20 Kasım 2009 Cuma

Millete düşman Ataistler durdurulabilinir mi?

Onur, namus ve adaletin doğrandığı öylesine kaypak, bencil, zorba ve despot bir ülkede yaşıyoruz ki; neyin doğru veya yanlış, kimin mücrim yahut masum, hak ve kanunların hukuki mi yoksa kişi ya da ideolojiye özel bir bütüncül mü olduğu karmaşası içinde devletçiliği ve milletçiliği oynuyoruz. Adaletin peşinde koşmayıp önüne geçen bir hukuk, ancak totalitarizmin bayraktarlığını yapar.

Sözde vahye iman etmiş Türkiye toplumu, pratikte putperestliği özümlemenin keşmekeşliği içinde yaşamda Atatürk, ölümde de Allah’ı tanrı edinerek, ilkesel varlıklarını kabul etmenin teslimiyeti içinde küfürle imanı birarada barındırmanın riyakâr karakterini tüm panikliğiyle sürdürmektedir.

Sivil ve askeri ataistler, kendilerini Atatürk’ün askerileri olmakla övünüp haykırırlarken, terörizmi, soykırımı, darbeyi, ayırımcılığı, katliamları, yasakları, isyanı, komploları ve Müslüman düşmanlığını açık bir cüretkârlıkla savunurlarken; Müslümanlar ise bırakın inançlarını himaye etmeyi, vicdansız canavarlarla aynı kulvarda aşık atmayı başarı addederek, insanlık adına tartışılmaz hakları olan bir duruşu dahi sergilemekte çekimser davranabilmektedirler.

Oysa Atatürk’ün putperest askerlerinin inandıkları sadece geçici bu dünyaları, onların ise ebedi bir hayat olan ahret inançları yalan mı?

İnanç ile imanın farklı kuvvetler olduğunu defalarca vurgulamış; ataistlerin Atatürk’e karşı ölümüne imanları, neden Müslümanların Allah’a karşı olamadığını sorgulayarak, küfürle imanı yaşamalarından ötürü mühürsel bir lanete çarptırıldıkları sonucuna vardığımı ifade etmek isterim. Bu sebeple samimi imanlarından ötürü Atatürkçü ataistlere gıpta ediyor, Allah ve Resulünün emrettiği muhlis bir mümin olamayışımızın kahrını çekerek, hor ve hakir bir zilleti hak ettiğimizi düşünüyorum.

Millete meydan okuyan, darbeyi, soykırımı ve katliamı rejim adına meşru sayabilen ataistlere karşı işlemeyen hukuk, kanun ve yasalar; ancak Müslüman ve Kürtler aleyhine çalışıyor ise, deşifre olan belgeler, planlar ve suçluların karşılığını kim verecek?

CHP’nin halka karşı hiçbir kaygı gütmeyerek akıl almaz bir cesaret ve kararlıkla teröristleri, darbecileri ve soykırımı savunup desteklemeleri; bu nasıl devlet, bu nasıl millet, bu nasıl hukuk demekten kendimi alıkoyamıyor; barış, huzur ve güven içinde yaşayabilmenin imkânsızlığı aşikârlığında ninnilerle sorunlar daha da derinleşerek, günü kurtarmanın politiksi telaşı CHP dayanaklı suçluları daha da azgınlaştırmaktadır. Mücadelede soykırım çığırtkanlığı nasıl bir çılgınlığın hezeyanıdır? Çünkü CHP için tek halk, Atatürk’e tapan putperestlerdir, geri kalan ise gerici süprüntülerdir.

Atatürk’ü referans göstererek, Kürtlere karşı açıkça soykırımsı bir vahşetin müdahalesinden söz eden Onur Öymen adlı düşsel canavar, ne gariptir ki gerekli tepkiyi almamış, Atatürk’e bir zarar gelmemesi maksadıyla özellikle medya, muhalefet ve sivil toplum örgütleri tarafından özenle kollanabilmiştir. Oysa yıllar önce Hasan Mezarcı ve dokuz arkadaşının Atatürk ile ilgili verdiği meclis araştırmasında kopan kıyameti, sanırım hatırlarsınız…

25.02.1994 tarihinde şahsımın da bizzat lehte müdahil olduğu olayla ilgili Cumhuriyet Gazetesi “Şadoğlu yine sahnede” başlıklı haberiyle beyanatımı kırparak kamuoyuna duyurmuş, Hasan Mezarcı acımasızca hem medya hem de yargıda infaz edilerek, partisi RP tarafından sahip çıkılması bir yana, üstelik ihracına karar kılınarak yapayalnız bırakılmıştı. İşte CHP, nerede RP ya da SP!

Cumhuriyet Gazetesinin hakkımda yayınladığı haberi aynen bilgilerinize sunuyorum.

Şadoğlu yine sahnede…

Haber merkezi- Aziz Nesin’i öldürene ödül vereceğini açıklayan ve beş ay hapis cezasına mahkûm olan Karadenizli işadamı Mehmet Ali Şadoğlu, Hasan Mezarcı ve arkadaşlarını sonuna kadar desteklediğini açıkladı. Şadoğlu, destek mesajında “Atatürk’ün bir hiç olduğunu” söyledi ve laiklikten ve Atatürk’ten nefret ettiğini belirtti.

Sivas Madımak Oteli’nde 37 aydının yakılması olayından sonra yazar Aziz Nesin’i öldürecek olan kişiye ödül vereceğini açıklayan işadamı Mehmet Ali Şadoğlu, bu kez de Hasan Mezarcı ve arkadaşlarını desteklediğini açıklayarak sahneye çıktı. Şadoğlu, Aziz Nesin’e vatan haini diyerek vaat ettiği ödül nedeniyle İstanbul 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmıştı. Yargılama sonunda TCK’nın 311/2. Maddesi gereğince önce üç ay hapis cezasına çarptırılan, daha sonra suçu basın yoluyla işlediği için cezası altı aya çıkarılan ve iyi hal nedeniyle beş aya mahkûm edilen Şadoğlu, karardan sonra da Aziz Nesin’i mutlaka öldüreceğini, kendisinin de Nesin’in mezarını tuvalet yaptıracağını söylemişti.

Mehmet Ali Şadoğlu, dün Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, milletvekilleri ve basın mensuplarının dikkatine sunduğu bir sayfalık faks mesajında, Mezarcı ve arkadaşlarını demokrasi ve özgürlük adına gösterdikleri cesaretten dolayı kutladı ve sonuna kadar desteklediğini açıkladı. Şadoğlu mesajında şu görüşlere yer verdi:

“Bugün demokrasi ve özgürlük adı altında Allah’a, Peygambere ve İslam’a alçakça saldırılıp, bu eşsiz manevi değerler ayaklar altına alınırken, Atatürk ile ilgili basit bir Meclis araştırması ise kıyamet koparttı. Neden aynı hassasiyet Allah’ın ayetlerine şeytan ayeti denirken, peygamberimiz hakarete uğrarken, Türk milleti geri zekâlı, aptal ve sahtekâr olarak aşağılanırken gösterilmedi ve alçak Nesin mükâfatlandırıldı? Yoksa Müslümanlar bu ülkede işgal altında mıdır? Bu çifte standart neden? Sizlerin ilahı Atatürk ise, bu milletin ilahı Allah’tır! Allah ve resulünün yanında Atatürk bir hiçtir!”

Şadoğlu, ”Atatürk kim ki ve ne yaptı ki böylesine sakınılıyor ve söz söyletilmiyor?” diye sorduktan sonra şu görüşlere yer verdi:

“Hasan Mezarcı ve onbir arkadaşını demokrasi ve özgürlük adına gösterdikleri cesaretten dolayı kutluyor ve sonuna kadar destekliyorum. Ben de laiklikten ve Atatürk’ten nefret ediyor, Allah’a ve dinime olan aşkımı ve sonsuz bağlılığımı açıkça ifade ediyorum. Bugün Allah, resulü ve dini eleştiriliyorsa, Atatürk de eleştirilmelidir. Bunun için halkına baskı uygulayan ve tehdit eden, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne göz dikenler hainlerin ta kendileridir. Yasak ve demokrasi var ise, her şey için aynı eşdeğerde olmalıdır.”

Ancak kurtarıcı ulu önder olarak zihinlere ve gönüllere kazınılıp milletçe tazimde ve ibadette kusur edilmeyen Atatürk’ün, Onur Öymen’in geçmişi örnek göstererek soykırımsı katliam çözümüyle ilgili “Ben faşistsem, Atatürk de mi faşistti?” sorusu, neden Atatürk hakkında herhangi bir meclis araştırması istenmediğini ve kalkışanların şiddetle püskürtüldüğünü ortaya çıkarmıştır. Oysa verilen meclis araştırma önergesi, iç tüzük çerçevesinde serinkanlılıkla reddedilseydi, ülkeyi geren böyle bir anarşiye gerek kalmaz ve milletin çoğunluğu olan Müslümanlara amansızca saldırılmazdı. Ama öğrenilecek o kadar çok dehşetsi sırlar var ki…

Mesela; Topal Osman adlı eşkıya kimin silahşoruydu ve Atatürk’ün emriyle kimleri öldürdü ve katletti. Dersim soykırımında ki rolü neydi?

Hapishanelerde süründürülerek ve başı dipçikle ezilerek öldürülen ve Lenin’in “o bir kartaldı ve kartal kalmaya devam edecek” dediği devrimci kadın Rosa Luxemburg’un ifade ettiği gibi, “asıl özgürlük ötekinin özgürlüğüydü.”

Laik ve ataist ideolojinin tahakkümü altında ötekileştirilen Müslümanlar, potansiyel bir tehlike olarak sürekli aşağılanarak baskı ve ayırımcılığa tabi tutulmakta, imani ve ahlaki evrensel hakları ellerinden alınarak, onursuzca boyun eğdirilmeleri siyaset yapmalarına, bürokraside çalışmalarına, eğitim görmelerine ve kamu alanına girmelerine fırsat tanımaktadır. Tıpkı İstiklal savaşçısı Nelson Mandela’nın “Ben beyazların tahakkümüne karşı savaştım, siyahların tahakkümüne karşı savaştım, demokratik ve özgür toplum fikrini öğütledim, bunun için ve bunu başarmak için yaşadım; bunun için ölmeye de hazırım.” ilkesi, dışlanan ve tehdit edilen Müslüman ve Kürtlere bir kılavuz olmalıdır.

Ancak böylesi bir yürek, 1992 yılında kendisine verilmek istenen “Atatürk Barış Ödülünü” reddeder.

21. yüzyılın katliam iştahlısı ceberut CHP’lileri mahkûm etmeyen bir ülke, asla saygı göremez, sevgi ve barış gibi yüce değerlerin içinde yer alamaz. İçlerinde vicdana sahip tek bir insan yok mu ki, hala o barbar örgütlenmenin bir üyesi olma erdemsizliğini sürdürebilmektedir?
Yargıcın olmazsa olmaz önkoşulu vicdandır. Laik ve pozitivist bir yargıçtan tarafsız bir yargı beklenemez. Yargıcı adil bir yargıç yapan ve hiçbir tarafa meylettirmeyen vicdandır. Vicdansız bir yargıç adalet dağıtamaz. Velev ki ana ve babasının aleyhine dahi olsa adaletle hükmetmesi, ancak vicdanıyla mümkün olur. Vicdansız bir hukuk, ruhsuz bir beden misali ölüdür…

Türkiye’de tamamen Atatürk vesayetindeki yargı, Atatürk’ün şövalyesi Genelkurmay diktasında varlığını sürdürerek, davalara ideolojik çerçeveden bakmaya zorlanmakta, dolayısıyla ötekileştirilenlere karşı taraflı davranarak, adalet paçavraya çevrilmektedir.

Hükümetin yargıyı etkilediği ve direktifle yönettiği iddiası, hiçbir zaman iktidar olamayan hükümetlerin haddine mi ki inandırıcılığı olabilsin… Atatürk diktasında varlığını sürdüren yargı; ne darbecileri, ne kışkırtıcıları, ne katliamcıları ne de Atatürk lehine teröre kalkışan teröristleri mahkûm edemez. Yargı ve yargıç, hiçbir ideolojinin etkisiyle hareket etmemeli ki vicdan ve adalet mukim olsun.

Unutulmamalıdır ki vicdanların kimliklere ve ideolojilere yenik düştüğü ülkelerde hiç kimse özgür ve adil olamaz…

SANIK : Genelkurmay
AVUKATI : Cumhuriyet Halk Partisi
MÜŞTEKİ : Müslüman Türkiye Milleti
AVUKATI : ALLAH

Hiç yorum yok: