27 Şubat 2016 Cumartesi

İnsanlık=Müslümanlıktır!

İnsan olunmadan Müslüman olunamaz! Nasıl ki görünüşteki bedenle insan olunamaz ise kimlikle de Müslüman olunamaz. Mahlûku insan yapan değerler ile insanı Müslüman yapan değerler aynı olmasından ruh ile beden misali birbirlerinden farklı düşünülemez.

Yaratıcısına aşk ve tazimde bulunmayıp sadakatle bağlanmayarak hükümlerine tumturaklı teslim olmayan halife olarak yaratılmış bir insan olamaz. Bu sebeple insan olunamadığından Müslüman da olunamamaktadır.

İnsan yaratılmadan önce yeryüzünde Allah’ı tesbih ve takdis ederek hamdeden melekler hüküm sürüyordu. İnsanın halife olarak yaratılması baz alındığında sıradan bir mahluk olmadığı aşikardır. Ne zaman ki, yaratıcısı Allah’a karşı benlik güderek başkaldırmış, hayvandan da daha aşağı sapkınlıkla yaftalanıp insanlıktan çıkarılmıştır.   

“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir
 halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” Bakara 30

Yaratık insan, yaratıcısı Allah’a kulluk yapması için halife kılınmış ama kendisine emanet olarak sunulan kıymetlerle şımararak öyle böbürlenmiş ki, yaratılmış olduğunu unutup yaratıcı olma heva ve hevesine kapılarak, arzu ve isteklerine göre hükümler koymaya cüret edip düzen kurmaya kalkışmıştır.  

Oysa insan, insanlığını kabul edip asla güç yetiremeyeceği yaratıcısına karşı diklenerek halifeliğini düşürmemelidir. Hilkatteki eşine kulluğu kabul edipte yaratıcısına kul olmayı reddetmesi, görünüşte insan şeklinde olsa da insan olmadığına kanıttır. Dolayısıyla insan olmadığından Müslüman olabilmesi de mümkün değildir.

Halifelik gibi bir imtiyaza karşı maymunlaşmayı tercih eden mahlûkata insan denilemez. Onların bilgileri, yetenekleri, yaptıkları, inançları, arzuları ve talepleri maymunlarınkinden farksızdır. Ancak abartıları farklılarmış görüntüsü verse de, maymunun muhakemesi ne ise, onlarınki de aynıdır.         

Onlar öyle korkunç yaratıktırlar ki, kimi kötülerin en kötüsü; kimi iyi görünen kötü; kimi iyilik adına kötülükte cebbar; kimi kötülükte fırsat kollayan iyi; kimi kötülük yapabilmek için iyilikle göz boyayan sinsi; kimi sözde iyi özde kötü; kimi kötülükle mücadeleden kaçınan iyi; kimi kendine zarar dokunana kadar hümanist; kimi kötülüğü meşrulaştıran iyi; kimi iyiliği kabullenmiş kötü; kimi nefsine göre iyi ya da kötü; kimi yaptığı iyiliklerle kötülüğünü gizleyen iblis; kimi kötülüğü kabullenmiş iyi; kimi iyilikle kötülük arasında menfaat kollayan riyakâr; kimi sömüren bir iyi; kimi nefse iyi, hak ve adalete karşı kötü; kimi hakkı ahiret için, batılı da dünya için rehber edinmiş münafık; kimi yaratıcı ALLAH’a karşı kötü, yaratık insana hatta hayvana karşı iyi.  

İnsanlık ancak yaratıcı Allah’a kulluk ve sadakattir. Müslümanlık da aynı olduğuna göre, insanlıkla Müslümanlık ayırt edilemez. Dolayısıyla vahyin emrettiği doğrultuda Müslümanlık şerefine erişen insandır; gerek Hıristiyanlar gerek Yahudiler gerek Hindular gerek Budistler gerek ateistler gerek sekülerist laikler gerek putperestler gerekse İslam maskesi altındaki münafıklar insan değil, hayvandan da daha aşağı sapkınlardır.

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” A’raf 179

“Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” Enfal 22

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” Furkan 44

“Allah nezdinde hak din İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.” Al-i İmran 19


“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” Al-i İmran 85

21 Şubat 2016 Pazar

Müslüman korkmaz!

Tehdit ve tehlikelere karşı oluşan korku, kul değil özgür olduğunu sanan insanın güya belirsizliklere karşı kendini koruma amaçlı ortaya koyduğu bir tepki olarak düşünülür.  Oysa hayatın hiçbir safhasında belirsizliğin ve özgürlüğün olmadığı evrensel kaderde, ancak yaratıcı iradesine güvenip teslim olamamış insanların zilletsi mazeretleridir.

Hayır ya da şer ne varsa Allah tarafından yaratılarak musallat edildiğine iman etmemiş insanlar, asıl korkulacak olan Allah’tan değil de, yaratıklardan korkmaları daha korkunç şeylerle karşılaşmalarına sebep olmaktadır.  

Sevgi ve güveni Allah’tan almayan bir insana nefret ve korku tasallut eder. Korkulan şey, ister canlı ister cansız olsun gizli yahut aleni bir rab’dır. Çünkü ancak rab tehdit eder ve tehlike yaratarak başa sarandır. Yaratıcı’ya değil yaratığa güven duyup kaybetme korkusu taşıyanların alçak bir hayat sürme mahkûmiyetleri düşünce ve davranışlarıyla kanıtlıdır.

Korku bir tutsaklıktır; dolayısıyla korku içinde yaşayan asla özgür olamaz. Bu sebeple insanın kulluğu korktuğu varlıkla orantılıdır. Beşeri korku batıl inançların, Allah’tan korku ise tevhidin bir temel kaynağıdır.

Teoride bireyleşmeyi başarmış insanın özgürlüğe kavuştuğu, dolayısıyla kendisiyle barışık olduğu, çevresi ile anlamlı ilişkiler kurduğu, başkalarına örnek olup ölümün getireceği çaresizlik ve korku hissini yaşamayacağı öne sürülür ama tam tersi dünyada kaos çıkartan saldırganların kendileri olduğu, çaresizlik ve korkudan katliamlarda sınır tanımamalarına ve insanları doğrayıp biçmelerine ne demeli!

Korku, Allah’a imanla fethedilebilir; beşere korku ise esareti doğurur. Korkudan daha korkunç hiçbir şey olmadığından Allah’ın yanında beşerden korkulabilmesi mümkün olamasa da nefis, tıpkı resimde filin hep küçük pirenin ise hep büyük çizilmesi misali beşeri Allah’tan daha güçlü ve korkulan gösterir.

Başına gelen musibetler ve ölümü Allah’ın elinde olan insan, beşerde nasıl bir kudret buluyor ki, korkarak boyun eğebiliyor? İşte insan, kendine iyilik bahşedip hakkında takdir edici Allah’ın elini değil de kötülükte yarışan beşerin tekmeleyen ayağını öpmesinden öyle gurur duyabilmektedir ki, büyüttüğü pirenin kulu olabilmektedir. 

İnsan açlıktan, yoksulluktan, düşkünlükten, hastalıktan, felaketten, şiddetten, sürgünden, zindandan, savaşta veya ölümden değil, sadece beşere olan korkusundan korkmalıdır. Çünkü hiçbir şey, beşere olan korkudan daha korkunç değildir!

Ağzını açıp konuştuğu zaman dağları devirircesine cesaretle kükreyip de amele gelince kaskatı kesilen öyle insanlar vardır ki, sanıldığı gibi iman dolu cesur yürekleri olmadığı anlaşılır. Beşer korkusu kendilerine öyle yalan söylettirir ve manipülasyonda sınır tanıttırmaz ki, ne imanları ne namusları ne de insanlıklarını bırakır!

Tuttuğu yolun hak olduğunu bildiği halde ona sahip çıkmayan insan korkaktır. İnsanı üstünlük derecesinde birbirinden ayırarak Müslümanlık şerefine ulaştıran Allah korkusudur. Beşerden korku zillete ve cehenneme; Allah’tan korku ise izzete ve cennete götürür. Dolayısıyla cennet arzusu ve cehennem korkusuna dayanan bir inanç ahlâktır.

İnsanı beşere karşı korkaklık ve gurur mahveder. Korkaklık, hak yolda olanların değil batıl yolda olanların dehşetidir. Yaratıcıları Allah’a âşık olmak yerine birbirlerine sevdayla bağlı olmalarından korkaklık yaşayan insanlar, birbirlerinin öyle rabbidirler ki, sevgi, korku, tazim, itaat ve tutkuyla aşikârdır. Hele sözde Allah’a, davranışta ise beşere sığınarak güven duyan Müslümanlar, İslam’ın İslam olmayan en bedbaht numuneleri, diğer bir ifadeyle münafıklarıdırlar.

Ey insan! Sözde iman ettiğin Allah’tan mı, yoksa kendin gibi bir kul olan beşerden mi korkman daha layıktır?

“Hikmetin başı, Allah korkusudur. Başka deyişle, insanlığın ölçüsü, Allah’a ve O’nun kanunlarına olan bağlılıktadır” Hz. Ömer

“De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler. Tevbe 51

İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Al-i İmran 175

“Buyurdu ki: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. Ta-Ha 46

“Göklerde ve yerde ne varsa, O'nundur, din de yalnız O'nundur. O halde Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52

Kim Allah'ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.” Maide 56-57

 Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Bildiğiniz şeyleri size bol bol veren, Allah'dan korkun.” Şu’ara 131-132       


14 Şubat 2016 Pazar

Nah Esed’i indirebilirsiniz!

Türkiye ile birlikte Suriye’ye kara harekâtı düzenleme planı içinde olan Suudi Arabistan, "Esed, hiç şüphesiz görevinden ayrılacak, ya istifa edecek ya da kuvvet yoluyla görevinden uzaklaştırılacak. Suriye krizinin siyasi yollarla çözümünde ısrarcıyız ancak eğer çıkmaza girilirse bunun sorumlusu huysuz Esed rejimiyle müttefikleri olacak. Bu durumda sorunun güç yoluyla çözümü dışında seçenek kalmayacak" açıklaması yaptı.

AMA evet AMA Suriye'ye kara kuvvetlerini sadece ABD önderliğindeki koalisyon içinde göndermeye hazır olduklarını vurgulamaları, asıl amaçlarının Esed’i indirmek değil iktidarını perçinleştirmek olduğunu kanıtlamaktadır.

Esed’i iktidarda tutarak milyonlarca insanın doğranmasına, işkence görmesine, dul ve yetim kalmalarına, yurtlarından sökülüp atılmalarına, açlıktan kedi-köpek-ot yemelerine sebep olan ABD ve BM değil midir? ABD’nin Esed ile olan müttefikliği tartışılmaz bir alenilikte ortadayken; ABD koalisyon güçleri içinde Esed’i devirmek söylemi bir manipülasyondur.

Türkiye ve Suudi Arabistan’ın korku gerekçeleri farklı olsa da, haçlılarla evliklerinden dolayı arzu ve isteklerinin dışına çıkabilmeleri mümkün değildir. Ancak boşanabilirlerse bağımsızlıklarına kavuşabilirler ama Allah’tan daha çok onlardan korktuklarından göstermelik çıkışları tamamen aldatmak maksatlıdır. Bu sebeple IŞİD ve diğer cihad örgütlerine Müslüman katılımını engelleyebilmek ve gayrimeşru terörist olduklarını meşrulaştırabilmek için haçlı koalisyon saflarında yer alarak, Hıristiyan-İslam arasındaki savaş gerçeğini örtbas etmeye çalışmaktadırlar. 
   
Rusya’nın Esed’i doğrudan sahiplenip ABD’nin muhalefeti öyle danışıklı dövüş bir oyundur ki, Papa Francis’in ”Putin, Doğudaki Hıristiyanları Kurtarabilecek Tek Kişi” beyanatıyla kanıtlıdır. Dolayısıyla özü Hıristiyan-Müslüman savaşı olan Suriye ve Irak’taki çatışmalar, IŞİD ve El Nusra gibi cihad örgütleri mazeretiyle manipüle edilemeyecek kadar aşikârdır. Hele Katolik ve Ortodoksların “Hıristiyanlara yapılan eziyetler” gerekçesiyle ittifakları ve Hıristiyan egemenliğindeki BM’in güvenlik konseyinde ABD, Avrupa ve Rusya’nın müttefikliği ortada iken!

Türkiye’nin YPG/PYD endişesi, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin İran tehdidi; ABD önderliği altındaki bir haçlı koalisyonunda giderilemeyecektir. ABD, hem YPG/PYD hem İran hem Esed hem de Rusya ile gizli yahut aleni bir birlik içindedir. Dolayısıyla gerek Türkiye gerekse Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri avuçlarını yalayacaklar, IŞİD tehlikesinin ortadan kaldırılmasıyla hem Türkiye hem de Suudi Arabistan belayı derinliklerinde tadacaklardır.

Zaten ABD, sadece ortak tehlike olan IŞİD’e karşı yoğunlaşılmasını ve sözde Münih’te saldırıların durdurulması yönünde alınan karara uyulması çağrısında bulunarak, Türkiye ve Suudi Arabistan’ı YPG/PYD ve İran tehditlerine karşı olası müdahalelerde bulunmamaları konusunda uyardı. Lakin ABD, Münih’te alınan saldırmazlık kararı için ne Rusya’yı ne YPG/PYD’yi ne İran’ı ne de Esed’i durdurma konusunda hiçbir yaptırıma hatta söze dahi gerek görmedi.

Teröristin yalnızca Allah yolunda hak ve adalet için savaşan cihad ehli Müslümanlar olduğu bir düşünce düzeyinde Obama, bugün Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde; sadece IŞİD’e karşı ortaklık vurgusu yapması, savaştaki amacının din olduğunu ortaya koymaktadır.

IŞİD gitsin; Esed ve YPG/PYD kalsın esası üzerine yapılan savaş, ne Türkiye ne Suudi Arabistan ne de İslam âleminin hayrına olmayacağı açık ama rab olarak ABD tercih edilmiş ise, şer’i durdurabilmek içinde hiçbir çare yoktur.
   
Her ne kadar kâfirler ve münafıklar güç birliğine girerek zafer elde edebileceklerini sansalar da, Allah Müslümanlara yeter. Oyunun içinde oyun, tuzağın için de tuzak, hilenin içinde hile kurmaya çalışan mihraklar, sonunda Allah’ın hükmüyle öyle helake yaklaştırılıp yerle bir olacaklardır ki, yalvarış ve pişmanlıkları fayda getirmeyecektir. Tarih, olabileceklerin kanıtıdır!

Allah’ı öldüremedikten sonra Allah yolunda cihad edenleri öldürsen ne çıkar? Nasıl ki, dünya yaratıldığından itibaren mücahidler kurutulamamış ise, kıyamete kadar çıkışları durdurulamayacak ve küfre karşı mücadeleler önlenemeyecektir. Göklerin ve yerin orduları Allah’a aittir; ne BM, ne NATO, ne ABD, ne BM, ne de Rusya’ya! 

Her şart ve koşulda koalisyon güçleri Esed’in iktidarda kalması için mücadele vermektedirler. Türkiye ya da Suudi Arabistan gibi İslam ülke iktidarları Esed’e karşı olsalar da, ne Vatikan ne ABD ne Rusya ne de İran’ın umurlarında değildir. Dolayısıyla IŞİD sonrası neler olacağı dehşet içinde öyle yaşanacaktır ki, görmektense ölmek tercih edilecektir.

Unutulmamalıdır ki, Çin’deki bir kelebeğin kanat çırpışı, Karaibler de fırtınaları tetiklemektedir. Ya da binlerce kilometre uzaklıkta ve yerin binlerce metre altındaki bir deprem nasıl kentleri yıkıp ölümlere sebep oluyorsa, fiziki basıncın yanında ruhi basınç hesap edildiğinde ortaya çıkacak sonucu bir düşünün! 
   
Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. Bakara 120

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Maide 51


“Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah yeter.” Ahzab 48

10 Şubat 2016 Çarşamba

Artık Müslüman-Hıristiyan savaşı alenîleşti!

Papa Francis; ”Putin, Doğudaki Hıristiyanları Kurtarabilecek Tek Kişi” açıklamasıyla Ortadoğu’daki savaşın perde arkasını deşifre ederek Haçlı seferini itiraf etmiştir.
ABD ve Avrupa ülkelerinin İslam âlemiyle olan ittifaklarından dolayı Haçlı seferine sıcak bakmamaları Vatikan’ı, Rusya’ya yöneltmiş; 962 yıldır birbirlerine düşman ve kâfirlikle itham eden Ortodokslar ile Katolikleri İslam karşıtı safta birleştirmiştir.

Vatikan ve Rus Ortodoks Kilisesi, Papa Francis ve Patrik Kirill önderliğinde 12 Şubat’ta Küba’da biraraya gelerek, “Hıristiyanlara yapılan eziyetler” ana başlığı altında ortak bir deklarasyon imzalayarak Haçlı Savaşına dini meşruiyet kazandıracaklardır.

Müslümanlara Hıristiyanlardan daha şedit düşman putperest İran’da aynı safta hareket edeceğini, İran Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin Vatikan’ı ziyaret edip Papa ile yaptığı görüşme sırasındaki biatiyle bildirmiştir. Zaten Hasan Ruhani’nin Papa Francis ile görüşmesini sağlayan Viladimir Putin’di!
Lakin IŞİD mazeretiyle Hıristiyan-Siyonist ittifakında yer alan İslam ülke iktidarlarının hangi safta yer alacakları meçhullüğünü korusa da, savaşın IŞİD ile muteber olmayıp tüm Müslümanları içerdiği Rusya’nın soykırımsı saldırılarıyla kanıtlıdır.

Haçlı savaşının dini lideri Papa Francis, siyasi ve askeri lideri ise Putin’dir. ABD ve Avrupa’nın da bilgisi dâhilinde ilerleyen süreç, Rusya’ya karşı caydırıcı bir harekâtta bulunmamaları ve sahayı Putin’in inisiyatifine bırakmalarıyla aşikârdır.

Gerek ABD gerekse Avrupa’daki İslam karşıtı gösterilerinin tamamını Vatikan provoke etmektedir. Büyük savaş öncesi toplumları kışkırtarak Müslümanlara karşı bileylemek suretiyle sabır testi yapan Vatikan, ilk kıvılcımı Batı ülkelerinde başlatarak, “Hıristiyanlar öldürülüyor” fitillemesiyle çıkaracağı kaos ile birlikte savaşı küresel boyuta çıkaracaktır.

Papa Francis’in geçen yıldan itibaren sık sık dile getirdiği “3. Dünya Savaşı” vurgusu, Haçlı seferine apaçık bir işaretti. Özellikle Suriye’de vahşice dökülen Müslüman kanı, Haçlı Savaşını durdurabilmek için ödenen bir kan pahasıdır. Bu sebeple İslam ülke iktidarları, seyirci kalarak söz konusu diyeti ödeyecekleri düşüncesiyle Haçlı-Müslüman savaşını önüne geçebilme umudu taşısalar da, her Müslüman’ın cihad potansiyeline sahip düşman görülmeleri bekleneni karşılamayacaktır.         
İslami ülke iktidarlarının Haçlı-Siyonist güçlerle yaptıkları gayrimeşru evlilikleri öyle yontulmalarına sebep olmuş ki, sadece vahiyden tükenip gitmekle kalmamış, insanlıklarını, vicdanlarını, şeref ve namuslarını da yitirmişlerdir. “Para her şeyi yapar” ilkeleri, para için göze almayacakları hiçbir şeyin olmadığını ortaya koyduğundan Haçlıların safında yer almaya çalışacakları kuvvetle muhtemeldir. Günümüzde dahi Haçlılarla yani batılla savaşan cihad ehline karşı nasıl küfür cephesinde ittifak kurmuşlar ise, yarın gerçekleşecek 3. Dünya Savaşında da saflarında bulunacaklardır. Ancak hidayete erdirilmiş Müslüman toplumlar, kendilerine fiyat etiketi koyan devletlerinin yanında yer almayarak mücadeleden kaçınmayacakları mutlaktır. Dolayısıyla şartlar ve koşullar ne olursa olsun zafere ulaşacak olan Allah’ın tarafını tutanlardır!

Korkulan rabdir! Fayda yahut zarar verebileceğine inanarak korkulan kim ise, tartışmasız bir rabdir. Dolayısıyla Allah’tan değil beşerden korkan; Allah’a değil beşere güvenen; Allah’ın sözlerine değil beşerin sözlerine inanan; gücü, yardım ve desteği Allah’tan değil beşerden dileyip umut eden; Allah’a değil beşere boyun eğerek sığınan Müslümanlıkla şereflenmemiş münafıktır.       
Münafıklar tıpkı gizli fahişeler gibidir! İffetli görünüp fahişelik yapan ne ise, Müslüman görünüp küfür içinde olan ya da batıla razı olanda o’dur. Haçlı- Siyonistlerin cüretkârca Müslümanlara zulmedebilmeleri, katledebilmeleri, saldırabilmeleri, hor ve hakir görüp aşağılayabilmeleri, köle misali değere tabi tutabilmeleri, hükmedebilmeleri, yurtlarından çıkarabilmeleri, açlığa mahkûm kılabilmelerinin müsebbibi dini ve siyasi fahişelerdir.

Yoksa bir Müslüman, Haçlı ordusuna bedeldir ama münafıklar, kalplerdeki imanı öyle vakumlamışlardır ki, küfrün gücü karşısında korkan olunmuştur.

Müslümanların dünyadaki değeri, BM Daimi Güvenlik Konseyinde tek bir temsilcisinin bulunmamasıyla kanıtlıdır. 6,9 milyar olan dünya nüfusunda %32’si yani 2,2 milyar Hıristiyan, % 23 yani 1,6 milyar Müslüman olmasına rağmen BM’nin Hıristiyanlarca temsil edilip tek bir İslam ülkesine hak tanınmaması, zaten Hıristiyanların güdümündeki köle olunduğu gerçeğini kanıtlamaktadır.

İslam ülke liderleri arasında bu gerçeği dillendiren sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu için, fiiliyatta başkaldıramasa hatta başkaldıran cihad ehlinin başını ezmeye çalışsa da hakkını teslim etmek gerekir.
   
“Dünya beşten büyüktür. Bu beşin içinde bir tane İslam ülkesi var mı? Tüm dünya bu beş üyeye teslim mi; böyle bir adalet olabilir mi? Öyleyse BM güvenlik konseyinin reforma edilmesi şarttır. Kiminle konuşuyorsam haklısın diyor ama emperyal güçlerin-egemen güçlerin söyledikleri her an geçerli oluyor. İslam İşbirliği Teşkilatı'nda 56 üyeyiz. BM'de sözümüz geçiyor mu? O zaman bu toplantıları yapmamızın bir anlamı yok. Şimdi sorarım size, biz ne işe yarıyoruz?”

Haçlıların vurduğu altın prangalara razı olmuş İslam ülke iktidarlarının hem dinlerine hem de insanlığa yaptıkları ihanet yığınlarca idrak edilemese de Allah, iman etmiş hak yoldaki bir zümreyi karşılarına çıkararak hesap verdireceği muhakkaktır. 

Artık Haçlı-Siyonist güçlerin Müslümanlara karşı başlattıkları 3. Dünya Savaşı kapıdadır; etraf dâhili ve harici haçlılarca kuşatılmıştır. Kaçıp kurtulabilmenin imkânı olmadığı gibi imandan sonra küfre geri dönmekte sonuç getirmeyecektir. İmanın testi ve muhasebesinin görüleceği savaşta ya şehid ya da mundar olarak Allah’a ruhlar teslim edilecektir. Savaş ne kadar zorlu, güçlü, yıkıcı hatta nükleer silahlarla yapılacak bir kıyıma sebep olsa da vekil ve destek olarak Allah yeter; şehidlikten daha üstün bir izzet ve şeref olmadığından, zaten sonu ölüm olan dünyadan gaflete kapılıp ziyana uğrayarak göç edilmemelidir.

“Ey Peygamber! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’a güven. Vekil olarak Allah yeter.” Ahzab.1-2-3 

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”  Nisa 74
     

“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa 84

4 Şubat 2016 Perşembe

Hüseyin isyancı bir terörist miydi?

Şiilik ve Alevilikte iman şartı olan ehl-i beyt yani peygamberimizin ev halkına itikat, Sünnileri de öyle etkilemiş ki, İslam olabilmenin tartışılmaz akidesel tazimi sayılabilmiştir.

Oysa Kur’an’ı Kerim’de ehl-i beyt konusu sadece Ahzab 33. Ayette zikredilip; Allah, peygamberimiz ailesine doğrudan uyarı içererek temennide bulunmaktan öte hiçbir ayrıcalık veya kutsiyet atfetmemiştir.

Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ahzab 33

Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma ve torunları Hasan, Hüseyin, Zeynep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm’den ibaret ve soyundan gelenlerden müteşekkil kabul edilen ehl-i beyt, günümüzde dahi Seyyid adı altında Resul derecesinde itibar görmektedirler. Bir de Peygamber Efendimizin erkek çocuğu olsa idi, neler olabileceğini varın siz düşünün! 
  
Oysa Peygamberimizin büyük kızı Hz. Zeynep’ten olma Ali ve Ümame; ikinci kızı Hz. Rukiye’den olma Abdullah hiç mi hiç anılmamakta ve ehl-i beyt’ten sayılmamaktadırlar. Öyle ki, Hz. Fatıma’nın kızı Ümmü Gülsüm’ün Hz. Ömer (r.a) ile evlenmiş olmasından çocukları Rukiyye ve Zeyd’i kabul etmedikleri gibi, Ümmi Gülsüm’ü de Hz. Ömer ile yaptığı evliliğinden ötürü dışlamışlardır. Bilindiği üzere Şiiler, Hz. Ömer (r.a)’nı ihanetle suçlayıp amansız düşmanıdırlar. Hz. Osman (r.a) peygamberimizin damadı olmasına rağmen Hz. Ali taraftarları kendisini öldürmekte tereddüt etmemiş, akabinde doğan Şiilikte de, kin ve nefret aynı şeditlikte sürdürülmektedir. 
  
Ancak Peygamberler, Allah’ın Resulleri olmaları hasebiyle sebatkâr kılınarak üstün tutulmuşlardır; ev halkları değil! Nice peygamberlerin baba, eş, çocuk, hısım ve akrabalarının nasıl asi kâfir oldukları Kur’an’da mevcuttur. Peygamberin ev halkından olunması ve yakınından birini sevmesi demek; onun hidayete ulaşmış ya da Allah’ın rızasını kazanmış olması demek değildir!

(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” Kasas 56

Batılı ortadan kaldırıp yeryüzünde İslam’ı egemen kılabilmek için en alt seviyede dahi “er” olmayı özümsemiş bir kalp, iman ehli sıfatını kazanmıştır. Dolayısıyla her türlü nefsi ihtiras ve iktidar olma heva ve hevesinden arınmış olan İslam’la şereflenilir. Çünkü Müslüman dünyadaki bir iktidarlığı değil ahiretteki iktidarlığa hedeflenmiş bir imanla mücadele eder; zaten mutlak iktidar Allah olduğuna göre, Müslüman’ın iktidar olmadaki maksadı kulluk ve vahyedilen hükümler doğrultusunda hizmet etmektir. 

Hz. Ali’nin suikasta uğrayıp şehid düşmesi akabinde oğlu Hz. Hasan, her ne kadar halifelik hakkı gütmüş ise de çeşitli çekişmeler ve hatta çatışmalar sonrası vazgeçerek Hz. Muaviye’ye biat etmişti.

Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’den sonra halifeliğe geçmesi ve Emevi İslam Devleti’ni kurmasıyla fetihler başladı; Emevi İslam egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yayılarak Batı’da Endülüs Emevi Devletini kurdurdu. Ayrıca 649'da Kıbrıs’ı ve 654’te Rodos’u aldı. 655 yılında Likya açıklarında Bizans donanmasını ağır bir yenilgiye uğrattı. Aynı süre içinde Anadolu’ya defalarca sefere çıkıldı.

Bizanslılara karşı düzenlediği akınlarla küffarı yerle bir ederek deniz seferlerinde dahi öyle üstünlükler kazandı ki, Bizanslılara diz çöktürdü.  Fethe ve zafere susamış İslam ordularına her yer dar geliyor, kendisinden sonra halifeliğe geçen oğlu Hz. Yezid’in başkomutanlığında 669-678 yılları arasında Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlenmiş ama İstanbul’un fethi Hz. Fatih Sultan Mehmed’e nasip olacağından başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ki, İstanbul’a düzenlenen sefere Hz. Eyüp el Ensari’de katılmış ve şehid düşmüştü. 

Hüseyin, hiçbir cihada katılmayıp Hz. Muaviye’nin ölümünden sonra geçmeyi düşündüğü halifelik ile ilgili planlar yapıyordu. Ancak Yezid’in halifeliği devralmasıyla tamamen nefsi bir iktidarlık mücadelesine kalkışan Hüseyin, Yezid’in halifeliğini tanımadığını bildirerek kendi halifeliğini ilan etmesiyle çıkan fitne sonuncu birlik bozulmuş, cihadlar durmuş, küffara karşı cihad yerine Müslümanlar birbirlerine düşman kesilmişti.

Peygamber Efendimizin torunu olmasını istismar ederek nefsine mağlup olan Hüseyin, Yezid’in halifeliğine karşı çıkma sebebi, hilafetin verasete dönüşme endişesiydi. Oysa amaç İslam’a hizmet ise, verasetin ne önemi olabilir? Ki, Osmanlı İslam Devleti de verasetle halifeliği sürdürmemiş miydi?

Yezid, cenk meydanlarında cihad yaparak Bizanslılarla savaşırken, Hüseyin’in küfre karşı hiçbir savaşa katılmayıp halifelik hesapları yapması, aralarındaki tevhid şuurunu da kanıtlamaktaydı. Zaten halife Hz. Osman’ı katletmeleri akabinde ayrılan saflar Hz. Ali’nin halifeliğinde de sürmüş ve Hüseyin’in Kerbela’da ölmesiyle Şii ve Aleviler, kendilerine hasım olarak sadece Müslümanları belleyip batılı zararsız addetmişlerdir. Çünkü kendi inançları da batıldı! 

Şiilerde iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Hz. Ali ve soyundan gelen imamlar itaate haiz liderlerdir. Bu sebeple Sünniler Müslüman değil, amansız ve ezeli sapkın düşman olduklarından hilafetliklerini asla kabul etmezler. Onlara göre Hz. Ali ve soyundan gelenler o kadar ulvidir ki, Allah ve Resulü dahi sonra gelir Tıpkı Hıristiyanların Hz. İsa’yı rab edinmeleri misali Hz. Ali’yi gizli rab edinerek Allah’a şirk koşmuşlardır.

Bir halife varken ikinci bir halifenin ortaya çıkarak fitne doğurması katli vacib sebebidir. Dolayısıyla Hüseyin’in halifelik ilanı apaçık bir isyan ve günümüz terminolojisiyle terördür.

Kulluk sözde değil ameldedir! Şahıslara odaklı bir İslam anlayışı küfürdür; amaç Allah’a kayıtsız-şartsız kulluk ve hizmettir. Velev ki, lider yahut komutan ehl-i beyt değil de Allah’ın vekil kıldığı ümmi bir çoban olsa dahi itaatin Allah’adır!


“De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” Zümer 64