28 Kasım 2012 Çarşamba

Aşırı tatmin; ya takvaya yahut sapıklığa götürür…


Müslüman milletimizi sömürmekle yetinmeyip uğurlarına canlarını feda ederek parlak bir şöhret ve vatan bırakan ecdadımızı alçakça karalayan Mehmet Emin Karamehmet ve Ferit Şahenk adlı hainler, neden kendi sapıklıklarını değil de şerefli ecdadımıza iftiralar düzen dizilerin sermayedarlıklarını yaparak alçakça karalatıyorlar?

Şüphesiz Kanuni Sultan Süleyman gibi Allah’ın arşa yükselttiği bir muttakini savunmak haddim değildir. Zaten o, hem Allah indinde hem de kul nezdinde kendini kanıtlayarak imansı cesaret ve adaletiyle âlemi gıpta ettirmiştir. Altına ne kadar çamur bulaştırılsa da altın, altındır!  

Şeytan dostu bir avuç yoldan çıkmış ahlaksızın sapıklıklarını meşru addedilmek maksadıyla Kanuni Sultan Süleyman’ı seks düşkünü gösterme çabaları, malum olduğu üzere Peygamber Efendimize de girişilmiş bir düşmanlıktı. Lakin kendi gibi sapıklardan başka hiçbir insanın rağbet etmediği küfürleriyle baş başa kalarak, saplandıkları bataklık dehlizinde kahırla çırpınmalarını sürdürmektedirler.

Zaten anne ve kardeşle yapılan cinsel ilişkiyi dahi normal karşılayabilen Ahmet Altan adlı şöhretli sapıklar, söz konusu diziyi savunanlar değil mi?

Müslüman milletimize ve ecdadımıza yakışır bir duruşla ayağa kalkan Sayın Başbakan Erdoğan’ı verdiği tepkiden dolayı tebrik eder, kendini Türk milliyetçisi olarak tanıtan MHP ve Devlet Bahçeli’nin de aynı reflekste bulunmasını beklerdim. Ancak CHP misali Hz. Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı’nın hasmıymışçasına sessiz kalışını ve güttüğü pespaye politikayla dizi üzerinden Başbakan Erdoğan’a saldırmalarını nefretle kınıyorum. 
      
Alçakça sömürdükleri milletin ecdadını aşağılayan Karamehmet ve Şahenk adlı haçlıların özel yaşamları, muhakkak ki Kanuni Sultan Süleyman’dan çok daha ilgi çekici ve halka izleme rekorları kırdıracak bir korkunçluktadır.

Sapıklığın sınır tanımaz her türlüsünü yaşadıkları kuvvetle muhtemel olan Karamehmet ve Şahenk, doymak bilmez nefislerinin peşinde çılgınca koşmalarından; ne din ne ahlak ne vicdan ne saygı ne insaf ne vefakârlık ne de merhamet tanırlar.

İnsanlığın insan olmayan numuneleri olmalarından ticari hayatlarındaki gaddarlıklarını cinsel hayatlarında da sürdürmekte, ahlak gibi dokunulmaması gereken hayati kriteri sahip oldukları güçleriyle iğfal etmektedirler.

Doyumsuzluklarını takvaya ulaşıp hidayet yoluna girerek aşamadıkları aşikâr olup, sapıklığın çarkında döndükleri tartışılmazdır.

Acaba nasıl bir sapıklığa meylederek lanetsi şehvetlerini tatmin etmektedirler?

-12 yaş gibi küçük kızlarla cinsel ilişkiye girmekle mi;
-Bebeklere ve çocuklara cinsel yönden ilgi duyan pedofililikle mi;
-Hayvanlarla cinsel ilişkiye giren zoofililer gibi mi;
- Ölü insanların cesetleriyle sevişme isteği duyan nekrofililer gibi mi;
- Çocuklarıyla mı sevişiyorlar;
- Eşlerini dahil ettikleri grup sekslerle mi;
- Karılarını değiş tokuş yaparak mı;
- Karılarını başka erkekler peşkeş çekip izleyerek mi;
- Homoseksüel ilişkilerle mi;
- Fetişizmle mi;
- Cinsellikte yaptıkları sadist eylemlerle mi;

Sanat adına Kanuni Sultan Süleyman’a öngörülen hakaretsi iftiralar meşru, Karamehmet ve Şahenk’e gayri meşru mu? Onlarında yaşamları dizilere konu edilse, sanata katkı sağlamaz mı? Eğer yapılan bunca rezaletsi ihanet sanat aşkına ise!

Aile bireyini sevgi ve saygıya götürerek itibar sahibi yapan nasıl ebeveyni ise, milleti de millet yaparak güce ve izzete ulaştıran ecdadıdır.

1978 yılında ihracata başlayıp dünya ülkelerini ziyaretim esnasında kimse Türkiye’yi bilmiyor ama Osmanlı’nın namıyla tanınarak bağırlara basılıyordum. Oysa şimdi, ecdadımızı karalamaya çalışan sapıklara tepki göstermeyip iğrenç emellerine katkı sağlayarak, nasıl bir ihanete ortak olduğumuzu fark edemiyoruz.

Aziz Nesin adlı haine bir yazımda hakaret ettiğim gerekçesiyle oğlu Prof. Ali Nesin tarafından bir kez daha dava edilmiş, sözde “hatıratına hakaret etmem” fiilinden davam devam etmektedir.
Ne acıdır ki Aziz Nesin gibi azılı bir kâfirin hatırı var ve yargı görevini yapabilmekte ama Kanuni Sultan Süleyman’ın hatıratı hiçe sayılabilmektedir. İşte CHP’nin toplumuzu nasıl zehirleyerek ecdada düşman kılmasının dehşet saçan sancılarını yaşamaktayız.

Şüphe yoktur ki azılı millet ve ecdat düşmanları sapık Mehmet Emin Karamehmet ve Ferit Şahenk’e hakaret etmekten aleyhimde dava açılacak, lakin Kanuni Sultan Süleyman’a hakaretten dava açılmaması, rejimizin ecdada bakışını ortaya koymaktadır.

En azından Ferit Şahenk’in sahip olduğu Garanti Bankası’nı da mı batıramıyoruz? Söz konusu o küfür dizisine reklam vererek sübvanse eden şirket ürünlerini de mi boykot edemiyoruz?  Nasıl nankör ve hain bir insan yahut milletiz ki, ecdadımızı aşağılayan sapıklara destek verebiliyoruz?

Kalbinde zerre kadar insanlık asaleti, ecdat sevgi ve saygısı olanlar; hemen Garanti Bankası’ndaki mevduatlarını kapatarak, Ferit Şahenk adlı din ve ecdat düşmanı katıksız pisliğe indirici silleyi vurmalıdır. Dünyada rüsvalığa, ahirette de azaba mahkûm bu mahlûklar, her ne kadar güçlü, gösterişli ve şöhretli olsalar da rezilliklerinden kurtulamayacaklardır.

Unutmayınız ki, o muhteşem ecdat, sizlerin din, namus ve vatanlarınız için canlarını vererek, dizide mevzubahis edilen iftiralara eğilmediler. Zaten öyle olmuş olsaydı, o kadar zafere ulaşabilmeleri mümkün müydü?

Osmanlı ailesinin üyeleri olmakla böbürlenenlerin vay hallerine ki, dedeleri Kanuni Sultan Süleyman’a onca iftira düzmelerine rağmen, içlerinden biri çıkıp da dava açmaya cesaret edemiyor. Yazıklar olsun böylesi Osmanlı yüzkaralarına!

İnsanoğlu bütün dünyaya sahip olsa bile bu büyük bir kazanç değildir; çünkü bu sahiplik geçicidir ve mecazidir. Asıl sahip Allah’tır. Ayrıca bugüne kadar keşfedilen çapı on milyar ışık yıllık maddi kâinat yanında, dünya bir zerre değildir. “Öyleyse dünya hayatında insan için en büyük kazanç nedir” denecek olursa,  şüphesiz bu, Allah rızasıdır. Allah rızasını kazanan, iyi ve güzel olan her şeyi, ebediyeti kazanmıştır. Öylesine iyi ve güzel ki, dünyada ona insanların eli değil, hayali dahi ulaşamaz.

Bir kimse Allah yanında makbul ise, bütün insanlar ondan yüz çevirseler, ona hiçbir zarar gelmez. Allah yanında makbul olmayan bir kimseye bütün insanların hürmet ve tazimi, ne fayda temin eder?

Savulun sapıklar! Asla ekinleriniz yeşermeyecek, milleti ecdadından ayırıp, sizler gibi ne düğü belirsiz piçlikle yaftalatamayacaksınız… 

23 Kasım 2012 Cuma

İslami özgürlük değil nefsi özgürlük için…


Yahut ahiret değil dünya için mücadele veren Filistinliler, Allah’ın hor ve hakir bırakarak zulüm altında esarete mahkûm kıldığı toplum olmayı hak etmiyorlar mı?

Allah, apaçık bana sığının yardım ve destek olarak “BEN YETERİM” buyurarak, küfre ve zalime karşı savaşı emredip akabinde şahadetle ebedi cenneti müjdelediği halde; Filistinliler, onlarca yıldır süren yüzlerce bomba ve binlerce ölümden dahi ibret almayarak, topyekûn İsrail’e karşı savaşacaklarına ateşkese razı olup ambargonun kalkması için bile direnişte bulunamıyorlar.

Savaşacaklarına ağlayıp ABD güdümündeki İslam ülke iktidarlarından merhamet dilenerek tutsaklıklarının sonlanması konusunda politik hesaplar yapmaları daha da batırmakta, dolayısıyla vahşice öldürülen eş ve çocuklarının azmettirici katilleri olarak yaftalanmaktadırlar. Bu sebeple İsrail, fizikken her ne kadar katleden olsa da, asıl katiller Filistinlilerin ta kendileridirler.

En azından bombalardan kaçıp saklanacaklarına ölümlü bedenlerini “şahadet kalkanı” siper etmek suretiyle yurt satıhlarını tek bir boş yer kalmamacasına sarıp sarmasalardı, Müslümanların ölümden korkmayan ahiret sevdalıklarını kanıtlar, asıl yaşamın dünya değil ahiret hayatı olduğu amaçlarıyla İsrail ve ABD’nin cüretkârlığına son verirlerdi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, kızı öldürülen yaşlı baba ile fotoğrafı her ne kadar duygu seli oluşturduysa da, imani mücadelede hiçbir değer taşımamaktadır. Özellikle o baba, kızının ölümünden sorumlu bir sefildi. Düşmana karşı savaşmamasının bedelini kızının kollarındaki cesediyle ödemiş ve asla hak etmediği bir merhamet hissettirmişti. Oysa o baba, günahkâr ve korkak bir haindi; yakınlarını yitiren diğer Filistinliler gibi “masum çocuklarımızın ne suçu vardı” gibi sömürüsel iniltilerle pespayeliklerini örtbas etmekten başka bir tablo içermiyordu.

ABD’nin birkaç saatlik izniyle Gazze’ye giden dışişleri bakanlarının gözyaşları ve liderlerin meydan okuyucu yaptırımsız sözleri, Peygamberimize hakaret içeren o malum filme duyulan tepki sonrası ABD’li diplomatların öldürülmemesi ve olabilecek Yahudi saldırılarının engellenebilmesi için basıncın elimine edilmesiydi. Maalesef bu taktik başarılı olmuş, ABD ve İsrail’i koruma amaçlı aslanlık, sahiplerine kahramanlık payesi dahi kazandırabilmiştir. Oynanılan tiyatro bugün başarılı olsa da, bakalım yarın ne olacak?

Oysa Gazze’ye giden devlet temsilcileri, kalplerinde zerre kadar iman, hak ve adalet taşımış olsalardı, beyhude nutuklar ve gözyaşları yerine Filistinlilerin yanında kalarak, yıkımın ve katliamların önüne geçebilir, en azından ambargoyu kaldırabilecek duruşla İsrail ve ABD’ye geri adım attırabilirlerdi. Ancak ABD güdümündeki birkaç saatlik ziyaret ve gerilimi düşürecek lâfsı çıkışlarla kurtarıcı olunabiliyor ise, riske ne gerek var?

Allah’ın yanlarında olmasına güvenmezler ama aciz beşerin sözle yanlarında oldukları vaatlerine itimat edenlerden daha hain ve nankör kim olabilir?

Filistinliler mazoşist mi ki, bomba yemekten, yıkılıp yakılmaktan, bitmek tükenmez acı ve dehşetten, din ve namuslarına saldırıdan, yüzlerce ölüm ve yaralı vermekten zevk alıyorlar? Her zamanki gibi İsrail, onur ve şereflerini aşağılayarak taş üstünde taş bırakmıyor, sonrada hiçbir şey olmamış gibi önlerine konulan ateşkesi kabul edip zafer naralarıyla çığlık atıyorlar. İsrail, hedeflediğini yaptı diye mi sevindiler? ABD kuklaları da ihanetsi ateşkesi sağlamanın gururuyla böbürleniyorlar.

Acaba haçlılarla girişilen müttefiklikle; adam gibi ölünebilinir mi?

Yüzyılın mücahidi şehid Osame Bin Laden, zulme karşı adaleti egemen kılabilmek için şeytan merkezleri ve müttefiklerine operasyonlar düzenlemiş, o büyütülen haçlıların nasıl birer hiç olduklarını kanıtlamış ama Müslüman kimlikli münafıklarca dışlanıp terörist ilan edilmişti.

Ne mutlu Osame Bin Laden ve geriye bıraktığı kahraman ordusuna!

El Kaide, kendisini dokunulmaz tanrı sanan ABD adlı şeytan imparatorluğunu topraklarında vurup diz üstü çöktürerek İsrail ve müttefiki Avrupa’ya korku salmışken, Filistinliler, topraklarını işgal eden Allah düşmanı İsrail’in kölesi olmayı sürdürebilmektedirler. Çünkü El Kaide’nin imanlı mücahidleri, her türlü beşeri güce karşı kul olmayı reddedip Allah’a kulluk için savaşmış, dolayısıyla nefislerine değil İslam özgürlüğü için şahadete koşmuşlar ve devam etmektedirler.

Allah adına savaşanın ölüm ya da sağ kalma, galibiyet veya mağlubiyet gibi bir tereddütleri ve çıkar hesapları yoktur. Onlar sadece Allah adına savaşıp insanlığın hak ettiği şeref ve itibarının yücelmesi için mücadele eder, takdiri Allah’a bırakırlar. Sadece verilen hükmü yerine getirmekle kulluklarının gereğini ifa ederler.

Zalim Esed’in acımasızlıkta İsrail’den bir farkı var mı ki, Suriyeli mücahidler, ellerindeki hafif silahlarıyla bomba ve füzelere karşı kıyasıya savaşıyorlar. Ki, Filistinlilerin ellerinde füze dâhil çok daha ağır silah ve yıllarca süren Müslümanların desteği olmasına rağmen; savaşmalarının sebebi, mazlumluk adı altında sömürmeyi bir kazanç kapısı görmelerinden midir?

Ülkelerini kavurup yıkan Esed zalimine karşı savaşmayarak bölge ülkelere kaçmak suretiyle sığınan Suriyeliler de başka bir hain ve alçaktırlar. Ancak çocuk-kadın-hasta ve yaşlıların dışında eli silah tutabilen sağlıklı Suriyelileri kamplarda tutarak beslemek, hem dini hem de insani olarak haramdır. Onlar ne insan ne de Müslüman olmayan mahlûklardır. Hele, halka karşı Esed ordusunda görev yapıp akabinde nedamete gelerek ülkesini terk eden subaylara ne demeli? Vallahi ve Billahi bunlar Müslüman olmadıkları gibi insanda değillerdir.

İslam ve insanlıkla yakından ve uzaktan ilgisi olmayanlara Müslüman denilemeyeceği gibi merhamette duyulmamalıdır. Bu asalaklar sadece vatanlarına değil insanlığa da zarar vermekte, bulundukları yerde fitne çıkarmaktan başka bir amaçları yoktur.

İşte bu münafıkların Müslüman olarak anılmaları, Allah’ın halifeleri olan Müslümanlara da kara bir leke sürmektedir.

Şöhretleri Arap Birliği yahut İslam teşkilatı olan Haçlı mandası altındaki münafıklar, tehdidi topyekûn ortadan kaldıracaklarına, barış adına küfre aman dileyerek olayların tekrar tekerrür etmemesi için ödünler vermekte, münafıkların kâfirlerden ne denli daha zararlı ve düşman olduklarını ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla güya Filistin-İsrail arasındaki ateşkese zil çalıp oynayan ahmaklar, bir mum misali nasıl tükendiklerini dahi muhakeme edemeyecek yetisizliktedirler. Telaşa düşenlerin beladan kurtulabilmeleri ve kurtuluşa erebilmeleri mümkün müdür?

Onlar, gövdesi yerden koparılmış ve o yüzden ayakta durma imkânı olmayan pis bir ağaçtan farksızdırlar ama mevkilerinden dolayı yanılgıya düşülerek güçlü ve caydırıcı oldukları sanılmaktadır.
Başlarına bir bela sararlar tedirginliğiyle şeytan dostlarından korkup Allah’tan korkmayarak yolunda cihad etmeyenlerin mümin olabilmeleri söz konusu değildir. Ancak sözle Allah’tan korktuklarını dile getirenler, bilinmelidir ki gövdesi yerden koparılmış o pis ağaç misali mümin yahut insan olundukları zannedilmektedir.
    
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” Maide 35

17 Kasım 2012 Cumartesi

Onlarla savaşın ki, mükâfata erişesiniz…


Mükâfatı dünya nimetlerine odaklayıp da ahirete hesaba katmayanların olası bir kazançları dahi çerçöp olmaya mahkûmdur.

Sözü Müslüman özü münafık olanların şer güçleri boyunduruğu altındaki politikaları kötülüğün kırılıp da iyiliğin egemen olamamasına yegâne sebeptir. Mükâfatı Allah’ın yanında değil de şeytan adımlarını takip edenlerin yanında arayanların izzete ve zafere ulaşabilmeleri mümkün değildir.
Müslümanların zilleti sindirmesi, hor ve hakir kalması, batılın esaretine razı olması, ölmekten veya öldürülmekten korkması imanlarıyla çeliştiğinden münafık oldukları tartışılmazdır.

Allah, savaşı Müslümanların üzerine farz kılıp izni ile düşmanlarını öldürecek vadini yerine getirdiği halde; zaafa düşüp şüphe ve tereddüt geçirenlerin hayrı değil de şerri tercih etmeleri, Allah’a olan güvensizliklerini ortaya koymaktadır. Böylece düşmana karşı boyun eğilmekte, sabretmek yerine şeytanla uzlaşmaya gidilerek nefsi galebe çaldıracak arayışlarla güdülmeye ve imansızlığa gönüllü olunmaktadır.
      
“Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” Al-i İmran 146

Yahudi gibi lanetlenmiş bir toplumun gücü ve düzeni zayıf olmasına rağmen Filistin Halkına üstün gelişi, sözde Müslüman Filistinlilerin gerçekten iman etmediğine bir delildir. Bağımsız bir devlet olma arzularını doğrudan şeytan dostlarına endekslemelerinden ve kabul görebilme hesaplarından Allah’ın hükümlerine sebatkâr kalmayıp topyekûn İsraillilerle savaşarak elleriyle onları cezalandırma, rezil rüsva etme ve galip gelmek suretiyle kalplerini ferahlatacaklarına, yıllarca eza ve cefa çekmektedirler.
     
Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan gibi tamamen ABD kuklası iktidarlara dayanıp güvenmelerinden zulümden kurtulamamakta, hunharca katledilmekte, din ve şerefleri tecavüze uğramaktadır. Oysa ABD mandası altındaki münafıklara değil de yaratıcıları Allah’a dayanıp güvenselerdi, biri en azgın on Yahudi’ye galip gelir, böylece kurtuluşa erişebilirlerdi.

“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.“ Enfal 65

Dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek az olmasına karşın dünya hayatını ahirete tercih eden Müslüman kimliklerin Allah tarafından kendilerine yardım edilmemesi, münafıklıkları yüzündendir.
Allah yolunda savaşmak ve sonunda şehit olmaktan daha üstün bir mükâfat olabilir mi? Şüphesiz şeytan kötülüğün misyonu üzeri yaratılmış, İsrail ve ABD gibilerde şeytanın adımlarını takip ederek yapması zaruri olanları yerine getirmektedirler. Bu yüzden ‘neden canlara kıyıyorlar, bebekleri öldürüyorlar, zulümlerden keyif alabiliyorlar, Müslümanlara acımıyorlar ve yakıp yıkıyorlar’ gibi hayıflanmalar, ancak mücadele etmekten korkan insan müsveddesi münafıkların mantıki hezeyanlarıdır. Şeytan ve dostlarının var olduğu bir dünyada kötülüğün hükmetmemesi mümkün müdür?

İnsanlık düşmanı İsrail ve destekçisi ABD’yi suçlamak yerine direniş göstermeyip haksızlık ve adaletsizliğe karşı savaşmayanları lanetlemek çözümün anahtarıdır. Ki, onlar, “eğer ABD ve batıl güçlerin müttefiki olarak esareti kabullenip bizim yanımızda yer alsaydılar, ölmezler ve öldürülmezlerdi” diyerek, güya ölenlere acır ve marjinallikle suçlarlar. Oysa canı veren nasıl Allah ise, alan da Allah’tır. Dolayısıyla ne İsrail ne de ABD, bir pirenin dahi canını alabilecek kudrete sahip değillerdir. Ancak sebep oluşları, mutlak irade sahibi yanılgısına yol açmaktadırlar.

“Ey iman edenler! Sizler, inkâr edenler ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında: "Eğer bizim yanımızda kalsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah bu kanaati onların kalplerine bir hasret olarak koydu. Canı veren de alan da Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görür. “ Al-i İmran 156

Mal ve can emniyeti adına kötüyle barış yapmak, ancak gelecek nesli de tehdit altında bırakarak aynı acı ve dehşeti yaşamalarına zemin hazırlamaktır. Şeytanın doğru yola gelebilmesi nasıl imkânsız ise, kötünün de iyi olabilmesi mümkün değildir. Bu sebeple yok edilmelerini sağlayacak savaştan başka hiçbir çıkar yol yoktur ama İslam ve hümanist imajı taşıyan iktidarlar, saltanatlarına bir halel gelmemesi için tiyatrosal kınamalar ve vicdansı sömürüler ile alışılagelen demeçler vermeye devam ederler. Asıl zalim onların ta kendileridirler.

Hiçbir mümin, Allah yolunda ölmekten, öldürmekten ve öldürülmekten asla çekinmez. İmanları gereği asıl hayat ahiret yurdu olduğuna göre; şehit olmanın bir kayıp ve üzüntü değil ebedi dirlik olduğuna nasıl inanılamıyor? Ya da inanıldığı halde neden iman edilemiyor?

Filistin Halkının hem Allah’a hem de insanlığa karşı imani görevi; münafıkların önüne koyacakları uzlaşı manipülasyonlarına sırt dönerek kıyasıya İsrail’le savaşmalarıdır. Kötülüğün ve insansızlığın merkezi İsrail’e gösterilen her tolerans, sadece Filistinlileri değil tüm dünyayı tehdit etmektedir. Şeytanı yok etmek için savaşmayanların şeytandan şikâyetçi olmaları münafıklık değil de nedir?

Eğer Filistinliler, inandıkları gibi Allah’ın vaatlerine iman etmiş olsalardı İsrail’i bugünlere getirtmez,  böylece ne kundaktaki bebekleri ve çocukları öldürülür, ne dul ve yetimleri çoğalır ne de bombalar altında yaşadıkları korku ve dehşet tekerrür ederdi. Yarın kabul edecekleri bir ateşkes ve politik entrikalar, bir süre sonra aynı şeyleri yaşamalarına neden olacak, hem ahiretlerini hem de dünyalıklarını yitirmenin bedbahtlığıyla onursuz ve imansız yaşamları tükenip gidecektir. Oysa ahiret gibi ebedi bir hayatı kazanma fırsatını tepmekten daha büyük bir kayıp olabilir mi?

İslam’ı kabul etmekle peşinen dünyayı ahiret karşılığı satmaya ant içen Müslümanlar, Allah düşmanlarına karşı savaşmaktan başka çareleri yoktur. Özellikle Filistinliler şükretmelidirler ki, Müslüman kardeş sandıkları ancak münafıklıkları aşikâr olan iktidarlar gibi imtihandan yoksun bırakılmayıp, İsrail şeytanıyla cenkleşme fırsatı yakalamışlardır.

Türkiye’nin Başbakan yardımcısı ve Müslüman imajıyla tanınan o adam, Müslüman kardeşlerinin yanında İsrail’e karşı savaşacağına saldırıların durması için 9 vatandaşımızın katili ve Müslümanların düşmanı İsrail ile görüşmeyi teklif edebiliyor ise, Türkiye iktidarından fayda bekleyebilmek deveyi iğne deliğinden geçirmeye kalkışmaktan farksızdır.

Başbakan Erdoğan, peşine 200 işadamı katarak Mısır’a yapacağı ziyarette İsrail mezalimine vermeyi düşündüğü mesajdan ne samimiyet beklenir? Bu sebeple İslam ülkelerinin iktidarları, İsrail’i haklı bulan ABD’nin kurguladığı tiyatroyu sergileyip şovsal nutuklarıyla Müslüman halklarına gövde gösterisi yaparak, olabilecek küresel bir haykırış ve direnişin önüne geçmekten başka hiçbir amaçları yoktur.

Zaten Filistin Halkının yanında Allah olduktan sonra tagut yolunda savaşan ABD figüranlarına ihtiyaç duymalarına gerek yoktur. Yeter ki tumturaklı Allah’a güvenip dayanan bir imanı ortaya koyabilsinler.

Çocuk-kadın, yaşlı-genç demeden İsrail şeytanına öyle saldırsınlar ki, tüm dünya imanın zaferiyle titresin. Belki büyük bir çoğunluğu öldürülecektir ama o ölümlerin Allah nezdinde nasıl bir dirilik ve ebedi kurtuluş olduğuna kalpleri mutmainse; inanmalıdırlar ki, önlerinde hiçbir beşeri güç kalmaz ve İsrail denen cehennemsi karanlığı boğarak muhteşem bir Müslüman Filistin aydınlığını mukim kılabilirler.

Yahudilerin nasıl Müslüman düşmanı oldukları, İsrail’deki hükümetin tekrar seçimleri kazanabilmek için akıttığı Müslüman kanıyla orantılı ise, sadece İsrail yönetimini suçlayıp da halkını masum addetmek, şeytani bir saptırmadır.

Ey Müslüman Gazze Halkı!

Şüphesiz Mahmud Abbas gibi İsrail işbirlikçi hainlerle zalimlere karşı mücadele her ne kadar meşakkatli ise de, Allah size yeter. Zaten galebe çalamamanızın önemli bir nedeni, içinizdeki hainlerdir. Onların öldürülmeleri, zafer kapısını aralayacak bir anahtardır.
                  
İsrail şeytanına karşı onbinlerce şehit veren sizler, İslam ve insanlığın sembolü olmanızı sağlamıştır. Böylesi ebedi bir izzet, itibar ve ayrıcalıktan kaçınmak sizlere yakışmaz. Bu sayede İslam toplumlarının da lideri olursunuz. Ezilmişlerin ve zulme uğrayanların da umutlarını yeşertirsiniz. İnsanların emperyalist haçlılarca sömürülüp yağmalanmasına, dünyadaki haksızlık ve adaletsizliklere son verecek tetiklemeyi yapacak darbeyi indirmeniz, imansı bir kalple kolaydır. Velev ki tamamınız şehit bile olsa, şeytanın yok edilmesine değmez mi? Allah için nasıl var olduysanız, Allah için ölünüz ki sonsuz saadete ulaşınız. 

Bizler, sizlerin şerefli mücadelelerini izlemekle yetinen münafıklarız.

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır.” Nisa 76

14 Kasım 2012 Çarşamba

Savaş kalple kazanılır…


Ancak ne Başbakan Erdoğan ne de Ak Parti’nin böylesi cesur ve iman dolu bir kalpleri olmadığı, PKKBDP teröristleri karşısında dik durmamakla ortaya çıkmıştır.

Teröristlerin açlık grevi gerekçelerinden biri olan “anadilde savunma” talepleri ne kadar hakka uygun olsa da, apaçık meydan okuma, infial oluşturma ve hunharca katliamlara girişmelerinden dolayı bu aşamada kabul edilmesi söz konusu olamayacak bir haktır. Ne var ki Başbakan Erdoğan, anadilde savunma ile ilgili tasarıyı meclise göndererek, Bununla ilgili onlara değil, milletimize verdiğimiz sözü yerine getireceğiz. 13 maddelik bu tasarı da inşallah meclisimizden süratle gelip geçecektir. Buna inanıyorum. Bu arada grubumuzun hassasiyeti bellidir'' sözleri, takdir edilir ki masumiyetten çok daha öte bir teslimiyettir.

Ki, terörist Selahattin Demirtaş, söz konusu tasarının meclise gelmesiyle ilgili olarak; "Dün gece anadilde savunmayla ilgili yasa tasarısı meclise ulaştı. Bugün komisyona gelmesi, birkaç gün içerisinde de yasanın çıkmasını bekliyoruz. Bu önemli bir adımdır. Bunu küçümseyemeyiz, yok sayamayız" zafersi açıklaması, boyun eğmeyi kanıtlamaktadır.
Bugüne kadar beklendi de, neden şimdi kabul edildi sorusu, öyle millet edebiyatı gibi politik söylemlerle geçiştirilemez.

Ah, Başbakan Erdoğan! Gürlediğinin yarısı kadar eylemde bulunmuş olsaydın, yığınların hiçbirini sokaklarda bulamaz ve terörist vekilleri ahkâm kesemezlerdi!

Sizi daha fazla eleştirmeyecek, yetişmenize katkı sağlayan o mücahit namlı merhum Erbakan’ın 28 Şubat’taki pespaye politikasının Müslüman milletimizi ve İslam’ı nasıl aşağılayıp işgal ettirdiğini ve teslimiyetle bir yere varamayacağınızı ortaya koyacağım.

Birkaç gündür haber vaktim sitesinden öğrendiğim gerçekler, 30 Ağustos 2005 tarihinde Tempo Dergisine verdiğim röportajdaki; “Türkiye’de Allah’ın emrettiği şekilde yaşayan Müslüman yoktur. Buna ben de dâhilim” açıklamamamın doğruluğunu kanıtlamıştır.

Dönemin İstanbul 2.Zırhlı Tugay Komutanı Trabzonlu Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu adlı kâfir, Necmeddin Erbakan’ın Başbakanlığı sırasında ezanları yasaklamış, camileri kapattırmış, cami şadırvanı ve diğer bölümlerini buldozerlerle yıktırıp talan ettirmiş, başörtüsü takan subay eşlerine hakaretler yağdırmış, Müslüman subayları ordudan attırmış, İstiklal Marşımızın dini kavramlarından tiksindiğini açıklamış, besmeleye tükürmüş ve açıklamayı sindiremediğim nice saldırılardan geri durmamış. Sanki ülkeyi yöneten bir hükümet ve özellikle Başbakan Erbakan değilmiş gibi geçmişteki haçlı kuvvetlerin yapmaya cesaret edemediği değerlerimize savaş açmış ve tek bir mümin kendini feda edip de o kâfiri öldürememişti.

Bırakın öldürmeyi başta Erbakan, hükümet üyeleri, mangalda kül bırakmayan Refah Partililer tek bir eleştiri hatta şikâyette bulunmaya bile cesaret edememişler. Sebep darbe olurmuş! Yuh, sizin gibi nefis düşkünü münafıklara! Kâfir kalkmış açıkça dine savaş açıp Müslümanlara ve değerlerine yapmadığı zulmü bırakmıyor, adamlar darbeden korkarak Allah’a, Peygambere ve Kur’an’a küfrettiriyor.

Haydi, cesaretsi bir imanınız yok; 40-50 000 dolar verip yurt dışından bir sniper’da mı getirtemediniz?

Sonunda ne oldu? Öyle sefillerdi ki, fiziki bir darbeye bile ihtiyaç duyulmadan üfürükle yıkılıp gittiler.

Hele, Sultanbeyli’nin o dönem Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak adlı katmerli münafık, sıkılmadan olayları anlatarak şikâyette bulunuyor. Ama merak etmeyin, o dönemin hesabını ahrette öyle verecekler ki, günde bin rekât namaz dahi kılsalar ihanet yaftasından asla kurtulamayacak, kâfirlerden çok daha berbat bir azapla kavrulacaklardır.

“Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.” Nisa 145

Bu Erbakan mı mücahitti? Bu Erbakan mı İslam’ı savunmuştu?

Yıllar önce Gebze’de bulunan Mesaj FM radyosunun daveti üzerine canlı yayına katıldım. O sıralar Müslüman toplum nezdinde bayağı itibar görüyordum. Konuşma sırasında Erbakan’a önce münafık sonra kâfir demen üzerine konuşmamı kestiler ama canlı yayına bağlananlar “Şadoğlu’nun sesini niye kesiyorsunuz” diyerek tepki gösteriyorlardı. Gece yarısı 2000’e yakın partili radyo’yu bastı. Akılları sıra bana hesap soracaklardı. Radyo yöneticiler güvenliğimden dolayı beni koruma altına almak istemiş ama kabul etmemiş ve polis çağırmamalarını söylemiştim. Her taraf tutulmuş, merdivenler ve sokaklar hınca hınç doluydu. Aralarına girip, “işte buradayım” dediğim halde içlerinden biri çıkıp da tek bir laf edememişti. Neden o tümgeneral kâfir dinlerini aşağıladığında tugayı basamamışlardı? Çünkü onların tanrıları Erbakan, dinleri de milli görüştü!

Sayın Erdoğan! Zihninizle değil kalbinizle hareket edin. Unutmayın ki asıl gören göz, gönül gözüdür. Her yerine getirdiğiniz PKKBDP’lilerin talepleri, sizi hem bu dünyada hem de ahrette tarumar edecektir. Politik manevralarla belki halkı ikna edebilirsiniz ama açığa vurmadığınız düşünce ve duygularınızla Allah’ı kandıramazsınız. Eylemsiz sözlerle de bir yere kadar günü geçiştirebilirsiniz. Bir saniye sonrası meçhul yaşamınız için ahretinizi ziyan etmeyiniz. PKKBDP’li şeytanların hiçbir taleplerini ciddiye almamalı ve muhatap kabul etmemelisiniz. Partinizdeki bazı PKK sempatizanlarının fısıltılarına kulak kabartmayınız. Şeytanla pazarlığa oturanın sonu şeytandan farksızdır. Hem silah bırakmadan PKKBDP’lilerin hiçbir taleplerini karşılamayacağınızı söylüyor hem de dolaylı yollardan pazarlık yapıyorsunuz. Onlar milletinizin ve dininizin düşmanıdır. 

Açlık grevi sonlanmadan, velev ki kıyamet kopacağını bilseniz dahi o tasarıyı geçirmeyiniz. Hem dininize hem milletinize hem de devletin caydırıcı gücüne ihanet etmiş olursunuz. Unutmayınız ki şeytan da nefsi odaklı sevgi, barış ve kazanç uğultularıyla tuzağa düşürür.

Aksi takdirde sonunuzun Erbakan gibi olacaktır…

Allah’a güvenip dayanın, vekil ve destek olarak Allah size yeter.  

“Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.” Tegabun 11

11 Kasım 2012 Pazar

Ölümüne gidin ki samimiyetiniz anlaşılsın…


Zindandaki PKK’lıların şovsal açlık grevleri fayda etmeyince terörist vekillerin sahneledikleri gösteri, kahkahayla izlenecek tiyatrodan farksızdır. Onlar rol kesen öyle kahpedirler ki, açlık grevlerini dahi pazarlığa tabi tutarak, leşsi bedenlerinden düşmanları devleti sorumlu tutabilecek kadar alçaktırlar.

Başarılı olamazlar ise, sıra üç başlı köpek Öcalan’a mı gelecek? Ancak uğruna ölenlerle tokalaşmayı dahi otoritesine tecavüz gören Öcalan gibi bir tanrının açlık grevi, kendilerince mevzubahis olmamaktadır. Geçmişteki Firavunlar bırakın tokalaşmayı, yüzlerini dahi göstermezlerdi. En azından Öcalan, Firavunlar gibi iğrenç cemalini göstermekten kaçınmıyor. Ne mutlu PKK’lılara!
  
Müslüman milletimizi terörizmle sindiremeyen PKKBDP’nin saldırıları, mitingleri, yürüyüşleri ve haçlı efendilerinin destekleri hedeflerine ulaşmada yeterli olmayınca, çareyi vicdanları tetikleyeceklerini sandıkları açlık grevi gibi şeytansı hilelere başvurmakta bulmuş ama onu dahi şova dönüştürdüklerinden etkili ve inandırıcı olamamaktadırlar.

Oysa güttükleri ideal içten olsaydı, başta Öcalan olmak üzere vekillerin tamamı toplu intihar yapar, dolayısıyla yığınlarını teşvik edici fedakârlıkları ikna edici olurdu.

Hem özgürlük adına yaptıkları isyanı ve katliamları savunur hem de özgürce yaptıkları açlık grevinde olası bir ölümden iktidarın sorumlu olacağını öne sürerler. İktidar mı onlara açlık grevi yaptırmaktadır? Açlık grevi ve doğabilecek sonuçlarında bile cesur davranmayıp özgürlüklerini kıyasıya savaştıkları iktidara ipotek eden sürü, neyin özgürlük mücadelesini vermektedir? Madem özgürlük mücadelesi veriyorlar, ödeyecekleri bedelde iktidarı sorumlu tutmaları apaçık bir çelişki değil midir?

Müzakere ve pazarlığa hazır bir güruhun her ne kadar yaptırım gücü bulunmasa da, olabilecek tepkilerden korkan bir hükümetin iktidarsızlığı, hem milleti hem de devleti zillete mahkûm etmektedir.
  
Eğer özgürce intiharı seçen sapkın bir terör örgütünden devlet sorumluysa, teröristlerce öldürülen sokaktaki vatandaşın mal ve can güvenliklerinden kim sorumludur? Devlet, anayasa gereği vatandaşın mal ve can emniyetinden yükümlü ve teröristleri cezalandırmakla hükümlü değil midir? Vatandaşı katleden teröristlerin açlık grevlerine gösterilen hassasiyet, neden sadık vatandaşlara duyulmuyor? Acaba ilgi görebilmek için terörist mi olmak lazım?

Ne zaman ki şantaj, tehdit ve savaştan kaçınılmaz, o zaman azgınlar kaçıp sığınacak yer ararlar!

Sürdürdükleri mücadelede yenilgiye uğrayanların siperlendikleri kamuflaj, açlık grevleri ve benzeri manipülâsyonlardır. En güçsüz hayvanların dahi başvurmadıkları bu acizlik, PKKBDP denen terör örgütünün ne kadar sefil olduğunu ortaya koymaktadır. Meydanı boş bulup halkı acımadan tepelemeye kalkan Ergenekon ve Balyozcular da, sonunda “aman” dileyip merhamet aramadılar mı? Ne yazık ki devasa büyütülüp tehdit haline dönüştürülen PKKBDP; devletin korkaklığından, demokrasi abartısından ve insan olmayanlara insan muamelesi yapılmasındandır.

Nasıl bir devlet, halkını yıllarca katleden teröristlere özgürce seçtikleri açlık grevlerinin durdurulması için pazarlık yapabilir ve taleplerini karşılama yoluna gidilebilir? Yoksa daha çok insan öldürmeleri için mi? Ayrıca bu müdahale, aynı zamanda özgür yaşam, düşünce, davranış ve karar alma iradesine de açık bir darbedir. Bırakın aç kalsınlar; bırakın şovlarını sürdürsünler; bırakın sürünsünler; bırakın ölsünler; bırakın yaptıklarının bedelini kahrolarak ödesinler!

Hükümet kendini ne zannediyor ki, kötüyü kendine tanrı edineni korumaya kalkışıyor?

“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen ona koruyucu olabilir misin?” Furkan 43

İktidarın verdiği her taviz; taleplerini yerine getirmek bir tarafa, müzakeresi dahi teröristleri şımartıp cüretkârlaştırmakta, hiçken muhatap yaptırmaktadır. PKK’nın dayattığı her hangi bir talep insani de olsa kabul görmemelidir. Geçmişte olduğu gibi taleplerini kuvvetleriyle elde ettikleri propagandasıyla nasıl etkinleşip güçlendikleri malumdur. Bütün bunlara rağmen hükümetin pazarlığa oturması, ihanet değil de nedir?

Korkuya yer vermeyen bir devlette, kanunlar hiçbir zaman gerekli saygıyı görmezler Sophokles

Taleplerinin yıllarca katlettikleri millet karşıtı mücadelelerinin talepleri olduğunu tekrarlayan terörist vekillere boyun eğen devlet, şehit olan binlerce yiğidin ve geriye bıraktıkları onbinlerce dul ve yetimin hesabını nasıl verecektir?  Diledikleri gibi eylem yapan ve cüretkâr taleplerde bulunabilen PKKBDP’nin kanun tanımaz hoyratlıklarının sorumlusu devlet değil de kimdir?

Her Türk vatandaşının yaşadığı sorunları şüphesiz Müslüman Kürt kökenli vatandaşlarımız da yaşamaktadır. Ancak PKKBDP’yi Kürtlerin temsilcisi yapma tuzağına düşen hükümet, PKK’nın taleplerini Kürtler lehine bir talepmiş yanlışlığına düşmesinden PKKBDP meşrulaşmıştır. Dolayısıyla tıpkı Ergenekon ve Balyoz terör örgütlerinin Türkleri sömürmeleri gibi, PKKBDP’nin de Kürtleri sömürmesine fırsat kazandırılmıştır.

PKK sorununu Kürt sorunu kabul eden bir anlayışın barış getirebilmesi ve hakları uzlaştırabilmesi mümkün değildir. Bilinmelidir ki, yıllardır yaşanan acılar ve süregelen ölümler daha da şiddetlenecek, Türkler ve Kürtler saflara ayrılarak kıyasıya savaşacaktır.  PKKBDP’ye gösterilen her iyi niyet, Türkiye’nin sonunu getirecektir.
    
BDP’nin grup olarak açlık grevine başlayacağı kararı, sonunda ölüme sebebiyet verecek ise fevkalade sevindiricidir. Devletin yapamayıp milletine bela ettiği teröristlerin kendilerini imha etmesi, Allah’ın bir lütfüdür. Ancak amaçlarının intihar değil şantaj odaklı bir dayatma olduğu cezaevlerindeki kölelerden anlaşılmaktadır.

Açlık grevleriyle beraber oluşturmaya çalışacakları kaosla, her nerede miting, yürüyüş ve eylem düzenlerlerse; devleti devlet yapan kararlılık ve otoriteyle en sert tedbirler alınmalı, kendilerince eylemlerini haklı sayıp meşru, insani ve hukuki ilan eden teröristlere müsamaha gösterilmemelidir ki, devletin iktidar olduğu kanıtlansın.

Bu sebeple anadilde savunma hakkı tamamen bir manipülasyon olup, PKK’ya devlet olmayı sağlayacak bu tasarıdan kaçınmalıdır. Demokrasi ve insani gerekçelerle yularını PKK’ya kaptıran devletin terörist taleplerine karşılık vermesi, teslimiyetin ta kendisidir.

“Bir devleti kurmak için bin sene ister, yıkmak içinse bir saat yeter.” Lord Byron

Herkim açlık grevleri adına PKKBDP şeytan tuzağına destek verir ve sahiplenirse, yaşamak için Türkiye’den kaçmalıdırlar. Açlık grevleri ciddiye alınarak tanınacak herhangi bir taviz, sorunları çözmeyeceği gibi daha da azdıracak ve telafisi mümkün olmayacak felaketlere yol açacaktır.

PKKBDP’nin isyanı kesinlikle Kürtler adına değil Türkiye’yi parçalayıp gücünü kırmak isteyen haçlılar adınadır. Dolayısıyla PKKBDP’nin öne sürdüğü talepler, haçlıların cephe yıkma topları olup, işgalleri için altyapı hazırlıklarıdır. Günü kurtarma yanlışlığında bulunma gafleti gösteren hükümet, istikbali muhakeme edebilseydi tek bir PKKBDP’li bırakmaz, yok olacak bir Türkiye ve ölecek milyonları elem edinerek başlarına binerdi.

Terörist canilerin, adı barış ve demokrasi olan şemsiyelerle kadim bir milleti nasıl yok edeceğine ömrü yetenler şahit olacaktır.

Sanki devlet, hükümet değil de PKKBDP’miş gibi eylemlerinde ısrarcı ve kararlı olmaları sonun işaretidir.

“Halkını tüketen devletlerin kendileri de tükenir.” Platon

5 Kasım 2012 Pazartesi

Müslümanlara gaddar, teröristlere merhametli…


Alçakların yekvücut kin kustukları dini ve milli değerlere yaptıkları düşmanlığa başka bir ülkede şahit olabilmek mümkün değildir.

Din karşıtı laik yasalar ve Atatürk devrimlerine atıfta bulunarak Müslümanların ibadet özgürlüğü ile kılık ve kıyafetleri gibi tartışılması dahi mevzubahis olmayacak temel haklarına saldırılarda bulunanların teröristleri müdafaa eden açıklamaları, Müslüman milletimizin nasıl dahili bedhahlarca kuşatıldığını ortaya koymaktadır.

Sözde hümanist tabanlı insan hakları adına taktıkları maskeyle canavarları savunan CHP güdümlü politikacı, gazeteci ve sanatçıların PKK’yı meşrulaştırma çabaları, geçmişteki yıkıcı ihanetlerin tekrarıdır.

İnsaniyet karşıtı acımasız katilleri insanlıkla şereflendirerek üç başlı köpek Öcalan adlı şeytanın salıverilmesi için giriştikleri açlık eylemlerine güya merhamet duyup isteklerinin yerine getirilmesi konusunda açlıklarına son verilme talepleriyle hükümete baskı uygulamaları, vatanı ve vicdanları parçalamaktan başka bir amaç taşımamaktadır.

Özgür yaşam için vicdan buluşması manipülasyonuyla bir araya gelen acımasızların ulumalarına kulaklar tıkanarak sadece insanlığa odaklanıldığında; politikacı, gazeteci, aydın ve sanatçı etiketli şeytan dostları etkin olamayacaklardır.

Sırf Allah ve Resulüne imanlarından ötürü Müslümanlara tahammül edemeyerek hakaret ve tehditlerle sindirmeye çalışıp acımadan tepeleme fırsatı kollayan şöhretli dışkılar, milletimizin onbinlerce evladını kıyarak geriye dul ve yetim bırakan teröristleri fütursuzca savunabilme cüretkârlıkları, aynı akıbete layık olduklarını kanıtlamaktadır.

Yaklaşık iki aydır ölüm açlığında oldukları yaygarası koparılıyor ama içlerinden birinin gebermemesi, Başbakan Erdoğan’ın ifade ettiği gibi şantajsı bir şov olduğunu ortaya çıkarıyor.

PKK’lıların açlık grevi sürdürmelerini gerekçe göstererek bayram tebriklerine katılmayan ve kendileri için bir bayramın söz konusu olamayacağını öne süren terörist vekiller, sıra sekse, eğlenceye ve ziyafete gelince birbirleriyle yarışıyorlar. Ancak özgürlük adına telef olmaya koşan sözde gerillaların vekilleri gibi dünya zevk ve ihtişamından mahrum bırakılıp ölümü, tutsaklığı ve intiharı kabullenmeleri, ancak sapıtmış akıllarının özgürlük mücadelesidir. Efendilerine kulsal köle olanların özgürlük iddiaları, ölüyü diriltmekle eşdeğerdir.

Hapishanelerdeki sapıkları yem olarak kullanıp dışarıdaki yığınları eyleme teşvik eden PKKBDP şeytanlarının tuzağına düşen aklı kıtlar bilmelidirler ki, terörist safında yer alan CHP provokasyonlu gazeteci ve sanatçı müsveddeleriyle etkilenerek düşmanlarına acımamalıdırlar. Sonra öyle acınacak duruma düşerler ki, gözleri önünde eş ve kızlarına yapılacak tecavüzleri izlemekle kalmayıp, canlı canlı organlarının doğranmalarını acı ve çığlıklar eşliğinde seyrederler. PKKBDP’liler hayvanlardan daha vahşi yırtıcıdırlar.

Bu ülkede Müslüman gözyaşlarını içmekten sarhoş olan ve uğradıkları zulümlerden haz duyan din karşıtı sadistlerin vicdan adına teröristlere sahip çıkmaları; gerçekte vatana, insanlığa ve milletimize karşı kalplerinde sakladıkları düşmanlıklarındandır. Bu sebeple şöhretleri gerekçesiyle sinsi düşmanlarınıza kanmayınız ki, kendinizi yerden yere vuracağınız o dehşetsi geleceği hazırlamayınız.
Her PKKBDP’linin ölüşü, baharsı bir müjdedir. Bitkiler nasıl yeşermeye başlayıp rengârenk çiçeklere dönüşüyor ise, insanlık ışığını karartan terörist ve yandaşlarının yok edilmesi de Türkiye’ye huzur ve barış getirecektir. Şeytanları insanlıkla özdeşleştirerek yaşatmaya çalışan bir düşünce, felaketin ta kendisidir.

İdam mutlaka geri gelmeli, hâkim ve savcılar, suçlu ana ve babalarının aleyhine dahi olsa müsamaha göstermeden en ağır cezayı vermelidirler. İnsanlığı ve iyiliği başka türlü muhafaza etmenin yolu yoktur. Eğer cezanın caydırıcı gücü olmasaydı; Yaratıcı Allah, cezadan zerre kadar taviz verilmemesinde ısrar eder miydi?

“Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah'a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedi kalacaklardır.” Yunus 27

Tıpkı öldürücü virüse yakalanmış bir bedenin yaşayabilmesi için, o virüsün öldürülmesi ne kadar kaçınılmaz ise; insaniyeti öldüren PKK misali virüslerin de elimine edilmesi zaruridir. Dolayısıyla sağlığına kavuşmuş bir insana nasıl seviniliyor ise, öldürülen her PKK’lı ve azgın suçlunun da yok oluşları sevinç doğurmalıdır. Her kim virüsleri yaşatmak istiyor ise, o insanlık düşmanıdır! Unutulmamalıdır ki bedeni tehdit eden her mikropta canlıdır, buna göre yaşatılmalı mıdırlar?
İyi ile kötü arasına sınır çekilmeyip insan görünümündeki kötülere iyi davranan bir akıl, o toplumun helaksi bir hasmıdır. Yoldan çıkarak şeytanın adımlarını takip eden azgınların doğru yola gelme umudu olabilseydi, Allah, ölüm cezalarına rıza gösterir miydi?

“Allah'ın saptırdığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!” Nisa 88

Azılı düşman Aziz Nesin’e karşı çıkışımdan mahkûm olduğum 5 aylık hapis cezamı çektiğim Şile cezaevinde, hizmetimi üstlenen bir hırsız mahkûmun girdiği yaklaşık 17 evin yanlışlığını kendisine anlatmıştım. Şayet şeriat kanunları olmuş olsaydı elinin kesileceğini kendisine hatırlatmam üzerine, verdiği yanıt ibrete şayandı. “O zaman hırsızlık yapmazdım ki!” Böylece suça teşvik ettirenin yasalar olduğu suçlunun itirafıyla ortaya çıkmıştı.

Oğlunu balkondan aşağı atan katil ve terörist vekil Sırrı Sakık, Başbakan Erdoğan'ın, “birçok kişinin idamın geri getirilmesini istediği” sözlerine karşılık, idamın abesle iştigal olduğunu ileri sürüp, Kürtlerin tamamını PKK ile özdeşleştirerek, “Azdan az, çoktan çok gider” tehdidiyle Türklerle Kürtlerin savaşacağını haykırdı. Oysa ister Türk ister Kürt olsun; dine ve insanlığa karşı savaşan PKK’lıların öldürülmesi adına yanlarında tek bir insan bulamayacakları gibi, hak ve adaletin egemenliği için bir PKK’lıya bin can feda etmeye hazır milyonlarca şehid adayının sabırsızlıkla beklediklerini materyalist beyinleri tahayyül edememektedir. Çünkü onlar nefisleri için yaşamak, Müslümanlar ise ahret için şehid olmaya koşmaktadırlar.

Unutmasınlar ki 100 lira zarar uğrayanla 100 milyon yitirenin tepkisi aynı değildir. 100 lira kaybedenin kahrı, 100 milyon zayiat verenden çok daha fazladır. Bilmiyorlarsa bir bilene sorsunlar!
Ermeni köklü katil Sırrı Sakık, geçmişteki dedeleri Ermeni eşkıyaların sözde öçlerini alabilmek için kurdukları PKK terör örgütünü Kürtlerle bütünleştirmesi, şüphesiz Müslüman Kürtlere yapılabilecek en korkunç ihanettir. Oysa 1915 Ermeni isyanında sırf Müslüman oldukları için Ermenilerce tecavüze uğrayan, ahırlarda yakılan ve karınları deşilen Kürtler değil miydi? Nasıl olurda kendilerini Kürtlerin temsilcisi gören BDP’liler, Kürtleri katleden 1915’deki Ermenileri savunabiliyor?

Hele idam geri gelsin de, bakalım abesle iştigal mi yoksa PKK’yı kökten bitirecek güven ve barışı mı getirecek? Bakalım, o zamanda meydan okuyabilecekler mi?

Ülkesindeki cinayetlere ve isyanlara aldırış etmeksizin kendini Avrupa ile aynı kefeye koyan hükümet, sırf Batı’ya yaranabilmek ve suçluları kollayan sözde insan haklarına uyduğunu kanıtlayabilmek için yıllarca halkını öldürtmekte, suçluları cesaretlendirerek mal ve can güvenliğini talan ettirmektedir. Caydırıcı cezanın olmadığı bir devlette asayişi mukim kılmak söz konusu değildir.
Demokrasi adına sokaktan meclise kadar içimizde barındırdığımız düşmanlarla mı barış ve bölünmezlik tesis edilecek? Terörle mücadele ve anayasa yapımı gibi hayati konularda dahi PKK’nın söz sahibi olduğu bir düzende, PKK’yı bitirmek mümkün müdür?

 “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” Al-i İmran 118