3 Kasım 2017 Cuma

Özgürlüğün hapishanesi kaderdir…

Çünkü insanoğlu diğer her şey gibi yaratılmış bir kuldur ve ebedi mahkûm olduğu Allah’ın iradesinden sıyrılabilmesi asla mümkün değildir.

Her ne kadar şeytanın verdiği vesveselerle teori, kuram ve hipotezler üretmek suretiyle mantıksal açılar geliştirse; yaldızlı ve süslü lâflarla iknada ayyuka çıksa; kaderle örtüşen düşünce ve davranışlarını kendinden bilmiş olsa; başarı ve zafere iradesince eriştiğine inansa; kaderden olanı menfi, kendinden olanı müspet sansa; eğitim ve öğretimle yazgısını yenebileceğini umut etse; bilgisini, gücünü ve sahip olduklarını emanet saymasa; aklı ve bilimiyle üstün geleceği algısına kapılsa; tedbiri iradesinden belleyip kadere karşı koyabileceğini öngörse; düşüncesini eylemden yüksek tutsa; bilgi, söz, makam, servet veya hünerleriyle tüm canlıları ardına taksa yine de tutsaktır, kuldur.

İnsanın özgür olabilmesi ancak mutlaklığı ile orantılıdır. Ne demek diye sorulacak olursa; yaratıcı Allah’ı yok edip pratikte tahtına oturmak; hem kendi hem de kâinattaki yaradılışı gerçekleştirmek; dilediğini yaratıp öldürmek; musibetlere son vermek; her canlının ecelini tayin etmek; başarı yahut zaferi daim kılmak; yoksulluğu ortadan kaldırmak; hastalık ve sakatlık gibi olumsuzlukları elimine ederek sürekli sağlıklı bir yaşam vermek; yarın ne olacağını bilmek; farklılıkları tek biçime indirgemek; kötüyü iyi yapabilecek formasyona sahip olmak; bedeni insan yapan ruhu yaratmak ve gütmek;  konuştuğu şeyi yapmak; etki altında kalmamak; ol demesiyle bir şeyi oldurmak; silahla değil söz ile hizaya getirmek; herhangi birine müttefik olarak ihtiyaç duymamak; hiçbir şeye muhtaç kalmamak; alan değil veren olmak; ölümü durdurmaktır.

Sözle fiil, mantıkla duygu, gerçekle kuram, düşünceyle irade, inançla iman arasındaki dengesizlik, aykırılık, paradoks ve çatışma özgürlük ve iradenin yıkımına neden olmaktadır. Galibiyet ya da yenilgi; iyilik ya da kötülük; doğruluk ya da yanlışlık; özgürlük ya da kulluk, yönetim ve yönlendirme de sorumlu olan egemen güç ya daima yaratıcı Allah’tır; ya da daima yaratık insandır.

Düşünce ve iradenin özgürlük bağlamında dilediği aktiviteyi sağlayıp olayları kontrol altına alarak kayıplara mani olması, engelleri aşması ve başarıyı sürdürmesi kaçınılmaz olmalıdır.

Oysa sahip olduklarıyla şımaran insanoğlu, öyle nefsi bir özgürlük ve egemenlik hastalığına yakalanmış ki, benliğinin kabaran tanrısal kompleksinden dolayı gerçekte aldatma, görüntü ve rahat yaşamdan ibaret gelişmeleri müthiş ve ezelî bir uygarlık ve iradesel bir yaratıcılık olarak algılamış, tıpkı bir erin rütbeyle ödüllendirilip generalliğe terfi edilmesiyle duyduğu kibir, ihtiras ve gurur misali kendini arşta görmüştür.  

Hâlbuki kaderini etkileyerek yaşamını mutlak olumlu kılabilecek ve her türlü olumsuzluktan arındırabilecek hiçbir gelişmeyi başaramamıştır. Bir insanın iradesel bir değer taşıyabilmesi için, üç temel şeyden en az birini başarması gerekmektedir. Ölümsüzlük; sürekliliği olabilecek mutlak bir sağlık; ekonomik refah ve eceli belli bir yaşam garantisi. Öyleyse gerçekte değişen nedir? Sadece makyaj, estetik, dekor, süs ve modadır. Şeytanı temsil eden benliğin onurlanmasına, gururunun okşanmasına, kendisini üstün görmesine sebep olan ve sadece görsellikten ibaret olan süs ve debdebe! Bakım yani süsle yapılan beden değiştirme görüntüsü. Ama beden aynı beden! Şüphe yok ki insanoğlu için görünüş her şey demek olduğundan aldanmakta sınır çizilmemektedir.

Asıl şaşılan ise,  yaratılmış bir kul olan insanın, yaratıcısı Allah ile tahtı paylaşma cüretinde bulunabilmesidir. Hâlbuki egemen hiçbir varlık, yönetim hakkını bir başkasıyla hele de yarattığı kulluyla paylaşmaz, devretmez ve yetki vermez. Bu, egemenlik hakkının vazgeçilmez ve tartışılmaz temel bir kuralıdır. Vekâlet, ancak yönetmek ve denetlemekte aciz olanların ihtiyaç duydukları bir yetkidir. Üstelik yaratıcının yarattığı ile iktidarı paylaşabilmesi veya cüz’i de olsa ona bir hak tanıyabilmesi, özgür bırakarak dilediğini yapabilecek bir inisiyatif verebilmesi nasıl bir mantıkla özleşebilir?

Geçmişi ilkellikle horlayıp bugünü çağdaşlıkla öven insan, dünyada hâlâ otomobilin, uçağın, televizyonun, modanın, bilgisayarın, telefonun, elektriğin, çatal, kaşık, bilim ve teknolojinin ulaşmadığı birçok toplulukların var olduğunu biliyor mu?  Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı bir istatistiğe göre; yetersizlikten dolayı iki milyardan fazla insanın hiç doktora gitmediği ve modern hiçbir sağlık kuruluşuna başvurmadığını ortaya koşmuştur. Ancak bu kimseler geçmişte olduğu gibi yine yaşamlarını sürdürmekte, doğmakta, hastalandıklarında şifa bulmakta, sağlıklı kalmakta, yemekte, giyinmekte, çalışmakta, ihtiyaçlarını karşılamakta, uyumakta, korkmakta, sıkılmakta, sevinmekte, sevişmekte, evlenmekte, haberleşmekte, savaşmakta, yaralanmakta ve mücadele ederken her devrin insanı gibi önceden belirlenmiş eceli geldiğinde ölmektedirler. Peki, değişen ve çağdaşlık adına değiştirilen nedir? Onlarda insan değiller midir?

Madem insanoğlunun özgür olma gibi bir ayrıcalığı mevcut, neden milyarlarca insan ilkellikten kurtulup o sözü edilen çağdaşlığa geçemiyor?  İlk insan Hz. Âdem zamanı ilkel ise, günümüzdeki çağdaşlığın farkı nedir ki, insanın özgürlüğü mevzubahis olabilsin? Hâlen bir insan, karşı koyduğu, kaçındığı, istemediği hatta nefret ettiği bir şeyi yapabilmesi, sahiplenebilmesi ve kucaklayabilmesi nasıl özgür bir akıl ve iradeyle izah edilebilir?

Aslında insanlar, tıpkı hayvanlar hatta cisimler misali iradesel hiçbir güçleri ve özgürlükleri bulunmayan kulsal varlıklardır. Hepsini sevk ve idare eden, yönetip yönlendiren ve varması gereken hedefe ulaştıran ruhsal kaderleridir. Her varlık, mutlaka birer araç veya gereçtir.

Yeryüzü ve gökyüzünde düzeni sağlayan, kimin ne yapıp yapmayacağına, düşünüp düşünmeyeceğine, yücelip alçalacağına, doğup öleceğine; hangi araçlara ihtiyaç duyulacağına, neyin keşfedilip edilmeyeceğine, kimin galip gelip gelmeyeceğine, şereflenip zillete düşeceğine karar veren yaratıcı Allah, yarattığı canlı-cansız her türlü mevcudiyeti bilgi, yetenek ve fiiliyatlarına göre donatıp, yönlendirip, olayları meydana getirecek oluşumlara sebep kılmıştır.

Özgürlük denen şey, hiçbir şart ve koşulda dilenilen şeyin yapılamamasına, acizlik ve pişmanlığa geçit vermez.  Aksi takdirde mutlak bir iradenin müdahalesi ortaya çıkar ki, ne özgürlük ne bağımsız bir akıllılık ne de egemenlik kalır.

Ünlü Astrolog Cassini, uzayın karşısında kendisini ne kadar önemsiz hissettiğini, dünya gibi önemsiz bir gezegenin üstünde izole olmuş halde yaşayan insanoğlunun olup biten her şeyi ölçebileceği yani bilebileceği sanısına yalnızca yersiz gururu yüzünden kapıldığını söylemişti. Ancak bu gurur bilim, politika, demokrasi ve özgürlük adına giderek şiddetini arttırmış ve her insan, kendini Allah gibi özgür ve egemen hissetmeye koyulmuştur.

Gelişmelere ve çağdaşlaşmaya rağmen değişmeyen ve değiştirilebilmesi mümkün olmayan sonuç; Mutlak İrade karşısında çaresizliğin sürüyor ve bir kul olarak yaşamaya devam ediliyor olması. Her ne kadar özgür olunabileceği hayal ediliyor ve bu uğurda savaşlar yapılıyor olsa bile!

Çünkü pratikte yaşanılan hayat kaderin hükmündeki müebbet bir hapis; düşler âlemi ise özgürlük alanlarıdır. Ancak her insanında hayal kuramamış olması, oranında özgür olmadığını kanıtlamaktadır. Onun için sanal âlem öne çıkarılarak önemsenmekte; böylece gerçek dünyadan kaçmanın çareleri aranarak ütopik umutlar mezara girene kadar devam etmektedir.

 “«Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yoldadır.» “ Hud 56 

“Yeryüzünde  yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” En’âm 38 

“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık, (bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” En’am 112


“Yeryüzünde  haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.” A’râf 146 

Hiç yorum yok: