31 Ocak 2018 Çarşamba

Dik durma; dikleş!

İnsana dik dur ama numunesine yani şeytana karşı mutlaka dikleş.

Hem de öyle dikleş ki, tuzağına düşürecek nefsi her türlü argümandan sıyıracak bir sertlikten asla taviz verme. Çünkü çarkına kapıldığın anda yontulmak suretiyle tükenip gider; insanken hayvandan daha aşağı bir sapkına dönüşürsün.

Aslında tek bir söz dahi karşınızdakinin insan mı yoksa şeytan mı olduğunu gösterir ama nefsin galebe çaldığı temel bir yapıya sahipseniz, muhakeme edebilmeniz mümkün değildir.
 
Haksızlık ve adaletsizlik karşısında dikleşmeyip dik duran insan, ancak pazarlık gücünü arttırır. Dikleşen de sapmaksızın hakkı ve adaleti mukim kılar. Unutulmamalıdır ki şeytana karşı tüm pazarlık kapıları kapalı olduğundan dik durmak kısmen fayda getirir.

Gerek düşünsel gerekse fiziksel tüm gelişmeler yoruma dahi ihtiyaç bırakmayacak bir alenilikte cereyan etmekte, zalimce güdülen insanlar, numuneleri tarafından bedeni ve ruhi olarak sömürülmektedirler.

Ancak ne olduğunu bilene insan denir. Kendini bilmeyen numuneler insanları öyle yanıltmaktadır ki, aldanmamak için onlara karşı dikleşmek insanlık için kaçınılmazdır.  Böylece her ne konuda olursa olsun kesinlikle işbirliği yapmamak ilk kural olmalı; hatta tartışmadan dahi kaçınarak herhangi bir nema beklentisi taşımak gayesiyle meşrulaştırılmamalıdırlar.

Neden insan, insan olmaya özlem duyduğu halde kavuşamayıp kötülüğün binbir türlüsünü işleyebilmekte; belalardan, sıkıntılardan, felaketlerden ve korkulardan kurtulamamakta; haddi aştıran nefsi isteklerden vazgeçememekte; iyiyi kötü, doğruyu yanlış ve hakkı batıl görebilmekte; aldatılabilmekte; kötüleri dost edinebilmekte; menfaati için insanlığı doğrayabilmektedir? Çünkü insanlığın bekası için yaratıcıları Allah ile birlikte tek yürek olmaları gerekirken, Allah’a düşman numuneleri de aralarına katmalarından!

Yarattığı kula merhamette ve rahmette sınır tanımayan Allah’ın vahyettiği ölçüde kötüye karşı sertliğe başvurmayan insanın insanlığa, iyiliğe, huzura, güvene, hak ve adalete ulaşabilmesi imkânsızdır.

Cini şeytanla uzlaşabilmek nasıl mümkün değil ise, insani şeytanla da uzlaşabilmek mümkün değildir. Öyleyse kötülüğün cirit attığı dünyada kötüyü insan mertebesine koyup insanlıkla özdeşleştirmek ancak cehennemi getirir. Dolayısıyla kötülüğün bertaraf edilebilmesi için sertlik ve savaş tartışılmaz bir mecburiyettir. 
 
Cennetsi vaatlerin nasıl cehenneme götüren nefsi hezeyanlar olduğu şeytanın varlığıyla aşikâr ise de, o insan numuneleri azgınlıklarından yine de idrak edememektedirler.
Müslüman bir Türk, karşısındaki yabancı bir güç ne kadar fazla ve donanımlı olsa da, ecdadı misali imanı gereği sabun köpüğü gibi yenmeye kadirdir. Ancak kendilerini tutan ve manipülasyonlarla düşmanlara yem eden politikacılar, Allah’ın bahşettiği o gücü çerçöp edebilmektedirler.

Peki, layık mı değiliz? 

Asıl tehdit ve tehlike yabancılar değil içerdeki hainlerdir. Nefse hükmeden o şeytanlar, tıpkı Afrin harekâtındaki gibi gücümüzü perdelemeye çalışarak öyle bir sinsilikle çökertebilme ihaneti içindedirler ki, insanlık adına insanlığı yok etmeye kalkışan şeytanlardır.

Yıllardır vurguladığım CHP’nin bitmek-tükenmek bilmeyen düşmanlığıdır. Öyle düşmandır ki, eline silah alarak herhangi gibi savaşma cesareti bulunmasa da, iğfal ettiği zihin ve kalplerle tahribatın en korkuncunu yapmaktadır. Çünkü CHP, sadece bu dünyadan ibaret olduğuna inanır! Ama Müslüman bir Türk, asıl hayatın ahiret yurdu olduğuna inandığından şehadete koşar ve şehit olduğunda ise sevinçle karşılar
.
Bilinmelidir ki, Türkiye için yıkıcı tehlike ne ABD, ne İsrail, ne Rusya, ne FETÖ, ne PKK, ne de başka biridir. Sadece bedenimize değil ruhumuza da nüfuz etmiş CHP’dir.


"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!" Tahrim 9 - Tevbe 73

Hiç yorum yok: