16 Eylül 2018 Pazar

Her insan kader mahkûmudur!

Hatta gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlar; denizde yüzen balıklar ve canlılar; karada yürüyen ve sürünen hayvanlar; yerin binlerce metre derinliğinde ve kayaların aralarında yaşayan böceklerden ne varsa tamamı kader mahkûmudur ve insanlardan farksız topluluklardır. 

Lakin öyle bir çelişki mevcuttur ki, düşünebilen ve idrak edebilen bir aklın asla yapmayacağı zoraki bir özgürlük saplantısı kaderi anlaşılmaz kılmaktadır.

Allah’ın insanları fizikken yani bedenen yaratmadan önce ruhlarını yaratmış; ’o kitap’ta yani Levh-i Mahfuz’daki yazılımına göre menfi veya müspet olacak olan kaderlerini takdir ederek, zamana göre güncelleştirmiştir.

Ancak kadere karşı güdülen özgürlük kompleksi kader gerçeğini öyle eğip bükmüş ki, hapishane, olumsuz yaşam, fakirlik ve menfi olan her şeyle sınırlandırılmış; geri kalan müspet yaşam ise özgürlükle özdeşleştirilmiştir. Diğer bir ifadeyle dolaylı olarak Allah, kötü kader yazmakla itham edilmiştir.
Oysa peygamberlerine ve meleklerine dahi hiçbir inisiyatif tanımayan Allah, insanlara bahşetmiş olabilir mi ki, iyi-kötü veya menfi-müspet yani özgür yahut Mutlak irade ayırımı yapmak suretiyle beşeri tahtına ortak kılabilmiş olsun? Zaten yarattığı canlıları kendine bağlayan ruhtur ve dilediği yaşam koşullarını kullarına sunmaktadır.
Öyle ki, seküler-laik insan idrakten yoksun öyle aciz bir varlık ki, yaratıcısı Allah ile savaşa girmeye cüret ederek, kader ile özgürlük paylaşımı yapabileceğini sanmaktadır. Hâlbuki ya günde on dakikalık bir otokritik yapabilse; ya tecrübelerini gözden geçirebilse, ya arşa çıkmış misali bilgisi, serveti ve makamına rağmen yere düşerek her şeyini yitiren bir iradeyi irdeleyebilse, ya hiçbir şeyi hatta eğitimi dahi olmayan insanların dünyaya nam salmış biyografilerini incelese, ya idama mahkûm olanın nasıl devlet başkanlığına ya da devlet başkanı iken nasıl idama mahkûm olabildiğini muhakeme edebilse, şüphesiz hezeyanlarından vazgeçebileceği kuvvetle muhtemeldir. Ancak Allah dilememişse mümkün değildir!
Allah ile insan arasındaki egemenlik ve irade savaşı öyle bir karmaşa ve tutarsızlık içinde sürer ki, Mutlak İrade, Özgür irade ve Cüz’i irade konusu aralıksız tartışılır, birbirine hükmeden veya dışlayan yorumlarla paradoksal fikirler, dinler, mezhepler, rivayetler ve idoller üretilir.

Aslında herkesin içinde yaşadığı dünya ve kâinatsal âlem tektir. Neticede hidayete erdireninde saptırtanında, yücelteninde alçaltanında, zengin ya da fakir kılanında, esir düşürenin yahut lider yapanında, işleri ve görevleri paylaştıranında, mutluluk veya sıkıntı vereninde, huzur ve güven sağlayanında yaratıcı Allah olduğu içyüzü aleniyken ve her şey O’nun dilemesi ve yönlendirmesiyle gerçekleştiği ortadayken; karşı çıkabilmenin hiçbir izahı yoktur.

Bütün canlılarda ruh denilen bir hayat iksiri vardır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar olmak üzere dünyadaki canlılar üçe ayrılır. Bitki hayatı, hayvan hayatı ve en yükseği olan yani halifeliğe eriştirilmiş muhteşem olan insan hayatı.  Ancak bitkilerdeki ve hayvanlardaki ruh ile insanlardaki ruh arasındaki fark, insanlarla ile hayvanlar ve bitkiler arasındaki fark kadar açıktır.

İnsan ve hayvanlardan farklı olan bitkilerde ruhun yerini bir takım kanunlar alır. Büyüme, gelişme ve farklılaşma kanunları gibi. Bitkiler gibi yarı canlıların gelişmelerine vesile olan bu kanuna bir nevi “biyolojik ruh” denilebilir.  Aslında bu kanunlar hayvanlar ve insanlarda da hâkimdir. Hayvanların ruh mertebeleri, yani ruhun sahip olduğu birtakım duygu ve algılamalar insanlara göre daha aşağı seviyededir.

İnsan, her ne kadar hücre yapısı bakımından hayvanlar âleminde yer alsa da ruh, şuur ve his bakımından onlardan tamamen farklıdır. İnsan, sahip olduğu hayal, hafıza, merak, endişe, muhakeme, tasavvur, tahayyül ve tefekkür yönüyle eşref-i mahlûkattır; diğer bir ifadeyle varlıkların en üstünü ve en şereflisidir.

Gözle görülemediklerinden biyolojik olmayan cinler, melekler ve ruhaniyat” da elbette canlıların içerisinde ruh sahibi olanlardır.

Allah’ın sözlerinde nasıl bir israf ve eksiklik olmadığı gibi, yarattığı canlılarda da ne noksanlık ne de hâkimiyetini engelleyici bir inisiyatif vardır. Dolayısıyla yaratıkların her biri kendi yaratılış gayesine uygun bir donanıma sahiptirler. Filin kendine mahsus donanımı, karıncanın kendine mahsus donanımından daha sanatsal değildir.
Tüm canlıların ortak paydaları RUH’tur. Bu sebeple insanın ruhu, insana yakışan, hayvanın ruhu da hayvana yakışan bir özelliğe sahiptir. Her iki ruh da emirlerini Allah’tan aldığından kendilerine harici bir beden elbisesi giydirilmiştir. İnsan ruhu ise pek çok meziyetleri yanında ayrıca, başına akılda takılmıştır. Dolayısıyla insan ile hayvanlar arasındaki fark, bu iki ruhun farklılığının göstergesidir.
Diğer taraftan bedenin görme, duyma, konuşma, tatma, hissetme ve davranma gibi işlevleri ancak ruhun direktifiyledir. Dolayısıyla ruh olmaksızın nasıl bir hiç olunduğu ölümle kanıtlıdır. İşte insan, sahip olduğu fonksiyonları ruhtan değil bedenden dolayı sanmasından düştüğü bataklıktan çıkamamaktadır. Ancak bedendeki bazı organların tadilatları Allah’ın izniyle yani kaderindeki donanımıyla gerçekleştiğinden oluşan algı, ruh gerçeğinin anlaşılmamasını doğuran yanılgıdır.
Ki, yaşamın elde olunmamasına ölüm apaçık bir kanıttır! Hiçbir canlı ölmek istemediği halde ölebiliyor ise, yaşamının da elinde olmadığını ortaya koymaktadır. Başa gelen musibetler, hastalıklar, kazalar, yaralanmalar ve olumsuzluklarda aynıdır.  
Ruhun sırrını çözebilecek bir ilme ulaşamayan insan, savlarını bilim-kurgu filmleri ve tasarladığı robotlarla aşmaya çalışsa da, bir kader mahkûmu olduğu gerçeğinden kurtulamamıştır. Ancak Allah’ın izin verdiği gelişmeleri gerçekleştirmiş ama kaderinde yazılı olanın dışına çıkamamıştır.
Şöyle ki, sinemalaştırdıkları bilim-kurgu filmleri ve ürettikleri robotlarda dahi senarist ve yapay zekâ yazılımcısı kim ise, dolaylı bir tanrıdır. Nasıl ki yapay zekâ taşıyan robotların ne özgür ne de cüz’i iradeleri yok ise, insanlarında yoktur.  Ayrıca insanlarda olan duygular robotlarda mevcut değildir; çünkü ruhları bulunmamaktadır.
Tartışmasız başarısızlıklarını görselliklerle, yapay zekâ safsataları ve bilin-kurgu filmleriyle gidermeye çalışan insan, ruhu icat edememesinin ezikliği içinde öyle bir oyun ve eğlenceye kapılmıştır ki, Kur’an’da buyrulduğu gibi dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olunduğunu kanıtlamıştır.
Her insanı kaderi, ruhudur! Dolayısıyla ruhu icat edemeyen ve kendi dileğine göre ruh yaratamayan insanın özgür yahut cüz’i irade sahibi olabilmesi ve Allah’ın ipinden kurtulabilmesi asla mümkün değildir.  
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir. “ İsra 85
“O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” Secde 7-8- 9

“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” Enam 38 


“«Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen (uçan ya da yüzen) hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.» “  Hud 56

Hiç yorum yok: