1 Aralık 2009 Salı

Üniversitenin terörist, sokağın mucit yetiştirmesi…

Akılcı teorileri darmadağın eden kader; artık üniversitelerin bilime odaklı akademisyenleri değil meclise ve millete düşman bölücü teröristleri büyüttüğü apaçık ortada olup, özellikle ülkemizdeki rektör ve öğretim görevlilerin totaliter acımasız güçlerce örgütlenip, bilime tamamen aykırı aylıkçı terörizme meyletmeleri, şüphesiz laik ve putperest eğitimin oligarşi yapılanmasındandır. Kurşunu oydan, Genelkurmay'ı meclisten güçlü sayan üniversitelerin bilim yuvaları olabilmeleri mümkün mü?

Öğrettikleri şeylerden bihaber ve temellerini sorgulamayan ezbercilerin köhneleşmiş düşünce ve ilkeleri bilimden uzaklaşıp statükoya meylederek, icatlarıyla değil terörist ya da politik faaliyetleriyle adlarından söz ettirmeleri, neden insansal ve bilimsel değerlerin yok edildiğine açık bir kanıttır. Einstein, öğretmenlerine hiç saygı duymazdı. Diğer tüm mucitler gibi çoğunun muallel ve öğrettikleri şeylerin ne olduklarını bilmeksizin engelli ve hastalıklı nesiller yetiştirerek, barbar bir güce ve tahammülsüz bir düşünceye yoğunlaştırmaları; ilimsiz, duyarsız, vicdansız ve merhametsiz yığınların çoğalmasına sebep olmuştur.

Hiçbir şey bilmeyen despot ve ezberci eğiticilerin; öğrencilerin önünü açabilmesi ve yeteneklerini ortaya çıkarabilmesinin imkânsızlığı ortadadır.

Silahlı terör örgütü kurarak, halkın oylarıyla seçtiği TBMM’ni ortadan kaldırmak ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ederek, halkın arasına fitne sokmak suretiyle dini ve ırki çatışmaları kışkırtmak, ülkeyi infiale ve kosa sürüklemek, hatta müzeye yerleştirdikleri patlayıcı bombalarla çocuklarımızı katledebilecek kadar gözleri dönmüş canavarlardan bilim adamı olabilir mi?

Ataist diktatör Genelkurmay’ın bir gücü olarak silahlı terör örgütlerinin yöneticileri olan üniversite kurucuları, rektörleri ve öğretim görevlilerin halkı isyana teşvik ederek, ülkeyi kana bulama girişimleri; hangi bilimsel teorinin bir gereğidir?

Bilimin yüceliğine kara çalan bu ucubelerin yönettiği ve görev yaptığı üniversitelerde okuyan gençlerimiz, ancak terörist olma yolunda ilerleme kaydetmektedirler. Bedrettin Dalan ve Mehmet Haberal gibi acımasız teröristlerin üniversitelerinden erdemli, barışçı ve insanlığa fayda sağlayacak öğrenciler yetişebilir mi?

Nasıl oluyor da ebeveynler; Başkent Üniversitesi, İstek Vakıf Okulları ve Yeditepe Üniversitesi gibi terörist kurumlara milyarlarca ödeyerek, çocuklarının terörist birer zorba olabilmeleri için yarışabiliyorlar?

Gerek asker gerek gazeteci gerekse bilim adamı kisvesindeki terör üyesi gölgeler; ahkâm kestikleri gibi cesur değil öyle korkaktırlar ki, sözde aydınlık adına savundukları davalarına bile ihanet ederek ideallerini inkâr edebilmekte, meydanlarda, kameralar karşısında ve perde arkasında savurdukları ve organize ettikleri fikirlerini sergileyemeyerek, hapishanelerde bile yatmamak için çeşitli dalaverelerle hasta oldukları hilesiyle saklanacak bir “in” arayışını sindirebilmektedirler. Haydi, meydan okumayı sürdürseler ya…

İşte bu korkak sefillerin peşlerine düşerek çağdaşlık ve aydınlık adına halkıyla savaşmayı göze alan yığınlar; “madem haklısınız, neden mücadelenizi dimdik sürdürmüyorsunuz” hesabını sormuyor ve uğruna canlarını vermeye hazır çapulcuların çıkarcı niyetlerini muhakeme edemiyorlar.

“Haksızlık yapıp tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir.” Gandhi

Böylece üniversitelerin aydınlanmanın, gelişmenin ve bilimsel icatların bir merkezi olmadığı da anlaşılmaktadır. Maddenin enerjiye ve enerjinin de maddeye dönüştüğünü kanıtlayan Einstein, E=mc2 denklemiyle Yaratıcısız, ruhsuz, yani dinsiz bir bilimin ve hayatın olamayacağını kanıtlamıştır.

Geçmişte gerçekleşen temel icatlar bile, köhneleşmiş ve fosilleşmiş evrimci laik üniversiteler de değil, sokaklarda yetişen inançlı, imanlı ve samimi dâhilerce gerçekleşmiştir. Önceki yazılarımda birçok örneğini verdiğim bilim adamlarına ilaveten, bugünde Michael Faraday’ı inceleyelim…

Unutulmamalıdır ki; bu gün kullandığımız bütün elektrikli alet ve makineler, 1791-1867 yılları arasında yaşamış okulsuz Michael Faraday'ın temel buluşlarına dayanmaktadır.

Yoksul bir İngiliz olan Michael Fraday; babası ağır bir hastalıkla cebelleşen demirci, anası ise köylü olan bir çocuktu. Ailenin zor bela geçinen fevkalade fakir olmasından ötürü okula gidip zorunlu eğitimi bile alamadı. Ailenin dindar bir Hıristiyan olması ve bağlı bulunduğu Sandemancılar tarikatının gereği olarak; basit bir yaşamla yetinmeye inanan, rahatlığa ve lükse karşı olan itikatları, maddi zenginliğin ve gösterişin dinlerine aykırı olduğuna, Tanrı’ya ancak doğa olaylarını inceleyerek ve doğaya yakın olarak ulaşabileceklerine inanarak, araştırmalarında ve buluşlarında büyük etki sağladı.

Faraday, kilisenin pazar okulunda okuma yazmayı ve hesap yapmayı öğrendi. Küçük yaşta ailesinin geçimine katkı sağlamak maksadıyla tıpkı Edison gibi gazete dağıtıcısı olarak çalışmaya başladı. 14 yaşında bir ciltçinin yanına çırak olarak girdi. Ciltlenmek üzere getirilen kitapları, özellikle ilgisini çeken kimya ve fizik üzerine olanları okumaya başlayarak, hiçbir temel eğitimi olmaksızın bilgisini genişletmeye başladı. Yine okulsuz Edison gibi fizik kitaplarını büyük bir heves ve arzuyla okuyordu.

Faraday; “Çıraklığım sırasında, elimin altındaki bilimsel kitapları okumaktan hoşlanırdım ve içlerinden en keyif aldıklarım Marcet'nin Kimya Üzerine Konuşmaları ile Encyclopedia Britannica'nın elektrikle ilgili maddeleriydi.” En temel eğitimden yoksun ve şöhretli hiçbir okulu ve velisi olmadığı halde, nasıl oluyor da kimya ve fizik gibi son derece ağır konulara ilgi duyabiliyor ve formülleri anlayabiliyordu? Ayrıca deney yapabileceği bir laboratuar ortamı bulamadığı halde, eski şişeler ve hurda parçalardan yaptığı basit bir elektrostatik üreteçten yararlanarak deneyler yapmaya başlayıp, kendi yaptığı zayıf bir Volta pilini kullanmak suretiyle elektrokimya deneylerini gerçekleştirmesi, hangi aklın ve iradenin bir yönlendirmesiydi?

Günümüzdeki teknolojik maddi her imkâna sahip üniversitelerin başaramadığını okulsuz Faraday başarıyor, artık elinden geçen kitaplarla yetinmeyerek, bedava bilet bulduğu her bilimsel konferansa katılmaya çalışıyordu.

Bilgiye ve öğrenmeye aç olan Faraday, günümüzün kibirli ve kendini beğenmiş bencillerin aksine, “bana bir kelime öğretenin kölesi olurum” felsefesiyle derinliklere inebilmenin coşkusu, insanlık tarihinin en önemli buluşlarını gerçekleştirmesine vesile oluyordu.

O zamana kadar herkes elektrikle mangnetizmanın birbirinden farklı iki güç olduğunu sanıyordu. Elektrik; akümülatörden çıkan, çatırdayan ve tıslayan şeydi. Magnetizmaysa farklıydı, denizci pusulalarının iğnelerini oynatan, doğal mıknatısların demir parçalarını çekmesini sağlayan tamamen görünmez bir güçtü ve akülerin ya da devrelerin bir parçası olarak düşünülüyordu. Ancak Kopenhag’daki bir profesör, bir elektrik teline akım verince telin üstüne konulan bir pusula iğnesinin hafifçe yan döndüğünü keşfetmiş, ancak bunu ne kendi ne de bir başkası açıklayabiliyordu. Bir metal teldeki elektrik gücü, nasıl dışarı sıçrayıp magnetik bir pusula iğnesini döndürebilirdi?

Öyle ilginçtir ki, bilimsel bir konu ileri bir aşamaya varınca, konuya yeni başlayanların eğitim almadan ona vâkıf olabilmeleri mantıken olanaksızdır. Gerçekte bütün kapılar kapanır, söylenen ve yazılanlar anlaşılmaz olur. Bilim öğrencilerinin çoğuna, bütün karmaşık hareketlerin birbirini takip eden itme ve çekme biçiminde düz hatlara indirgenebileceği öğretilmişti. Bu yüzden doğal olarak mıknatıslarla elektrik arasında düz hatlı bir çekim olup olmadığını anlamaya çalışıyorlardı. Ama bu yaklaşım, elektriğin nasıl havadan geçip magnetizmayı etkileyebileceğini açıklamaya yetmiyordu. Faraday, düz hatlar üstünde düşünme saplantısına sahip olmadığından ilham almak için doğrudan "İncil"e başvurdu ve zamanın çoğunu kilisede geçirerek teoriyi pratiğe geçirmeye çalıştı.

1821 de elektrikle magnetizma arasındaki ilişki üstüne çalışan Faraday, bir çubuk mıknatısını dik koydu. Dinsel eğitiminden esinlenerek, mıknatısın çevresinde görünmez dairesel çizgilerin hızla dönüp durduğunu hayal etti. Eğer haklıysa, serbestçe sarkan bir tel bu mistik çemberlerin etkisine girebilirdi ve tıpkı bir girdaba yakalanan bir tekne misali aküyü çalıştırdı. O anda yüzyılın keşfini yapmış oldu. Faraday’ın bodrum katındaki ilkel laboratuarında icat ettiği şey, elektrik motorunun temeliydi. 29 yaşında büyük bir keşif yapmış, bu keşif vahyin, dolayısıyla ruhsal gücün mutlak doğruluğunu ve tartışılmaz egemenliğini kanıtlamış, dinin bilimi yönlendirdiği ortaya çıkmıştı.

Eğitimsizlerin inanılmaz başarıları, her devirde benliksel akademisyenlerin kıskanmalarına, çıldırmalarına ve iftira atmalarına neden olmuştur. Tıpkı şöhretli Sir Humphry Davy gibi! İngiliz biliminin lideri, Londra yüksek sosyetesinin övülen ve tapınılan bilim adamı Davy, fakir ve cahil bir çırak olarak aşağıladığı Faraday’ın başarısına tahammül edemiyordu.

Faraday’ın çalışmalarıyla biçimlenen enerji kavramının ne kadar sıra dışı bir bakış açısı getirdiğini fark etmek kolay değildi. Çünkü enerji ruhsal bir güçtü. Yaratıcı, evreni maddesel olarak yaratırken fiziksel etkileşmeyi sağlayabilecek X miktarda ruhsal enerjiyle donatmıştı. "Yıldızlar büyüyecek ve parlayacak, gezegenler yörüngelerinde dönecek. İnsan ve hayvanlar yaratacak, büyük şehirler ve ormanlarda yaşayacaklar. Savaşlar ve afetler çıkacak ve şehirler yok olacak. Sonra sağ kalanlar yeni uygarlıklar kuracak. Ateşler, atlar ve öküz arabaları olacak. Kömürlü ve buharlı makineler, fabrikalar, güçlü lokomotifler, kara, deniz ve hava taşıtları olacak. Ama bütün bunlar olup biterken, insanların gördüğü enerjinin türleri değişse de, enerji bazen insan ya da hayvan kaslarının ısısı, bazen de çağlayanların akışı, dalgaların kabarması ya da volkanların patlaması gibi görünse de, bütün bu farklı türlere karşın, enerjinin "o kitap"’ta belirlenen toplam miktarı hep aynı kalacak. Başlangıçta yarattığı miktar ve etkileşmeyi sağlayacak gücü hiç değişmeyecek. Başlangıçta yaratılmış olanın milyonda biri bile ne eksilecek ne de değişecek."

Bilimsel icatlarını dinin bakışıyla çözen Faraday, elektrik motorunu ve dinamoyu keşfederek, birçok elektrik ölçüm birimine de adı verilerek, portresi 1991 yılındaki yirmi poundluk banknota basılmış ve “Elektrik Mühendisliği” mesleğinin kurucusu olmuştur.

Elektriğin babası olan okulsuz Faraday; motor, jeneratör ve trafo gibi tüm elektrik makineleri, icat ettiği indüksiyonuna göre çalışırlar…

Michael Faraday öyle ender bilim adamlarındandır ki, şövalye unvanını ve çok para getirecek iş tekliflerini reddetmiş, bağlı olduğu mezhebe uygun olarak basit bir insan olarak kalmak istemiş ve öyle yaşamıştır.

İşte laik üniversiteler, nerede mucitler… İşte mucitler, nerede üniversiteler…

“Bildiğimizi zannetmemiz öğrenmemizin en büyük düşmanıdır.” Dr.C.Bernard

Hiç yorum yok: