29 Eylül 2017 Cuma

“Cesaret Zafere; Kararsızlık Tehlikeye; Korkaklık Ölüme götürür.”

Hak ve adaletin egemenliği için yaptırım vazgeçilemez ise, kararsızlık ve korkaklığın maksadı beladan korunmak mıdır?

Benliği galebe çalmış bir insan, ruhuna ve kalbine fiyat etiketi koymuş öyle bir şerefsizdir ki, nefsini hapsederek doğruya, gerçeğe, hakka ve erdemliğe yönelebilmesi mümkün değildir.

Şayet mümkün olmuş olsaydı; Allah, kötüye karşı savaş, şiddet ve cezayı şart koşmazdı. Allah, yarattığı insanın düşmanı olamayacağına göre; istediği sadece adaletin hükmetmesidir.   
İyi ile kötü yoldaki insan, seküler insan hakları çerçevesinde müsavileştirilerek öyle bir hümanist düşünce manipüle edilmiş ki, Allaha değil nefse yani şeytana odaklanılmış bir hayır ve şerle insanoğlu zehirlenmiştir.

Şeytan, hümanizm adına nefisleri azdırarak bilumum kötülükleri temsil ederek icra ettiriyorsa; şüphesiz insanlığa faydalı olabilmesi imkânsızdır.

Aklın; doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayıran bağımsız bir güç olduğu teorisiyle sözde insanı egemenleştiren özgür irade savı; neden iyi de değil de kötüde yarışıp şeytanlıkta sınır tanımamaktadır? Temel, iyi ile kötü esası üzerine atılmış olduğundan, iyi de kötüde gereğini yapmakla mükelleftirler. Ancak kötüler, yaptıkları canavarlık, haksızlık ve adaletsizlikleri nefsi mazeretleri doğrultusunda iyi ve dosdoğru telakki etmelerinden neyin iyi, neyin kötü olduğu karmaşası, nefislerin gücü nispetinde meşruiyet kazanmaktadır. 

Bir düzende kötü ile yanlış, iyi ile doğru nefislerin eline terk edilmiş ise; o düzende hakkın ve adaletin sağlanabilmesi mümkün olmadığı gibi vicdandan da söz edebilmek imkânsızdır.

Kötüye ve suça karşı verilen her taviz, sadece o toplumu değil, tüm insaniyetin sonunu getirecek tetiklemeyi yapar. Gerekçesi ne olursa olsun şiddete karşı şiddet, suça karşı ceza uygulamayan hükümetler, şeytanın batağından ve şeytan dostlarının esaretinden kurtulamamaktadırlar.

Savaştan ve ceza uygulamaktan sakınan devletler, milletine ve insanlık âlemine güç ve izzet kazandıramaz; huzur ve güveni sağlayamazlar. Savaşa hayır diyenler; şeytanın yani kötülüğün ardına düşmüş korkak, hain ve nankör yaratıklardır.  

Nefislerin hüküm sürdüğü bir dünyada kendilerini hakka ve adalete adamayarak mücadele etmeyenlere ‘iyi’ diyebilmek söz konusu değildir.

İnsanlığın var olma amacı; kötüye karşı mücadele ve iyiliği egemen kılmak değil de nedir?  Ama nefsin güdümündeki iyi ya da kötülük değil, Allahın buyurduğu iyilik ve kötülük!

Toplumları tutsak kılan kararsızlık ve korkaklıktır. Umutlarını barbar güçlere bağlamış toplumlar, içinde bulundukları esaretten ve düşmanlıklardan cesaretleriyle değil, mağlubiyetin ta kendisi olan nefislerinin güdümündeki mantıklarıyla kurtulmaya çalışırlar. Tıpkı eceli gelenin ölümden kaçıp kurtulmak istemesi gibi! Oysa cesaretin mantıktan çok daha etkin olduğu aleniyken, başa gelebilecek bela korkusuyla şerefsizliğe razı olanlar, imansızlıklarını da kanıtlarlar.

Dünyaya hükmetmiş Müslüman bir millet olarak zaferlerimizi cesaretle Allah’a dayanarak elde ettiğimizi hatırlayabilirsek; ne ABD ne Rusya ne AB ne de NATO’ya ihtiyaç duymayıp her türlü müşkülatın altından kalkabileceğimiz tarihsel ve imansal bir delildir. Hak ve adalet uğruna girişilen savaş kayıp değil, bilakis ekonomik açıdan da bir kazançtır. Çünkü nefsi bir çıkar gütmeksizin Allah adına yapılan savaşlar, o toplumu ihya eder. Eğer rızkın, zenginliğin ve musibetlerin Allah tarafından verildiğine inanılıyorsa! Geçmişteki referansımızdan dolayı ayakta kaldığımız ve haçlı-siyonist saldırılarından korunduğumuz unutulmamalıdır. Bu kadar teslimiyetçi ve ayakçı politikalarımıza rağmen silinememiş olmamızın nedeni, atalarımızın bıraktığı algısal mirastandır.     

Milletimiz her ne kadar imansal cesaretlerini koruyor ise de, vekil olarak seçtiğimiz politikacıların korkaklıklarından bedel ödemekte, tarihimizdeki şahlanışımızı gerçekleştiremeyerek bir kere ölmektense cehennem misali bin kere ölmekteyiz.

Sesleri gür çıkan insan müsveddesi korkak yığınların ulumalarına kulak verildiğinden, batıl güçlerden ve artıklarından medet uman pespaye politikacı ve gazeteciler, cesaretiyle namlı Müslüman Türk milletini dünyada rezil rüsva etmişlerdir. Köpekler misali havlamaktan dahi çekinen politikacıların idare ettiği bir toplumun başı dik olabilir mi?

Barış, adalet ve insanlık adına kötüye karşı yapılacak savaşı felaket görenden daha alçak ve şerefsiz kim olabilir?

“Cesurun ayakları dayanmak, korkakların ayakları kaçmak için yaratılmıştır.” Hz. Ali

Şeytanı takip eden kötüler kadar, iyilik ve adaletin taraftarları da aynı cesaret ve kararlılıkta hakkın yanında yer almış olsalardı, kötülüğün nebze kadar zararı hissedilmezdi. Ama savaş ve öldürülmekten kaçınanlar, dilsiz şeytanların ta kendileridirler.

Bilmediğimiz şeyler bizi felakete sürüklemez. Bizi felakete sürükleyen şeyler, gayet iyi bildiğimizi sandığımız, fakat öyle olmayan şeylerdir.” Samuel Johnson

İnsanlar, yaşadıkları onca tecrübeye karşın akılları olduğu halde muhakemeden yoksun olmaları ve duyguları bulunduğu halde vicdan taşımamaları sapıklıklarının ta kendisidir. Sürekli barıştan ve mutluluktan söz eder ama bedelini ödemeye yanaşmazlar. Savaşsız bir barış, sıkıntısız bir mutluluk elde edilebilir mi?

Savaşı bir ölüm ve felaket görürler ancak binlerce musibetin etraflarını çevirip çok daha betere uğrayacakları fecaatleri hiç hesaba katmazlar. Sanki ölüm ve felaket, sadece savaşla sahipleniliyor! Güçleri yetiyorsa ölümü ve felaket getiren diğer musibetleri de engellesinler de, korkaklıkları değer kazansın!  

Oysa musibetin, hilkatteki insanın insan olabilmesi için hakiki bir mihenk taşı olduğunu idrak edebilseler isyan değil sabreder, hatta beterin daha beteri olduğu muhakemesiyle şükrederler.

Kötüyle savaşmayacak, suçluya ceza vermeyeceksin; sonra da barış, iyilik ve adaletten yana olduğunu iddia edeceksin. Bedeli ödenmeden elde edilen kazanç gayrimeşru olduğuna göre; gayrimeşru bir barışın, iyiliğin ve adaletin mukim kılınabilmesi mümkün değildir.

Mal kaybeden bir şey kaybetmiştir;
Şerefini kaybeden birçok şey kaybetmiştir;
Cesaretini kaybeden de her şeyini kaybetmiştir… Goethe

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa 135 

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Hadid 22


“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever. Saff  4 

Hiç yorum yok: