15 Ekim 2017 Pazar

Sultan Abdülhamid’in mirası Kur’an ve Sünnetti…

Dolayısıyla mirasçı olarak fışkıran yığınlarda maddi hiçbir hak talep edemez.

İslam esası üzerine kurulmuş Osmanlı Devletinde herhangi bir sultan ya da hanedan üyesinin şahsi despotizmi, sultalığı, malı ve serveti bulunamaz. Çünkü var olma amaçlarının sadece Allah için olduğuna söz vermişler; bu uğurda yola çıkarak kendilerini küfre karşı imanı galebe çalabilmek için cihada adamışlardır. 

Allah’ın tek ve hak dini İslam’ı ve Peygamber Efendimizin hak sünnetini yaymak üzere eline aldığı cihad bayrağı ile devasa bir imparatorluk haline gelmek suretiyle yaklaşık 30 milyon kilometre karelik bir yüz ölçüme ulaşan Osmanlı Devleti sultanlarına baba ve dedelerinden kalan tek miras, cihad aşkı, İslam gayreti, güzel ahlak, haksızlık ve adaletsizliklere karşı hiçbir şart ve koşulda rıza göstermemek, zalimi defedip mazluma yardım etmek ve fitne yok edilinceye kadar batıla karşı fetihler gerçekleştirmekti. 

Bir Müslüman'ın hatta bir İslam devletinin ihtişam ve debdebesi şahsı için değil Allah içindir. Şüphesiz helal olan servet ve miras haktır ama o miras, halkın kanlarıyla inşa edilmiş bir devlet ise, söz sahibi doğrudan halktır.

Lakin devleti sadece kendinden ve hanedanından ibaret bilip halkını kul yani köle gören bir düşünce İslam değildir ve Osmanlı sultanları da asla böyle bir anlayışa sahip olamaz ve olmamalıydı. Ancak olmaya başlamasıyla da cihaddan vazgeçilerek fetihler durmuş; Allah'a dayandırılan devletin batıl Avrupa'ya meyletmesiyle çöküş başlamış; saltanatın ivme kazanmasıyla da yıkılarak helak olmuştur.

Hatalarına rağmen Osmanlı Devleti'ne duyulan hayranlık ve çekilen özlemde İslam esası üzerine hükmetmesi; kul olabilme itikadını taşıyarak vahyin emrettiği hak ve adaleti gözetmiş olmasındandı.

Yoksa bana ne; sultanlardan, hanedandan ve ortalıkta dolaşan para avcısı şehzade ya da sultan artıklarından. 

Hep aklıma takılan; Osmanlı Devleti'nin o kadar sultanı olmasına karşın neden sadece Sultan Abdülhamid'in devasa nitelikteki mirasından ve vasilerinden söz edilmesidir. Acaba diğer padişahlar hiçbir miras bırakmamış ve mirasçıları bulunmamakta mıydı? Ya da atfedilen miras haçlı-siyonist düşmanlarının bir fitnesi midir? Yahut bıraktıkları İslam ve cihad aşkı miras olarak yeterli bulunmayıp zenginliğe mi odaklanılmıştır?

Birçok küfür beldelerini fethederek Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi, vefat edip Bursa'ya defnedilmesi akabinde bıraktığı maddi miras hesaplanmıştı. Üstelik saraya ve Bizans'a hükmeden Koca Osman Gazi, geriye birkaç at, bir kat elbise, bir çift çizme, eyer takımı, tuzluk, kaşıklık ve yüz kadar koyunla birkaç çift de öküz kalmıştı. Ne malı ne de parası vardı! Ki, koyun sürüsü de devletin malı olup, padişah şöleninin gerektirdiği emtiaydı.

Gerek Allah Resulü, gerekse halifelerde miras olarak ne mal ne de para bırakmışlar; Allah'ın yüce dini İslam'ı yegâne servet görmüşlerdi. Eş, evlat ve yakınları da kendilerine bırakılan böylesi bir mirastan dolayı mutluluk duymuşlar; şerefin ve zenginliğin en doruğuna kavuşmalarından ötürü sevinmişlerdi.

Osmanlı hanedanından geldikleri gerekçesiyle av peşinde koşan süprüntü şehzade ve sultan numuneleri cihad ehli devletlerini, halkını, vatanlarını ve şereflerini öyle sömürüyorlar ki, İslam ve Osmanlı maskeleriyle olmayan haklarını elde etmeye koyulabiliyorlar.

Oysa Osmanlı soyunu taşıyarak Osmanoğlu olmak asla bir ayrıcalık ve avantaj değildir. Çünkü kulun kula üstünlüğü ancak takva iledir. Ama insan öyle budaladır ki, kimini peygamber soyundan gelen bir seyid olduğu sebebiyle baş tacı yapar; kimini Osmanlı soyundan gelmesinden dolayı sultan yapar; kimini bilmem nereden geldiğini gerçekçe göstererek evliya yapar. Hâlbuki Allah yolunda cihad eden veya şehid olan birinden daha üstün kim olabilir ki, onlara saygı duyabilinsin.

Sultan Abdülhamid'in varisleri olarak ortaya çıkanların büyük bir kısmı dünyadaki farklı ülkelerin vatandaşları olup, Osmanlı Devleti zihniyetinin zerresine sahip değillerdir. O asalakların hedefi gizli bir dolandırıcılıktır. Devletleri, halkları, vatanları ve dedeleri için ne yapmışlar ki, miras talebinde bulunabilme cüretini gösterebiliyorlar?

Öyle kibirli, menfaatçi, lüpçü, fırsatçı ve kendilerini Kaf dağında gören bir haldedirler ki, milletin malına göz dikerek kursaklarından geçirmeye kalkışabilmektedirler.

Eğer Abdülhamid Han'ın üzerine kayıtlı bir mal varlığı zapt altına alınmış ise, o, ne şahsı ne de geriye kalacak yakınları içindi. O günün şartlarına göre Müslüman milleti adına vekillik yapmış ve hazineye ait olan mala ihanet edercesine zimmetine geçirmemişti.  En sıkıntılı döneminde dahi borçlarına karşılık Filistin topraklarını çok yüksek bedellerle İsrail'e peşkeş çekmemiş Sultan Abdülhamid, günümüzdeki hazırcılar için mi cehenneme razı olacaktı? Çünkü kendini Allah'a adamış Abdülhamid Han, dünya malını ahiret karşılığı satan bir muttakiydi.

Osmanlı Devleti her ne kadar monarşik bir yapıya sahip olsa da, diğer monarşilerden kendini ayıran İslam inancıydı. Dolayısıyla Allah'ın ipine sarılmasından adaletiyle üstün bir vasfa ulaşmış; iman etmiş halkıyla da cenk, hizmet ve merhametiyle sınırları aşabilmişti. Dünyayı sadece vatanından ibaret saymamış; yeryüzünü Allah'ın arzı bilmesinden diğer topluluklara da Hakkı ve adaleti yaymak gayesiyle zalimlerle mücadele ederek zulümlere son vermeye çalışmıştı. Zaten cihad şuurunu edinerek aşkına tutuşmuş olması, küfürden arınmış bir dünyayı var edebilmekti.  

İçlerinden kimi sultan ve avaneleri şeytanın vesvesesine kanarak Allah yolundan yüz çevirip batıla sapmış olsalar da Sultan Abdülhamid Han, asla onlardan değildi. Dolayısıyla devlet hazinesini yani malını kendi zimmetine geçirmeyecek kadar üstün bir iman ve ahlak sahibi olmasından geçiminin dışında şahsi ne malı ne de parası mevcuttu.  Çünkü onun için Müslümanlıkla şereflenmiş olması, Allah'ın dinine ve insanlığa hizmet etmesi en yıkılmaz bir iktidarlık ve tükenmez bir zenginlikti.

Sultan Abdülhamid Han'ın mirasçıları olarak bugün ortalığa dökülen sözde varisler kimlerdir biliyor musunuz; Abdülhamid Han'ı tahttan indiren İttihak ve Terakki mensuplarının fışkırttığı artıklardır.

Din elden gitmiş; hilafet ilga edilmiş; İslami düzen yıkılmış; Sultan Abdülhamid tahttan indirilmiş; kardeşi Sultan Mehmed Vahdettin sürgüne gönderilip San Remo'da vefat etmesi üzerine cenazesine alacakları tarafından haciz konulduğundan ortada kalmış; borçları eski Suriye Devlet Başkanı Ahmet Nami Bey tarafından ödenerek Suriye'ye getirilmiş umurlarında değil ama sıra mala gelince aslan olup hak iddia edebilmektedirler.

Osmanlı Padişahlarının tek bir mirası vardı; Kur'an ve Sünnet. Eğer illa miras peşindeyseler, cihada çıkıp fetih yapsınlar ki, istismar ettikleri sözde dedelerinin rızasını kazansınlar.

 “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz? “ En'am 32

“Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete (devlet malına) hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir. Al-i İmran  161 


“De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından daha hayırlıdır. Yunus  58 

Hiç yorum yok: