22 Ocak 2018 Pazartesi

Kaygılanma ey MÜSLÜMAN!

Gömülecek olan sadece bedenindir; ruhun ise şehadetinle birlikte bakiliğini öyle sürdürecektir ki, dünyada iken hayal dahi edemediğin nimetlerle mükâfatlandırılacak, ölümsüzlüğün en doruğunu tadıp saadetin dibini yaşatacaktır.

Yaratıcı Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız bağlılık sözü vererek Müslümanlıkla şereflenmiş insan, O’nun dışında hiçbir güçten korkmamak ve mücadeleden sakınmamakla yücelmiştir.
İmanın temel şartı; “Eğer iman etmiş kimseler iseniz şeytan ve dostlarından korkmayın” hükmüyle ortaya konmuş, dolayısıyla iman ölçüsünün herhangi bir beşeri güçten korkulmayarak Allah’a ortak koşulmaması zapta alınmıştır.

Ancak İslam’ı dünya menfaatleriyle özdeşleştirilip materyalistleştirilerek hümanistleştirmesi Müslümanlığa fiyat etiketi konmasına sebep olmuş; böylece iman, dünyevi metadan yani nefisten diğer bir ifadeyle mal ve candan üstün tutularak vahiy karşıtı düşüncelerle devşirilmiştir. Doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü, huzur ve güveni, hak ve adaleti, barış ve kardeşliği İslam’ın kriterlerine göre değil de hümanite anlayışıyla inşa edilmesinden Müslümanlık, seküler-laik düşünce karşısında çerçöp edilmiştir.

Oysa İslam, insana değil Allah’a hizmettir. Dolayısıyla Allah’a hizmet, otomatikman insanlığa, vatana, millete hatta yeryüzüne hizmeti doğurur. Ancak seküler-laik düşünce düzeyinde hümanist manipülasyonlu batıla hoş görünme maksatlı abartılardan dolayı doğrudan Allah diyemeyenler, insan üzerinden Allah’a göz kırpmaktadırlar. Tıpkı şeytanın hümanist maskesiyle insanı aldatması gibi!

İman etmiş bir Müslüman, Allah ve Resulüne savaş açmış kötülere karşı öyle sert davranmalıdırlar ki, iyiliğin bekası için ölmekten yahut öldürülmekten asla kaygı duymamalıdırlar. Zaten insan, ölmek için yaratılmıştır!

İyiliğin ölçüsü ancak Müslümanlıktır. Dolayısıyla ülkesine, anasına, babasına, eşine, çocuğuna ve kardeşine hasım bir kimseye hoşgörüyle davranmayıp her türlü bedeli ödemeye göze alarak nasıl mücadele edilebiliyor ise; Allah, Resulü ve İslam, daha az sevgilimidir ki umursanmayabilinmektedir?

Kötüye yani haksızlık ve adaletsizliğe karşı yapılması zaruri olan mücadelede ölmek yahut öldürmek için yaratılmış Müslüman’ın herhangi bir küfrün tuzağına düşerek tutsaklığına razı olmamalı; şeytanlıktan daha beter bir alçaklık olan kötülüğe galebe çaldıracak şehitlik etiketini kendine yapıştırmalıdır.

Nasıl olsa öleceğini bilen bir Müslüman asla ölümden korkmamalı ve göç edeceği ahiret için imanına yakışır şehadeti kucaklamalıdır. Ecelinin ne zaman ve nerede geleceğini bilmeyen bir Müslüman’ın dünyada biraz daha fazla kalabilmek adına ölümden kaçabilmesinin imkânsızlığı aşikârken; fanilik sevdalığını imanıyla örtüştürebilmesi ancak şeytani bir vesvesedir.

Hak ve adalet uğruna şehid düşenleri akılsız; kaçanları ise akıllı addeden nefsin nasıl yalancı olduğu ölümle kanıtlıdır. Dolayısıyla imansız bir ölümlü insanın hayvandan daha aşağı sapık olduğuna kanıt; bilgelik tasladığı halde bir saniye sonrasında başına ne geleceğini bilmemesi ve ecelini durduramamasıyla aşikârdır. Öyleyse vahiy dışı düşünen insan, nasıl oluyor da kadere meydan okuyabilmektedir?

Doğarken ölümle nişanlanarak dünyaya gelen insanın ölümden korkabilmesi muhakeme edememesinin bir sonucudur. Bedenlerin gömülecek olmasından kaygı duyuluyor ama ruhun ölmemesinden sevinç hissedilmiyor. Ya da mezara gidilip cesede dua yapılıyor ama berzaha çıkılıp ruha yapılmıyor. Kimileri ahirete iman ettiğini beyan edip cenneti diliyor fakat gitmemek ve dünyada daha çok kalabilmek için her türlü çareye başvurabiliyor.

Her ne kadar dünyanın fani, ahiretin baki olduğu aşikâr ise de, kaçmanın hiçbir faydası olmadığı ölümden kaygı duyularak kötüye karşı savaşmaktan kurtulmaya çalışılıyor ama sarp ve sağlam kalelerde olunsa bile ölümden kurtulunamıyor. 

Özellikle şehadetliğin ayrıcalığı ve yüceliği ikrar edilebiliyor ama şehid ya da gazi olmamak için binbir mazerete sığınarak kaytaran Müslüman, hâkim olması gerek dünyayı şeytana yani küfre diğer bir ifadeyle nefse peşkeş çekebilmektedir.

Ölmek istemiyor musun; kaçıyor musun; korkuyor musun? Oysa ölümsüzlüğün yani daima diri kalabilmenin formülü vardır; o da ALLAH yolunda şehid olabilmektir. Ama insan, imansızlığından ötürü o çareye güvenmemekte; dolayısıyla şehadeti de ölüm sanmaktadır. Lakin uykunun da bir ölüm olduğu gerçeği idrak edilebilmiş olsaydı; şehadette uykunun dahi olmadığı ve ebedi bir diriliğin mevcut bulunduğunu kavrayabilirdi.

Aslında Hak ve Adalet uğruna yapılan savaşlar sırasındaki ölüm, diriliğin en izzetli ve itibarlısıdır. Dolayısıyla korkakça yatakta ölmektense, haksızlıklara karşı mücadele ederek ayakta ölmekten daha muteber ne olabilir?

“(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Al-i İmran 169-170

“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık" derler.” Bakara 8

“"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.” Nur 47


 “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” Tevbe 111  

Hiç yorum yok: