5 Kasım 2009 Perşembe

Ne darbe, ne de hazım…

T.C.kurulduğundan itibaren devlete ve millete hükmeden “Atatürk Şövalyeleri”; öyle hukuk devleti, demokrasi, özgürlük v.s gibi söylemlerle iktidarını bir başkasıyla paylaşmaz, devretmez, hele Müslüman kimlikli bir meclis çoğunluğunun ve seçtiği hükümetin boyunduruğu altına hiç girmez. Ya savaşırlar, ya da ölürler… Onlar için anayasa, kanun ve hukuk tamamen faraziyedir, ancak onların Kemalist düşünceleri, egemenliği ve iktidarı temelinde oluşturulan yasalar ve esaretlerine boyun eğmeye devam eden oyuncak bir meclis ve hükümet anlam ifade eder.

Artık fiziki bir darbenin olmayacağı ama soğuk savaşın devam edeceği tartışılmaz bir gerçek ise de, hayalperest hükümet, lâkayt millet ve sözde demokrasi yanlıları içi boş ve hiçbir yaptırımı olmayan çırpınışlarıyla silahlı Atatürk Şövalyelerine geri adım attırabileceklerini, meclisi ve hükümeti iktidara taşıyabileceklerini sanıyorlar ise, devletin temelinin nasıl atılıp inşa edildiğini görmemezlikten geldiklerinden büyük bir yanılgı içindedirler.

Atatürk Şövalyeleri, organize oldukları “Genelkurmay diktatörlüğü” altında meydan okumakta, aleyhlerinde ki hiçbir delil onları etkilememektedir. Sinsice sürdürdükleri iktidarlarının deşifre olmaları kendilerini rahatsız edip, yasa dışı düşünce ve eylemleri toplumun dikkatini çekse de, “devletin ve milletin sahibi biziz” mantığı ve TSK’ni yönetme hassasiyeti kendilerine mutlak bir dokunulmazlık sağlamakta; muvazzaf sıradan bir subayın sivil yargıdaki ifadesi ya da hapsedilebilmesi başarı sayılabiliyor ise, iktidarı ele geçirmenin imkânsızlığı da anlaşılıyor demektir.

Genelkurmay’ın başkaldırısıyla ilgili kopartılan fırtına, ancak günü geçiştirme ve şovdan başka bir şey değildir. 85 yıldır süregelen, başta CHP olmak üzere AP, DYP, DSP, RP, MHP ve bilumum diğer partilerin kayıtsız teslimiyetleriyle zaten millet aldatılmış ve şövalyelere diktasal özgürlük sağlanmamış mıydı? Demokrasi manipülasyonlarıyla başa gelen kukla hükümetler, Genelkurmay’ın taşeronları olmadı mı? İrticanın PKK’dan daha vahşi amansız bir düşman olduğu devlet politikasıyla legalleşmedi mi? Öyleyse bu gösteri niye? Eğer meclis ve hükümet, milletin iktidarından yana samimi ve kararlı bir tavır içindeyse; önce Genelkurmay Başkanlığını Milli Savunma Bakanlığına bağlamalı; sürekli türeyen bölücü Kemalist düşüncenin askeri okullardan çıkarılması için adım atmalı; namaz kılan ve vahye inanan subaylar nasıl ordudan ihraç ediliyorsa, darbecileri de atarak yargıya teslim edebilecek güçlü bir irade ortaya koymalı ve anayasal haklarını cesaretle kullanmalıdırlar. Yoksa dayatılan kararlardaki muhalif şerleri ya da kapalı kapılar ardındaki gizli pazarlıklar ancak göz boyamadan ibaret olup, bölücücü, parçalayıcı ve yıkıcı sorunu kökten çözmeye yönelik değildir.

Dursun Çiçek gibi birkaç piyonun üzerinde durularak ki onu da başaramıyorlar, diktatörlüğün hakkından gelineceği gibi bir yaklaşımla feryat figan koparmak, politik bir şov, oyun ve aldatmadır.

Eğer bir emniyet müdürü, çeteye bilgi aktardığı gerekçesiyle görevinden el çektirilip yargıca hapse atılabiliyor ise; neden bir subay’a dokunulamıyor?

Bu milletin kurtuluşu ve bağımsızlığı; Genelkurmay ile TSK’nin farklı değerler ve kuvvetler olduğu vurgulayabilecek, TSK’ni sömürerek, gücünü acze uğratan ve itibarını lekeleyen Genelkurmay güdümündeki Atatürk Şövalyelerinin cesaretlerini kırabilecek güçlü ve gerektiğinde ölümü göze alabilecek cesur bir başbakanın ve hükümetin onurlu duruşuyla mümkündür. Bunun yanı sıra halkını ve oylarını amansız şövalyelere peşkeş çekmeyen muhalefete ve 70 milyonluk TSK üyelerine de ihtiyaç vardır. Ancak fitnenin, yalanın, pazarlıkların ve düşmanlığın kol gezdiği konjonktür de bu bir hayal…

Başbakan Erdoğan, halkından aldığı desteğinin gereğini yaparak, söz konusu “ihanet belgesi” ile ilgili birkaç subayla ilgilenerek gösterinin trajikomik bir parçası olacağına; planın içinde yer aldığı aşikâr olan ve suçluları kayıran Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’u ya derhal görevinden alarak yargıya teslim etmeli ya da emekliye sevk etmeliydi. Anayasal yetkisi olduğu halde cesaret edemiyor ise; varlığının anlamı nedir?

Başbakan Erdoğan’ın en korkunç stratejik hatası ve zor durumda kalmasının sebebi ise, alttan alta bileylenen, halkın önünde küçük düşmesini sağlayarak devrilmesi için akıl almaz entrikalar içinde bulunan Genelkurmay’a güvenmesidir. “Açılım” ile ilgili ilk beyanatı veren ve hükümeti teşvik eden Genelkurmay, ani bir dönüşle rahatsızlığını dile getirip, hükümete karşı şehit yakınlarını ve taraftar medyayı organize ederek ağıtlar yaktırmış, böylece hükümete geri adım attırmak suretiyle kararsızlığa itip acze düşürmüştür.

Soğuk savaş öyle şiddetli sürüyor ki ne ABD, ne de Batının güvence ve desteği yeterli olmayacak, Atatürk Şövalyelerinin iktidarları; kanunlarla, yargıyla ve uzlaşmalarla asla son bulmayacaktır.

Her türlü gelişmeler Genelkurmay aleyhine olmasına rağmen, cumhurbaşkanının, meclisin, hükümeti ve anayasanın elinden hiçbir şey gelmemekte; tek başına cesaret edenler ya görevlerinden alınıp süründürülmekte, ya öldürülmekte, ya da menfur pazarlıklarla örtbas edilmektedir.

Neden korkuyorlar? Sonsuza kadar yaşayacaklarını mı sanıyorlar? Her an gelebilen ölüm; sarp ve sağlam kalelerde, etraflarını çevreledikleri ordularının ortasında, rahat ve emniyetli yataklarında dahi kendilerini fethetmiyor mu?

Bugüne kadar hangi korkağın bir keşfi, başarısı, ilmi, zaferi ve kahramanlığı iktidar olabilmiştir? Lideri lider, kâşifi kâşif, kahramanı da kahraman yapan cesaret, kararlılık ve inançtır. Bu fazilete sahip kimseler dünyaya hükmetmiş, buluşlar gerçekleştirmiş ve lâyık oldukları yüceliğe ulaşmışlardır.

Bu liderler, başarılarını, zaferlerini ve kahramanlıklarını günümüz sahtekârları gibi yalanla, taklitçilikle, korkaklıkla, işbirlikçilikle ve ihanetlerle değil, vücutlarına saplanan oklarla, süngülerle, kılıç darbeleriyle, mermilerle acı çekerek, işkenceler görerek, felâketler yaşayarak, ölümü, zindanı veya idamı şeref addederek cesaretle elde etmişlerdir. Kaçmamışlar kovalamışlar, satmamışlar fethetmişler, korkmamışlar savaşmışlar, susmamışlar haykırmışlar, sömürmemişler yardım etmişler, karşılarındakinin gücü ve sayısına yılmayıp, hak ve adalet adına dimdik durmuşlardır.

Hayatta öyle değerler vardır ki her neye mal olursa olsun asla dokunulmamalıdır. Cesur olmayan bir insan, ne deha ne bilge ne kahraman ne de lider olabilir. Her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış siyasi liderleri olmayan toplumlar; bölünmeye, hor ve hakir kalmaya, zillet içinde yaşamaya ve de yenilmeye mahkûmdurlar…
"Yenileceğinden korkan, daima yenilir." Sultan Yıldırım Beyazıd

Sonu aleni olan heyecanlı filmi izlemeye devam edelim…

"Öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde." Goethe

Hiç yorum yok: