20 Ocak 2009 Salı

Drakulalar…

İnsanoğlu, yaratıldığından itibaren fıtratsal benliklerinin etkisiyle azgınlaşmış, kendinden olmayanlara karşı duydukları kin, adil ve merhametli davranmalarını engellemiş, dolayısıyla akla hayale gelmeyecek kötülükleri işleyerek, gaddarca birbirlerine kıymışlardır. Hayvansı canavarlardan çok daha tehlikeli ve acımasız olan insansı canavarlar, toplumlara saçtıkları korku ve dehşetleriyle tarihte yerlerini almışlar, ne var ki medeniyetlerin gelişmesi, bilim ve teknolojinin ilerlemesi şeytansı duygularını söndürmemiş, bilakis arttırarak kitlesel katliamlara dönüştürmüşlerdir.

Son yüzyılın en büyük katillerinden cellât George W. Bush’un, canavarsı zulümlerine karşılık hiçbir ceza almadan kahramanca ABD başkanlığına veda etmesi ve yerine geçen Barack Obama’nın, aynı insanlık dışı barbar anlayış doğrultusunda liderliğini sürdürecek olması, atılmış olan şeytansı temelin kaçınılmaz bir sonucudur. ABD ve İsrail’in ele başı olduğu günümüz canavarları, kökten yıkılmadıkları müddetçe sürekliliğini koruyacak ve yeryüzünde bağımsız tek toplum kalmamacasına herkes esir bir hayat sürerek, korku ve dehşet asla bitmeyecektir.

ABD’nin Irak misali, Gazze’yi ve halkını yerle bir edip, taş üstünde taş ve insan üstünde can bırakmayarak mahveden İsrail, aynı anlayış çerçevesinde hiçbir yaptırıma uğramayarak, yaptığı canavarlıkla meşruiyet kazanmıştır. Yıllardır Filistin’e kan kusturan, Lübnan’ı hezimete uğratarak perişan eden İsrail, alçaksı saldırıların ve zalimliklerinin bedelini ödemediği ve dünyaca meşru sayılmasından ötürü asla durmamakta; tehdit, şantaj, işgal ve katliamlarına devam ederek, bölgeye ve dünyaya meydan okuyabilmektedir.

Sözde ateşkes kabulüyle olayları unutturmaya çalışan hayvani düzen, tıpkı Lübnan’da olduğu gibi uyduruk barışın sevinciyle günü kurtarmak, İsrail’den öç almak isteyen canı yanmış, aileleri ve vatanları yok olmuş direnişçileri durdurabilmek için, Lübnan’da olduğu gibi sözde “barış gücü askerleri” konumlandırılarak, İsrail canavarları korunacak ve bir dahaki saldırılarına hazırlanabilme imkanı sunulacaktır.

Özellikle Müslümanlara karşı ittifak sağlayan hıristiyan ve yahudi dünyasının fundamentalistleri; Irak ve Filistin’i yağmalayarak, geriye parçalanan insanlar, yıkılan aileler, harabe vatanlar, ırzına geçilen Müslüman kadınlar, aşağılanan ve katledilen çocuklar, idrar ve pisliklerle yıkanan ve hunharca tutsak edilen esirler, Kazıklı Voyvoda’yı aratmayacak acımasızlıkta işkenceler ve akıl almaz vahşetlerin fotoğraf ve belgelerini bıraktılar.

Hıristiyan ve yahudi dünyası; geçmiş uygarlıklarının vahşi yüzlerini tekrar sergileyerek, gerçekte hiç değişmediklerini ve makyajla gizledikleri suratlarını yeniden açığa çıkarmışlardır. İslam referanslı iktidar hükümetlerin bu canavarlıkların tam ortasında keyifle olanları izleyebilmiş, içlerinden biri çıkıp da, vahşilere karşı savaşma cesareti gösterememişlerdi. Çünkü hepsi, barbarlarca satın alınmış birer müstemlekeyiler.

Lanet olsun, böylesi yenidünya düzenine, kukla BM’ne ve münafık iktidarlara…

15. yüzyılın ünlü şeytanı, namı değer Drakula’sı Kazıklı Voyvoda, Romanya prensiydi. Romanya’nın bağımsızlığı için savaşmış milli bir kahraman olarak hâlâ saygıyla anılmaktadır. Kazıklı Voyvoda, canavarlıklarıyla tarihe geçen, portresi bugün Innsbruck yakınlarında Ambras Müzesindeki “Canavarlar Galerisinde” sergilenen ve sinemanın vazgeçilmez karakteri ve vampir öykülerinin de esin kaynağı Dracula’sıdır. Kendisi gelmiş geçmiş en acımasız Müslüman Türk düşmanıydı.

Asıl adı Vlad Tepeş olan Kazıklı Voyvoda’nın en sevdiği eğlencesi kazık işkencesiydi. Yemek yerken kazıklara oturtulmuş insanların çığlıklar içinde can çekişmesini seyrederdi. Hayvanları dahi kazığa oturtur, öldürttüğü annelerin kızartılmış etlerini çocuklarına zorla yedirirdi. Bazen de annelerin memelerini kestirip yerine çocuklarının başlarını dikerdi. İnsanları doğrayarak çömlek içinde pişirirdi.

Vlad Tepeş,, Katolik bir Hıristiyan’dı. Onun binlerce insanı nasıl öldürttüğünü Papanın elçisi Modrusa şöyle anlatır. “Bazılarını, arabaların tekerlekleri altında kemikleri kırılıncaya kadar işkence yapar, bazılarının bağırsaklarına varıncaya kadar derilerini yüzer, bazılarını kazıklara geçirir, ya da akkor halindeki kömürlerin üzerine yatırırdı. Bazılarının ise başlarını, göbeklerini deldirirdi, kazıklara oturtarak, kazığın ağızlarından çıkmasını sağlardı. Annelerin göğüslerine kazıklar saplayıp, bebeklerini bu kazıkların üstüne atardı.”

Kazıklı Voyvodanın en büyük düşmanı Müslüman Türklerdi. Kazıklaravurulmuş ve işkencelerle can vermekte olan Türklerden oluşan bir dairenin etrafında saray halkıyla yemek yemekten büyük haz duyardı.

Eline Türk esir geçtiğinde; el ve ayak derilerini yüzdürür ve meydana çıkan kırmızı etleri tuzla ovuşturduktan sonra, elem ve azabın daha da artması için keçilere yalatırdı. Ona gönderilen Osmanlı elçileri başları açık olarak kendilerini tanıtmak istemeyince, sarıklarını başlarına çivi ile çaktırmıştı.

Bir gün Türk elçileri geldi. Voyvodanın huzuruna çıkınca, onu kendi geleneklerine uygun bir şekilde baş eğerek selamladılar. Sarıklarını çıkarmamışlardı. Drakula; “Büyük bir prensin önündesiniz, neden böyle davranıyorsunuz?” Osmanlı elçileri dediler ki, “Bizim ülkemizde gelenek bu şekildedir.” Bunun üzerine Drakula, “Bende geleneğinizi pekiştireceğim” diyerek, elçilerin sarıklarını başlarına çivilerle bir daha çıkarılmayacak şekilde çakılmasını emretti. Ardından da “şimdi gidin padişahınıza söyleyin, sizin geleneklerinize boyun eğmem” dedi. Tabi ki elçiler öldüğünden mesaj yerine ulaşmadı.

Drakula kadınlara karşı çok acımasızdı. Gömleği çok kısa ve pantolonu dar bir köylünün karısını kocasını böyle giydirdiği için kazığa geçirtti. Ardından da karısını öldürdüğü adamı yeni bir kadınla evlendirip, yeni eşine de, eğer kocasına iyi bakmazsa eski karısının durumuna düşeceğini söyledi. Evli bir kadın, evlilik dışı bir ilişki kurarsa; ya cinsel organını kestirir ya da cinsel organını yüzdürürdü. Aynı cezalar bekâretini korumayan kızlara ve namuslarına sahip çıkmayan dullara da uygulanırdı. Kadınlara, küçük gördüğü suçları için verdiği en hafif ceza ise, meme uçlarından birisini kesmekti.

Arabası mal ve para yüklü Floransalı bir tüccarın Eflak başkenti Tirgovifl’de konaklamasıyla öykü başlar. Tüccar, arabasının çok değerli olduğunu ve korunması gerektiğini prense söylediğinde, Drakula, ondan arabasını şehrin meydanına bırakmasını ister. Tüccar sabah arabasına geldiğinde o kadar mal içinde sadece 160 duka altının kaybolduğunu prense söyler. Drakula da kent halkına; hırsızın bulunmasını, yoksa bütün kenti yerle bir edeceğini söyleyerek katliama başlar.

Bir gün, Drakula, ülkedeki tüm dilencileri saraylarından birinde ziyafete davet eder. Dilenciler bu işe şaşırır ve aynı zamanda prenslerinin cömertlikleriyle övünürler. Tabi Drakula, onları doyurduktan sonra sarayı ateşe vererek hepsini yakar.

Drakula, tıpkı ABD ve İsrail gibi hiçbir itirazı ve insani barışı kabul etmezdi. Yaptığı işlerin yasalara aykırı olduğunu söyleyen çeribaşını kazana koyarak kaynattı ve daha sonra etini bütün çingenelere yedirdi. Hatta kazığa geçirme onda takıntı haline gelmişti. Rus elçisi Fyodar Kuritsin ve Erlau başpiskoposunun Gabriele Rangone, 1476’da Papa 4.Sixtus’a yazdığı mektupta şunları ifade etmişlerdi. “Drakula, Osmanlı ordusuna mağlup olunca sığındığı Macaristan kralı tarafından tutsak edildiği şatoda fare yakalamaktan ve pazardan kuş aldırmaktan kendini alıkoyamamış, fareleri ve kuşları kazığa geçirdiği, bazı kuşların kafalarını kopardığı, bazılarının ise tüylerini yolarak serbest bıraktığını” söylediler..

Cihan sultanı Fatih Sultan Mehmet’in bizzat katıldığı 1462 yılındaki Eflak seferi, Kazıklı Voyvoda hükümdarlığının sonu oldu. Kazıklı Voyvoda ise Macaristan’a kaçtı. Drakula, Macaristan’da 12 yıl süren tutsaklık dönemi geçirdi. 1457 yılının ocak ayında kardeşi Radu’nun ölümü, Eflak kapılarını ona bir kez daha açtı ve 1476 yılında tahtı geri aldı. Fakat bu hükümdarlığı da uzun sürmedi ve kafası kesilerek İstanbul’a getirildi. Cesedi bulunamadığı için, tekrar dirilerek kendilerine zulmedeceğine inanan halk, onu vampirlikle özdeşleştirdi. Tıpkı Firavunun öldüğüne inanamayan İsrailoğulları gibi!

İşte günümüz Drakulaları da, ABD ve İsrail’dir.

Her devirde buna benzer bir çok canavarlar var olmuş ve yok olmalarını sağlayan Fatih Sultan Mehmet gibi nice erdemli kahramanlar da, dengeyi sağlamışlardır. Şeytan var olduğu sürece kötülükler ve canavarlıklar devam edecektir. Bu bir süreçtir ve kaderin akışı içinde iyilerle kötülerin savaşı sürecektir. Ta ki kıyamete kadar!

Aynı ABD ve İsrail gibi; benliği adına savaşarak egemen olabilme iddiasında bulunan iktidarlar, Drakula misali canavarlaşmakta ve önüne geleni yıkmaktan ve doğramaktan inanılmaz zevk alabilmektedirler. Acaba eskide olduğu gibi; günümüzde de korkusuz, ruhuna ve kalbine fiyat etiketi koymamış erdemli ve cesur kahramanlar çıkıp da, ABD ve İsrail gibi bitleri ezebilecek mi?
“Fil olduğundan küçük, bit ise olduğundan büyük çizilir hep.” J.W.SWIFT

Hiç yorum yok: