2 Ekim 2017 Pazartesi

Hiç gize baktın mı?

Eğer hayattaki gerçekliğin gizine bakmamışsan;  ne doğumu ne yaşamı ne de ölümü idrak edebilmen mümkün değildir. Böylece yaratıcın ALLAH, taşıdığın ruh ve beden, şahit olduğun gökyüzü ve yeryüzündeki olayları da bilip tanıyamazsın. Çünkü gizi özümsemeyen şedit bir cahildir! 

Velhasıl kendini bilemeyen; neyi ve kimi bilebilir!

Her günün otokritiğini yaparak hep gerçekliğin gizine bakıp, yüzeyselliğin yani gelişigüzelliğin yanılgısından kurtulmaya çalıştım. Gördüğümün dışında bilinmeyen o kadar çok gizliliklerle karşı karşıya kaldım ki, olayları yani fiziği tetikleyenin ne olduğu konusunda karşılaştığım hatta herkesin karşılaştığı sorular hep aklımı kurcalamış; görünmeyeni bilebilmeye odaklanarak hislerin bilici gücüne sığınmış; araştırmalarım sonucu hayat ile özleşenin sadece vahiy yani Kur’an olduğu ortaya çıkmıştı.

Çünkü ortada bir yaşam ve bir de ölüm vardı; anlamı ne olabilirdi?

Karanlıklar içinde doğan bir insanın dünyaya gelmesi akabinde yolunu aydınlatabilmek ve ölümünü tanıyabilmek için mutlaka bir rehbere yani ışığa ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bu ışıkta fiziki yani bedeni yahut maddi âlemden değil, her şeyi yönetip yönlendiren ruhi âlemden olmalıydı ki, görünmeyen o gizi idrak edebiliyim. Aksi takdirde din veya bilim insanlarının beşeri yorumlarıyla ördükleri tuzaklarına düşer, karanlığın dehşetinden kurtulamazdım.

Aslında insanoğlunun hatta dünyanın ne kadar zayıf ve fani olduğu yaşamı ve uğraşılarıyla kanıtlıdır. Bu sebeple kendini ruhsal âlemden koparan insan, hiçbir şey bilmediği halde çok şey bildiği iddiasıyla böbürlenir ama aciz gördüğü hilkatteki eşleriyle aynı sonu paylaşır.  

Atomun içini ilk gören nükleerci bilim adamı Ernest Rutherford, gençliğinde çok yoksul bir köylü olmasına ve kendisine sağlanan bursla bilimsel bir kariyere ulaşmasına rağmen, böbürlenmeyi çok sever ve kendini tanrı gibi görürdü. Ona hep dalganın tepesinde olduğu söylendiğinde;  "Zaten dalgayı da ben yaratmadım mı?" diye kibirlenirdi. Ancak burs ödeneklerinin sürdürülmesinde ısrar eder, "Onlar olmasa ben de olmazdım" diyerek, benlik sahibi her insan gibi yaşamın gizemsel gerçekleri kendisini korkuturdu. Tanrılıkla acizlik arasında ikilem yaşayan Rutherford, sonunda bir bağırsak yırtılmasının hemen ardından ölmüştü.

Sahip olduklarıyla şımaran ve böbürlenen kimselerin kendilerini üstün addederek bir böcek, yani arı, örümcek veya kelebekler kadar bile bilgili ve yetenekli olamadıkları aşikârdır. Fertsel veya toplumsal, sosyal veya ırksal, siyasal veya teknolojisel seviyelerini iradece oluşturdukları sanılarından dolayı benliksel yanılgıdan kurtulunamamaktadır.

Uluyan insan kalabalıkları, alçak ve bencil politikacıların, din ve bilim adamlarının ardına takılıp yalan-yanlış sözlerine itibar edilmesiyle gerçeklerden uzaklaşılmakta, dolayısıyla elde tutulması zaruri olan ışık karartılabilinmektedir. Oysa gizlerin yaratıcısı ALLAH’tan başka kimin sözü muteber olabilir ki, yaşamla özdeşleşen bir değer taşıyabilsin?

Gizi önemsemeyip yok sayarcasına nefsine yenik düşen insan, sanki dünyayı var edip hayat, rızık, ölüm veren; sıkıntı, huzur ve güven sağlayan; kurtaran ve mutluluk dağıtan kendileriymiş misali gök kubbenin sahipleri gibi kasılarak ahkâm kesmeye, sevk ve idare etmeye kalkışırlar. Ki, yaşadıkları ve şahit oldukları apaçık delillere rağmen!

İnsan hep dünyayı değiştirmek ister ama gize muktedir olamadığı için hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşünemez. Onun için maddeye uyguladığı kozmetik ürünlerle makyajlamaktan öteye gidemez. Rahata, kolaya, sağlığa, huzur ve güvene haiz her türlü değişim yapsa da, ilk çağlardaki insandan farksız bir sonla karşılaşmaz.

Dilenmeyen hatta nefret edilerek korkup kaçılan şeyler sahiplenilip, dilenilenlerin sahiplenilememesinin altındaki giz, yaşam ve ölümün hatta kâinatın anahtarıdır. Bu sebeple ancak gize odaklanıldığında sorunlar öyle aşılmaktadır ki, haddi bilmenin dinginliği içinde kul olunduğunun idrakine varılmaktadır.     

Dünyada hatta kâinatta hiçbir şey “neden” değildir ve neden yoktur! Zaten olmuş olması da kulu değil yaratıcı ALLAH’ı ilgilendirir. Dolayısıyla gize hükmedemeyenin nefsi düzeyde sorgulama değil, kabullenme yani teslim olma zorunluluğu bulunmaktadır.

Ruh ve beden nasıl dünya ile ahiret gibi başka şeyler ise, yüzey ile derinlik, diğer bir ifadeyle görünen ile görünmeyenlerde faklıdırlar. Bunu bilmeyenin başka şeyleri bilmeye hiçbir gereksimi yoktur; ki, kavrayabilme yetisi olmadığından tartışma da beyhudedir.

“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimizden uzaklaştıracağım, (onları anlayamayacaklar) onlar bütün mucizeleri görseler yinede iman etmezler.” A’raf 146


“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” İsra 85 

Hiç yorum yok: