31 Ekim 2018 Çarşamba

Milli değil DİNİ olmak bir mecburiyettir!

En önemli şeyin “dini olmak mı yoksa milli olmak mıdır” sorgusu; dünya ile ahiret, diğer bir ifadeyle fanilik ile bakilik tercihini de ortaya koymaktadır.

Hem dini hem milli olmak fevkalade gizemli öyle bir paradokstur ki, hangi davanın neferi olunması gerektiği ikilemi ve güvensizliği doğurduğundan şeytanın baştan çıkaran mükemmel bir avcılığıdır.

Ancak tıpkı ruh ve bedenden ibaret insan misali gerek dini gerekse nefsi bir milli olmak, adaletin topal kalmasına neden olur ki, zaten ateist köklü seküler-laik ve demokratik düzende ruh reddedildiğinden beyin yani bedenin hâkim kılınıyor olmasıyla benlik öne çıkmakta; dolayısıyla kendinden başkasını düşünmemeye götürmektedir.

Başta Türkler olmak üzere diğer Müslüman toplumlar milliyetçileşmeleri akabinde iktidarlarını, dolayısıyla devletlerini yitirerek darmadağın oldukları tarihle kanıtlıdır. Oysa varlıkları öncesinde tek hedefleri ALLAH’a ortak koşmadan kulluk yapmak ve hükümlerini galebe çalabilmek maksadıyla İslam dinini egemen kılmak suretiyle devasa güçlere ulaşmışlarken; şımararak güç ve zaferlerini kendilerinden bilmeleriyle milliliğe dinden daha fazla önem vermiş olmalarının bedelini düşmanlarına karşı alçalarak ödemişler ve ödemektedirler.

Bedeni bir millilik, vahyi nefisleştirme manipülasyonudur! 

Bu sebeple Allah indinde millilik, dini bir millilik olup; geri kalan ruhun bedenden ayrılmasıyla gerçekleşen ceset misali ölülüktür.

Şeytanı temsil eden benlik öylesine aldatıcı ve korkunçtur ki, çıkarı gördüğü şeyler adına tartışılmaz vahyi değerleri sattırması yanı sıra, hiç aldırış etmeksizin dostu düşman, düşmanı da dost ettirebilen bir virüstür. Geçici menfaatler söz konusu olduğunda nefis öyle azgınlaşır ve yoğunlaşır ki, milliyetçilik adına kayırmacılıklar, haksızlık ve adaletsizliklere neden olabilecek eylemlerde bulunulur; hakkı ve insanlığı yontan akıl almaz sapkınlık ve canavarlıklar hukukla ilişkilendirilerek meşruiyet sağlanır. 

Fıtratsal farklılıklar, dini ve milli ayrıcalıkları doğurarak evrensel değerler olarak düşünce ve sistemlere kazınır. Hiç kimsenin hangi renkte, ırkta, soyda, ailede veya ülkede yaratılacağını seçebilme iradeleri bulunmadığı gibi, işlerini, görevlerini, milletlerini ve dinlerini de tayin edebilme özgürlükleri yoktur. Ruhları programlayarak tarihi yazan yaratıcı Allah, bu tür farklılıkları zenginliğinden, ilminden, kudretinden ve kurguladığı kâinatsal düzendeki bilinemeyen bilgisinden, yani “bir bilgi”ye göre yaratmaktadır. Eğer dileseydi dünyayı tek bir milletten, dinden, kültürden ve ırktan meydana getirirdi.

Vatan adına can verilen toprakların önemi olsaydı; namütenahi bir azamilikte el değiştirmez, canlar verilerek korunan veya alınan topraklar masa başında terk edilmez; dolayısıyla binlerce ulusa ve medeniyete ev sahipliği yapılmamak suretiyle milliyetçilik baki kılınırdı.

Eğer bir ülke sınırları içinde veya dışında onlarca değişik dinsel ve etniksel mücadelede bulunularak vatan adına söz konusu topraklar için kan dökülüyorsa, o diyarı herhangi bir ırkın tek başına sahiplenebilmesi meşru değildir. Ancak vahiysel çıkarlar hariç!

İnsanoğlunun yeryüzüne dağılarak farklı milletler olarak devletler kurması özgür iradeleriyle sağladıkları bir yapılaşma değildir. Eğer öyle olsaydı geçmişte var olan çok güçlü milletler ve devletler yok olmaz; dolayısıyla yerlerine yenileri gelmezdi.  Milletlerin var oluş ve yok oluş süreçlerini takdir eden ve hükme bağlayan yaratıcı Allah, nasıl geçmişte birçok toplumu yokluğa gönderip yerine başka toplumlar getirdiyse, aynısını tekrar yapabileceğinden şüphe yoktur.

Dolayısıyla geçmişteki hangi millet ve devlet ebediyeti yakalamış ki, günümüzdeki ve gelecektekiler yakalayabilsinler?

Düşünüyorum da, özen ve meşakkatle yapılan eserler, canlar verilerek kurulan devletler, hiç ummadığın bir sırada darmadağın edilerek yok olabiliyorlarsa, milliyetçilik nedir? Yeryüzünde var olan her şeyin nasıl var olma tarihi var ise, birde “son kullanma tarihi” vardır. Zaten milliyetçilik anlayışlının beyhudeliğini de kanıtlayan “son kullanma tarihi” değil midir? 

Ancak bu tarih hiçbir zaman bilinmemektedir. Dünya yaratıldığı andan itibaren binlerce hayvan, bitki, insan, cin, ülke ve topluluk; zayıflığı veya gücüyle, zenginlik ve fukaralığıyla,  bilgi veya cehaletiyle, özgürlüğü veya esaretiyle belirli sürelerini tamamladıktan sonra, tıpkı bir masal veya rüya misali silinip süpürülmüşlerdir. Yaratıksal ve milli hiçbir irade bu gerçeği değiştirememiş, geciktirememiş ve engelleyememiştir.

Öyleyse ebedi olduğuna inanılarak uğruna canlar verilen milliyetçiliğin önemi nedir?
Varlığını muhafaza edemeyen, ömrünü belirleyemeyen ve yarın ne olacağını bilemeyen bir insanın hatta milletinin iktidarından, zenginliğinden, gücünden, bilgisinden ve iradesinden ne olur?

Neden yaratıcı Allah, milli birliğe değil de yalnızca dini birliğe hükmederek, “Müminler kardeştir” buyurup diğer düşünce ve inançta olanları düşman kabul etmektedir? Neden küfrü imana tercih eden baba ve kardeşi hasım ilan ederek, veli veya dost edinilmemesini; hatta edinenleri zalimlikle yaftalamaktadır? Neden yargı karşısında Müslim-gayrimüslim ayırımı yapmaksızın ve hiçbir kayırıma gidilmeksizin adaletle hükmedilmesini istemekte; bırakın milli bir dayanışmayı, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, hatta bir millete duyulan kinin bile adil davranmaya itmemesini emretmektedir?

Allah, ulu zat-ı dışındaki her türlü düşünceye, amele, anmaya,  birlikteliğe, hislere, milliyetçiliğe, dayanışmaya, üstün tutmaya, sevgili olmaya, övünmeye, tazimde bulunmaya, kayırmacılığa, ortak koşulmaya, haksızlık ve adaletsizliğe karşıdır.

Milliyetçilik, Müslümanlar için öyle şirksel bir zehirdir ki, İslam’dan uzaklaştıran şeytani bir vesvese olmasıyla birlikte insanlık karşıtlığıdır. Dolayısıyla aynı milletten olunan bir küfür ehliyle birlik olabilmek mümkün müdür?

“Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı. (Fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” Hud 118

“Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.” Şura 8  

”Ey insanlar! Allah dilerse sizi yokluğa gönderip başkalarını getirir; Allah ona kadirdir.” Nisa 133

“Hiçbir millet, ecelinin önüne geçemez ve onu geciktiremez.” Hicr 5

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.”Tevbe 23

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8

 “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.” Hücurat 10

Hiç yorum yok: