maalesef bu yalanlara inanabiliyor. Cömert ve hayırsever kâfirlerin cehennemde hiçbir azaba çarpılmayıp, orada kalacaklarını ifade etmesi, kendi içinde büyük bir çelişki oluşturduğu kadar, Kur’an’ın hiçbir yerinde yer almamaktadır. Ayrıca iman ettiğini iddia eden münafıkları bile kâfirle eşdeğer tutan Allah, birbirlerinden hiçbir farkları olmadığını bildirmiştir. Oysa Allah’ın adı anılmadan, yani bismillahirrahmanirrahim demeden kesilen hayvanların etini yemenin bile haram emredildiği bir vahiy de, Allah adına yapılmayan bir cömertliğin, hayrın ve iyiliğin makbul sayılabilmesi mümkün mü? Benliği, nefsi veya hümanist bir anlayışla yapılan sözde iyiliğin, Allah nezdinde muteber görülebilmesi söz konusu değildir. Allah, Ena’am Süresi 121. ayette: “Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.”

Dünya hayatının aldatıcılığı içinde bocalayarak, tövbe edip cennete girilebileceğini sanan Cübbeli Ahmet, Allah resulünün yoksul yaşamını kendine örnek almak bir yana, bir lord misali pahalı elbiseler ve Kraliyet düğmeleriyle kuşanıp lüks arabalarla gezmekte, cemaatine tenezzül edip dertleşmemekte, cemaatinin hayır adına verdiği yardımları zimmetine geçirip saltanat sürerek, eşi ve çocuklarını en dorukta yaşatmakta, Allah ve Resulünün hükümlerine çıkarı uğruna peşkeş çekerek ve Allah’a sahtekâr dedirterek mi cennete gireceğini sanıyor? Çünkü o, cemaati olan bir hoca ve cemaatinin en alt seviyesindeki insanla aynı yaşamı sürdürerek, Allah’ın buyurduğu gibi dünya nimetinin hiçbir değeri olmadığı ve asıl hayatın ebedi ahiret hayatı olduğunu yaşayarak örnek olmalıdır. Allah, Fatır Süresi 5. ayette: “Ey insanlar! Allah'ın vadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!”

Kendisi eleştirdiği kişilerden daha üstün ve doğru mu ki, sırf Müslüman cemaatlerin hata ve yanlışlarını zikretmekte, asıl laik ve Kemalist olan İslam düşmanlarından bahsetmeyerek, gizliden gizliye onları kayırma telaşıyla Altaylı ve Bardakçı ile işbirliği içinde olabilmektedir. Zaten onların bir gayeleri de bu değil miydi? Sözde taptığı Allah’ına ‘sahtekâr’ dedirten ve yanı başındaki o kâfiri öven bir kimse, asla Müslüman olamaz. Onun ilmi rahmani değil şeytanidir. Eğer amele değil, ilme hürmet edilecekse; Cübbeliye değil, meleklerin hocası şeytana itibar ediniz… “Hanginiz Allah rızasına uymayan bir icraat görürse, ona karşı gelsin.” Hz. Muhammed (S.A.V)

Allah tarafından mühürlenmiş kâfir veya münafıklara hiçbir korku, mucize veya güzel söz fayda vermez. Cehennemle ilgili mevzularda kahkahalarla gülebilen magazin tarihçisi Murat Bardakçı ile satanist Altaylının tavırları, her ne kadar Cübbelinin onurunu ve sözde imanını dürtmemişse de, inanıyorum izleyicileri kahretmiştir. Lütfen söyler misiniz; Cübbelinin onlardan hiçbir farkı var mı? Allah, Bakara Süresi 6. ve 7. ayetlerde: “Gerçekten kâfir olanları azap ile korkutsan da korkutmasan da aynıdır. Çünkü onlar iman etmezler. Zira Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır.”

Yaklaşık yedi yüze yakın cihad ayetini yok farz ederek, dünyada bir savaşın olmadığını, dolayısıyla Müslüman direnişçilerin, özellikle El Kaide’nin boş yere insanları
öldürdüğünü açıklaması ise, oluk oluk akan para, mal ve altınlardan müteşekkil geliri kesilen ve aylık 40.000 TL. gideri olan Cübbeli Ahmet’in, haçlılarca satın alındığının açık bir delilidir. Terör adına tüm Müslümanlara savaş açıp işgal eden, aşağılayan, işkence yapan, çocuklara kıyan, yaşlıları öldüren, Müslüman kadınlara tecavüz ederek hamile bırakan, yurtlarından çıkaran ve yaşam hakkı tanımayarak bağımsız olmalarını engelleyen barbar emperyalistlerin acımasızlıklarını meşru görüyor ki, Müslüman direnişçileri kınayabiliyor. Kahrolası, nasıl da döndürülebildi?

Allah, Nisa Süresi 74. ayette: “Dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşırlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”
Nisa Süresi 84.ayette: “Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha çetin, cezası daha şiddetlidir.”
Bakara Süresi 244.ayet: “Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir ve bilir.”
Enfal Süresi 39. ayette : “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer küfre son verirlerse, onları bırakın.”

Daha yüzlercesi….

Kâfir ve münafıkların itibarını kazanabilmek için onlara uyan Cübbeli Ahmet, hem Allah’a hem de peygambere ihanet ederek, hainlik ve münafıklıkla yaftalanmıştır. Ayetleri ayakları altına aldığı daha birçok konuyu açmaya gerek duymuyor, herkesin doğruyu bilmesi adına Kur’an’a davet ediyorum. Tek vahiy Kur’an’dır, diğeri şeytanidir. Allah, Ahzab süresi 1. ayette: “Ey peygamber! Allah’tan kork, kâfir ve münafıklara uyma. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.”

Ey doymak-bilmez Cübbeli!

“(Ey münafıklar! Boşuna) özür dilemeyin, çünkü siz iman ettikten sonra (tekrar) kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir grubu da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.” Tevbe. 66

1 Ağustos 2009 Cumartesi

CHP, acımasız bir bölücüdür…

Laiklik ve Atatürkçülük adına milletimizi kamplara bölerek birbirine düşman kılan CHP; kendi gibi Kemalist dine mensup Genelkurmay, yargı, üniversite ve medya gücüyle bölücü propagandalar, fasit yasalar ve psikolojik baskılarla yıkımın alt yapısını öyle hazırlamışlardır ki, farklı düşünce ve inanç taşıyan toplumumuzu kin ve nefretle doldurmuş, hak din İslam’a cephe almışlardır.

CHP’nin değiştirilemez, hatta değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilkeleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, apaçık bir CHP diktatörlüğü olup, Müslüman halkına ve farklı etnik taşıyan toplumuna amansız bir hasım olmayı sürdürerek, tabanda da aynı düşmanlığın ve kırılmanın artarak devam etmesine neden olmuşlardır.

Özellikle Müslüman kadının örtüsünü bir bez parçası, bir irtica ve bir ilkellik gören laik ve Kemalist anlayış, vahye karşı olan habis duruşunu öyle şiddetlendirmiş ki, Müslümanların görsel ve göksel yaşamlarını sınırlandırarak ve dışlayarak kamudan, iş hayatından ve eğitimden uzaklaştırmış; vatanları uğruna canlarını veren şehitlerin geriye bıraktıkları dul ve yetimlerini esarete mahkûm ederek, asla bağışlanamaz ihanetiyle temel hak ve hürriyetlere zincir vurabilmişlerdir.

Hatta geçmişte; kendini var edebilmek adına canlarını veren şehitlerin geriye bıraktıkları kadınların geçimlerini sağlamayarak ve namuslarına sahip çıkmayarak, “Manukyan” adlı Ermeni bir genelev patroniçesine sermayedar yapabilen devlet, yıllarca şehitlerin namuslarını satan bir patroniçeyi vergi ödülleriyle onurlandırabilmişti.

Taktıkları türbanlardan dolayı sokakta aşağılanan, hakarete uğrayan ve bulundukları yerden kovulan birçok türbanlı okuyucumun feryatlarına, özel bir sektörde çalışmak isteyen türbanlı üniversite mezunu bir kızımızın da medyaya akseden aşağılanması, Türkiye’nin nasıl bir felakete sürüklendiğine en somut delildir.

Sırf türbanlı olduğu gerekçesiyle işe alınmayan kızımıza firma yetkilisinin gönderdiği resmi mail, yeni bir Kurtuluş Savaşını zaruri kılabilecek haklılıktadır.

“Şeyma Hanım;
Başvurunuzu inceledik. Üzgünüz. Laik Atatürk Türkiye'sinde yaşayan, cumhuriyet çocukları ve muhafızlarından oluşan bir kurum olarak sizin gibi başörtüsü, türban, tesettür şeklindeki bez parçalarını dini inançlar ile hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen bu şekilde gösteren, tamamen siyasi amaç güden, din üzerinden ticaret, din üzerinden siyaset yaparak din sömürüsü yapan insanları bünyemizde barındırmıyoruz.
Unutmayınız; Demokrasi gericiliğin önünü açmak değildir.
İş arayışınızda başarılar.
Fatih bölgesini denemenizi şiddetle tavsiye ederiz.

İyi Çalışmalar.. Emir Onur Çilek Çilek Grup Gönderme tarihi: 22 Temmuz 2009 Çarşamba”

Bunun gibi ve bundan çok daha beter nice örnekler…

Türbanlı ana-kızın sabah koşusu yaptığı Suadiye sahilinde yanlarına yaklaşan bir kaç bayanın “burası sizin yürüyebileceğiniz yer değil, Fatih’e gidin” ya da lüks bir alış-veriş merkezinin mağazasını gezen türbanlı bir bayanı gören yaşlı bir çiftin “buranın havası değişti, hemen dışarı çıkalım” gibi binlerce aşağılayıcı tacizlerin sorumlusu o sefiller değil, onları kışkırtıp nifak sokan “bölücü laik devletin” ta kendisidir.

Laik ve Kemalist jakoben medyaşörler, yaşanılan gerçekleri örtbas edebilmek ve saptırabilmek amacıyla güya türbanlıların diğerlerine baskı uyguladıkları yalanıyla ürettikleri “Mahalle baskısı” gibi bir kavramla haklı çıkabilme yaygaraları, şüphesiz yaşanılan aşağılayıcı esareti gizlemeye yetmemektedir. Yaratık, bir tanrı mı ki açık ve kapalı konusunda herhangi bir yaptırımı kendinde görebilmekte ve kıstaslar getirebilmektedir?

Beş yılda bir yazılan, ana ilkeleri ve tehlike odakları asla değiştirilmeyen devletin gizli anayasası “Kırmızı Kitap”, MGK’ca hazırlanan bir Siyaset Belgesidir. Sözde Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit eden olayların yer aldığı siyaset belgesinde; Genelkurmay, iç siyasetin komutasında hareket etmekte, birinci sıradaki tehlike “İrtica”, ikinci sıradaki tehlike ise “Kürtçülük” olup, bu sıralama hiç değişmemektedir. Devleti var edip koruyup gözeten milletin Müslüman ve Kürt kesimi, tehlikeli birer düşman olmakla hedef gösterilmekte, dolayısıyla toplumumuzda bu paranoyadan fevkalade etkilenerek, birbirine düşman kesilmektedir.

Devletin “gizli anayasası” olan MGK Siyaset Belgesi, yani “Kırmızı Kitap” eski Genelkurmay Başkanı ve DYP milletvekili Doğan Güreş’e göre; “bütün politikaların tanrısıdır, anayasasıdır.”

Resmi anayasal açıdan hiçbir meşruiyeti olmayan MGK’nın Meclisi, hükümeti, milleti ve devleti güden despotizmine karşı konamaması ve lağvedilememesi, şüphesiz yıkıcı sorunları daha da derinleştirmiş, ülkeyi parçalanmaya götürmüştür.

Dış güvenlik ile ilgi hiçbir tasa taşımayıp, sürekli iç güvenliği bahane ederek, milletin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden Genelkurmay diktasındaki MGK, Türkiye’nin milli menfaatleri ve milli hedeflerini acze uğratarak, bütünsel gücüne büyük zararlar vermektedir.

Oysa TSK komutasını yürüten Genelkurmay’ın anayasaca belirtilen görevi, ülkeyi dışarıya karşı savunmaktır. Meclise, siyasete, hükümete ve millete müdahale etmek, düşünce ve inançlarına savaş açmak değildir.

Sözde seçilmiş milletvekillerini, meclisi ve hükümeti hegemonyası altına alarak, “gizli anayasa”sını uygulattıran MGK, mutlak surette yaşatılmamalıdır. Milletin söz hakkı olamadığı bir ülkede seçimler manipülasyondan öte hiçbir değer taşımamakta, bundan dolayıdır ki “oy” kullanarak onlara meşruiyet tanınmamasını öğütleyerek, her ne etnik, düşünce ve dinden olursa olsun, herkesin birbirine tahammül edip, hoşgörüyle birarada yaşamasının üzerinde durmuştum. Tıpkı Hz. Muhammed, halifeler ve Osmanlı devrinde olduğu gibi…

Ancak kim kime saldırır, sindirmeye kalkar, düşünce, inanç ve ırkına hakaret ederse, bilinmelidir ki karşı tarafında bilmukabele de bulunma hakkı Allah’ın emridir. Sert olana karşı sert, nazik olana karşı nazik olabilen bir insandır.

“Laik olmayan insan, insan bile değildir. Onların kanından şüphe ederim”, “Atatürk milliyetçisi değilseniz, vatan hainisiniz”, “Eğer eşlerinizi sizi dinlemiyorlar da dini inancımız falan diyorlarsa, onları boşayın” gibi alçak ve bölücü ifadeler, unutulmamalıdır ki MGK eski genel sekreteri ve Ergenekon Terör Örgütü üyesi Tuncer Kılınç ve eski Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden’e aitti.

Sürekli Müslüman Türkiye milletini aşağılayan ve ağza alınmayacak sözlerle tehdit eden Kemalistler, vahye iman etmiş Müslümanları nasıl düşman bellemişler ise, Müslümanlar da onlara hiçbir taviz vermeden karşı koymalıdırlar. Aksi takdirde aşağılık bir köle olmaktan kurtulamazlar. Onların sizlerden razı olmasına, övmesine, itibar göstermesine asla önem vermeyiniz. Onların sizleri nasıl gördüklerinin hiçbir önemi olmamalıdır. Çünkü en büyük güç, itibar ve şeref, Allah ve Resulünün yanında olmaktır.

Hiçbir din, siyasetten, yani devlet yönetiminden ayrı tutulamaz. Aksi takdirde o din olmaktan çıkar ve basit bir kültüre dönüşür. Kemalizm de tanrısı ve ilkeleri olan bir dindir ve Türkiye’deki siyaseti yönlendirmektedir.

Önce dinin ve siyasetin ne anlam ifade ettiğini, kavramsal açılımını öğrenin ki, yaratıcınız Allah’ın koyduğu kuralların siyasi mi yoksa kültürel mi olduğunu kavrayın. Vahiy düşmanı Kemalistlerin bir yaratığı tanrı edinerek ilke ve inkılâplarını kutsallaştırıp siyasallaştırmalarının asıl amacını tahlil edin, neden ısrarla irtica adına vahye savaş açtıklarını anlamaya çalışın.

Çünkü onlar öyle sinsi ve korkaktırlar ki, hedeflerinin doğrudan vahiy olduğunu itiraf etmekten kaçınır ve irtica gibi muğlâk ve yabancı bir kelimenin ardına sığınarak, tıpkı laikliğin Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklı tanrı gören anlayışını gizlemeleri misali, Müslüman olduklarını vurgulayan haçlı ajanları gibi, alttan alta asimilasyon amaçlarını sürdürmektedirler.

Artık o güvendiğiniz ilahiyatçılar, hocalar ve politikacılarınızın hırssal çıkarlarına alet olmayınız ki, güç, itibar ve şeref bahşeden dininize, kitabınıza ve Müslümanlığınıza fiyat etiketi biçmeyiniz. Çünkü kabul edilmiş bir yanlışlık, kazanılmış bir zehirdir. Gascoigne.

“Bilmiyorlar, bilseydiler yapmazlardı.Hz. Muhammed (S.A.V)

Unutmayınız ki, bir toplumu mahvetmenin yolu akılları karıştırmaktır. Einstein, dinsiz bir bilimin topal olduğunu ve inanmamanın imkânsızlığını tespit ettiği halde; devletsiz, siyasetsiz bir din olabilir mi?

Dinsiz bir bilim, nasıl ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüşüyor ise, dinsiz bir devlette; siyasetin, hakkın, adaletin ve vicdanın olmadığı acımasız bir diktatörlüğe dönüşmekte, hürriyetler gasp edilmektedir.

Başkalarının süslü ve yaldızlı abartılarını izleyerek, onları “bilge-tanrı” yapacağınıza; neden dinledikleriniz ve öğrendiklerinizi araştırarak ve sorgulayarak, “bilge-kul” olmuyorsunuz?

“Politikacılar ve din adamları tıpkı hırsızlar gibidirler. Hırsız para ve eşya çalar, onlar inançları, umutları, bağımsızlığı, erdemliği, gücü, imanı ve namusları çalarlar.”