30 Ekim 2009 Cuma

Devlet mi, tiyatro mu?

“Domuz gribi” şöhretli salgın, “devlet gribi” den daha tehlikeli, tahripkâr ve yok edici değildir. İnsanlar domuz gribinden duydukları endişe ve paniği devlet gribinde hissedebilselerdi, haksızlık ve adaletsizliklerin hüküm sürdüğü barbar bir dünya oluşmaz, çıkarcı ve diktacı politikacı ve bürokratları teşvikkâr fütursuz bir cesarete ulaştırmazdı.

İnsanoğlunu fiziki ve ruhi öldüren, sakat bırakan ve mahveden o kadar çok neden var ki, bir de domuz gribi olsa ne çıkar? Asıl kaygı duyulması gereken totaliter ve putperest devletlerin kendilerini var eden halklarını sömürmesi, aşağılaması, katletmesi ve acımasızca esaretleştirmeleridir. Adaletin, merhametin ve hakkın olmadığı bir düzende; domuz gribinden daha zararsız ne olabilir? Diğer hastalıklar ve felaketler gibi oda kaderce seçilmişlerin üzerinde etkisini gösterecek, kimi kurtulacak kimi de ölerek, asla engelleyemedikleri kaderi ve eceli tadacaklardır.

Eğer kafayı, bedeni ve ruhu çökerten öldürücü ve süründürücü hastalıkları Allah yaratıyor ise; Allah’tan başka sığınabilecek bir koruyucu ve kurtarıcı da yoktur. Onun için, “Allah’ıma dayandım güvendim, vekil ve destek olarak Allah bana yeter” samimi teslimiyet, başınıza gelebilecek tüm musibetleri geri teptirir. Ancak kafatasçı sakatatçılar, bu gerçeği saçma ve ilkel bulurlar ama ellerinden de hiçbir şey gelmez… Ayrıca hastalıktan ölmeyenleri yanlış teşhis ve tedaviden öldürenler de kendileridirler.

Bir tarafta Kemalist “Genelkurmay Cumhuriyeti”nin hüküm sürdüğü bir oligarşi, diğer tarafta ise adı, sözde “demokrasi” olan bir yönetimle tiyatro sergilenmekte, insanlarda yığın mantığıyla kimin daha güçlü ve üstün olduğu merak içinde izleyerek, fanatik taraftarlar misali şakşakçılıktan öte hiçbir şey yapmamakta ve risk yüklenmemektedirler. Sonuçta süregelen iktidar mücadelesindeki dalaş; akıbetini düşünmeyip sadece seyretmekle heyecanlanan halkı tarumar etmekte, dolayısıyla aynı tas aynı hamamın sahnelendiği tiyatro sahnesinde, değişen sadece oyuncu tellaklar olmaktadır. Kışkırtan ve bölen putperest Kemalist rejimin varlığı ise sürebilmektedir.

Eşit bir hak ve adaletin olmadığı öyle korkunç bir despotizmle idare ediliyoruz ki, toplumu kökten bitiren halk düşmanı organize gladio üyelerinin şövalyeleri; makam, rütbe ve etkinliklerine göre destek aldıkları kurumlarca kayrılarak, “hukuk devleti, masumiyet karinası ve yargısız infaz” gibi asla inanmadıkları erdemlikleri sıralayarak, affedilmez suçlarını örtbas edebilme hileleriyle şovlarını sürdürmekte, böylece asla uslanmaz ve pişmanlık duymaz azgın benlikleriyle acımasız emellerini devam ettirebilecek meşru yollar aramaktadırlar.
Kendilerini devlet ve milletin asıl yöneticileri ve sahibi olduklarını sanan hasta kafalar, kurdukları korku imparatorluğuyla dokunulmaz ve yargılanamaz güvencelerinden hukuk ve adalet çiğnenmekte, dolayısıyla onların dışında geri kalanın yargılaması, ne acıdır ki aynı ideoloji paylaşan bir kısım halk ve politikacıların ihanetleriyle meşrulaşabilmektedir.
T.C. kurulduğundan bugüne dek milleti, meclisi ve hükümetleri baskı ve tehditle yıldırarak ideolojileri doğrultusunda hükmeden Genelkurmay, yargı, YÖK ve işbirlikçi medya; bir bir deşifre olan hainlikleriyle öyle şamar yediler ki, artık kamuoyundan saklayamadıkları gerçeklerin ortaya dökülmesiyle ne yapacaklarını bilemez bir şaşkınlıkta akıl almaz demeçler verebilmektedirler.

Suçluları değil, delillerin kamuoyuna yansımasına inanılmaz tepkiler göstererek; gazetecileri, itirafçıları ve kendi onurlu subaylarını kanıtları karartmayıp afişe etmelerinden hainlikle suçlayabilmektedirler. Çünkü onlar dokunulmaz efendilerdir ve kanunsuz ne yaparlarsa yapsınlar, her şey devlet ve Kemalist rejim için olduğundan; millet, anayasa, meclis ve siyaset üstüdürler…

Emir komuta zinciriyle meclisi, hükümeti ve halkı yönetmeye alışmış kurumsal cuntacılar; millet egemenliğine ve Müslüman iktidarlarına olan tahammülsüzlükleri fevkalade aleni olup, “irtica ile mücadele eylem planı” başlıklı hazırlıkların yer aldığı belge, her zaman üzerine bastıkları ve MGK Siyaset Belgesinde önemle vurguladıkları 1. derece tehlike olarak, zaten sıcak gündemini korumuyor mu? Gerek 28 Şubat isyanı, gerek cumhuriyet mitingleri, gerek Ergenekon Terör Örgütü, gerekse Genelkurmay’ın stratejik doktrini; irticayı, yani İslam’ı önlemeye yönelik değil mi? Öyleyse söz konusu belgenin asılsız olabileceği iddiası, apaçık bir saptırma ve ihaneti gizleme telaşından başka ne olabilir?

Belgede imzası bulunan Alb. Dursun Çiçek, yalnızca bir görevli olup, asıl sorgulanması ve yargılanması gereken başta Org. Başbuğ ve üst düzey yetkililerdir. Çünkü onların haberi olmadan, bırakın böylesi detaylı eylemsel bir plan hazırlamak, düşüncesi dahi mümkün değildir. Ayrıca bilgileri olmadan hiçbir işin, hatta hayalin dahi olamayacağı kendi itiraflarıdır.

TSK’ne zarar veren ve güvenirliğini baltalayan, komuta görevindeki Genelkurmay’dır. Bu sebeple Genelkurmay ile TSK’ni ayrı kuvvetler olarak değerlendirmeli, nasıl iktidardaki bir parti tüm milleti temsil etmiyor, duygu ve düşüncelerini yansıtmıyor, hata, yanlış veya ihanetinden dolayı millet sorumlu tutulamıyorsa; olanlardan TSK’yı yükümlü tutmak, şüphesiz insaf dışıdır. Çünkü milletin her bireyi; Kemalist Genelkurmay’ın değil, Müslüman TSK’nin bir üyesidir.

Org. Başbuğ’un söz konusu belgeyi “bir kağıt parçası” olmakla aşağılayarak, başında ve içinde bulunduğu ekibi aklama çabaları, orijinalin ortaya çıkmasıyla her ne kadar sükutu hayal yaşatsa da, ona da bir kulp uydurup olayı kapatmaya çalışacaklarına şüphe yoktur.


Bunları ancak güçlü bir iktidar, yargı ve millet durdurur.

Org. Başbuğ’un sarsıcı şu açıklamaları, amacının ne olduğunu ortaya koymaktaydı. “Askeri savcılığın kararından sonra bu bir kağıt parçasıdır. Ancak bu konuların askeri savcılıkta değerlendirileceği açıktır. Bizim sivil savcılardan beklentimiz, bu kağıt parçasının doğru olup olmadığı değil, nerede, nasıl, kimler tarafından hazırlandığı, nasıl sızdırıldığını ortaya çıkarmalarıdır.”

Böylesine meclisi ve hükümeti devre dışı bırakacak ve toplumu birbirine kıydırıp böldürecek isyansı belgeyi, “Türkiye, bu kağıt parçası etrafında fazla enerji tüketti” diyerek küçümseyen Org. Başbuğ, bütün bunların fitne ve fesat çıkarma maksadıyla düzenlendiğini iddia ederek, “bırakın yapsınlar, bırakın devirsinler, bırakın sustursunlar” derebeyi felsefesiyle yolları açmaya çalışmaktadır.

Herkes şu gerçeği çok iyi bilmelidir ki, TSK üzerinde oyun oynayan tek merci Genelkurmay’dır… Bu sebeple Genelkurmay’ın Kemalist yapısına son verilerek TSK ile özdeşleştirilmeli, amacı halkının dini, düşünce, ibadet ve etnik özgürlüğü değil, doğrudan vatanı koruyup gözetlemek olduğu kesinlikle hükme bağlanmalıdır. Ancak yetmez… Askeri okullardaki bölücü Kemalist eğitimine de son verilerek, düşünce ve inancı her ne olursa olsun milletin her vatandaşına sevgi, saygı ve hoşgörüyle yaklaşılması, ayırımcılıktan kaçınılması ve vatan uğruna yek vücut olunma zorunluluğu belletilip, sadece askeri eğitimin verilmesi sağlanarak, halkına karşı düşmanca güdülen psikolojik harekata son verilmelidir. Onların ne kadar Kemalist olma hakları ve özgürlükleri mahfuz ise, diğerlerinin de Müslüman, alevi, Hıristiyan veya Yahudi olma hakları vardır. Hiçbir kanun ve gerekçe, evrensel insan haklarını doğrayamaz…

Arkasında silahlı otoriter bir kurum olamayanların komploları etki yapmaz. Eğer bir yerde veya bir konuda komplo var ise; tahrikin, tuzakların, kıydırmanın, darbenin ve kanların arkasında mutlaka devletin bir kurumu vardır.

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan duyuruda ki açıklamaların öncesinden farklı olmadığı, başkaldırının Alb. Dursun Çiçek veya birkaç kişiyle sınırlı tutulamayacağı o kadar aşikar ki, Genelkurmay’ın tamamının sorgulanmasını ve yargılanmasını gerekli kılabilecek bir deryadadır. Bildiri de ''Şayet ortada delil değeri taşıyan bir belge mevcut ise bunun bulunması gereken yerin basın organları değil, yetkili soruşturma makamları olduğu'' vurgulanarak, ''yaşanan gelişmelerin, konuyla ilgili yeni deliller yaratmaya yönelik çabalar olarak algılanmasının dahi mümkün olduğuna'' dikkat çekebilmişlerdir. Bu nasıl bir mantık? Ayrıca, ''Bu husus şüphesiz hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılamaz'' denilen duyuruda, ''bu kapsamda, soruşturma konusu olaylarla ilgili olarak yargısız infaz sonucunu ortaya çıkarabilecek davranışlardan kaçınılması, soruşturmanın gizliliğinin ihlali anlamına gelebilecek bilgi ve belge sızdırma eylemlerinin önlenmesi ve faillerinin cezalandırılmalarının'' gereği üzerinde ısrarla durulması; gizlilik adı altında ihanetlerin deşifresini önlemek maksadıyla halka duyurulmasının önüne geçmek, kurumda yok ettikleri gibi, bugüne kadar alışageldikleri çirkin yöntemlerle bu olayı da karanlığa gömebilmek paniğiyle, hiç takmadıkları hukuku referans göstermeleri, ancak “pes” dedirtmektedir.

Neden kamuoyunun öğrenmesinden korkuyorlar? Milletin öğrenmesi hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmıyor da; vatandaşına karşı psikolojik harekât planlanması, provokasyonlar, tahrikler, insanları birbirine ve tuzaklara düşürmeler, darbeler, tehditler, kan gölleri oluşturma niyetleri mi hukuk devletiyle bağdaşıyor? Askerleri ifade vermeye göndermemeleri ve kanun dışı askeri yargıya gitmalari mi hukuk devletiyle bağdaşıyor?

Artık başka bir şey yazmayı gerekli görmüyor; gerek hükümeti, gerek savcı ve hakimleri, gerekse bu milletin cesur ve kahraman subay evlatlarına şükranlarımı sunar, tüm milletimizin arkalarında durmalarının hayatiyeti üzerinde duruyorum.

Diktatörlük bu kere çökertilmez ise, böyle bir fırsat bir daha doğar mı, bilemem…

Unutulmamalıdır ki; CHP’nin desteği olmadan, hiçbir Ergenekoncu ve cuntacı güçlü ve cesareti olamaz, halka meydan okuyamaz…

Hiç yorum yok: