2 Ocak 2009 Cuma

Önce Müslüman, sonra liberal, şimdi de mason mu oldu?

Başbakan Erdoğan’ın ABD emriyle birader İsrail’in katliamlarına süre kazandırmak ve düşmanları İran ve Hamas’ı sindirip boyun eğdirmek maksadıyla Arap liderleriyle yaptığı görüşmeler trajikomik bir utanç vesikası olmaya devam etmektedir. İçinde bulunduğu çıkmazı ve kahreden yanlışı kamufle edebilmek için, Müslüman ve bir insan olduğunu dahi inkar edercesine, pozitivist ve rasyonalist bir kimliğe bürünerek kendini temize çıkarmaya çalışması, “Erdoğan, gerçekte kimdir” sorusunu bir kez daha tekerrür ettirmiştir.

Kendisi gibi ABD ve İsrail’in tutsak müttefiki Hüsnü Mübarek ile yaptığı ihanetsel görüşmelerinin akabinde bir basın mensubunun; “Bölgedeki gelişmelerin gelecekte Türkiye-İsrail ilişkilerini ne derece etkiler” sorusuna verdiği cevap; “Öncelikle şunu söylemek zorundayım. Devletlerarası ilişkilerde duygusallık hiçbir zaman egemen olmamalıdır. Bilgi, akıl, tecrübe egemen olmalıdır. Ama hiçbir zaman da haksızlığa müsaade edilmemelidir. Bir zulüm varsa o zulmün yanında biz yer alamayız. Bunu görüşmeler yoluyla çözmeye çalışırız. Son noktaya kadar yapılması gereken neyse bu konuda onu yaparız. Nihai karar şu an değildir. Onun için süreç biraz uzundur."

Başbakan Erdoğan; masonların, ateistlerin ve laiklerin din ile devleti birbirlerinden ayırmaları gibi, akıl ile duyguyu kutuplara ayırarak, özellikle devletlerarası ilişkilerde duygusallık hiçbir zaman egemen olmamalıdır açıklaması, tıpkı ruhla bedenin veya mantıkla inancın birbirinden ayrı tutulma ütopyasını ortaya çıkarmakta, fikirleri, ünlü mason Lessing’in "İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerekseme kalmayacaktır" teorisiyle örtüşmektedir. Yine ünlü ateist ve mason düşünür Ernest Renan'ın şu sözleri de dikkat çekicidir: “Ancak halk olumlu bilim ve akıl ile eğitilirse, aydınlatılırsa, dinlerin boş inançları kendi kendine yıkılır”

Ruhsuz bir bedenin ölü olması misali, duygusuz bir insan, ruhsuz bir akıl, duygusuz bir din, insansız bir devlet olabilir mi? Rasyonalist felsefenin kurucusu Aristo, aklı “Tanrı”, Tanrı’yı “akıl” olarak tanımlamıştır. Bu hipoteze göre tanrı olan akıl, dilediği gibi duygulara hükmedebilmekte, dolayısıyla ateistlerin savları paralelinde görüş açıklayan Erdoğan’da aklı egemen kılarak, tanrısal bir iradeyle duygularını yönlendirebilmekte veya duygularından tamamen arınabilen maddi bir yaratığa dönüşebilmektedir. İnsan diyemiyorum, çünkü olaylar karşısında duygularını denetim altına alabilecek veya arınabilecek bir insan olamaz. Olsa olsa ruhen saptırılmış bir yaratık olabilir.

Acaba Bush ve Olmert gibi yaratıklar, insanlık dışı saldırılarını bahsi ettiği akıllarıyla mı yoksa duygularıyla mı gerçekleştiriyorlar?

Vahşet ve soykırım işleyen barbar İsrail’i hedef gösterememe cesaretsizliğini anlamsız paradoksal ifadelerle açıklamaya çalışan Erdoğan, bir taraftan pozitivist bir bilgi ve aklı egemen kılmak isterken, diğer taraftan haksızlığa müsaade edilmemesini ve zulmün yanında yer alınamayacağını söyleyerek, inanılmaz bir çelişki batağında çırpınmaktadır. Materyalist ve oportünist aklının gereği, ABD ve İsrail’in sağlayacağı çıkarları, Filistin’den alamayacağını hesap ederek, şüphesiz yanında olması gerekenlerin barbarlar olduğunu düşünmekte ve politikalarını, o doğrultuda gütmektedir. Nede olsa, devletlerarası ilişkilerde duygusallık (Allah, inanç, iman, sevgi, barış, merhamet ve hoşgörü) egemen olmamalıdır görüşünü savunan kendisi değil mi?

Sanırım korkunun salgıladığı kararsızlıktan ne dediğini bilmemekte, dolayısıyla kilise ile cami arasında kalmış bir beynamaz misali ağzına geleni söyleyerek, her iki tarafı da idare etmeye çalışmakta, böylece birbirine zıt kavramları da gelişigüzel kullanarak hem aklı, hem de duyguyu egemen kılmaktadır. Duygusuz bir inanç ve iman olamayacağı gibi, adalet, merhamet, hoşgörü, barış ve sevgi de olamaz.... Zaten duygusuz devlet anlayışından dolayı, içinde yaşadığımız vahşi bu dünya oluşturulmadı mı? Söylediği gibi süreç uzun; tek bir Filistinli kalmayıncaya ya da dizüstü çöküp yahudilerin esirliğini kabul edeceklerine kadar katliamların devam edeceğini örtülü bir üslupla vurgulayarak, nihai kararın şu an alınamayacağını ifade edebilmektedir.

Sultan Yıldırım Beyazıd’ın “Yenileceğinden korkan, daima yenilir” sözünden de anlaşılacağı üzere; gerek Başbakan Erdoğan, gerekse malum Arap liderleri; kaybetmeye, sürünmeye, hor ve hakir kalmaya mahkûmdurlar.

Türkiye-İsrail arasındaki ilişkilerin ne yönde etkileneceği konusunda dahi cevap vermekten aciz ve korkak bir riyakarın idare ettiği devlet ve milletin saygınlığı ve caydırıcılığı ne dün, ne bugün, ne de yarın söz konusu olmamış ve olmayacaktır. Dolayısıyla Erdoğan’ın içerdeki güç gösterisi ya da seçim zaferleri hiçbir şey ifade etmemektedir. "Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir." Konficyus.

En muazzam bilgiyle donatılıp cennette yaşayan şeytan, beni ateşten, insanı ise topraktan yarattın diyerek, yaratıcısı Allah’a karşı “benlik” gütmesi, aklının mı yoksa duygularının mı bir sonucuydu? Ne dersin Erdoğan? Şüphesiz Allah’ın azdırdığını ve saptırdığını, ne kadar öğüt verir ve gerçekleri göstersen de, doğru yola iletmek asla mümkün değildir.

“Eğer Allah sizi azdırmak istemişse, ben size öğüt vermek istesem de nasihatim size fayda vermez. Çünkü O, sizin Rabbinizdir. Ve nihayet O’na döndürüleceksiniz. ” Hud. 34

“Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık ona ikramda bulunacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.” Hacc.18

" (İnsanlar!) Kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir." Enbiya. 93

"Yaşamın sırlarını bileydin ölümün sırlarını da çözerdin. Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok. Yarın akılsız neyi bileceksin." Ömer Hayyam

Hiç yorum yok: