19 Ekim 2018 Cuma

Bilmek mi; bilmemek mi?

Kendini tanıyıp bilmeyen bir insanın bilen bir bilge olmasının ne bir faydası vardır?

Önce kendini tanıyıp bil ki, gıpta edip rehber kıldığın başkalarının hayatlarının vereceği nefsi katkılardan kurtulabil.

Bilmek ya da bilmemek eylemle diğer bir ifadeyle mutlak bir iradeyle orantılı ise, hilkatteki bir eşin bilge yahut egemen olabilmesi mümkün değildir.
  
İnsanın dünyadaki hayatı, aslında ana karnında ve öldükten sonra kabirdeki beşeri yalnızlığından farksızdır. Ancak o bunun bilincinde olmayıp, beşeri birlikteliğin yanılgısını yaşamaktadır. Gökleri, yeri ve arasındakileri sahiplendiği gibi, hilkatteki eşlerini de sahiplenerek güç, dost ve yardımcı görebilmekte, her türlü yaptırıma sahip egemen güçler olduğu algısıyla vesvese yaşamaktadır.

Oysa insan, yaratılmış bir beşer olmasına rağmen; neden bizzat içinde yaşadığı dünyayı ve kâinatı muhakeme edemiyor, hiçbir dayanağı ve yaptırımı olmayan abartıların peşine takılıp gören bir kör, duyan bir sağır ve hissetmeyen bir kalbe sahip olabiliyor? Bir an olsun otokritik yaparak kendini, gelişmeleri, düzenleri, her türlü olayı tattığı veya gözlemlediği olayları hiç sorgulamıyor mu? Neden sonuca değil de sebeplere odaklanıp özden kopabiliyor?

Sürekli değişebilmeleri, güçlerini ve dengelerini muhafaza edememeleri ve başkalaşım gösterebilmeleri, birbirlerine karşı olan güveni sarsmamaktadır. Neden? Çünkü kul olmalarının getirdiği irade yetersizliğinden!

Nefse iman edildiği seküler bir düşünce düzeyinde değişim ile ilgili böbürlenmenin nasıl bir manipülasyon olduğu kadere karşı etkisizliğiyle aşikardır. Dolayısıyla değişimin kadere karşı yapılan bir başkalaşım değil kaderin ta kendisi olduğu baz alınmalıdır.

Acaba bilmek mi iyidir, yoksa bilmemek mi ya da ruhi mi, bedeni olan mı? Çoğu kez bildiklerinden dolayı karşılaştığın zarar, bilmemenin yararından çok daha fazladır. Bazen övünülen bilgi mahva ve yok oluşa, cehalet ise saadete ve kurtuluşa neden olabilmektedir. Tıpkı zenginlik veya fakirlik ya da saltanatlık veya pejmürdelik gibi!

Herhangi bir iktidara ve bilgiye iradesel hüviyet kazandırarak eyleme dönüştürmek ve egemenlikle bütünleştirmek nasıl mümkün değil ise, sefalet ve cehaleti de sefillikle örtüştürmek söz konusu değildir. İktidar ve sefaletle, bilgi ve cehaletin şartlara göre saçtığı dehşet ve neden olduğu vahşetin yanında hayırları da göz önüne alındığında, bu ayarlamayı ve yönlendirmeyi yapan mutlak bir gücün varlığı açıkça görülebilmektedir.

Her bilgenin bir cahil, her cahilinde bir bilge olabildiği gerçek dünyada, acaba bilgelik ve cahillik iradesel mi, yoksa kadersel midir?

Neden bazen bildiklerinden, gördüklerinden, işittiklerinden ve araştırmalarından pişman olup, “keşke” bu keşfi yapmasaydım; olaylara şahit veya varlıklara sahip olmasaydım veya irdeleyerek gerçekle yüzleşmektense bitki misali bir hayat yaşasaydım diyebiliyorsunuz? Tıpkı Einstein’ın keşfettiği atom bombasından duyduğu pişmanlık veya her insanın yaptığı şeylerden sonra çıldırırcasına veya kahredercesine hayıflanmaları gibi! Ya da asla kabul etmediğiniz ölümle nişanlanıp ölümü tanıyabilmek için yaşıyorsunuz?

Hatırlar mısınız; dünyaca ünlü Kevin Carter adlı bir fotoğrafçı vardı. 1994 yılında Sudan’daki kıtlık sırasında ölümcül açlığını giderebilmek isteyen bir çocuğun emekleyerek 1 km. ötedeki BM kampına sürünerek gitmeye çalışmasını ve arkasında duran akbabanın çocuğu parçalayabilmek için ölmesini beklemesiyle ilgili çektiği ibret vesikası dehşetsi fotoğraf kendisine Pulitzer Ödülü kazandırmıştı.

Peki, sonra ne oldu?

Aradan 3 ay geçip, 1994’ün bir Haziran günü bahçe sulama hortumunu araba egzozuna bağlayarak intihar etmişti. İntihar etmeden önce bıraktığı notta ise;“Kendimi normal insanlara yabancılaşmış hissediyorum. Objektif kapakları kapanıyor ve korkunç kan görüntüleriyle karanlık yerlere doğru geriliyorum” demişti.

Daha niceleri…

Kendini nefse adamış bir düşüncenin doğru veya yanlışı yoktur; sadece yaptığı vardır. Bu sebeple her nefis için yaptığı ölçü olduğundan merhamet, hak ve adalet umurunda değildir.

Eğer ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve sakatlıkların kahır sonuçları engellenemiyor; musibetler durdurulamıyor ve eceller belirlenemiyor ise; öyleyse bilmek ile bilmemek arasındaki fark nedir; bilim ve teknolojinin üstünlüğü ve yaratıcılığı nedir; demokratik bir ortak aklın yaptırımı nedir?


“Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” Tevbe 116

Hiç yorum yok: