26 Ekim 2009 Pazartesi

Kürtler gibi bir mücadeleye mi girişilmeli!...

Totaliter Kemalist devletin kendi ideolojisinden başka hiç kimseye yaşam, düşünce ve inanç serbestîsi tanımayarak, tartışılmaz evrensel bir insan hakkı olan “kişi din ve ibadet özgürlüğüne” dayattığı bütüncül yasalarla kısıtlama, yasak ve baskı uygulayıp, vatandaşlarının onur ve haysiyetlerini aşağılayan bir dışlamaya kalkışması; en tabii ve kaçınılmaz hak olan sert bir direnişi gerekli kılmaktadır. Kurtuluş zaferleri de bu amaç uğruna elde edilmemiş miydi?

Fethiye İmam Hatip Lisesi öğrencisi masum bir kızımız, “Cumhuriyet Eğitim Gezileri Projesi” kapsamında Muğla’dan Çanakkale’ye gitmek üzere, geziye katılan arkadaşlarıyla birlikte otobüse binmiş, otobüsün hareketinden 15 dakika sonra “TÜRBANLI” olduğu gerekçesiyle gaddarca indirilerek, karaçalınmış bir boynu büküklükte evine gönderilmiş. Acaba o kızımız, cumhuriyetin bir ferdi değil miydi?

Oysa ziyaret edinilen Çanakkale Şehitliği; işte bugün aşağılanan o türban adına haçlılara karşı şehit olan müstesna kahramanların kutsal bir mabetleriydi.

Kızımız; gelecekteki evlatları, dinleri ve bağımsızlıkları uğruna canlarını veren atalarını ziyaret ederek, şükranlarını bildirme heyecanıyla gece dahi uyku uyamayıp kavuşabilme arzusuyla yanıp tutuşurken, dâhili haçlıların nefretsi barbarlıklarıyla önü kesilip, bir çöp misali sokağa atılmasına hiçbir akıl ve vicdan sahibi olur veremez. Ancak hayvandan bile daha aşağı merhametsiz ve bölücü haçlı yaratıklar, sırf vahye karşı düzenlenen kıyafet yükümlülüğü gibi bir despotluğu içlerine sindirebilmişlerdir. Ancak uğruna yüzlerce insanın idam edildiği “Şapka Kanunu” ile ilgili aynı buyurganlık gösterilmemekte, sadece kadınların örtüsüne saldırılarak, dinin görsel hükümlerine tahammül edilmemektedir. Eğer kanun bir mecburiyet ise; neden erkeklerin tamamı şapka ile dolaşmıyor?

Ayrıca hangi akıl ve mantıkla Taliban ve İran gibi rejimlerin kadınları zorla örttükleri tartışması yapabiliyorlar?

Ne yapılmalı?

PKK denen örgüt, yıllarca süren silahlı ve politik mücadele sonrası umutlarına kavuştu ve dağdan inenler, kahraman cengâverler misali tören ve zafer çığlıklarıyla karşılanarak, savaştıkları devletçe meşrulaştırıldılar. Ancak Kürtlerin temsilcileri DTP ve PKK; Müslüman kimlikli sinsi münafıklar gibi inançlarını makam ve para karşılığı satmadılar; azim ve kararlılıkla mücadele ettikleri davalarından zerre dahi geri adım atmayıp, öldürülmekten, hapis yatmaktan ve idam edilmekten korkmayarak hedeflerine öyle kilitlendiler ki; hiçbir kanun, ceza, tehdit ve dışlanma onları yolundan çevirmeye yetmedi. Zaten zaferlerde bu iman, cesaret ve kararlılıkla kazanılmıyor mu?

Şimdi de Başbakan Erdoğan; Türkiye’ye gelen PKK’lılara karşı düzenlenen törenleri sert bir şekilde eleştirerek, "Ülkenin hissiyatına, hassasiyetlerine saygısızlıktır" diyor. Yıllardır sürdürdükleri mücadelede kazandıkları zaferi kutlamayacaklar da, neyi kutlayacaklar? Ağrına mı gitti, yoksa pişman mı oldu? Haydi, gücü yetebiliyorsa ABD’yi ikna etsin de, türbanı da Ermeni ve PKK direktifiyle çözüme kavuşturma gayreti içinde olsun… Ancak unutmasın ki aynı çığlık ve törenler türban içinde yapılacaktır. Çünkü onlarda az çekmediler…

Yıllar önce, bir türbanlı avukatı barodan atan Gümüşhane Baro Başkanını öldüren şahsa avukat tutabilmek için hangi Müslüman kimlikli hukukçunun kapısını çalıp, ücretlerini peşin ödeyeceğimi belirtsem de korkularından davayı almaktan kaçınmışlardı. Erzincan’daki bir avukat önce kabul edip, ücreti vekâletinin tamamını nakit ödediğim halde, sonradan davayı almaktan kaçarak, paramı iade etmişti. Sonra Trabzon’da avukatlık yapan eski bir tanıdığımı zorla ikna edip, riskleri bahane ederek talep ettiği yüksek miktardaki meblağı da peşin ödemek suretiyle davayı aldırdım, ancak sanığa onursuzca geri adım attırmak isteyip ve yaşından dolayı deli raporu almayı teklif edince; hem bana hem de fevkalade kangrensi önem taşıyan türban davasına ihanet etmişti. Üstelik o avukatlık bürosunun sahibi de, Refah Partisinin Trabzon milletvekili ve önde gelen hukukçularından birisi…

Ne var ki binlerce insanın ölümünden sorumlu tutulan ve terörist başı namıyla yaftalanan Abdullah Öcalan’ı savunabilmek için yüzlerce avukat birbirleriyle yarışarak gönüllü olmuşlardı…

İşte Marksist avukatlar, nerede Müslümanlar…

Aziz Nesin olayında olduğu gibi fitneci ve tahrikçilerin habis bedenleriyle ilgilenmiyor; ülkemin huzur ve güveni, birlik ve beraberlik içinde barışçıl bir yaşamı sağlayabilmek adına devletin sorumlu olduğu yükümlülüğü, caydırabilme gayesiyle yapmaya çalışıyordum. Beyazların zencilere müstahak kıldığı zulmü Kemalistlerin türbanlılara uyguladığını hiç kimse reddedemez. Cumhuriyet Üniversitesindeki bir dekanın, okul birincisi türbanlı bir öğrenciyi ağzından kaparak kürsüden aşağı atması, hala hafızalardadır. Daha niceleri…

Şöhreti “Balon mücahit” olan Necmeddin Erbakan’ın “Rektörler türbanın karşısında selam duracak” vaadiyle iktidara gelmesinin akabinde tarihsel bir utanç olan 28 Şubat yaygarasıyla rektörlerin ve generallerin karşısında selam durarak, vahye iman etmiş Müslümanlar aleyhine alınan neo-nazi kararları uygulamaya sokan pespaye bir başbakanla mı, doğranan insan hakları, inanç ve ibadet özgürlükleri sahiplerine teslim edilecek ve zulüm sona erecekti? Bırakın sokaktaki türbanlıları, kendi milletvekiline bile sahip çıkamayarak meclisten kapı dışarı yaptıran Erbakan’dan ve SP’lilerden ne olur? Haydi, sıkıysa meclis kürsülerinden APO ve PKK’yı savunan DTP milletvekillerini atabilseler ya!

Çok büyük bir çoğunlukla tek başına geldiği ve yedi yıldır sürdürdüğü iktidarında inanç kasaplarına karşı tek bir ifade kullanmaya cesaret edemeyerek ve türbanlı kızlarını ABD’de okutarak ve eşini resmi protokollere kabul ettiremeyerek, sırtını Batı’ya dayamış Recep Tayyip Erdoğan’la mı, bu sorun giderilecek?

Dışişleri Bakanı olmadan önce eşinin üniversiteye alınmayarak aşağılanmasının ardından tüm türbanlıların hürriyetleri adına AİHM’ne dava açan, ancak bakan olduktan sonra davayı geri çektiren ve mahkemede türban aleyhine savunma yaparak inancına ve türbanlı halkına ihanet eden, bir generalin tepkisinden dolayı eşini protokol önünden dahi geçiremeyerek dışlatan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile mi, problem aşılacak? Acaba şehit adayı doğuran ve yetiştiren türbanlı halkının Ermeniler ve PKK kadarda mı, değerleri bulunmamaktadır?

İktidara gelmeden önce “başörtüsü namusumuzdur ve bu meseleyi mutlak çözeceğiz” vaadinde bulunarak, önce TBMM başkanlık makamına oturduğu halde kendi eşinin türbanını dahi meşrulaştıramayıp dik duramayan, sonrada Başbakan Yardımcısı olan Bülent Arınç, o sözünde duramaz riyakârlıkla mı, halkının menfaatlerini gözetecek, hürriyetleri sağlayacak? Yetmedi, başında bulunduğu TRT’de yayınlanan İsrail zulmünü konu alan diziyle ilgili sansürü hazmederek, zalim Yahudi devletinin önünde diz çökerek, katledilen masum çocuklara ihanet etti… Türk kahvesinin önemi yanında Müslüman çocukların canları neden sorun olsun ki?

Türkiye’de bir PKK’lının taşıdığı samimi inanç benzeri fedakâr tek bir Müslüman yoktur. Sadece üzerinde fiyat etiketi taşıyan satılmaya hazır yaratıklar vardır.

İşte DTP… Nerede AKP, nerede SP, nerede MHP, nerede CHP…

Ey halkım…

Her ne düşünce ve inançta olursanız olun; kendi çıkarları ve saltanatlarından başka hiçbir şeyi tasa etmeyen açgözlü ve kaşarlanmış politikacılara ve öğrencilerine hatırsal bir destek ve atomik güven duygusu bile; fıtratsal özgürlüğünüzü, dininizi, onurunuzu, namusunuzu, erdemliğinizi ve gücünüzü bitirmeye yetecektir.

Siz, siz olun; insanlığı, merhameti, yardımı, doğruyu, dürüstlüğü, hakkı ve adaleti alttan alta yok eden cehennemsi politikacılara inanmayın; kandırabilme telaşı içindeyseniz, bir salgın hastalık tedirginliğiyle kaçabildiğiniz kadar kaçın. İnsanlığınızı muhafaza edip memleketinizi kurtarmanız, ancak bu duruşla mümkün olabilir. Bilin ki yoksa siz de onlar gibi olursunuz…

İster beğenin, ister beğenmeyin; ister lanetleyin, ister destekleyin; ister kahredin, ister sevinin; söyleyebileceğim gerçek, bu ülkede siyaset yapan tek partinin DTP olduğudur. Bu sebeple DTP’nin zafer naraları ve coşkulu törenleri tartışılmaz haklarıdır.

Daha bitmedi, çok yakın bir gelecekte APO’nun cumhurbaşkanlığını da sindirecek ve zorda olsa alışacaksınız.

Nasıl olsa “türban”, 1.derece tehlike olma vahametini sürdürmektedir.

Başlığı her ne ise, “açılımı” önce savunup sonra “vah” demeyi bırakın…

Hiç yorum yok: