31 Ekim 2017 Salı

Batıllığa karşı diktatörlük farzdır!

Çünkü hak olan İslam, batıla karşı gelmiş bir savaştır.

İslam ile birlikte inen hakkı yok sayan batıl düşünceler, doğru ve yanlışları nefislerin istek ve arzularına bırakmalarından kötülük doğmuş, böylece insanlık lağvedilmesinden iyilik adına en sert mücadeleler meşru kılınmıştır.

Yaratıcı Allah’ın yarattığı iyi ve kötü kulları için getirdiği hükümler, insani manipülasyonlarla şeytani vesveselere peşkeş çekilmesiyle birlikte insanlık bozulmuş ve insan, batıla uymuş en korkunç yaratık haline dönüşebilmiştir.

İnsan, yaratıcısını ve tartışmasız bir kul olduğu gerçeğini eğip bükmesiyle din, bilim ve siyaset hakkında ya doğrudan ya da dolaylı ahkâm kesmiş, varlığını kusursuz sürdürebileceği ve toplumları yönlendirip idare edebileceği batıl düşüncesiyle “ben daha iyi bilirim” kibri, kendi elleriyle inşa ettiği düzende boğulmasına neden olmuştur.

Vahyin egemen olmaması adına nefislerin tatmini yoluna gidilmiş, seküler bazlı düşüncelerle insanlık öyle kıyılmış ki, yanlışların kabulüyle tedavisi imkânsız zehirler kazanılmıştır. Zehrin arındırılması ve yayılmasını önlemek maksadıyla tıp benzeri operasyonlar şart olmuş; Hak ve halk için batıl yani kötü veya nefsi olan her şeyin ortadan kaldırılması zaruri kılınmıştır.

Yaratıcı Allah’ın hâkimiyetine karşı yaratık beşeri egemen kılabilmek için ortaya çıkarılan sekülerizm odaklı demokrasi öyle bir zehirdir ki, kötülüğü meşrulaştıran yegâne kuvvettir.
Demokrasi her ne kadar çoğunluğun söz sahipliği, gücü veya iktidarlığı olarak tanımlansa da, aslında  “Allah yerine hümanite, İslam yerine demokrasi” manipülasyonlarıyla elde ne din ne iman ne insanlık ne barış ne ahlak ne de adalet bırakmıştır.

Kaynağını batıllıktan alan demokrasi; nefse galebe çaldıran her düşünce ve davranıştır. Öyle ki, Allah’ın yasak kıldığı haramları meşrulaştıran bir cehennem kapısıdır. Dolayısıyla demokraside azan her nefsin söz hakkı bulunmasından insanlık, insanlığı yiyip bitiren teşviklerle doludur.

Doymak bilmez nefisleri yan, şeytanı memnun edebilmenin yolu demokrasiden geçer. Böylece yasalar gayri vahyi suçları hazırlar, suçluyu da işlemesi için azmettirir. Dikkat edilirse suçluları teşvik eden demokratik yasalar, insani yasaların yanında daha çoktur. Dolayısıyla demokratik yani nefsi yasalar, adaletsizliğin ve zulmün en berbat şeklidir.

“Neye göre iyi; neye göre ahlaklı; neye göre doğru; neye göre yanlış; neye göre adil” kararını yaratıcı Allah mı yoksa nefisler mi vermeli sorgusu, muhakeme edebilen her insan için yeterli bir anahtardır.

İnsanlık, demokrasi gereği yaratıcısını ve insani değerlerini yontarak öyle ucube bir yaratığa dönüşmüş ki, organını eline alan havarilerin sokaklara dökülerek daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi ulumalarıyla naralar atmaları gibi. Oysa daha fazlası ancak Allah hâkimiyetini teoriyle değil, pratikle olarak ortadan kaldırmakla mümkündür. Dolayısıyla ancak kaderin tanıdığı izin kadar ahkâm kesilebilmektedir.  

İslam’da nefse göre seçme hakkı yoktur. Herhangi bir Müslüman’ın kendi istek ve düşüncelerine göre inisiyatifte bulunamaz. Hiçbir Müslüman; Kur’an karşıtı bir fikre, davranışa ve iktidarlığa geçit veremez; talep edilen bir özgürlüğü, sekülerizm, laiklik ve demokrasiyi kabul edemez. Çünkü Allah, hiçbir şart ve koşulda kabul edilmemesini emretmektedir.

Ancak kendilerine pranga vurdurarak ve boyunduruk taktırmak suretiyle paryalığı kabul ederek yaratıcılarını az bir bedel karşılığı satmış olan Müslüman kimlikler yüzünden hak ve tek din İslam batıla peşkeş çekilebilmiştir.

Neden Müslümanlara demokratik tüm haklar gayrimeşru ve seçildikleri hükümetler batıllar tarafından geri alınmak istenmektedir; hiç düşündünüz mü? Çünkü İslam, demokrasi karşıtı bir egemenliktir!

İslam, Allah iradesi ve hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslimiyet; şeytanın temsil ettiği batıllığa ve kötülüklere karşı mücadele; hak ve adaletin tesisi için cihad; Allah nezdinde ki suçlulara ceza, adaletin egemen olabilmesi için ırk, din, sınıf ve mevki ayırımı yapmaksızın hukuk önünde eşitlik, zenginin yoksulu gözetmesini emreden bir düzendir. Kötülüklerin elçisi şeytan ile iyiliklerin elçisi Peygamberlerin vahyi hükümler çerçevesinde mücadelelerini meşrulaştıran âlemşümul bir düzendir.

Fitne, kötülük, haksızlık ve adaletsizliklerin ortadan kalkabilmesi için şeytanla yani batılla cihad zorunluluğu tartışılmaz bir kural olup; şeytanın kıyamete kadar misyonunu sürdürecek olmasından dolayı kötülüklere karşı mücadele için gerekli olan savaş, iyinin var olabilmesi adına mutlaktır. Dolayısıyla İslam, batılla yani şeytanla diyalogu reddeder; sertliği ve cengi şart koşar.

“Ancak Müslümanlar kardeştir” hükmü gereği, Müslüman olmayanlarla kardeşlik, birlik, beraberlik hatta dostluk çatısı altında bütünleşmek yasaklanmış ve haram kabul edilmiştir.  
Barış, ancak İslam hükümlerinin egemen olduğu bir doğrultuda geçerlidir. Peygamberimizin müşriklerle yaptığı ilk Hudeybiye barış anlaşması, İslam hukuk devletinin egemenliği altında yapılmıştı. Vahyin temel mesajı, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar batıllarla ve işbirlikçilerle savaşmak, farz kılınmıştır. Ayrıca Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve Allah’ın indirdiği hak düzeni bozmaya çalışanların nasıl cezalandırılacağı da Maide Suresi 33. Ayetinde açıkça emrolunduğu halde, Allah’ın gücünden ve yaptırımından değil de batıl güçlerden korkanların “barış ve kardeşlik” söylemleri, ancak ürkek sefillerin siperlendikleri bir örümcek kalkanıdır. Onlar barış ve kardeşlik dedikçe batıllar cesaretlenip daha da vurmakta, dolayısıyla ne yakarışları ne de teslimiyetleri bir fayda vermektedir.

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (Batıllığa) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. Enfal 39

“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır” Maide 33

“Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsi istekleri) satın aldılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür.” Tevbe 9

“Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden ve felaketlere karşı sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız.” Al-i İmran 142

“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” Maide 49

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 7

“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa 84


“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36

Hiç yorum yok: