29 Ekim 2018 Pazartesi

Demokrasi fitneyi durdurmaz…

Bilakis öyle arttırır ki, insanı yontarak odundan farksız halde öğütür.

Zaten demokrasi fitnenin ta kendisi değil midir?

Düşünce ve ifade serbestîliği adına fitne öyle kronikleştirilmiş ki, adam öldürmekten daha kötü hal olmasından hak ve adalet doğranmıştır. Dolayısıyla fitnenin akılları karıştırmadaki savaşsız yolu mahvın yegâne sebebidir.  

İnsan, bedenen oluşmadan önce ruhları yaratıldığında yaratıcı Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerek asiliğe sapmaları, cezası ölüm olan öyle büyük bir suçtur ki, sadece zalim olanlara erişmekle kalmayıp umuma sirayet etmek suretiyle herkesi perişan kılmaktadır. Dolayısıyla çeşitli musibetlerle tarumar olan insanların suçlu-masum ayrımı yapılmaksızın azaba uğramaları fitnede yarışmalarındandır.

Einstein der ki: Karşılaşılan önemli yaşam sorunları, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez.”

Batıllığın ya da diğer bir ifadeyle fitnenin ancak özgürlükle çözülebileceği teorisi, adı demokrasi olan fitnelerle aşılabileceği olasılığını imkânsız kılmaktadır. İnsanlar, yaratığa gösterdikleri özeni ve güveni yaratıcı Allah’a duyabilselerdi, fitneyi özgür bırakan düşünce ve düzenler oluşmazdı. Ancak lanetlenen toplumlara iyiliğin ve doğrunun gelebilmesi mümkün olmadığından, yaratıcı Allah’ın egemen olduğu dünya ve kâinatta yaratıların hâkimiyet kurabilmesi olanaksızdır.

Ki, sorunların üstesinden gelebilmek maksadıyla Etkin Akıl olmaksızın sığınılan ‘ortak akıl’ öyle bir delalettir ki, hatırıma İtalyan matematikçi ve astronom Cassini’nin sözlerini getirdi.

Cassini der ki; “Uzayın karşısında kendisini ne kadar önemsiz hissettiğini, önemsiz bir gezegenin üstünde izole olmuş halde yaşayan insanoğlunun olup biten her şeyi ölçebileceği sanısına yalnızca yersiz gururu yüzünden kapılmıştır.” Ancak fitnenin etkisiyle doğan bu gurur, bilim, demokrasi ve özgürlük adına giderek şiddetini öyle arttırmış ki, neredeyse dinli veya dinsiz her insan, doğrudan yahut dolaylı olarak kendini hüküm koyucu tanrı gibi hissetmeye başlamıştır.

Zaten demokrasi, insan iradesini üstün kılan bir tanrılık değil midir?

Laiklik, nasıl ateizmin siyasi bir terminolojisi ise; demokrasi de Hıristiyanlığın siyasi terminolojisidir. Vahiy dışı Hıristiyan ve Yahudiler; “Tanrı gökyüzüne yerleşmiştir, yeryüzünün yönetimi insanlara aittir ve mutlak hâkimdirler, sıkıştıklarında tanrıyı etkileşmeye sokarak dilediklerini yaparlar" paradoksal inançlarıyla özgür iradeyi mukim kılmaya çalışırlar. İslâm ise Allah’ın iradesine kayıtsız şartsız teslim olmayı zaruri kabul ederek fitneyi tamamen reddeder.  Dolayısıyla iradece değişmeyen ve değiştirilemeyen "o kitap" a, yani kadere inanılır. .

Takdir edileceği üzere; birbirlerine tamamen zıt ve düşman olan dinleri, medeniyetleri ve fikirleri uzlaştırmak ve aynı çatı altında toplamak asla mümkün değildir. Her ne kadar demokrasi düşüncesiyle üstesinden gelinebileceği ya da bütünlük sağlanabileceği iddia edilse de, mutlak olunamadığından imkânsızdır.  Ancak nefsi çıkarlara dayalı bir uzlaşının doğurduğu yanılgı avunulmaya neden olmaktadır.  

"Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder." Gazali

Şu tartışılmaz bir gerçektir ki, her ne dine, inanca ve düşünceye sahip olunursa olunsun, özgür veya cüz’i irade felsefesiyle rasyonellik ve demokrasi adına insanı egemen kılan her anlayış fitnedir; dolayısıyla böylesi bir fitneyi meşru sayan millet ve devletlerin tamamı bilinçli ya da bilinçsiz ateisttirler. Büyük bir çoğunluğu her ne kadar yaratıcı Allah’ın varlığına ve dinlerine inandıklarını kabul etseler de, bağlı oldukları demokrasiden ötürü küfür ehlidirler.  

İnsanlığın diğer bir ifadeyle Müslümanlığın zaferi, ancak içindeki necasetleri temizlemekle mümkün olur. Nasıl ki elbiseye bulaşan zerrecik bir necaset namazı geçersiz kılıyor ise, adam öldürmekten daha büyük bir necaset olan fitneden arınmış bir dünya ile hak ve adalete ulaşılabilir.

Aslında mesele olumsuzluklar ve musibetler değildir! Mesele odur ki, sabır ve daha beteri yaşanmadığından şükürdür. Ancak fitneyle  “Mutlak İrade”’ye karşı öyle isyan vardır ki, insanı insanlıktan çıkaran hak ve adalet zorunluluğu dumura uğratılmaktadır.  

Nasıl ki fitneyi var ederek odun misali öğüten demokrasi ise, demokratik devlet ve diplomasilerde haksızlık ve adaletsizliğin müsebbibidirler. Beşeri esasa dayalı düzenlerin yegâne gıdası nefsi çıkarlardır. Çıkarlardan dolayı hak ve adalet aleyhine öyle bir kayırmacılık sınır tanımamaktır ki, çığlıklar gökyüzünü bile delmektedir.

“Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. Bakara 191

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. Bakara 193

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık, (bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurduklar› şeylerle baş başa bırak.” En’am 112

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umum sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir. Enfal 25


“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (Küfre) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” Enfal 39

Hiç yorum yok: