17 Ekim 2009 Cumartesi

Hayvanların düşünce, mantık ve iradeleri var mı?

İnsanoğlunun başka bir yaratık olan hayvandan üstün oluşu; özgür bir akıl, düşünce, irade, dilediğini yapma ve düzen kurma bağımsızlığına sahip olduğu bir özerklik hakkı elde ettiğinin mi, yoksa işlevi ve sorumluluğundan dolayı kadersel avantajın sağladığı ayrıcalığının bir sonucu mu?

Oysa doğayı inceleyip muhakeme edebilenler; hayvanların, hatta mikroskobik böceklerin dâhisel zekâ ve yeteneklerini irdeleyebilenler; en tartışılmaz ve somut olan hayat laboratuarındaki gerçekleri otokritik yapabilenler; mutlak bir kadersel düzenin varlığına inanır; gerek insan, gerek hayvan ve gerekse gözle görülmeyen canlıların bir program dâhilinde varlıklarını sürdüklerini kavrayabilirler.

Tabiatı araştıran her akıl sahibinin Yaratıcı eserleri, “Mutlak İrade” ve “Etkin Akıl” karşısında teslim olması gerekirken, aykırı yollara saparak düşsel yalanları bilimselleştirmek suretiyle başkalarını kandırabilmeleri; şüphesiz aklın, düşüncenin ve iradenin kesinlikle bağımsız olmadığını kanıtlanmakta; böylece doğru-yanlış, gerçek-yalan, iyi-kötü ve Yaratıcı-yaratık dualitesinin kadersel doğrultuda yönlendiği ortaya çıkmaktadır.

Birçok olayda olduğu gibi, özellikle “arı ve karıncalar”’ın hayatları, işlev ve yaşam biçimleri, bilim adamlarının rasyonalist felsefelerini, pozitivizm bilim kuramlarını, hücresel beyin anlayışlarını ve evrim hipotezlerini yıkarak geçersiz kılan ve mutlak iradenin kâinatsal düzeneğini kanıtlayan zincirsel halkanın zenginsel misalleridir.

Hayvanlar âlemi önyargısız irdelendiğinde, insanlık âleminden farksız kadersel düzene göre nasıl programlandıkları anlaşılabilmektedir.

Arıların dünyası incelendikçe bilim adamlarının şaşkınlıkları daha da artmıştır. Onları şaşırtan; altıgen, yamuk, eşkenar dörtgen gibi matematiksel şekillerle ilgili hesaplamaların ve bu şekillerin hangisinin peteğin neresinde bulunacağı gibi detayların arılar tarafından eksiksiz bir şekilde biliniyor ve yapılıyor olmasıdır. Yani mantıksal bir işleyiş!

Örneğin; arılar konusunda yazılmış önemli eserlerden olan “The World of Bees” kitabında araştırmacı Murray Hoyt, petek yapımını şöyle özetlemektedir: “Bir sürü farklı arının, ağızlarındaki balmumunu gerekli yere bıraktıktan sonra aynı kalınlık ve şeklin oluşması şaşırtıcıdır. Bütün bunlardan, on binlerce böcekten her birinin kendi kendilerine usta birer mühendis ve deha olduklarının kanısına varıyorsunuz.”

Arılar, petek hücrelerinin genişliğini ve kalınlığını hassas algılayıcı (duyum) tüyleri sayesinde ölçerler. Arıların duyum tüyleri, özellikle çene ve antenlerde yoğun olarak bulunur. Bir balarısının tek bir anteninde 8500’e yakın algılayıcı tüy ve 500.000 algılayıcı hücre tespit edilmiştir. Arılar bu tüyleri kullanarak, ördükleri hücrelerin duvar kalınlığını ölçerler. Bu ölçümü yaparken son derece titiz hareket ederler. Bir hücreye balmumu ekleyen arı, hücrenin duvarını sürekli olarak hafif hafif iter. Duvarda oluşan harekete göre hücrenin elastikiyetini ve kalınlığını anlar. Bütün bu işlemlerin sonucunda ortaya yine mucizevi bir durum çıkar.

Bütün arıların balmumundan ürettikleri petek duvarlarının kalınlığı tam olarak 0.07 mm.dir. Vücut yapısı çıplak gözle dahi incelenemeyecek kadar küçücük olan arının akıl almaz bu bilgi, zekâ ve yeteneğini kendisine kazandıran, acaba zerrecik beyni ve mantığı mıydı? Eğer insanı hayvandan ayırıp üstün kılan aklı ve iradesi ise, neden insanoğlu arıdaki mühendislik dâhiliğine ve kabiliyetine sahip değildir?

Evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin bile bu küçük canlılar karşısında şaşkınlığa düşerek, şöyle demişti: “Balarısına dair ne söyleyebiliriz ki?”

Evrimciler; arıların, bu özelliklere ilk ortaya çıktıklarında sahip olmadıklarını ve bütün özelliklerinin uzunca bir zaman süreci içinde birbirini izleyen tesadüfler sonucu medya geldiği ve geliştiğini iddia ederler. Bu durumda cevaplanması gereken bazı soruları sorarak; evrimcilerin, her iddialarında olduğu gibi, dayanaktan yoksun teorilerini incelemekte fayda vardır.

Öncelikle kendilerine tamamen yabancı bir madde olan balmumunun içeriğini arılar nasıl ve hangi araçlarla keşfetmişlerdir? Ve nasıl olup da her arı aynı formülü, aynı kıvamı hatasız olarak milyonlarca yıldır tutturabilmektedir? Arılar balmumu gibi ideal bir malzemenin üretimini yapabilecek sistemleri, bilimi ve teknolojiyi nasıl keşfetmişler ve vücutlarında nasıl oluşturarak üretim mekanizmasını elde emişlerdir? Nasıl bir iletişim kurmaktadırlar ki son derece hassas, karmaşık ve zor olan petekleri olağanüstü bir teknikle inşa edebiliyor, etkileşebiliyor, eğitilebiliyor ve hiçbir hata yapmıyorlar?

Bir an için arıların herhangi bir şekilde peteğin hammaddesi olan balmumunu üretmeyi başardıklarını varsayalım. Bu başarı tek başına hiçbir şey ifade etmeyecektir. Çünkü arı, aynı zamanda, yapacağı inşaat için gerekli olan tüm teknik bilgi, proje ve beceriye de sahip olmalıdır. Yine bir arının ‘hiç mümkün olmasa da’ bu özelliklere rastlantı eseri sahip olduğunu varsayalım; bu da kesinlikle yeterli olmayacaktır. Söz konusu arı, bu bilgiyi bir şekilde diğer koloni üyelerine öğretmek zorundadır. Ve onların bedenlerinde de balmumu üretmek için gerekli olan sistemi oluşturması gerekmektedir. Ayrıca, daha sonra gelecek olan nesillere de bu bilgiyi ve üretim sistemini aktarmak için gerekli olacak okullara ve eğitimcilere ihtiyaç vardır.
Bunu hangi üniversite, teori, akıl, mantık, öğreti, bilim, teknoloji ve iletişimle yapmayı başarmaktadırlar?

Charles Darwin, özellikle koloniler halinde yaşamaları nedeniyle “sosyal böcekler” olarak adlandırılan arı ve karıncaların davranışlarını kendi teorisinin mekanizmaları ile açıklamakta zorlandığını pek çok ifadesinde itiraf etmiştir. Türlerin Kökeni adlı kitabında sorduğu bir soru ile Darvin, teorisinin içgüdüler konusunda içine düştüğü çelişkiyi şöyle vurgulamaktadır; “içgüdüler doğal seçmeyle kazanılabilir veya değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, -büyük matematikçilerin buluşlarından çok önceden- petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?”

Darvin’in neden kendi teorisini sorgulayacak kadar zor durumda kaldığı, arıların petek yapımı incelendiğinde hemen anlaşılabilecek açıklıktadır.

Arıların bu yeteneklerini, yeryüzündeki akıl, mantık ve bilinç sahibi yegâne varlık olan insan ile kıyaslayarak düşünelim. Bir insan, kendi istek ve iradesiyle vücudunda işine yarayacak herhangi yeni bir salgı oluşturarak bir şey başarabilir mi? Örneğin ihtiyaç duyduğu anda tükürük bezlerinin tutkal üretmesini sağlayacak yeni bir sistemi tasarlayıp, bunu vücudunda geliştirerek, gerekli spesifik niteliğe kavuşturup petek misali bir yapı inşa edebilir mi? Elbette ki hiçbir insanın böyle bir şey yapamayacağı malûmdur. O halde, eğitimli ve sözde özgür irade sahibi üstün bir insanın beyin, mantık ve şuur sahibi bir varlık olarak başaramadığını, bir arının başarabilmesi mantıken makul müdür?

Arı gibi bir canlının nasıl bir eğitimi, beyni, aklı veya zekâsı olabilir ki, üstün olan bir insanın yapamayacağı inanılmaz bir mühendisliği ve projeyi başarabilmekte, tasarladığı ve ürettiği balmumundan hem petek inşa edebilmekte hem de gıdaların şahı olan balı üretebilmektedir. Topladığı çiçeği nasıl bir prosesten geçirerek bal haline dönüştürebiliyor? Böylesine bir keşfi başarabilmiş, müthiş bir akıl, mantık, bilgi, yetenek ve teknolojiye erişebilmiş tek bir insan göstere bilinir mi? Arı, üreyen yavrularını nasıl etkiliyor da bilgi ve yetenek edinebilmelerini sağlıyor? Neredeyse imkânsız olan böyle bir üretimi onlara öğretebiliyor ve hiçbir sapma olmaksızın görevlerini yapmalarını sağlayabiliyor? Nasıl bir okul, fabrika, bilim ve teknolojiyle!

Arı gibi minnacık böceksi bir dâhinin inanılmaz zekâsı ve becerisini fiziksel olarak beynin büyüklüğü, hücre sayısı, iradesi, eğitimi, mantığı, aklı ve şuuruyla bağdaştırmak mümkün müdür? Akıl denen soyut tanım, hücre denen somut maddelere bağımlıysa, zerrecik bir beyinde ne kadar hücre olabilir ki olağanüstü işler başarabilsin?

Acaba insan; sahip olduğu akıl, irade ve gücüyle yeryüzünün en zengin besini olan balı üretebilir mi?

Böylece beyni mutlak bir güç gibi egemenleştirenlerin ortaya attıkları bağımsız akıl ve iradesel teorilerin ütopyadan ibaret hurafeler olduğu aşikârdır.

Kâinattaki canlı her varlığın düşünce ve davranışı, önceden belirlenmiş ve takdir edilmiş bir program doğrultusunda gelişmekte ve buna göre kurulan düzenler temelinde bilgiler, keşifler ve üretimler devam ederek, ya ilkel ya da uygar süreç sürmektedir. Dolayısıyla yaratılan her canlı kaderin bir tutsağı olmasından, taslanan büyüklükler çerçöp olabilmektedir.

Birçok böcek ve arılar gibi karıncaların da insanoğlundan çok daha bilgili, duyarlı, yetenekli, çalışkan, sosyal, mücadeleci, intizamlı ve sabırlı olmaları başka bir örneklemedir.

Yeraltı dünyasının kralı, hayvanlar âleminin en çalışkan ve en disiplinli canlılarından olan karıncaların toprağın altına saklı yaşamları, ancak gelişmiş etnik bir şuurun plânlayabileceği kadar akılcı ve düzenlidir. Kuraklığa karşı tedbir almaları, aralarında son derece akılcı bir iş bölümü yapmaları, görevlerini yaparken hataya düşmemeleri ve zor durumlar karşısında gösterdikleri fedakârlıklarla karıncaların yaşamı, bütün kâinatı yöneten mutlak iradenin tartışılmaz bir belgesidir.

Her karınca türünün kendine has olan yaşam tarzı, araştırmacıların sadece mucize olarak açıklayabildikleri akıl örnekleriyle doludur. Bunların en ilginç olanlarından birisi de; kurak topraklarda kendilerini besin deposu olarak kullandırtan “balküpü” karıncalar, savaşçı asker karıncalar ve şifa veren doktor karıncalardır.

Karıncalar besinlerini üretip depolarken, yavrularını gözetir, kolonilerini korur ve savaşırlar. Hatta “terzilik” yapıp, “tarım”la uğraşan, “hayvan yetiştiren” kolonilerde mevcuttur. Aralarında çok güçlü bir iletişim ağı bulunan bu minnacık böcekler, toplumsal örgütlenme ve uzmanlaşma açısından bakıldığında; hiçbir hayvanla kıyaslanamayacak üstünlüktedirler. Hatta insanlar dâhil!

Çok geniş bir alana yayılarak yaşamalarına rağmen, cüsseleri de düşünüldüğünde, karıncaların hiçbir karışıklık çıkarmadan düzeni korumalarını hiçbir bilim adamı açıklayamamış ve evrimci Darvin dahi şaşırmıştır. Düşünün ki bugün düşük nüfuslu ve uygar bir ülkede, hatta bir ailede bile ahlakı benimsetmek, asayişi sağlamak, toplum düzenini devam ettirebilmek için çeşitli yaptırımlara, yasalara ve kuvvet birimlerine başvurulmaktadır. Bu birimlerin başlarında da mutlaka kendilerini yöneten ve yönlendiren aracı bir idari kadro bulunmaktadır. Bütün bu yoğun çabalara rağmen düzen ve birlik sağlanamamakta, savaş ve karışıklıklar giderilememektedir. Acaba karıncalar bu işi nasıl başarabilmektedirler?

Tıpkı insan toplumları gibi karıncalar da koloniler halinde yaşayarak, aralarında insani toplumların başaramadığı mükemmel bir işbölümü yapmaktadırlar. Düzenleri yakından incelediğinde, oldukça orijinal bir toplum yapısına sahip oldukları görülmektedir. Ayrıca birçok yönden insanlardan çok daha fazla çalışkan, üretken ve fedakâr olmaları üstün zekâlarından mı, iradelerinden mi, yoksa ona göre programlanmış olmalarından mıdır?

En ilgi çekici yönlerinden biri ise, insanlarla karşılaştırmak gerekirse; toplumlarda görülen zengin-yoksul ayrımı, iktidar mücadelesi, böbürlenme, benlik gütme, süslenme ve haset gibi hırsları bulunmamalarıdır. Sürekli sabır ve şükür halindedirler.

Karıncalar üzerine uzun yıllar araştırma yapmış pek çok bilim adamı, onların ileri sosyal davranışları konusuna henüz bir açıklık getirememişlerdir. Washington Carnegie Enstitüsü Başkanı Dr.Caryl P. Haskins’in bu konudaki samimi itirafı şöyledir: “60 yıllık araştırma ve çalışmadan sonra hâlâ karıncaların detaylı sosyal davranışlarına hayret ediyorum. Koku ve vücut lisanına dayalı karmaşık, fakat kendilerinin kolayca anlayabileceği bir sistem oluşturmuşlar. Karıncaların bazı kolonileri, nüfus ve yaşama alanı açısından o kadar geniştir ki; bu denli büyük bir alanda kusursuz bir düzen oluşturabilmeleri, açıklanabilecek gibi değildir.”

Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir. Bu geniş kolonilere bir örnek olarak Afrika’nın İshikari sahilinde yaşayan, “Formica Yesensis” adındaki karınca türünü verebiliriz. Bu karınca kolonisi 2,7 km2 alanda, birbirine bağlı 45 bin adet yuvada yaşar. Yaklaşık 1.080.000 kraliçe ve 306.000.000 işçiye sahip olan koloniyi, araştırmacılar, “Süper Koloni” olarak isimlendirmektedirler. Koloni içinde tüm üretim araçlarının ve yiyeceklerin düzenli bir biçimde takas edildiği ortaya çıkarılmıştır. Dünyada insan başına düşen karınca sayısı bir milyondur.

Her karınca kolonisin de insansal düzenlerle kıyaslanamayacak nitelikte çok daha iyi işleyen bir yönetim biçimi, ordu ve idarecileri mevcuttur. Tıpkı insan âleminde olduğu gibi koloniler arası ve düşmana karşı müthiş bir savunma savaşı yaparlar. Akıl almaz savunma taktikleri geliştirerek çok güçlü ve devasa düşmanlarını dahi mağlup ederler. Asit üreten ve sayı saymayı bilen karıncalar olduğu gibi, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna intihar ederek düşmanlarına zarar veren “intihar komandosu” karıncalar da mevcuttur. Ayrıca, kamuflajın ustaları olarak tanımlanan “Besiceros” cinsi karıncalar, araştırmacı La Selva tarafından “usta illüzyonistler” olarak isimlendirilmişlerdir. Çünkü bazen “görünmez” olabilmektedirler.

Çok ilginçtir, “köleci karıncalar” vardır. Bazen bir koloninin askerleri başka bir koloniye saldırarak, “köle” avına girişirler. Karşı koloninin yuvasını işgal ederek kraliçeyi öldürür ve bedenleri larvalarla dolu karıncaları esir alarak kendi yuvalarına götürürler. En önemlisi kraliçenin kuluçkadaki larvalarını çalmalarıdır. Bu larvalar daha sonra genç karıncalara dönüşerek, egemen koloni için yiyecek arayan veya depolayan, koloni kraliçesinin çocuklarının yetişmesine yardımcı olan ve böylece genin devam etmesini sağlayan “köle karıncalar” haline gelecekler ve yaşamları boyunca “köle” gibi çalışmaya mahkûm olacaklardır. Tıpkı insan âleminde olduğu gibi!

Bir de asalak karınca kolonileri vardır. Bunlar bir saldırı halinde toplanıp kolonilerini korumak yerine paniğe kapılarak kaçmaya çalışır ve esir düşerler.

Karıncaların akıl almaz yaşamlarını doğal seleksiyonla ya da evrimsel sosyalleşme süreci ile bağdaştırmak, gerçeği saptırmaktan başka bir şey değildir. Zaten Darwin de bu gerçeği itiraf etmiştir.

Akıl; davranışları düzenleyen, muhakeme gücüyle yargılayabilen, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, gerçeği yalandan, emniyeti tehlikeden, barışı savaştan, kazancı kayıptan, eğitimi cahillikten, başarıyı yenilgiden ayırma kabiliyet ve dirayetini gösteren egemen bir yeti olarak tanımlanır. Akıl, insanı hayvandan üstün kılan ve üretken iradesiyle keşifler gerçekleştirmesine neden olan bağımsız bir güç olarak adlandırılır. Akıl, bazı yargıların başka yargılar ile mantık bakımından bağımlı olduklarını kavramak, olayları güden kanunları bulmak ve bu kanunlara dayanarak tutarlı tasarılar ve projeler geliştirerek başarıya ulaştırmaktır. Pratik açıdan ise, gerekli araçları tam ve şuurlu bir şekilde kullanarak hiçbir engel tanımaksızın istenilen amaca ulaşabilmesini sağlayan merkezi bir kudret olarak değerlendirilir…

Akıl; basit çağrışımlarla, duygularla, vahiyle, içgüdülerle veya kadersel programla değil, görüp tutulabilen ve duyulabilen somut delillerle ve muhakeme yolu ile yargılayıp keşifleri gerçekleştiren ve bilimi üreten egemen bir kuvvet olarak görülür. Buna göre; mantıklı düşünemeyerek yargılayamayan ve muhakeme edemeyen bir canlının bilgili veya yetenekli olabilmesi ve bir şey başarabilmesi mümkün olamaz diye düşünülür. Böylesine egemen olduğu iddia edilen bir yetinin sahip olduğu zekâ, bilgelik ve devasa tecrübesiyle ufkun ötesini görememesi, olumsuzlukları ve kayıpları engelleyememesi, dilediğini yapamaması, dualiteye son verememesi, tek tip düzen kuramaması, arı ve karınca gibi böcekler kadar duyarlı, yetenekli ve sosyal olamaması; şüphesiz mantıksal ve iradesel korkunç bir paradoks olmakta, dolayısıyla bilim adına ortaya atılan teorilerin nasıl bir yalan olduğu da kanıtlanmaktadır

Peki, insansal düzenden üstün böylesi akıl almaz bir düzeni sistem üzerine oturtan, yöneten ve yönlendiren kimdir? Öyleyse insanların hayvandan üstünlüğü iradesel mi, kadersel mi?

“Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O’nun perçeminden tutmuş olmasın. (Hepsinin hükmü, tasarrufu ve yönetimi O’nun elindedir.)" Hud. 56

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” Hud. 6

Hiç yorum yok: