8 Aralık 2009 Salı

‘Dostum ve arkadaşım’ iltifatları yeterli…

Millet olarak nasıl bir lanetle karşı karşıyayız ki içeride Atatürk, dışarıda ABD’ye kul olmaktan sıyrılamıyor, varlıklarını kurtarıcı tazimiyle zihinlerimize ve kalplerimize işleyerek, sözlerini tanrısal bir mutlakmış değerinde inanıp itaat edebiliyoruz. Madem öyle; Atatürk ve ABD’nin neden terör musibetinden, ekonomik sıkıntılardan, felaketlerden, ayırımcılıktan, can ve mal kayıplarımızdan kurtaramadığını hiç sorgulamıyoruz.

Zamanında dünyaya hükmetmiş milletimiz; bugün Obama’nın Başbakanımızı nasıl karşıladığını, 1 saat 40 dakika görüşme lütfunda bulunduğunu, çift limuzinle Beyaz Saraya götürüldüğünü ve yemek verdiği gibi son derece aşağılık bir kompleksle övünebiliyor ise, o millete, hükümetine, aydınına ve medyasına kim saygı gösterir? Sanki T.C’ nin önceki hükümetlerinde de tablo aynı değil miydi? Peki, Obama geldiğinde Türkiye’de durdurulan hayata mukabil bir karşılık verildi mi sorusunu, sanırım birçoğunuzun sorgulayacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın kuvvetli umutlarla yaptığı ABD ziyareti ve Obama görüşmesi, ABD’nin merhametten ve adaletten nasip almamış oportünist ve emperyalist politikasının hiç değişmediği ifadelerden anlaşılmış, ancak her zamanki gibi Türkiye lehine şovsal bir atraksiyondan öte bir sonuç çıkmayacağı kabirdekilerce de kavranabilmiştir.

Ne acıdır ki üzerlerine ölü toprağı serpilmiş mühürlüler, fevkalade anlaşılabilir mesajları öyle saptırarak yorumlayabilmektedirler ki, ABD’nin PKK’yı düşman bellediği, terörist faaliyetlere karşı savaşma anlamında dünyanın neresinde olursa olsun birlikte hareket edileceğini, Türkiye’nin vazgeçilemez dost bir müttefik olduğunu, v.s,v.s.

Yıllardır süregelen beyhude sözler, her ABD ziyaretinin klişeleşmiş “sırt sıvazlayıcı” vaatlerden öte hiçbir eylem taşımamakta, sözde terör adına on binlerce km uzaklıktan Afganistan, Pakistan ve Irak’a topyekûn saldırırlarken, bizzat işgal ettikleri Irak’ta üslenen PKK’yı, müttefiki Türkiye’ye tercih ederek, Kuzey Irak’tan çıkmasında yahut etkisizleştirmesinde tek bir adım dahi atılmamaktadır. Çünkü amaçladıkları emperyalist hedefler için, PKK’yı Türkiye’ye karşı joker niyetle şantaj ve tehdit olarak kullanmaktadırlar.

Ne PKK, ne ekonomik çıkarlar, ne AB üyeliği, ne Karabağ ve Filistin işgali, ne de Kıbrıs meselesi Obama’yı hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Obama’yı, ABD’nin değişmez politikası olan Afganistan, İran ve Ermenistan tasa etmekte, ancak barbar stratejileri doğrultusunda olabilecek müstemlekesel bir itaat Türkiye’yi değere tabi tutmaktadır.

Afganistan’a muharip asker gönderecek misin; İran’a olacak ambargo ve saldırıda ABD’nin yanında yer alacak mısın; işgal edilen Azerbaycan topraklarından Ermenistan’ın geri çekilme edebiyatını bir tarafa bırakıp, anlaşmayı meclise götürerek, diplomatik ilişkilere başlayacak ve kapıları açacak mısın; her şart ve koşulda ABD’nin çıkarlarını koruyacak ve üzerine düşeni yapacak mısın? Gerisi palavra…

Başbakan Erdoğan’ın Barack Obama ile birlikte yaptığı görüşme bildirgesinin dışındaki açıklamaların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığı, birlikte dile getirmedikleri konuları tek taraflı açıklamanın hiçbir inandırıcılığı olmadığını düşünüyorum. Ancak Irak işgali öncesi yapılan ihanetsel pazarlıkların bir benzeri yapıldı mı, doğrusu bilemiyorum. Başkan Obama’nın, Başbakan Erdoğan konuşurken yüzünün aldığı sert ve manalı bakışın yorumunu sizlere bırakıyorum.

Neden muhatap olarak APO değil de Obama ile işbirliğine girişildiği ve yardım dilenildiği, sanırım terörü önlemek ve akan kanı durdurmak istenmeyişindendir. APO terörist ise, Obama nedir? ABD nasıl terörsel işgal ve saldırılarla besleniyor ise, Türkiye’deki güçlerde aynı taktiği uygulamaktadırlar.

Dünkü yazımda Anıtkabir Tapınak Şövalyelerine dikkat çekmiş, tutuklanan ve deşifre olanların hiçbir önem arz etmediği ve organize örgüt tamamıyla ele geçirilmeden terörün, katliamların, provokasyonların, cinayetlerin ve can yakan gösterilerin önünün kesilemeyeceğini vurgulamış, her ne olursa olsun “açılım” projesinin hızla sonuçlandırılmasını, böylece kandan ve terörden beslenenlerin gıdalarının kesilmesi önemini işaret etmiştim.

Bugün yedi askerimiz şehit, üç askerimizde ağır bir şekilde yaralandığı halde faillerin hiçbir izine rastlanamaması, sizce normal mi? Fevkalade hassas güvenlikten geçmiş ve özenle seçilmiş MİT elemanları dahi terör örgütünün üyesi olabiliyorsa, düşünün nasıl bir tehdit ve tehlike içinde yaşadığımızı!

Hiçbir terör örgütü onca askerimizi şehit edip, tek bir kanıt bırakmadan ortadan kaybolamaz. Hani nerede istihbarat, radarlar, helikopterler ve güvenlik güçlerimiz? Hrant Dink’in katilini birkaç saatte yakalayan devlet, 10 askerinin canilerini ele geçiremiyor mu? Eğer öyleyse PKK ya da başka bir terör örgütünü değil, ya içine bakmalı ya da beklenti içindeki dost ve müttefik yabancıya!

Kimliği açık ama özenle korunmaya çalışılan asıl düşmanın üzerine cesaretle gidilmez ise, daha çok canlar yanacak, analar, babalar, eşler ve çocuklar ağlayacak…

Atatürk’e ve Obama’ya değil, Yaratıcınız Allah’a dayanın güvenin, vekil ve destek olarak Allah size yetecektir.


Hiç yorum yok: