23 Haziran 2009 Salı

Açık genelev…

Kör, sağır ve akılsızların anlayabilmeleri adına kullanmaya mecbur kaldığım argo ve kaba sözcüklerden dolayı, öncelikle namuslu okuyucularımdan özür dilerim.

Artık dünya, çağdaşlık adına pornografisel bir yaşama dönüşmüşse de, iffet ve namusuna hayati önem veren insanların ısrarlı duruşları ahlakın tamamen yok olmasına izin vermemektedir.

Pornografi veya pornonun, cinsel anlamda tahrik etmek amacıyla şehveti kamçılayan insan vücudunu yahut cinselliğin mahremini yansıtan heykel yahut resimlerde aksettirilen erotizm figürleri insanları öylesine etkilemiş ki, cansız öğelerin yerini canlılar alarak, herkesin birbirini doyuma ulaştıracak ve çağrıştıracak cinsellikleri, çeşitli gerekçelerle modernliğin vazgeçilmez bir göstergesi olmuştur.

Mahremliklerini cömertçe deşifre ederek, ahlaksızlıkta sınır tanınmayanların gizli “pezevenk ya da sürtük” varlıkları, çağdaşlık anlayışıyla her ne kadar kamufle edilmeye veya meşrulaştırılmaya çalışılsa da, bir maddiyet karşılığı kendilerini satan yahut satılmalarına aracılık eden fahişe ve pezevenklerden hiçbir farkları olmadığı tartışılmazdır.

Özellikle yaz aylarındaki tatil beldelerin birer “günah şehirleri”ne dönüşmeleri, tıpkı genelevlerinde olduğu, hatta daha beterinin yaşandığı cinselliğin, fuhuşun, zinanın, tatminin ve sapıklığın görkemli merkezleri olabilmektedir.

Ahlakın temel ilkesi olan erkek ve kadının gizli kalması gereken mahrem yerlerini fütursuzca sergileyenler ve sergilemesine izin veren ve teşvik edenler, şüphe yok ki namussuzdurlar.

Geçmişte parmakla gösterilen günah şehirlerin, mekânların, pezevenklerin ve fahişelerin; günümüzde gerek yazılı ve görsel yayınlarla, gerekse çağdaşlık düşüncesiyle her yeri kuşatması, neredeyse her evin birer genelev, her kadının birer fahişe, her erkeğin eşi ve kızını pazarlayan birer satıcı, heyecan ve tatmini karşı cinste değil de hemcinsinde bulan birer eşcinsel olması; harami şehvet ve sapıklığın en dorukta yaşanmasını azdırmaktadır.

Sokak ve plajlarda yürekleri hoplatan ve heyecanı kudurtan teşvik edici cinselliğin anlık tatminleri kışkırtması, akla ve hayale gelmeyecek sapıklıklara ve ihanetlere yol açmaktadır.

Gerek erkek, gerek kadın olsun; eşlerinin mahremsel cinselliğini namahremlere sunarak tahrik eden bir koca ve bir kadın, eşinin bir başkasıyla olan ilişkisine tepki gösteremez ve hak iddia edemez. Çünkü teşvik ederek ortamı hazırlayan kendisidir…

İnsanları, akılları ve duyguları yaratan Yaratıcı, insan fıtratını çok iyi bildiğinden kurallar koymuş, ahlaklı, huzurlu ve güvenli olabilmenin kurallarını bildirerek, sınırların aşılmamasını öğütlemiştir. Ancak sözde insan doğasıyla çelişen bütün yasakların çiğnenmesini savunan sapıklar, şeytana mahkûm olmuş nefsanî yaratıklardır.

Ne var ki Yaratıcı’nın belirlediği kurallara boyun eğerek mahremlerini gizleyen iffetli kadınlara, örtünmelerinden dolayı sözde acıyan namussuzlar, oysa kendilerine yanmalıdırlar.

Dünyanın her bir yerinde enerjik ve fiziki bir pornografi yaşandığından, artık sanal pornografi veya pornonun hiçbir önemi kalmamıştır.

Cinselliğin fiziksel ve duygusal boyutu öyle ilerledi ki, şehvetsel egoları tatmin amacıyla yapılan konuşmalar, davranışlar, şovlar, oyunlar, moda ve sanat gibi sosyal olgular; toplumsal ahlakı çökertmiş, gayrimeşru ilişkileri çoğaltmıştır. Sınırlar öylesine aşıldı ki helal ve normal olan tatmin heyecan uyandırmadığından çarpık ve sapkın ilişkiler doğmuş, artık küçük çocuklara, hatta kendi çocuklarına tasallut ve tecavüz edilen şeytansı bir arzu uyanmıştır.

Cinselliği tahrik edip fuhşu teşvik eden çıplaklığın, yani pornografinin çağdaş, insani, entelektüel ve sanatsal olabileceği yaklaşımı, ahlaksızlığın ve sapıklığın temel nedenidir.

Atlanta merkezli Davranış Nörobilim Merkezi (Center for Behavioral Neuroscience) tarafından finanse edilen bir araştırma; kadın ve erkeklerin seksüel fotoğraflara bakış şekillerini analiz etmiş ve sonuçlar hiç de tahmin edildiği gibi değilmiş. Araştırmacılar, kadınların karşı cinste yüze, erkeklerin ise cinsel organa bakacağını varsaymışlar ancak, şaşırtıcı bir şekilde alınan sonuçlar bu varsayımı boşa çıkarmış. Kadınlara oranla, erkeklerin ilk olarak karşı cinsin vücudunun diğer bölgelerinden önce yüzüne bakma olasılığı daha yüksekmiş. Buna karşılık kadınlar, bir erkek ile bir kadının cinsel ilişkisini sergileyen fotoğraflar üzerinde erkeklerden daha uzun süre yoğunlaşıyormuş. Bu gibi sonuçlar araştırmacıların, insanların cinsel arzularını ve bu arzuların toplum sağlığı üzerindeki asıl etkisini anlamalarını sağlayan önemli verilermiş.

Bugün ise artık fotoğraflara ihtiyaç kalmadığı, sokağın her köşesinde tahrik ve tatmin olabilecek görüntülerle iç içe yaşanabildiği bir gerçektir.

Üzerine basarak tekrar ederim ki, gerek sokakta, gerekse plajda eş ve kızlarının mahrem yerlerini deşifre eden her erkek bir PEZEVENK, her kadın bir SÜRTÜKTÜR.

Böylesi bir yaşantıyı içine sindirebilen hem erkek, hem de kadın; engellenemez fıtratsal nefislerinin gereği tahrik oldukları yabancılarla cinsel ilişkiye girmekte, özellikle kadınlar, hamile kalarak, korkunçça eşlerini aldatabilmektedirler.

Cinselliğin görsel ve şehvetsi cazibesi ve aldatıcılığı gözünüzü kör ederse, ufukta sizi bekleyen kadersel gerçeğin inanılmaz dehşetini göremezsiniz…

18 Haziran 2009 Perşembe

TSK başsızdır…

İnanç ve düşüncelerinden dolayı milletini, hükümetini ve TSK mensuplarını fişleyerek gizli düşman ilan eden Kemalist Genelkurmay ivedilikle lağvedilmeli, halkımız büyük bir tehlikeden kurtarılıp, güçlü ve imanlı TSK’nin komutanlık ihtiyacına çözüm getirilmelidir.

Hayati bir kurum olan Genelkurmay’ın, “Atatürk milliyetçisi olmayanları vatan haini” gören felsefesiyle bölücü ve yıkıcı faaliyetlerini sürdürmesi ve içten içe ülkeyi parçalamaya götüren entrikalarına son vermemesi; gerek hükümeti, gerek muhalefeti, gerekse milletimizi acil tedbirler almaya ve yekvücut mücadele etmeye mecbur bırakmaktadır.

Sömürgeci yabancıların başaramadığı tahribatı gerçekleştiren Genelkurmay, tanrısal varlığından dolayı hiçbir cezaya çarptırılamamakta, her vatandaş gibi zanlıların sıradan ifadeleri dahi alınamamaktadır. Çünkü onlar vatandaş değil, Kemalizm’in şövalyeleri olduğu için dokunulmazlardır.

Bir taraftan PKK ile savaşılıp yüzlerce şehit verirken, öbür yandan bölgede cereyan eden fevkalade tehlikeli oyunların göbeğinde hayatta kalabilme ve sınırlarımızı koruyabilme arbedesi yaşarken ve küresel ekonomik kriz ve işsizlikle baş edebilmeye çalışırken; sanki huzur, güven ve refah bir hayat yaşıyormuş gibi Genelkurmay’ın halkı aleyhine düşman kesilmesi ve dayanılmaz gerginlikler oluşturarak birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya kalkışmasının karşılığı, mutlaka verilmelidir.

Genelkurmay’ın TSK’ni acımasızca istismar ederek dokunulmazlığa bürünmesi bağışlanmamalı, TSK’yı sömürmesine fırsat tanınmamalıdır. TSK’nin gücünü acze uğratan generaller, kuşkusuz ihanetle yargılanmalıdır.

Bugüne kadar Türkiye’nin iktidarsı bir hükümete, bir cumhurbaşkanına ve haykıran bir topluma sahip olamamasındandır ki, Genelkurmay’ın meydan okuyuşu sürebilmekte ve güya Atatürk adına diledikleri gibi ahkâm kesebilmektedirler.

Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının haberi olmadan Genelkurmay’da tek bir eylem planlanamaz, hiçbir düşünce ve bildiri kaleme alınamaz. Bu gerçek, itirafsal açıklamalarında da deklare edilmiştir. Dolayısıyla sorumlunun emir erliğinden öte bağımsız hiçbir yetkisi bulunmayan Albay Dursun Çiçek değil, doğrudan Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’dur.

Org. Başbuğ’un açıklamaları inandırıcı olmadığı gibi, tamamen deşifre olmalarını önlemeye yöneliktir. Kaçak terörist Bedrettin Dalan’ın arazisinde bulunan lav silahların TSK’ne kayıtlı olmadığını şovsal bir gösteriyle açıklayan Org. Başbuğ’un gerçek dışı beyanları, MKE’nin resmi bildirisiyle ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla Ergenekon Terör Örgütüne lojistik destek sağlayanın da Genelkurmay olduğu; gerek bulunan silahlardan, gerek suçluları kayırmasından, gerek görülen davayı ciddiye almamasından, gerekse yanlış yönlendirme ve adamlarını kurtarabilme adına bizzat müdahale etmelerinden anlaşılmaktadır.

Söz konusu darbe planının asli belgesi bulunmadığı gerekçesiyle delilleri karartmaya ve örtbas etmeye çalışan Genelkurmay, bilmelidir ki vicdanları karartmaya gücü yetmeyecek, yaptıklarının hesabını da bir gün vereceklerdir.

Artık uyanın ve hükümetin geçmişte olduğu gibi olası çıkarsal uzlaşmasına sessiz kalmayın; aynı esaretsel acı ve gerginlikleri bir daha yaşamayın…

16 Haziran 2009 Salı

En bölücü tehlike Genelkurmay’dır…

İrtica adına vahye, Müslüman Türkiye milletine savaş açmış Kemalist ideolojili Genelkurmay, cesaret ve kararlılıkla dizginlenip milletin emrine sokulmadığı müddetçe, Türkiye’de birlik ve beraberliği, huzur ve güveni tesis edebilmek mümkün değildir.

İslam dışı diğer dinlere dost ve anlayışlı olan Genelkurmay, yönettiği Müslüman TSK’nin yenilmez gücünü ve imajını zafiyete uğratarak nefret duyguları uyandırmakta, dolayısıyla güvensizliği ve gerginlikleri doğurarak, kendi gibi kökten Kemalist olmayan hükümet ve toplumları düşman bellemek suretiyle tehdit, baskı ve darbelerle bir işgalci gibi davranmaktadır.

Devletin sahibi ve yaratıcısıymış gibi korkunç bir benliğe bürünmesinden millet iradesi ve inancını hiçe saymakta, toplumlar arasına nifak sokarak birbirlerine hasım kılmakta ve kıydırmayı körüklemektedir. Var olma nedeni ülke ve millet bütünlüğü ve sınır güvenliğini korumak ve kollamak değil de, sanki parçalamakmışçasına kanunlar üstü despot bir güç sergilemesi, asla kabul edilmemeli ve hoş görülmemelidir.

“Türkiye’nin sahibi Genelkurmay mı, millet mi” sorgusu yapılmalı, milletin kendisi olan TSK’nin istismarına izin verilmemelidir. Genelkurmay başkanı Org. Başbuğ’un “ağlama duvarı”ndaki ibadeti irtica değil de, camide kılınan namazlar ve vahye iman irtica sayılabiliyor ise, Türkiye’deki Müslümanların nasıl büyük bir tehlikeyle iç içe yaşadığı ortadadır.

AKP ve Fettullah Gülen gibi parti ve cemaatlerin sırf Müslüman kimliklerinden dolayı “irtica” akseptanslı düşman addedilmeleri, gözlerin yabancılara değil, kurtuluş ve bağımsızlık adına bizzat içe çevrilmesini mecbur etmektedir. Bedeli her ne olursa olsun millet ve hükümet omuz omuza vererek bu sorunu kökten çözmeli, harp akademilerindeki vahiy karşıtı eğitimde devrim yapılarak, İslam düşmanı nesillerin yetişmesi engellenmelidir.

Bugün deşifre edilen olayların dünden farkı olmadığı aşikâr ise de, gerekli önlemler alınmadığı takdirde yarında devam edeceğine şüphe duyulmamalıdır. Günü kurtarma lehine yapıla gelen uzlaşılar “çıkar” felsefesiyle yürütülmekte, yok edilmesi gereken yok edici virüs, daha da derinleşerek tüm toplumu etkileyebilecek vahamette büyütülmektedir. Gerek hükümet, gerekse Genelkurmay’ın “devlet sırrı” kamuflajlı geçici uzlaşıları Türkiye’yi felakete götürmekte, vatanları adına canlarını veren, ancak adam yerine konmayan halkımızda, dönen entrikalardan bihaber olayları izlemekte ve yalanlarla oyalandırılmaktadırlar.

Genelkurmay’ın TSK’ni sömürmesine ve sultalaşmasına son verilmeli, hiçbir kayırıma izin verilmeden, haddi aşanlar mutlaka cezalandırılmalıdır. Ancak kendilerini dokunulamaz birer tanrı gibi gören Genelkurmay mensupları, Ergenekon Terör Örgütünde de görüldüğü üzere hapishanelerden kurtarılmakta, askeri hastanelerde ağırlanarak, suçlular kayrılabilmektedir. Nerede devlet, nerede adalet…

Benliklerini tanrı edinen insanların kavuştukları geçici iktidarları ile yaratık olduklarını unutarak, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak bozmaları, Yaratıcı ile yaratık dengesini altüst etmiş, böylece bizzat mahvolmalarını dilemişlerdir.

Unutulmalıdır ki ne Genelkurmay başkanı, ne de bir general; dini ve vatanı uğruna şehit düşmüş bir Mehmetçiğin tırnağı dahi olamaz. Bu sebeple onları tanrılaştırırcasına dokunulmaz görmek ve işledikleri suçlardan kayırmak, o şehitlere apaçık bir İHANETTİR.

Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin genel başkanı emekli tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir “peygamber ocağı” değil, Atatürk Cumhuriyetinin bir ordusu olduğunu, Mehmetçiğin de, peygamberin Mehmetçiği değil, Atatürk’ün mehmetçiği olduğunu açıklayarak, Allah adına değil, tanrıları Atatürk adına ölündüğünü vurgulamıştır.

Özelikle Kemalistler şunu iyi bilmelidirler ki, TSK’nin bir “peygamber ocağı” olduğu gerçeğini içlerine sindirmek istemezlerse de, “şehitlik” vahyi bir terimdir, dolayısıyla TSK, bir peygamber ocağıdır. Bunun aksini düşünen her kim olursa olsun; TSK’nde barınmamalı ve yönetimine aday olmamalıdır. Bir yaratık adına ölen şehit olamaz ve ölümü kutsal sayılamaz.

Belki onlar, tanrıları Atatürk adına ölebilirler ama Mehmetçik, Allah adına can verir ve şehitlik payesi kazanarak ölümsüzleşir.

7 Haziran 2009 Pazar

Nasıl oluyor da inanabiliyorlar?

Haydi, Barack Obama’nın işbirlikçi yandaşları ve politik taşeronlarının desteği normal de, ya; ezilen, sömürülen, horlanan ve aşağılanan yığınlara ne demeli?

Müslüman kimlikli yığınlar gaflet uykusundan uyanmayıp, aleyhlerinde inşa edilmeye çalışılan temel denklemi çözemediklerinden ninnilerle oyalanmaya devam etmekte, dolayısıyla esaretten kurtulamayarak büsbütün daha da karanlığa gömülmektedirler.

Obama’nın Mısır ziyareti öncesi Fransız televizyonuna yaptığı açıklamada “Biz de Müslüman’ız” ifadesi, bana Aziz Nesin’in mahkemede “bende Müslüman’ım, anam ve babam Müslüman, Müslümanları severim” sözlerini hatırlattı. Hak, inanç ve adalet düşmanı insan kisvesine bürünmüş azılı şeytani yaratıkların düşünsel mutasyonları her ne kadar tartışılmaz bir manipülasyon ise de, muhakeme yetisinden yoksun insanları etkilemeye yetebilmektedir.

Amansız popüler kimlikli kötülerin eylemleri değil de, asıl niyetlerini saklayan sempatik davranış ve tesirli sözleri, toplumların intihar edercesine kendi elleriyle kendilerini yok etme ya da zillet içinde sürünmelerine neden olmaktadır.

Acımasız bir katil olan ABD devletinin başına, sanıldığı yahut umulduğu gibi barış ve adalet yanlısı merhametli bir insan geçemez. Dolayısıyla barbar ABD devletini temsil eden Barack Obama, sinsi bir sempatik şeytandır… Müslümanlara veya kendilerinden olmayıp aynı düşünceyi paylaşmayan toplumlara karşı içten, dürüst, samimi ve gerçekçi değildir. Çünkü şeytanın görevi aldatmak, kan içmek, acı ve dehşet saçmaktır.

Gerek Türkiye, gerekse diğer İslam ülkelerin hükümet ve devlet başkanlarının Obama lehindeki görüşleri sizleri etkilememeli, taşeronluklarının gereğini yaptıklarından, Obama’dan daha hain ve riyakâr bir tavır sergiledikleri bilinmelidir.

Milyonlarca Müslüman’ı acımasızca katleden, işgal eden, ırzına geçen, yurtlarından çıkaran ve hunharca işkence yapan ABD gibi bir caninin ideolojik başkanının verdiği mesaj, temel denklem çerçevesinde okunabilirse gayet açık ve nettir. Hiçbir şey olmamış ve bir daha tekerrür etmeyecekmiş gibi Müslümanların duygu ve beklentilerini şeytani bir ustalıkla paylaşarak umut vaat edebilmesi, ancak aptal yığınların ya da satılmışların güvenebileceği bir davranıştır.

Bir taraftan inanıp iman etmediği Kur’an’dan ayetler okuyan Obama; “Bir insan öldürmek, tüm insanları öldürmüş olur” gerçeğini ifade ederken; diğer taraftan katlettikleri milyonlarca masum insanla ilgili, neden başında olduğu devleti ve temsilcisi İsrail’i “Savaş Suçları Mahkemesinde” yargılatmıyor ve aleyhlerinde alınacak bir kararı veto edebiliyor? Yoksa ölen Hıristiyan ve Yahudiler insan da, işgal edip işkencelerle öldürdükleri Müslümanlar mı insan değil? Kur’an’ca kâfir sayılan Obama’nın okuduğu ayetteki muhatabı kim?

İslam düşmanı haçlıların I. Dünya Savaşındaki uzantısı İngilizlerin ünlü ajanları Lawrence, takva bir Müslüman kimliğine bürünmüş, devrin İslam alimlerine şapka çıkartan Kur’an ilmi ve sözde dindarlığıyla Türkler ile Arapların arasına nifak sokarak, Arap yarımadasını kaybetmememize ve sayısız askerimizin ölümüne sebep olmuştur. Bu sebeple Barak Obama, günümüzün Lawrence’dir.

Unutulmamalıdır ki tarihi referansı olmayan bir bilgi, ancak yüzeysel bir bilgidir.

Gezisinin asıl gayesi ve hedefi Müslümanlarla adalet temelinde samimi bir barış olmayan Obama, Ortadoğu temsilcisi İsrail’in güvenliğini ve Müslüman toplumlarca meşru addedilmesini sağlamaktır. Kendileri için fevkalade tehlike gördükleri El Kaide ve İran’ı tek başlarına yenemeyecekleri gerçeğiyle İslam ülkelerini organize etmek, onlara karşı kışkırtarak yalnızlaştırmak ve etkisiz hale getirmektir.

Müslüman kimlikli mühürlü ahmaklar son derece açık bu gerçeği kavrayamayarak, kendilerini sömürüp düşmanlarına peşkeş çeken hain iktidarların peşine takılabilmekte; dinlerine, ırklarına, vatanlarına, geleceklerine ve bağımsızlıklarına göz diken düşmanlarına umut bağlayarak, daha beterini yaşamaya müstahak olmaktadırlar.

İslam dünyası lehine riyacı Obama, açık düşman Bush’tan çok daha büyük bir belâ ve acımasız bir sinsidir. Çünkü ikiyüzlü münafık yaratıklar, yetmiş kez daha tehlikelidir.

Yeryüzündeki fitnenin kaldırılması, barış, Hak ve adaletin egemen olabilmesi için; Usame Bin Ladin’in ifade ettiği; "Kâfirler ve ajanlarıyla uzun bir soluklu savaşa hazırlanın" çağrısına katılıyorum. Çünkü İslam; onurlu her Müslüman için, adalet adına vazgeçilemez bir CİHAD’dır.

(Yeryüzünde) fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer (küfre) son verirlerse (onları bırakın). Şüphesiz ki Allah, onların yaptıklarını çok iyi görendir.” Enfal. 39

İsrail=ABD’dir. ABD’siz çapulcu bir terör devleti olan İsrail, tek başına hiçbir güç ve değer teşkil etmemekte, dolayısıyla ciddiye alınmamalıdır. Ülkemizdeki “mayın” tartışmasıyla ilgili sınırlarımızın İsrail’e kiralanacak olması iddiaları, bilinmelidir ki ABD’nin bir direktifi ve “olmazsa olmaz” bir talebidir. Tıpkı Irak’ın işgal edilmesi nasıl bir süreçten geçti ise, sınır topraklarımızın verilmesi de aynı sürecin bir devamıdır. Çünkü güdülen “Manukyan ekonomisi”, her değeri etiketlendirmeye gerekçedir. Aksi takdirde haçlı desteğiyle ayakta duran hükümet; hem siyaseten, hem ekonomikken, hem de askeriyeten iflasını ilan eder.

Her kim ne derse desin, ABD ne emretmiş ise, müstemleke olan devlet, onu yapmak zorundadır. Genelkurmay, başörtülü birkaç kız öğrencinin “kutlu doğum haftası”nı kutlamasıyla ilgili 27 Nisan’da muhtıra vererek hükümete ve meclise meydan okurken, neden güvenlik açısından fevkalade hayati olan sınırdaki mayınlı arazinin temizleme karşılığı yabancılara verilmesine sessiz kalıyor ve hükümetin isteği doğrultusunda bir politika izliyor? Mayınları döşeyip tüm krokileri elinde bulunduran bir Genelkurmay’ın “mayınları temizleyemeyiz” açıklaması, aslında fazla bir söze gerek bırakmamaktadır.

Çünkü ABD ne emretmiş ise, hükümette, Genelkurmay’da o emre itaati mecbur görmekte, böylece dünyanın en büyük ordularından biri olan TSK, döşediği mayınları temizleyememe gibi bir acziyet içine sokularak, caydırıcı imajına, güç ve onuruna darbe indirilmektedir.

Eurovision şarkı yarışmasındaki temsilcimiz Hadise’nin “sex show”’na harcanan bütçeyle, sanırım bu iş hallolur.

Uyuşturucu bağımlısı misali haçlı ABD ve AB’ye olan bağımlılıktan kurtulmanın tek yolu, Allah’a ve vahyine teslim olmaktır.