22 Ekim 2009 Perşembe

Hayvanları tanımayanın imanı mümkün değildir…

İçinde yaşadığı dünyayı ve olayları sorgulayıp kavrayamayan, özellikle kendini tanımayan insanların söz ve fikirleri değere tabi tutulmamalı, ne kadar dinsel veya bilimsel olursa olsun rehber alınmamalıdır. İmansız ve cesaretsiz benliksi bir düşüncenin akılcılığı ve bilgeliği yanıltmamalı, mutlaka yanlışa ve felakete götüreceği unutulmamalıdır.

Yapılacak bir inceleme ve araştırmayla hayvansal düzenlerin kusursuzluğu, kişiyi gerçeğe ulaştırmada yeterli olabilecek somut deliller taşımasına rağmen; insanların yine de idrak edememeleri; gerçekte güçsüz ve iradesiz olduklarına apaçık bir kanıt ve kadersel mührün bir sonucudur.

Dolayısıyla hayvanları tanımayanların kadersel düzeni anlayabilmeleri ve samimi bir iman içinde olabilmeleri asla söz konusu değildir. İnanabilirler ama iman edemediklerinden inançlarının hiçbir kıymeti bulunmamaktadır. Muhakemeyi, cesareti ve kararlılığı tetikleyen, ancak imandır… İnandığı ya da söylediği şeyi hayatında tatbik edemeyenden daha zavallı ve riyakâr kim olabilir? “En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır.” Malcom X

Bu sebeple pespaye sürüsü yığınların alışageldikleri iğrenç oyunlarıyla meşgul olmaktan ise, hayvanları gözlemleyerek, “o kitapta” yazılı olan düzeni anlamaya devam edelim…

Dünyanın en iyi mimar ve inşaat mühendislerinden yeni bir proje hazırlanması isteniyordu. Ancak şöhretli dahiler, hiç bir projede kendilerini bu kadar “aciz” hissetmemişlerdi. Talep edilen, yüksekliği 960 metreyi bulacak 320 katlı dev bir binanın projesiydi. Binada aynı anda bir milyon kişinin yaşayabileceği bir ortam isteniyordu. Bunun için, binanın içinde tarım yapılabilecek mekânlara bile yer verilmesi talepler içindeydi. Dahası klima ve havalandırma sistemi için 1 wattsaat’lik bile olsa kesinlikle elektrik enerjisi kullanılmamalıydı. Son şart ise en inanılmazıydı: inşaatta çalışacak işçilerin tamamının “görme özürlü” olmaları gerekiyordu.

Bir an için durup derin derin düşündüler. Kendilerinden inanılmaz bir şey isteniyordu. Kararlarını verdiler. Projenin gerçekleştirilmesi imkânsızdı. Eğer projeyi gerçekleştirebilecek birisi çıkarsa, tüm ömürlerini onun emrinde çalışmaya hazırdılar. Bütün hayatlarını ona adayacak ve kendilerinden istediği her şeyi büyük bir titizlikle yerine getirmede kararlıydılar. Yeryüzünde bu projeyi yapabilecek ne bir teknoloji, ne bir mühendis, ne bir kurum, ne de böylesi özürlü işçiler mevcut olmamasına karşın, dünyanın birçok yerinde böceklerin başardığı böylesi projelerin gerçekleştirildiği yapılar mevcuttu.

Bir karınca büyüklüğündeki “termitler”, yüksekliği 10 metreyi bulan dev yuvalar inşa ederler. Her yapının içinde sayıları bir milyonu aşan bir termit kolonisi yaşar. Yuva, koloninin yaşaması için gerekli tüm konfora sahiptir. Yuva, yukarı doğru açılan kanallar aracılığıyla devamlı olarak havalandırılıp gerekli oksijenin temini sağlanır. Alt kısımda koloninin gıda ihtiyacını karşılamak için mantar yetiştirilir. Burada tarım yapılabilmesi için ısı 30 derecede, karbondioksit oranı %2,7 de sabitlenmiştir.

Ayrıca bir soğutma ve nemlendirme tertibatına sahip olan yuvada; bir kraliçe odası, lârvaların bakım odaları, besin depoları ile tüm mekânları birbirine bağlayan koridorlar ve güvenlik kapıları da bulunur. Kolonide her termitin, tıpkı insanlar âleminde olduğu gibi doktor ve asker dâhil olmak üzere çeşitli görevleri vardır.

Üstelik böylesi dev yapıların inşaatında çalışan tüm işçi termitlerin kör olmalarına ne demeli!...


Kör termitlerin ortaya koydukları böylesi bir projede; eğitim, sağlık, beceri, bilgi, azim, güç, kariyer, bilinç, teknoloji, akıl ve muhakeme yeteneği gerekmekteydi ve sonuçta termitler, sözde akıl ve irade sahibi üstün insanoğlunun başaramadığı bir projeyi ve akıl almaz düzeni rahatlıkla gerçekleştirebiliyorlardı. Mantıken tüm bunların mikroskobik kör bir termitte olamayacağı ve tesadüfler sonucu da ortaya çıkamayacağı ortadayken, nasıl muvaffak olabilmekteydiler?

Akla şu cevap gelmektedir: Öyleyse bu inanılmaz başarıyı sağlayan minnacık ve özürlü biyolojik bedenler olamayacağına göre, olsa olsa programlanmış ruhlarıydı…

Termitlerin de dünyadaki diğer tüm canlılar gibi önce ruhları, sonra mazeretsel bedenleri yaratılarak, görevleri paylaştırılmıştır. Termitler, kozmetikten öte hiçbir gelişme başaramayan, ancak bilim ve teknoloji safsatasıyla tanrılığını ilân eden insanoğlunun gerçekte nasıl iradesiz ve tutsak oldukları; bilgilendiren ve yönlendirenin Yaratıcı olduğunu kanıtlayan dehasal mühendis böceklerden sadece bir cinsidir.

Akıl ve irade sahibi olduğu düşünülen her insanın yapması gereken öncelikli şey, gerçeği görebilmesi, işitebilmesi ve düşünebilmesidir. Neden başaramıyor?

Bir başka mimari ve mühendislik dehası “örümcek” ile devam edelim…

Örümcek, salgıladığı ağlarıyla gerek şekilsel tasarımları, gerekse kendilerini oluşturan iplikçiklerin kimyasal özellikleri nedeniyle; hem gerekli hammaddeyi üretip işleyen, hem projelendirip yapıyı inşa eden, hem de ihtiyacı olan gıdasını temin eden dâhilerdir. Bahçe örümceklerinin ağ kurmada kullandığı teknikler, günümüzün uygar mühendislerinin en son kullandığı tekniklerden çok daha üstündür.

Örümcekler ağlarını kurabilmek için; iki ayrı yüzeye ihtiyaç duyarlar. Ağlar genellikle iki duvarın birleştiği bir köşe ya da iki dal arasına kurulur. Ancak bazı örümcekler tek bir yüzeyi kullanarak ağlarını yapacak kadar ustadırlar. Örümcek, ağını kurabilmek için, yeterince uzun, esnek bir dal tespit ederek işe başlar. İplikçiğini dalın ucuna sıkıca bağlar. Örümcek bir yandan dalın aşağı tarafına doğru yürürken, diğer yandan iplikçik salgılamaya devam eder. Belirli bir uzaklığa gelince durur ve iplikçik salgılamayı keser. Salgıladığı iplikçiği kuvvetli bir biçimde kendine doğru çekmeye başlar. Bunun sonucunda dal bir yay gibi bükülür.

Örümcek yaydaki bir tel gibi dümdüz hale gelmiş olan iplikçiğin diğer ucunu bulunduğu yere sıkıca yapıştırır, sonra yeteri kadar yüzeyin oluştuğu bu yayın içinde ağını örmeye başlar. Örümcekler, bazen ağlarını, aralarındaki açıklığın çok fazla olduğu iki dal veya kiriş arasında da kurarlar. Böyle ağlar oldukça büyük olduğundan av yakalama kapasiteleri de büyüktür. Ne var ki ağın büyük olması zamanla gerginliğinin dolayısıyla da av yakalama kapasitesinin azalmasına neden olur. Bu durumda örümcek, ağı yenilemek yerine son derece şaşırtıcı bir iş yapar. Ağın merkezine gelerek buradan yere doğru bir iplikçik salgılamaya başlar. İplikçiğin ucuna yerden aldığı bir taş, dal ya da kabuğu tutturarak, yerden yukarı kaldırır. Ağın ortasından aşağı sarkan bu ağırlık, ağın yeniden gerginleşmesine neden olur. Hatta bilim adamları, ağırlığı bulunduğu yerden daha yukarı kaldırarak, ağ germe özelliğini ortadan kaldırmışlardır. Bu durumda örümcek, ağın merkezine gelmiş ve ağırlığın bağlı olduğu iplikçiği yukarı çekmiş, dolayısıyla ağırlık yeniden askıya alınarak, ağın yeniden gerginleşmesi sağlanmıştır.


Aklı, zekâsı, eğitimi ve akademik kariyeri olmayan örümcek gibi böceklerin, böylesi bir teknolojiyle yapı inşa edebilmeleri, tıpkı insanlar gibi ruhsal bilgilendirilmelerinin ve yönlendirilmelerinin mutlak bir sonucu değil midir?

Örümcekler de, diğer hayvanlar gibi hiçbir okula gitmedikleri ve eğitim almadıkları halde mükemmel ve kusursuz bir dahi ve mühendis olabiliyorlar da, neden her insan aynı başarıyı gösteremiyor?

Ayrıca örümceğin; sarp ve sağlam kalelerin ve silahlı güvenlik güçlerinin koruması ve kollaması misali peygamberimiz Hz. Muhammed’i saklandığı mağaranın kocaman girişine ağ örmek suretiyle muhafaza etmesi de unutulmamalı, dolayısıyla aklı sahiplerini düşündürmelidir.

Hayvanlardan üstün olduklarıyla böbürlenen insanoğlunun fıtratsal güç ve egemenliklerini ayaklar altına alarak, örümcek gibi böceklere özenip benzerlik kurmak istemesi, sinemalaştırdıkları “Spider-man (örümcek adam)” gibi filmlerden de anlaşılmaktadır.

Yaşamları boyunca gerçeklerden korkup kaçan doyumsuz hayalperestler, kendilerini sanal âlemin ütopyasında düşsel mutasyonlara uğratarak, nasıl akılsız ve iradesiz birer hiç olduklarını kanıtlamaktadırlar.

Tanrılaşabilme sevdalısı Amerika başta olmak üzere; İtalya ve Japonya’da senaryolaştırılan “mutantlar” ile ilgili bir dizi filmde genetikteki bilimsel başarısızlıklarını kamufle edebilmek ve bir türlü ulaşamadıkları hayal dünyalarındaki sözde yaratıcı egemenliklerini tatmin edebilmek için sanal dünyayı önemsedikleri, dolayısıyla hayata geçiremedikleri teorilerinden dolayı kişilik bozukluğu içinde oldukları tartışılmazdır. Yapılan bir araştırmada; günümüz bilim adamlarının bilim-kurgu filmlerine yoğun ilgi gösterdikleri, böylece yeteneksizliklerini söz konusu filmleri izleyerek gidermeye çalıştıkları tespit edilmiştir.

Hayvan ve bitki üzerinde araştırma yapan ünlü doğa ve fizik bilimcilerin bir kısmı nasıl Yaratıcı’yı keşfederek, samimi bir teslimiyetle iman etmişlerse, bir kısmı da inkâr ederek çeşitli teorilerin karanlığında kaybolmuşlar ama balonsal varlıkları sürebilmiştir. Hâlbuki hayvanların, hatta ufacık böceklerin yapısal mühendislikleri, rızk temini, düşmanlarıyla savunma, avlanma veya saldırı savaşı yaparken kullandıkları yöntemler, insanın idrak edemediği bir üstünlük ve yetenektedir.

Bu sebeple söz konusu böceklerin eksiksiz ve kusursuz düzenleri, ısrarcı inkârlarından dolayı hâlâ anlaşılmak ve Yaratıcılarına teslim olmamak adına çözümlenmek istenmemektedir.

Örneğin; göçebe kuşları dünyanın bir ucundan diğer ucuna uçarken kat ettikleri inanılmaz yolları, güç ve enerjileri, yön bulma kabiliyetleri, yiyecek ve içecek teminleri, düşmandan ve afetlerden sakınmaları; hangi insanın iradesiyle başarabileceği işlerdir? Her canlı düzeneğinde olduğu gibi, bu muhteşem düzeni de fizyolojik bir yapılanma ve içgüdüsel bir kalıtımla açıklayamadığımıza göre, demek ki yaratıkların tamamı programlanmış ruhlarıyla bilgilendirilmekte ve yönlendirilmektedirler.

Laik kafalar, ancak sığ ve yüzeysel akıllara sahiptirler. Çünkü onlar, Yaratıcı başta olmak üzere, diğer canlılara olduğu kadar kendilerine de yabancıdırlar…

“Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır.” C.PAVESE

Ünlü ve ödüllü bir İtalyan şair ve romancı olan Cesare Pavese, laik bir maddi hayatı benimseyip sorgulamasından, her imansız laiğin yaşadığı paradoks yüzünden bunalıma girerek, bir otel odasında intihar etmiştir. Oysa ifade ettiği “kendini aramayı” laik bir düşünce temelinde değil, Yaratıcının mutlak düzeninde aramış olsaydı, aciz bir yok oluşun yolcusu olmayacaktı.

Hiç yorum yok: