27 Ekim 2018 Cumartesi

Siyasetteki rab beşerdir!

Seküler-laik düşünce düzeyinde beşerin rab haline getirildiği devlette, milletin iman ehli Müslüman olabilmesi mümkün değildir. 

Çünkü her şeyin mülkiyeti ve yönetiminin Allah’ın elinde olduğuna inanmış bir Müslüman’ın beşeri bir düşünceyi ve düzeni seçme hakkı yoktur; sindirebilmesi imkânsızdır; ortak koşucu kanunlar yapabilmesi şirktir;  Allah yerine beşere hâkimiyet tanıyabilmesi küfürdür; galebe çaldırdığı beşerin üzerinden Allah demesi riyakârlıktır; Allah’a olan Etkin Aklı beşeri akıldan aşağı görmesi kibirdir; Allah ve Resulü’nün hükümlerini çağa göre yorumlayarak eğip bükmesi zalimliktir; bilim ve teknolojiyi Allah’a karşı kullanması ateistliktir; nefsi gururu şeytanlıktır; başarı ve zaferi benlikte görmesi sapkınlıktır; bir şeyi Allah adına değil de beşer adına yapması zillettir; Allah’tan başkasına umut bağlaması cehennemliktir.

Devlet ne ise millette o olduğundan ruh ve beden misali birbirlerinden ayrılabilmesi ölülüktür. Seküler-laik ve demokratik bir devletin hükmettiği bir milletin Müslümanlığı ancak sözdedir. Özdeki bir Müslüman’ın vahiy ve sünnet dışındaki hiçbir düşünceyi veya kanunu kabul edebilmesi söz konusu değildir.  

Asıl mesele sokak değil devlettir!

Çünkü devletin aynası sokak olduğundan devletsiz bir Müslümanlık ancak karanlıktaki mum ışığı gibidir.  Ki, o mum ışığının ya da ateşin etrafı aydınlattığı sanılsa da nasıl Allah’ın müdahalesiyle karanlığın sürdüğü küfrün galebe çalmasıyla kanıtlıdır.

İslam’ı siyasetten koparmak apaçık bir inkâr olup, şeytanın durumundan farksız bir küfürdür.  Allah ve Resulü’nün hükümlerini doğrudan tanımayan devlet ile dolaylı olarak tanıyan bir Müslümanlık ancak münafıklıktır. Zira doğrudan yapılan bir küfür ile dolaylı olarak yapılan küfrün arasında hiçbir fark olmadığından Müslümanlık indinde devlet, İslami esaslara mecburdur.

Bu sebeple İslam Devletinin olmadığı bir düzende Müslümanlık nedir biliyor musunuz; ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir.

Şu yeryüzündeki ve ülkemizdeki camileri, namaz kılanları, oruç tutanları, Kur’an okuyanları, dua yapanları, gıdadaki helal ve harama uyanları gözlemlediğinizde İslam devletinin ‘olmazsa olmaz’ imansal bir önem arz ettiği anlaşılabilecek bir açıklıktadır.   

Nefsi istek ve düşünceye göre ne İslam ne de Müslümanlık vardır. Müslümanlık, Allah ve Resulü’nün verdiği hükümlere iman ve itaatle mümkündür; dolayısıyla Müslümanlıkla şereflenmiş bir müminin kesinlikle seçme, öteleme, nefsi bir talepte bulunma, beğenmeme, hoşnut olmama, kabullenmeme, başkalaştırma, din dışı düzenle ılımlaştırma ve özdeşleştirme, şüpheye düşme, çoğunluğun isteklerine boyun eğme, vahiy dışı yasa yapma, helal ve haramı nefisleştirme manipüle etme, takiye yapma, beşeri güç görme, medet umma, fayda yahut zarar verme iradesine sahip olma düşüncesine hakkı yoktur.    

Sözde Müslümanların nasıl bir ihanet içinde olduklarına tartışılmaz kanıtı, yiyecekte yani gıdada helal veya haramı arayıp da, siyasette, devlette, sistemde ya da yargıda haram veya helali hiç mi hiç önemsememeleridir.  İçselleştirdikleri seküler-laik ve demokratik bir devlet helal midir ya da Kur’an’da izni var mıdır ki, razı olunabilmektedir?  Vahiy dışı yasalar ya da hukuk nasıl bir Müslümanlıkla özümsenebiliniyor ki,  Allah ve Resulü’nün hükümlerinin nefse yani diğer düşüncelere göre yorumlanması İslam addedilebilmektedir?

Siyasette ibadet edilen rabbin beşer olduğu öyle sabittir ki, devlet yönetiminde Rahman ve Rahim olan Allah yok sayılabilmekte;  dolayısıyla siyaset yani devletin dışında ALLAH, dâhilinde ise nefsin hüküm sürdüğü bir anlayış Müslümanlık sayılabilmektedir?

İster kabul edilsin ister edilmesin Kur’an’i gerçek odur ki, imana getirme yalnızca Allah’ın inisiyatifinde bulunmasından hiçbir ferde ve topluma asla taviz verilemez; çıkar adına müsamaha gösterilemez; hoşgörüye kalkışılamaz;  ikna için eğip bükülemez; İslam’a kazandırabilmek için batıla yani yanlışa geçit verilemez; ayet ve sünnetler tevillerle saptırılamaz; çağın şartlarına göre ne zaman mefhumuna gidilebilir ne değiştirilebilir ne de yok sayılabilir.

Neden biliyor musunuz; bilen bir bilge olan Allah’ın her çağı, bilim ve teknolojileri, gaybı yani geleceği ve kıyamete dek her şeyi yaratıp bilmesindendir. Aksi takdirde ateistler misali Allah bilmezlikle itham edilmiş olunur ki, inkârın ta kendiliğidir.         

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ahzab 36

“Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkar edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der. Haşr 16

(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Yunus 99

“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.“ Yusuf 106


“Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla «inandık» diyen kimselerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar (ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. «Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!» derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.” Maide 41  

Hiç yorum yok: