30 Ocak 2011 Pazar

Dear Egyptian Public...

I do congratulate your jihad against the pharaoh called Hüsnü Mübarek who is sub-contractor of crusade imperialists by reaching the honor of being Muslim upon removing the dead soil cover over you gratefully.

This honorable standing against colonial dictators after being crushed like a bug by being silent and hindering Allah’s assistance and support, will hopefully be an example and guidance to other societies, being a proof that Muslims are masters but not slaves in the past to whole world.

Displaying a person like Ahmet Şefik met with sympathy by you and government manipulations of Husnu Mubarek to remain in power, should not make you step back, but keep fighting for the name of Islam and Allah until the last drop of your blood to remind live in your eternal life.

By Jihad way, following routes of Prophet and Allah like your ancestors show the determination, courage, power and victory of Muslim power. Like the cruel Zeynel Abidin Bin Ali rejected by Tunisian people, not only you but whole Moslems must topple down co-imperialist governments by providing justice and peace, burying colonials until eternity.

Never be a fraid humans or governments. Because you are Muslims worshipping to Allah and day of Ahrat. There is no one who can survive by escaping from struggle. Any mind which accepts a situation ready to loose world and Ahrat in a life where a second after is unknown is only a deviated mind which is not human’s or Moslem’s mind.

“Say: Running away will not profit you if ye are running away from death or slaughter; and even if (ye do escape), no more than a brief (respite) will ye be allowed to enjoy!" Ahzab.16

You have been disgraced and humiliated in your country shed with your blood. When pharaoh like Husnu Mubarek offering your people, honor, religion to your eternal enemies to remain in power. Never let Mubarak escapes like future president his son punish him for whatever he did. Also punish whoever assists him.

Now it is time to pay back for ruthless colonnials. It is time for USA and Israel to do ask for pardon!

As regimes of Zeynel Abidin and Husnu Mubarek been bankrupted (collapsed) and paying back succeeded by courageous people, the time of paying back of regimes is not far like Turkey, Saudi Arabia, Yemen, Jordan, Syria and etc…

My life spent in battlefields,
there is no part of my body not to be wounded by arrow or sword,
but I give my life in my bed.
Good news!
For those cowards escaping from battle…

Halid Bin Velid

28 Ocak 2011 Cuma

İktidar mı; sokaktaki bir vatandaş mı?

İsrail terör devletinin uluslar arası açık sularda yardım gemimize saldırarak 9 vatandaşımızı şehit edip onlarcasını yaralayarak yardım gönüllülerini derdest etmesinin ardından, “Kimse bizden İsrail’e savaş ilan etmemizi beklemesin” teslimiyetiyle Türkiye’yi utanca ve yenilgiye mahkûm eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, milletimizin ve insanlığın şerefi Kanuni Sultan Süleyman gibi bir onura atılan iftiralar, ahlaksızlıklar ve başımızı öne eğecek skandala karşı hala bir yaptırıma gitmeyerek, “endişe ve üzüntü verici” ifadelerle sanki sokaktaki bir vatandaş gibi şikâyette bulunması, dâhili haçlıların nasıl bu kadar cüretkâr olabildiğine açık bir kanıttır.

“Sadece Atatürk ile ilgili hatırasına alenen hakareti suç sayan bir kanun yürürlüktedir. Bunu diğer tarihi şahsiyetler için de geçerli kılmak herhalde mümkün değil” yaklaşımı, oy veren millete açık bir ihanettir. Bülent Arınç, altın prangalarıyla hükümetin iktidar değil bir emir eri olduğunu ortaya koymuş, yasa yapıcı meclisin CHP diktatörlüğünün hegemonyası altında görev yaptığını itiraf eden açıklamasıyla bir kez daha istifasını zaruri kılmıştır.

İsrail’in saldırısından çok daha can yakıcı ve vahim bir saldırıyla karşı karşıya olan milletimiz, Arınç’a bağlı RTÜK’e başvurarak, söz konusu haçlı dizisiyle ilgili gerekli önlemlerin alınıp kendi vatanlarında ecdatlarına hakareti sindiremediklerini, şehit ve ecdatlarının onur ve hatıralarına sahip çıkmayan bir devletin kendilerine ait olmadığı, dolayısıyla böyle bir devlet adına can vermenin de intihar olabileceği düşüncesiyle derhal harekete geçilmesi talebinde bulunmuşlar ama masonik baskı, sözde sanatın özgürlüğü ve evrenselliği gerekçesiyle hain dizinin yayınlanması durdurulmamıştır. Kahraman ecdadına küfrettirebilen bir hükümet, o milletin ruhsuz bir bedenden farksız ölü ya da zincirlere vurulmuş bir tutsak olduğunu belgelemektedir.

Hak ve adaletin egemenliği adına barbarlara karşı savaşarak, hükmettiği topraklarda din ve ırk farklılıkları gözetmeksizin tüm insanlara özgürlük kapılarını açan atamız Osmanlıyı, “barbar ve seks düşkünü” göstermeye çalışan dizinin amacı; barbar haçlıların taşeronu olarak Müslüman milletimizi elimine etmeye çalışıp, tamamen geçmişimizden koparabilme gayretiyle sözde medeni ırka dönüşmüş imajı verebilmek içindir. İşte bundan dolayı Osmanlı’yı karalayıp Avrupa medeniyetinin yüksek ırkının bir üyesi olduklarını ispatlama arayışındadırlar. Ne de olsa işgal sırasında ya haçlıların fışkırttıkları ya da Batıdan getirtilen damızlıkların dölleridirler. Oysa Osmanlı’ya hakaret, Müslüman milletimize hakarettir.

Evrimci laiklerin yaradılış teorisyeni Charles Darwin, 85 yıllık Türkiye’yi çok önceden görerek; “Düşünün ki, birkaç yüz yıl önce Avrupa Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar risk altında kalmıştı ama bugün, Avrupa’nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çokta uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağılayıcı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini görüyorum.”

Mütareke döneminde İngiltere yanlısı tutum izleyen, İngiliz Muharipleri Cemiyeti’nin kuruluşunda aktif rol oynayan, Kürt Teali Cemiyeti’nin üyesi ünlü İslam düşmanı, vatan haini ve mason olan CHP’nin fikir önderlerinden Abdullah Cevdet; Allah’ı ve Hz. Muhammed’i inkâr ederek haklarında hakaret içeren yazılar yazıp, Müslümanları ve Osmanlıyı aşağılamakla kalmayarak, Batı’dan damızlık erkek getirilerek Türk ırkının değiştirilmesi konusunda mücadele vermiş ve CHP’lilerce büyük takdir görmüş bir şeytandı. Müslümanlara ve Osmanlıya saldırılanların ataları, işte Batı’dan damızlık olarak getirtilen haçlıların Türkiye’de bıraktıkları varisleridir.

Ayrıca, Kürt Teali Cemiyetinde omuz omuza Osmanlıya karşı mücadele vermiş Said Nursi’nin Abdullah Cevdet gibi bir zındıkla aynı safta birleşmesini açıklayabilecek bir nurcu var mıdır?
Avrupalı ırklar tarafından yozlaştırılarak elimine edilen Müslüman Türklerin, Darwin’in yaklaşık 250 yıl öncesinde bulunduğu öngörüyü haklı çıkaracak dönüşümü tüyler ürperticidir. Haçlı düşmanlarımızın kin, nefret ve öçleri bir yana, “Muhteşem Yüzyıl” dizisi ve benzer fikir sahibi dahili bedhahların hınçları derinden hançerlemektedir.

Kimi diziye destek veren insanlık ve şereften sıyrılmış Taraf Gazetesi gibi pespayelerin; tepki gösteren halkımızı saçmalıkla itham edip, “diziler tarihi birebir yansıtmayabilir” görüşleri, insan değil hayvandan da daha aşağı sapıklar olduğunu ortaya koymaktadır. Oysa birey ve toplumlumlar, asaletleri ve tarihleriyle itibar ve saygı duyarlar. Siyasi düşünce, davranış ve fikirler eleştirilebilir, fakat milletlerin aynası tarihi kişiliklerin özel hayatları hele de iftiralarla karalanmaya çalışılmalarına asla müsaade edilemez ve hoş karşılanamaz. Atatürk’ün dahi fikirlerinin dışındaki özel yaşamıyla ilgili ifadelere şiddetle karşı koymuş ve yapanları ahlaksızlıkla suçlamışımdır. Bir evladın anası ve babası ne kadar suçlu ve ahlak dışı da olsa, asla aleyhlerindeki bir saldırıya tahammül edemez.

Eski İngiliz başbakanı Gladstone’nun; “Türkler, insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz” düşüncesiyle, söz konusu diziyi senaryolaştıran, kurgulayan, yapımını gerçekleştiren, rol alan, yayınlayan Show TV, izin veren RTÜK, hükümet ve destekleyip izleyenlerin ne farkı var? Haksızlığı işleyen ile haksızlığı kayıran ya da susanın bir farkı var mı? “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Hz. Muhammed (SAV)

Fransız düşünür Auguste Comte, masonluk kanalıyla Osmanlı toplumunu dinden uzaklaştıracak telkinlerde bulunarak, laik reformcuları örgütlemiştir. Comte, Tanzimat Fermanının mimarı mason Mustafa Reşit Paşa’ya yazdığı mektupta, Osmanlı halkının İslâm’ı bırakıp din olarak pozitivizmi benimsemesini tavsiye etmiş, böylece “faydasız olan siyasi birlik fikrinden”, yani Osmanlı’nın ve dünya Müslümanlarının birliği düşüncesi olan hilafetten vazgeçilmesi gerekliliğini vurgulamıştı. Comte, Osmanlı halkına “Allah yerine hümaniteyi” benimsemelerini tavsiye ederek, Atatürk Türkiye’sindeki laik düşünce ve devrimlerin ilk temellerini attırıp, hilafeti kaldırtmış, böylece dünya egemenliği elimizden alınmıştı.

Kendi ırkı ve medeniyetinden utanarak Avrupalıyı üstün bir medeniyet telakki eden CHP, barbar ve haydut Batı’yı örnek alarak, şerefli geçmişine ve medeniyetine düşman kesilip Türkiye’yi bitirmiştir. Unutulmamalıdır ki Kanuni Sultan Süleyman, aslı Osmanlı ama günümüz Kemalistlerin tanrısı Atatürk gibi saltanat sürdüğü Dolmabahçe Sarayında ya da Topkapı Sarayı’nın iddia edilen harem âlemlerinde değil, son nefesinde dahi asla vazgeçmediği barbar Avrupa’ya düzenlediği cihadı seferde ruhunu teslim etmişti.

Ayrıca Atatürk, neden başkent ilan ettiği Ankara-Çankaya’da değil de saltanat gerekçesiyle devirdiği Osmanlı Sarayı ve merkezi İstanbul’da saltanat sürüyordu? Harem hayatları, saltanat ve şatafatla eleştirilen Osmanlı padişahlarının o kadar güç ve ihtişamlarına rağmen Savorana gibi bir yatları asla olmamış, 1903’te II. Abdülhamit için yaptırılan son derece mütevazi ve Savarona’nın yanında balıkçı teknesinden farksız Ertuğrul yatıyla son dönemini noktalamışlardı. Ki, II. Abdülhamit bir kez olsun Ertuğrul’a binip keyif sürmemiş, I.Dünya Savaşında da donanma emrine verilerek, İstanbul’dan Çanakkale’ye cephane taşımıştı. Ne acıdır ki o tarihi geminin hatırasına bakılmaksızın, sırf bacasından çıkan kurumların İngiltere Kralı VII. Edward’ın beyaz elbiselerini kirletti diye Atatürk tarafından cezalandırılıp parçalattırılmıştı.

Muhakeme edebilen yabancılar şapka çıkarıyor ama içimizdekiler küfredebiliyor…

Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta’ya; “Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli toplulukları, Topkapı Sarayı’ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazı bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?” diye sorulduğunda, Prof. Hutterrohta: “Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin’in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini plânlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır.”

Hatadan münezzeh, yaratıcı olma sıfatıyla sadece ve sadece Allah’tır. Velev ki Kanuni veya diğer sultanlar içki içmiş ve harem sefaları sürmüş olsun diyelim. Ancak onlar tüm dünyaya hükmederken, sizler Batının artıklarını ve müstemlekeliğini şeref addediyor, ölülerden medet umuyor, kurtarıcı tanrı diye kıyamda bulunup, ahlaksızlığın en derinini çağdaşlık adı altında yaşamıyor musunuz? Önce bir kendinize bakın, sonra bir başkasını eleştirin…

Bir fahişenin hata yaptı diye iffetli birini eleştirme hakkı yoktur. Eleştirebilmesi için önce tövbe edip fahişeliğine son vermesi gerekir.

İşte belden aşağı iftiralar düzerek Osmanlı’yı yaralayabileceklerini sanan ucube sapıklar, aslında Osmanlı üzerinden İslam’a, Müslüman Türklere ve medeniyetimize saldırmaktadırlar. Oysa üstün bir medeniyet olarak göstermeye çalıştıkları Batı, gayrimeşru sapık ilişkilerinden dolayı cinsel hastalıklarla kırılırlarken, Osmanlı topraklarında tek bir cinsel hastalık vakıası dahi görülmemişti. Çünkü iddia edilen ne gayrimeşru bir harem hayatı ne de kadınların satıldığı köle pazarları, fuhuş ve zina vardı. Geçmişle günümüzü kıyasladığımızda; çocuk pornosu gibi bir sapıklıkta Türkiye’nin dünyadaki birinciliği, nereden nereye geldiğimizi de ortaya çıkarmaktadır.

Batı medeniyetine karşı Osmanlı İslam medeniyetini yermek maksadıyla ahlaksız bir millet olarak gösterilmeye çalışılan Türkler, hala bu dizinin yayınına izin verebiliyorlarsa, sapıklıktaki dünya birinciliğimizi de ikrar ediyorlar demektir.

Diziye özgürlük ve yasak karşıtı düşüncesiyle destek veren başta Kemal Kılıçdaroğlu ve Ertuğrul Günay gibiler; acaba 1921-1923 arası Sağlık Bakanlığı yapmış ve Atatürk’ün yakın arkadaşı Dr. Rıza Nur’un “Hayat ve hatıralarım” adlı kitaplarında Atatürk ile ilgili dile getirdiği fevkalade vahim ve çarpık ilişkilerinin dizi yapılmasına razı olabilir, aynı şekilde “tarihi de kendi zamanı ve gerçekliği içerisinde değerlendirmeye çalışalım, yasakçı anlayışla yola çıkmak doğru değildir’’ savunmasında bulunabilirler mi?

Eğer Dr.Rıza Nur’un hatıraları iftira ise; Batılıların savaş meydanlarında yenemedikleri Osmanlıyı ahlaken çökertip toplumsal güç ve birlikteliğini kırabilmek için tamamen haremle ilgili cinsel hayalleri belge alınarak Kanuni’yi şehvet düşkünü göstermek asla hoşgörüyle karşılanamaz. Üst düzey devlet adamlarının dahi giremediği padişah evi yani haremine Batılılar, özelikle raporlar düzenleyen korsan Venedik elçileri nasıl girebilmiş?

Geçmişine ve ecdadına hassas sandığım Başbakan Erdoğan’ın duyarsızlığı, Batı zehrinin bir etkisi olsa gerek. Halkının içi kan ağlar ve berzahtaki ruhlar intikam adına öfkelenirken; şahsına ve partisine yapılan hakaretlere aslan kesilebilen Başbakan Erdoğan, Kanuni gibi bir ecdadına yapılan hakareti sindirerek göstermelik bir tepkiye bile cesaret edememesinin ardında AB hedefine ulaşamama kaygısı yatmaktadır. Sonuçta Batı’yı memnun eden bir diziye yasak getirebilmesi mümkün müdür? Öyle ki, gururla takdim ettiği kadim dostu Yunan Başbakanı Papandreu’yu yalnız bırakmamak için Cuma namazına dahi gitmemekte bir sakınca görmeyen Başbakan Erdoğan, yine de övdüğü dostundan büyük bir darbe yiyerek, işgalcilikle aşağılanabilmiştir. Böylesi bir sonuç; Allah yerine Papandreu’yu tercih edip Cuma namazına gitmemesinin bir tokadı mı, yoksa Kanuni Sultan Süleyman’ın bir laneti mi, bilemiyorum. “Altın prangalar demir olanlardan çok daha kötüdür.” M.Gandhi

“Müslüman Türkler, kuzey ve güneydeki göçebeler, zenciler ve bizim coğrafyamızda yaşayıp da onlara benzeyenler, tabiatı çok daha düşük sesli bazı hayvanların tabiatına benzer, bunlar insan seviyesinde değildirler. Seviyeleri bir insan ile bir maymunun seviyeleri arasında bir yerdedir. Çünkü görünüşleri maymundan daha çok insana benzemektedir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslümanlar ve Hıristiyanlar, başka ilâhlara tapınan putperestlerdir ve dolayısıyla dolaylı yoldan öldürülmeleri doğrudur.” Haham Sofer

Sözde halkın düşünce, duygu ve iradesini temsil ettiği sanılan bir hükümet, milli ve manevi değerleri olduğu sanılan bir millet, hala böylesi alçaltıcı bir dizinin yayınına izin verebiliyorlarsa; bundan böyle dizi yayından kalkana kadar yazı yazmayacağım.

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” Furkan. 44



9 Ocak 2011 Pazar

Allah yerine hümaniteyi savunanlar dindışıdır...

Hümanizm; “insan sevgisi, barış ve kardeşlik” gibi olumlu mesajlar çağrıştırsa da, sosyal ve siyasi kriterler ve düzeni Allah otoritesinde değil insanlarda olduğunu okült (gizlibilim) kurallarına bağlamış dindışı bir düşünce sistemidir. Bir başka deyişle insanı; Yaratıcıdan, peygamberlerden ve dinlerden yüz çevirmeye, sadece kendi varlığı ve benliği ile ilgilenmeye çağırarak, insanları yegâne amaç ve odak noktası haline getirmiştir. Hümanizmin İngilizce’deki sözlük anlamı; en iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de insanlarda olduğudur. Nefsi en hümanist ve insan hakları savunucusu şeytandır, böylece hümanistler bilinçli ya da bilinçsiz satanisttirler.

Hümanizm, tüm gerçekliğin bizzat doğanın ya da insanın kendisinden ibaret olduğuna inanır, evrenin temel materyali, zihin değil madde-enerjidir. Hümanizme göre; doğaüstü varlıklar yani Allah ya da ruh gerçek değildir; yani insan düzeyinde, insanlar doğaüstü ve ölümsüz ruhlara sahip değildirler ve tüm evren düzeyinde, evrenimizin doğaüstü ve sonsuz bir Yaratıcısı yoktur. Dolayısıyla Yaratıcı’yı, Mutlak İrade’yi ve vahyi reddeden hümanizm; doğrudan doğruya ateizme dayanmaktadır.

Bu gerçek, hümanistler tarafından da açıkça kabul edilir. Geçtiğimiz yüzyılda hümanistler tarafından yayınlanan iki önemli “manifesto” vardır. Birinci manifesto 1933 yılında yayınlanmış, dönemin bazı ünlü isimler tarafından imzalanmıştır. 40 yıl sonra 1973′te yayınlanan II. Hümanist Manifesto ise, birincisini teyit etmiş, ancak aradan geçen zamanın gelişmelerine göre bazı ilaveler içermiştir. II. Hümanist Manifesto’yu binlerce düşünür, bilim adamı, yazar ve medya üyesi imzalamış ve bu doküman, hala son derece aktif olan American Humanist Association (Amerikan Hümanist Birliği) tarafından okült temelinde bir kıstas olarak savunulmaktadır.

Manifestoları incelediğimizde; her ikisinde de en temel görüşün; evrenin ve insanın yaratılmadığı, kendi başına varolduğu, insanın kendisinden başka hiçbir varlığa karşı sorumlu olmadığı, Allah inancının insanları ve toplumları geri götürdüğü gibi bilinen ateist dogma ve propagandalar olduğu görülür. Tıplı Türkiye’deki CHP’li Kemalist ve laik aydın yığınlarının görüşleri gibi!

Örneğin I. Hümanist Manifesto’nun ilk altı maddesi şu şekildedir:

1- Dinsel hümanistler, yani satanistler evrenin kendi başına var olduğunu ve yaratılmadığını kabul ederler.
2- Hümanizm, insanın doğanın bir parçası olduğuna ve sürekli bir işlemin (sürecin) sonucunda oluştuğuna inanır.
3- Hayat hakkında organik görüşü kabul eden hümanistler, zihin ve beden arasındaki geleneksel düalizmi reddederler.
4- Hümanizm, insanın kültür ve medeniyetinin, antropoloji ve tarih tarafından açıkça tanımlandığı gibi, insanın doğal ortamıyla ve sosyal birikimiyle olan ilişkisinden kaynaklanan kademeli bir gelişimin ürünü olduğunu kabul eder. Belirli bir kültür içinde doğan birey, büyük ölçüde o kültür tarafından şekillendirilir.
5- Hümanizm ileri sürer ki, evrenin modern bilim tarafından tanımlanan doğası, insan değerlerine ait herhangi bir doğaüstü ve kozmik garantiyi kabul edilemez hale getirir…
6- Bizim kanaatimiz gelmiştir ki; teizm, deizm, modernizm ve çeşitli “yeni düşünce”lerin zamanı geçmiştir.

Yukarıdaki maddeler; materyalizm, darvinizm, sosyalizm, kapitalizm, ateizm ve agnostisizm gibi isimler altında ortaya çıkan şeytan egemenli ortak bir felsefenin doktrinleridir. İlk maddede “evren sonsuzdan beri vardır” şeklindeki materyalist dogma öne sürülmektedir. İkinci madde, insanın, evrim teorisinin öne sürdüğü gibi, yani yaratılmadan varolduğu iddiasıdır. Üçüncü maddede, insan ruhunun varlığı reddedilmekte, insanın maddeden ibaret olduğu iddia edilmektedir. Dördüncü maddede “kültürel evrim” iddiası öne sürülmekte ve insanın “fıtratının” (yaratılıştan gelen özelliklerinin) varlığı reddedilmektedir. Beşinci madde, Allah’ın evren ve insan üzerindeki hâkimiyetini reddetmektedir. Altıncı madde ise, “teizm”, yani Allah ve peygamber inancının terk edilmesi gerektiğini, bunun “zamanın gereği” olduğunu savunmaktadır.

Özgürlük ve demokrasi adına küresel yenidünya düzeninin teorisyeni masonlar, kendi üyelerine özgü yayınlarında; örgütün hümanist felsefesini ve bu felsefe içinde İlahi dinlere karşı duyulan düşmanlığı detaylı ama bilimsel bir örtüyle tarif ederler.

Masonlar, fiziki şeytanlar olarak Allahsız ve dinsiz bir dünya var edebilmek adına insan egemenli laik devrimleri körüklemişler, son derece acımasız yöntemler kullanmışlardır. Hümanist masonlar, tıpkı Drakula misali öyle vahşetlere imza atmışlar ve atmaya devam etmektedirler ki, insanların kulağından başlayarak tüm boğazını saracak şekilde kesmişler, karınlarını yarmışlar, bağırsaklarını çıkarmışlar, cinsel organlarını parçalamışlar, gözlerini oyarak burunlarını koparmışlar, kollarını ve ayaklarını kesip çeşitli yerlere dağıtarak halka korku ve panik vermişler, devrimleri ateşleyerek ihanetlere ve ayaklanmalara, sayısız komplolar düzenleyerek yıkıcı skandallara neden olmuşlar, gerçekleştirdikleri manipülasyonlarla insanları kıtlığa ve açlığa mahkûm etmişler, fitne çıkararak yağma ve yıkımlarla anarşiyi yaygınlaştırmışlar, akla ve hayale gelmeyecek her türlü kötülüğün merkezi olmuşlardır. Masonların siyasi faaliyetleri ve tüyler ürpertici cinayetlere kadar varan suçlarının yanı sıra, örgütlenme yapısı ve uyguladığı ayinler de oldukça dehşet vericidir.

Masonluk felsefesi; sömürgecilik, emperyalizm, kan, şiddet ve ölümdür!

Masonluk felsefesi, İslam gibi İlahi bir dinin yerine pagan (çok tanrılı din) inancı ve dünya görüşünü yerleştirmeyi amaçlayan, bu hedef uğruna her türlü “tek tanrılı” inancı ve kurumu hedef alan, mistisizm ve okültizm boyasına batmış materyalizme dayanan satanist bir öğretidir. Tapınak şövalyelerinden miras kalan bu öğreti, masonluğun özünü oluşturmaktadır. Masonluk, bu pagan öğretiyi en yüksek derecelerde tam olarak açıklar, daha alt derecelere ise kademe kademe aktarır.

Masonların küresel stratejisi ise söz konusu öğretiyi, olabilecek en cazip şekilde, geniş kitlelere empoze etmek ve bu öğretinin karşısında duran güçleri ortadan kaldırmaktır. 18. Yüzyıldan bu yana Batı dünyasında gelişen fikri akımların ve siyasi hareketlerin perde arkasında, işte masonluğun bu dünya çapında stratejisi yatmaktadır. Yeryüzünün küresel en büyük sömürgeci ve emperyalist imparatorluğu olan masonluk; gizliliğe hayati önem verir ve sırları deşifre edenler acımasızca katledilirler. Emelleri azda olsa kamuoyunca deşifresi masonları tedirgin etmiş, böylece gizlilik ilkelerinin kapılarını biraz aralayarak güven amaçlı açılım manipülasyonları ve toplumların içeriğini bilmedikleri hümanist söylemleriyle aleyhlerindeki yargıyı kırmaya çalışsalar da, insani söylemlerinin hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır.

Nerdeyse tüm devletleri ele geçirdiklerinden onlara karşı hiçbir hükümetin yaptırım uygulayamamaları çıkar endeksli etkiden dolayıdır. Çünkü çıkar ve fırsat; insanlığın, hak ve adaletin yegâne düşmanıdır. Masonluk doğası gereği gizli bir örgüt olduğu için, tıpkı “Karındeşen Jack ve Fransız Devrimi” misali örgütün tarihteki tüm faaliyetlerini tek tek ortaya dökmek mümkün değildir. Osmanlının yıkılıp CHP Diktatörlüğünün kuruluşu ve sonrasında meydana gelen devrimler, darbeler, krizler, komplolar, kaoslar ve terör örgütlerin tamamı masonik düşüncenin bir sonucudur.

Gizli derneklerin ve okült (antik çağ uygarlıklarındaki gizli bilim) gruplarının ki bunlar antik ezoterik öğretilerin koruyucusudurlar, milletlerin tarihi üzerinde binlerce yıldır oldukça güçlü ve çoğu zaman da hayati rol oynadıkları çok az bilinen gerçeklerdir. Masonlar, Tapınak şövalyeleri veya Gül-Haçlar olarak, Fransız, Amerikan ve Atatürk devrimlerinin akışını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının fikri öncüleridirler. Kemalizm’in bir masonluk olduğunu biliyor musunuz?

“Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur.” Atatürk

Naziler, faşistler, İngiliz güvenlik güçleri, Amerika’nın kurucuları, CHP ve hatta Vatikan, şu veya bu şekilde okült komplosunda rol oynamışlardır. CHP’nin masonik felsefeyle ilkeleştiği ve laik düşünceyle dini, devlet ve siyasetten koparabilmek amacıyla vahye baskı uygulayan karanlık bir odak olduğu her ne kadar saklı değilse de, Atatürk’ü kurtarıcı bir joker olarak kullanması perdenin aralamasına fırsat vermemektedir.

İngiliz tarihçi Michael Howard’ın da belirttiği gibi, söz konusu mücadele tek bir kalıp içinde değildir. Neo-pagan gelenekten doğan felsefi veya siyasi akımlar; Fransız Devrimi’ni hazırlayan “Aydınlanmacılar”dan tüm Avrupa’da sosyalist bir devrim yapmak isteyen Bavyera İlüminatilerine, Nazi partisinin temellerini atan Alman ırkçılarından İtalyan milli birliğine öncülük eden Carbonari örgütüne kadar geniş bir yelpazede uzanmaktadır. Bu akımlar arasında önemli farklar bulunmasına rağmen hemen hepsi, dinin toplum hayatından dışlanması, dini inançların yerine materyalist ve natüralist felsefenin benimsenmesi ve dini kurumların baskı altına alınması gibi temel bazı noktalarda ittifak etmişlerdir. Türkiye’deki devrimlerde aynı felsefeyle yapılmıştır.

İşte masonluk, bu temel ittifak noktası üzerinde 18. yüzyıldan bu yana farklı şekillere girmiş, kendi bünyesine farklı siyasi veya felsefi akımlardan insanlar katmıştır. Hatta yukarıdaki alıntıda da belirttiğim gibi, masonluk Vatikan’a da sızmış ve bu kurumu kendi felsefesine göre yönettiğinden, Hıristiyanlık vahiysel bir din olmaktan çıkıp putperest özgürlükçü bir teolojiye dönüşmüştür. Maalesef Türkiye’deki ilahiyatçılarda aynı hedef peşinde olup, sokakta Allah, devlette Atatürk tanrılığını hazmederek İslam’ı paganlaştırmaya çalışmaktadırlar.

Masonluğun bir diğer kayda değer yönü ise, üyeleri için önemli bir menfaat aracı oluşturmasıdır. Bu örgüt pagan olduğundan üyelerinin idealist hedeflerden çok dünyevi kazançlar peşinde olması doğaldır. Bu nedenle masonluk bir taraftan felsefi gibi görünen bir mücadele yürütürken, bir yandan da siyasi ve ekonomik bir çıkar odağı Tapınakçı geleneğin masonluğa dönüşümü içinde, bir takım yan kollar olarak da ortaya çıkmaktadır.

Gül-Haçlar bunların biriydi. Bir diğeri ise, okültizm (gizlicilik) tarihinin en tartışmalı örgütlerinden biri olan İllüminati (Aydınlanmışlar) Derneğiydi. Günümüz entelektüellerinin işaret ettiği aydınlanma, işte bu felsefedir. Din karşıtlığı bir aydınlanmadır.

Almanya’nın güneyindeki Bavyera bölgesinde kurulduğu için “Bavyera Aydınlanmışları” olarak da bilinen dernek, masonik ideallere uygun bir siyasi düzeni devrim yoluyla kurmak amacı taşıyordu. Allah’a ve dinlere şiddetle düşman olan İllüminati, Adam Weishaupt adlı bir hukuk profesörü tarafından kurulmuştu.

Fehmi Koru, davetlerine icap ettikten sonra haklarında olumlu düşünceler ileri sürdüğü İllüminiti’nin 1954 yılında ortaya çıkardığı Bildenburg Organizasyon’unu komploculukla suçlamış ve toplantılarına katılan medya patronları ve gazetecileri “medyanın yalancıları ve fahişeleri” olarak yaftalamıştı. Daha sonra Fehmi Koru, nasıl oldu da Bildenburg toplantılarına katılarak, “dünya üzerinde kararlaştırdıklarını hayata geçirme gücüne sahip olan, hükümetler devirip hükümetleri işbaşına getiren örgüt” övgüsünü ne bedel karşılığı yaptığı bilinmese de, tıpkı cennette yaşayan şeytan misali geçmişte Müslüman olan Fehmi Koru’nun yalancı mı, fahişe mi, yoksa bir devşirme mi olduğu soru işaretidir. Şeytanı cennetten çıkaran benlik, Fehmi Koru gibileri neden İslam’dan çıkarmasın ki?

Adam Weishaupt, örgütün amaçlarını şu şekilde sıralamıştı:

1- Bütün monarşilerin ve düzenli hükümetlerin feshedilmesi,
2- Şahsi mülkiyet ve verasetin feshedilmesi,
3- Aile hayatı ve evlilik kurumunun feshedilmesi ve çocuklar için komünal bir eğitim sisteminin kurulması,
4- Bütün dinlerin feshedilmesi…

Komünal yaşam; kadınların da ortak olarak kullanıldığı yasamdır. Yaratılış fıtratlarına rağmen erkek ve kadını ayırmayıp insan temelinde bütünleştiren, dolaysıyla gayrimeşru ilişkileri tetikleyip babasının kim olduğu belli olmayan, daha doğrusu babasının kim olduğunun bir önemi olmayan ortamın adıdır.

CHP, İllüminati mason kuralları doğrultusunda Türkiye’de ki eğitim sistemini komünal bir yapıya dönüştürmüş, devletin dinini feshedip siyasetten uzaklaştırmasıyla zina gibi ahlakı yozlaştıran birçok düşünce ve davranışı serbest bırakmıştır. Türkiye’deki Atatürkçü birçok dernek ve medya, mason ilkeleri adına faaliyet göstermekte, dolayısıyla sinsice ecdadımıza ve dinimize saldırarak, Müslüman Türkiye’yi tamamen sekülerizme dönüştürmeye çalışmaktadırlar. O kadar ki, ülkemizdeki ilahiyatçılar dahi mason felsefesi olan hümanizmi baz alarak fetva vermektedirler.

Müslüman milletimizin devletini masonik kurallarla temellendirip organize olduktan sonra masonluğun lafta yasaklanması hiçbir şey ifade etmemiş, CHP’nin anayasallaştırdığı değişmez masonik ilkeler aynen sürdürülerek, masonluk daha da güçlenip prestij kazanmıştır.

Hümanizm felsefesiyle yapılandırılmış ‘insan hakları’ tamamen şeytani bir manipülasyon olup, suç imparatorluğunun yegane müsebbibidir. Ancak kuralları yaratıcı Allah değil de odak haline getirilmiş insan koyar ise, hiçbir taviz verilmeksizin mutlaka cezalandırılmaları gereken suçlular hümanist düşünceyle serbest bırakılır. Gerekçesi ne olursa olsun herhangi bir suçlunun affedilmesi, insanlık cinayetidir. Vahiy adına dinin birinci derece tehlike ilan edilip devletten dışlanması yargıda dahi ayırıma tabi tutulabilmekte, geçmişte pkk teröristlerine karşı müttefiki olduğu Hizbullah adlı örgütün yasal haklardan istifade ederek tahliye edilmeleri, özellikle mason medya üyelerini kudurtabilmektedir. Söz konusu yasadan yararlanan pkk’lı teröristler, katiller, tecavüzcüler, uyuşturucu baronları ve mafyanın tahliye edilmelerini değil de Hizbullah üyelerinin tahliyeleri adına programlar düzenleyip öfke patlamasında bulunan masonlar, Hizbullah’ın itikatlarından dolayı pkk’yı zararsız ve dost belleyebilmektedirler. Onlara göre Müslümanlar bir tehdittir, pkk gibi acımasız canavar ve suç makinelerinden daha zararlı ve tehlikelidirler.
İnancı, ırkı, ideolojisi ve rütbesi ne olursa olsun hiçbir suçluya müsamaha ve ayrıcalık gösterilmemeli, toplumun bekası adına idam geri getirilmelidir. Merak edilmesin Allah, yaratıcı olma hasebiyle insanlara hümanist maskeli şeytanlardan daha yakın ve merhamet sahibidir.

”Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” Atatürk

“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.” Atatürk

4 Ocak 2011 Salı

Türkcell'i bitirmesseniz, siz biteceksiniz...

Gerek İslam’a gerek insanlığa gerek özgürlüğe gerekse adalete hizmeti amaç edinerek uğruna ölümüne mücadele etmiş Osmanlı gibi bir şerefin pisliklerce hakarete uğramasına izin veren ne Müslüman ne insan ne de vicdan sahibi olabilir.

Artık Müslüman’ım ve insanım diyebilen herkesin sömürücü Show TV ve Türkcell’e karşı taraf olma zamanıdır.

Yalan ve iftiralarıyla millet ve ümmetine küresel itibar ve izzet kazandırıp yeryüzündeki barbarlığa son veren ecdadının karalanmasına başta Ak Parti hükümeti olmak üzere milliyetçi, mukaddesatçı ve muhafazakâr hiçbir parti, dernek ve birey; asla sessiz kalmamalı ve çıkar hesabıyla şanlı tarihine etiket koymamalıdır. Milliyetçiliğiyle ahkâm kesen Devlet Bahçeli; haydi hodri meydan!

Müslüman’ı Müslüman, insanı insan yapan vazgeçilmez değerler olup, hiçbir maddi menfaat; sanat ve fikir özgürlüğü manipülasyonuyla dinini, insaniyetini, onurunu ve varlığını tehdit eden karalamalara geçit vermemelidir.

Ömrünü savaş meydanlarında hakkı ve adaleti egemen kılabilmek için yüzlerce zalim diktatörü püskürtmüş ender liderlerden Kanuni Sultan Süleyman gibi örnek bir hükümdarı sarhoş ve kadın düşkünü gösterebilme haddini, hele de vatanı Türkiye’de aşağılanmasına fırsat sağlanmamalıdır. Ecdadının binbir müşkülatla yazdığı tarihi bırakın sahiplenmeyi, okumaktan bile aciz evlatlar yüzünden Show TV gibi haçlılar meydan okuyabilmektedirler. Ecdadını tanımayıp küfreden evlatların daha büyük işler başarmak için kuvvet bulabilmesi mümkün müdür?

Osmanlıyı İslam rejiminden dolayı gerici, kendilerini çağdaşlıkla öven laik ve Kemalistlere en oturaklı cevabı Mehmet Akif Ersoy vermiştir. “Ey bir aileye bile hükmedemeyen ilerici, üç kıta yedi denize hükmeden ecdadın mı gerici?”

İlkesi halkın manevi değerlerini asimile etmek ve şanlı tarihimizi haçlılara peşkeş çekmek olan Show Tv adlı kuruma zerrecik olsa dahi verilecek taviz, Türkiye’nin caydırıcı ve pazarlık gücünü kaybetmesine ve esaretinin daha da mıhlanmasına neden olacaktır. Laik ve Kemalist şövalyelerin o kirletmeye çalıştıkları şerefli ecdadın torunları olmayıp haçlı atalarının öçleri için mücadele ettiklerinin farkında değil misiniz?

Müslüman Halkın verdiği destekle değerlere ihanet edip nankörlüğün merkezi haline gelen Show TV, tamamen Türkcell adlı telefon şirketinin sübvanse ettiği ve patronu olduğu ezeli ve sinsi bir misyonerliği fütursuzca sürdürmektedir.

Peki, gücün Türkcell aboneliğini iptal etmeye de yetmiyor mu? Senin ve çocuklarının istikbalin için canlarını feda eden o kahramanlara bu kadarını mı da çok buluyorsun? Rızkını Allah’ın verdiğine iman ettiğin halde; neden seni ve dinini yok etmeye çalışan kurumlara reklam ve partilerine destek veriyorsun? Güçlerini senden aldığı dayanakla sürdürmüyorlar mı?

Ecdat, din, ahlak ve insanlık adına Türkcell aboneliğinin iptali için bir saniye dahi beklememenizi, Show TV’ye reklam veren firmaların ürünlerini boykot etmeye davet ediyorum…

Unutmamalısınız ki gerek Kanuni Sultan Süleyman gerekse diğer padişahlar zaferlerini güç ve kılıçlarıyla değil, üstün ahlak anlayışları ve erdemlikleriyle elde etmiş, dini ve ırkı ne olursa olsun, velev ki aleyhlerine dahi olsa herkese adaletle hükmetmişlerdi.

Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla çıktığı bir seferde, ağır ağır haçlı zalimlerin cephelendiği hedefe doğru ilerlerken dar ve sarp yollardan ilerliyorlardı. Geçtikleri güzergâhta üzüm bağlarının bulunması ve havanın çok sıcak olmasından bazı askerler susuzluklarını bağdan üzüm koparıp yiyerek gidermişlerdi. Lakin sahibinden izin almaksızın yedikleri üzümün hakkından imanları gereği korktuklarından, asma ağacına, yedikleri bir salkım üzüm değerinin çok üzerinde paralar bağlayarak, yollarına devam etmişlerdi.

Çok geçmeden mola verildi. Bu esnada, kan ter içinde Hıristiyan bir köylünün koşarak geldiği görüldü. Hıristiyan köylü ısrarla Padişah ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kanuni’nin huzuruna götürdüler.

Kanuni sordu: - ”Nedir bu halin, kan-ter içinde kalmışsın? Bir şikâyetin mi var?”

Köylü:
- “ Ben şikâyet için değil, tebrik etmek için geldim. Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dallarında bağlı çıkılar gördüm. İçlerini açtığımda, para vardı. Dikkatli baktığımda, koparılan her salkımın bulunduğu yere para bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez. Sizi tebrik ederim!”

*****
Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı.Bir manastırın yakınında bir çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, manastırdaki birkaç rahibe, askerlere yardım etmek için çeşmenin başına geldi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, kadınlara yan gözle bile bakmadılar.Bu durumu uzaktan ibretle seyreden Başrahip, hemen eline kâğıt-kalem alıp, haçlı kumandanına şunları yazdı:
- ”Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar.Ey Haçlı kumandanları! Siz “Onlardaki bu ahlakı bozmadan, ortadan kaldırmadan” onlarla mücadele ederseniz, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!”

Bir futbol takımı uğruna ortalığı ayağa dikiyor, kardeşlerinizi yaralıyor, yıkıp geçiyor hatta öldürebiliyorsunuz da; alınlarınızı paklaştıran, vatan teslim eden ve dünyada güç kazandıran şerefli ecdadınıza atılan iftiralara tepkisiz mi kalacaksınız? Yoksa sizler, o küfredilen ecdadın değil de haçlıların torunları mısınız?

“Sizi harekete geçirmeyen imanın; sırattan geçirmesine de imkân yoktur.” Hz. Mevlâna

1 Ocak 2011 Cumartesi

Kemalistler kim ki Osmanlıyı lekeleyebilsinler...

Müslüman milletimize altın dönem yaşatıp tek bir sözlüyle tüm dünyaya diz çöktüren Kanuni Sultan Süleyman gibi bir liderin millete şeref kazandıran zaferleri, ahlaki yüceliği ve adil yönetimini bile muhakeme edemeyen hafıza fukaralarının kara çalma çırpınışları, bataklıkta boğulan hayvanların can çekişmelerinden farksızdır.

Kendi sapkın yaşmaları gibi iman ve erdemlik abidesi Kanuni Sultan Süleyman’ı ayyaş ve cinsellikle özdeşleştirerek “Muhteşem Yüzyıl” dizisi altında nefsi göstermeye çalışan Anıtkabir Tapınak şövalyeleri, Müslüman milletimizin asaletini taşımadıklarından haçlı atalarının akıl karıştırma taktikleriyle efendileri için avlanarak, hayallerinin dahi ulaşamadığı onurlu geçmişimizi lekeleyebileceklerini sanmaktadırlar. Oysa su misali imanın gürül gürül aktığı bir ruhta hiçbir necaset barınamaz ve yaydıkları koku da kendilerini tepeler.

Lakin onlar için “Muhteşem yüzyıl”; cinsellik, şehvet, seks, alkol, zina, homoseksüellik, benlik ve harem hayatı demektir.

Atatürk’ün hayatını konu alan “Mustafa” adlı filmin öcünü alabilmek için vatanın yüzölçümünü 15 milyon kilometrekareye ulaştıran Kanuni gibi dünyanın gıpta ettiği ve önünde saygıyla eğildiği bir dehayı karalayanlar, bilinmelidir ki bu milletin özünden çıkmamış haçlı fışkırtması döller olup, savaş meydanlarında galebe çalamamanın hüsranlığını uzantılarıyla örtbas etmeye çalışmaktadırlar.

Eğer Kanuni Sultan Süleyman’ın iddia ettikleri gibi içki alemi ve şehvetin tavan yaptığı bir harem hayatı olmuş olsaydı; Yavuz Sultan Selim döneminde 6 milyon 557 bin metrekare olan devletin yüzölçümünü 14 milyon 983 bine çıkartabilir ve üç kıtada adaletle hüküm sürebilir miydi? İslam âleminin halifesi olarak adına üç kıtada hutbe okunur muydu? İslam halifesi olarak 46 yıl gibi uzun bir hükümdarlığı sürdürebilir miydi? Toplumsal ahlakı çökerten ve gayrimeşru ilişkileri tetikleyen şehvet amaçlı dansı Fransa’da yasaklar mıydı? Neden şeriatın yasak kıldığı içki ve şehvetsi cinselliği serbest bırakacak seküler düzene geçmedi? Neden devleti laik yasalarla değil de şeriatla idare etti? Devletin etki alanını Avrupa’da Viyana kapılarına, Afrika kıtasının ortalarına ve Asya kıtasının doğu ucuna kadar uzatabilen ve dünyanın neresinde zulüm yapan bir iktidar var ise tepeleyen bir sultanın kadınlarla vakit geçirebilme gibi bir zamanı ve keyifsi bir yaşamı mümkün olabilir miydi? Osmanlı’dan başka hangi devlet üç kıtayı etki altına alıp yüzölçümünü 24.milyon kilometre kareye ulaştırabilmişti?

Vatanı ve milleti kurtarıp bağımsız bir egemenliği hediye ettiklerini haykıran Kemalistler bir yanıt versinler bakalım. 1913 yılına gelindiğinde Osmanlı Devletinin yüzölçümü 4 milyon 980 bin iken, 1913 ile 1923 yılları arası neden Türkiye’nin yüzölçümü 779.452’ye geriledi? Övünülen o 10 yıl içindeki 4 milyon 200 bin metrekarelik kaybın sorumlusu kimdir? Cihan hâkimi ve Türk milletinin yüz akı Osmanlı Devletinin azamet ve ihtişamının yıkıldığı yıllara kadar muhafaza ettiği 4 milyondan fazla toprağı haçlılara peşkeş çeken kimdi? Bu tablo; içki ve harem hayatına düşkün olanın kimliğini de ortaya koymuyor mu? Hani vatan kurtarmışlardı…

İslam’a ve yeryüzündeki barbarlığı yok edebilmek maksadıyla hak bir düzen için sadece Allah yolunda cihad ettiklerinden yücelen atalarımıza hasım olanların fedakâr Müslüman milletimizle bir bağları bulunmamalarından alçak misyonlarını şaşırtıcı karşılamıyor, dolayısıyla ihanetle yaftalamıyorum. Tıpkı Türkan Saylan adlı CHP’li din ve halk düşmanı bir misyoner, Kanal D’de yayınlanan dizi ile nasıl övülüyor ise, Show Tv gibi bir pespaye de milletimize şeref ve itibar kazandırmış yenilmez hükümdarlarımıza dil uzatabiliyor.

Milletimizin özünden çıkmış hiçbir oyuncu, bedeli ne olursa olsun böylesi bir iftiranın ve alçalmışlığın içinde yer almaz. Ancak İslam, Müslüman halk ve Osmanlının amansız-ebedi düşmanı ve ihanetsi cumhuriyet adı altında düzenlenen Kemalist CHP mitinglerin şövalyesi, iffetli Türk kadınlarının müşkülatlarından yararlanarak parayla satın alınabileceği imajı veren Halit Ergenç gibi din ve namus karşıtı bir sefilin Kanuni Sultan Süleyman rolünü üstlenmesi; pörsümüş bedeniyle gençlik sendromuna yakalanmış ve gençlerimize ahlaksızlık aşılayan Nebahat Çehre gibi yaşlı bir şehvet düşkünün kültür, namus ve iman timsali Valide Sultan’ı canlandırması, söz konusu dizinin maksatlı içeriğini kanıtlamaya yeterlidir.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz kapitalist felsefesiyle hareket eden show tv ve yapıcıların uyarıları dahi dikkate almayarak yürekleri dağlayan meydan okuyuşlarına müsamaha gösterilmemeli, reklamlarıyla sübvanse eden ürünler mutlaka boykot edilmelidir. Bu milletin dinini ve itibarını yücelten şerefli atalarımızı aşağılamaya cesaret edebilen dış mihraklar değil de içimizdekilerin cüret edebilmesi yaramızı daha da derinleştirmektedir. Özgür sanat çerçevesinde dokunulması fevkalade vahim değerlerimize yapılan saldırılara karşı sessizliğe bürünmek, onlar kadar alçalmak demektir.

Aşağıda olan düşmekten korkar mı?

Tarihsel gerçekler bilinmese de kazanılan zafer ve mağlubiyetler, detaya ihtiyaç bırakmayacak bir doğruyu ispatlamaktadır. Neyin yalan veya doğru yargısı sonuçla ortadadır. Bir devletin yüzölçümünü 8 milyon 426 bin kilometrekare arttırmış bir lider ile 4 milyon 200 bin kilometrekare azaltmış bir liderin iddia edilen nefsi düşkünlüğü; şüphesiz somut yanıtı vermektedir.

Aleyhlerine her taraftan cephe açılarak yok edilmek istenen bir millet, birlik ve beraberlik içinde yekvücut olması gerekirken güdülen iktidar mücadelesi ve ayırımcılık, toprak ve iktidar kaybımızın tek nedenidir. Ama yenilginin zafere dönüştürüldüğü çarpık anlayış, ömrü savaş meydanlarında adaleti yaymakla geçirmiş Kanuni Sultan Süleyman’ı da içki ve kadın düşkünü gibi gösterebilmektedirler. Böyle batıl bir anlayışa geçit verebilecek ve saygı duyabilecek bir akıl var mıdır? Geçmişindeki gibi tarih yazamayanlar, avcı masallarına inanırlar…

“Brutus'un yasadığı yerde Sezar ölmeye mahkûmdur.” Schiller