3 Şubat 2018 Cumartesi

Zalime merhamet; Mazluma zulümdür!

Diğer bir ifadeyle kötüye hoşgörü; iyiye gaddarlıktır!

Şüphesiz insani haklar sadece insanlara mahsus bir mülkiyettir. Ne cin ne hayvan ne bitki ne de başkaca canlı bir mahlûk, o haklar çerçevesinde değerlendirilemez. Ancak yaratıcı Allah’a karşı seküler-laik düşünce düzeyinde bozulan insan, hilafetini yitirmesiyle asileşmiş olmasına rağmen görünüşünden dolayı insani seviyede öyle kıymete alınmış ki, iyilik tüketilip kötülük mukim kılınmış; böylece insanlığa karşı işlenen ihanet hatta cinayet, insan hakları adına suçu ve suçluları yani haksızlık ve adaletsizlikleri meşrulaştırmıştır.

Allah’ı, Allah yapan yaratıcılığının yanı sıra egemenliği, otoritesi ve adaletidir. İnsanı insan yapanda ruhu, kulluğu, nefsi ve yaratıcısına kayıtsız-şartsız teslimiyetidir. Dolayısıyla kulluğundan ötürü otoriteyi tanımakla mükellef insan, nefsi isteklerine göre karar verme, bağışlama, acıma, müeyyide uygulama, iyi niyette bulunabilme ve hak belirleme kurallarını koyma yetkisine sahip değildir. 

Öyle ki, otoriteyi savsaklayacak zerre bir müsamaha ortada ne düzen ne asayiş ne barış ne de insanlık bırakır! İyi ile kötünün ayrılmayıp hümanizm adına bütünleştirildiği bir düşünce düzeyinde insanlık değil zalimlik hâkim olmakta; zaten ardı arkası kesilmeyen karışıklık, kavga, fitne ve asiliklerin de böylesi özürlü bir düşünceden dolayı ürediği tartışılmaz bir gerçektir.

Heva ve heveslerini tanrı edinircesine vahyi tanımayan devletlerin idaresi altındaki toplumları kendilerinden ibaret sanırcasına Kur’an’i hakları ayaklar altına almaları, insan hakları adına yapılan bir zalimliktir. Her ne inanç ya da düşüncede olunursa olsun adalet tesisinin nefsin eline bırakılabilmesi asla mümkün olamaz. Çünkü nefis adaletten değil, arzusundan yanadır!

Seküler-laik düşünceyle benlik ve gurura kapılan insan, Allah’ın vahyettiği adaleti ağır ve insan hakları adına baskıcı, zulmedici ve haksız bulduğu bahisle öyle zalimleşmiş ki, ölümlü bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olduğunu unutarak Allah ile güreşe kalkışabilmiştir.

Sanki Allah, yarattığı kuluna acımasız ve amansız bir düşmanmış gibi kurallarının dışlanabilmesi apaçık bir zalimliktir. Oysa Allah, Rahman sıfatıyla yarattığı kuluna merhamette sınır tanımayan Tek bir Tanrı olmasına karşın güvenilememesi ancak muhakemesiz bir sapkınlığın sonucudur.

Adaletsizliğin başlıca kaynağı ölçüsüz arzular ise, nefis güdümlü bir insan hakkı adaleti sağlayamaz!

İyi veya kötünün nefisçe belirlendiği bir dünyada zalim yahut mazlum kimdir?  
     
Zalimliğin ilk adımını Âdem ve Havva atmış; yaratıcıları Allah’ın uyarısını dinlemeyip şeytana uymalarından dolayı kendilerine kötülük yapan zalimler olarak yaftalanmışlardı. Akabinde oğulları Kabil’in kardeşi Habil’i kıskançlık üzerine öldürmesiyle beşeri ilişkilere nüfuz etmiştir.

Zalim odur ki, Allah’ı ayetlerine karşı kibirlenen; hükümlerine itaat etmeyen; inkâr eden; başkasını ortak koşan; anılmasını engelleyen; hâkimiyetin insanda olduğuna karar veren; benlik ve gurur güden; O’na karşı yalan uyduran; beşerin fayda ya da zarar verebileceğine inanan; sırt çeviren; ayetleri hakkında ileri geri konuşan; küfrü imana tercih eden; adaletten yüz çeviren; heveslerine uyan; nefsi uğruna hakkı satan; iyilik adına kötülükle savaşmayandır.
Mazlum ise Allah’a kayıtsız-şartsız iman edip, indirdiği hükümlerle hükmedendir. Beşeri ilişkilerdeki ise sadece teferruattır. Dolayısıyla ilk insan Âdem ve eşi Hava’nın emre uymamaları nasıl zalimliklerine dayanak ise, Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek cinayet işlemesi de zalimliğin beşeri ayağıdır.

Hz. Musa devrinde meydana geldiği rivayet edilen bir kıssayı anlatacağım. Her ne kadar rivayetlere itibar etmesem de Kur’an’a muvafık olmasından sakınca görmüyorum.
İsrailoğullarından evli ve çocuklu bir kadın, nefsinin azgınlığına karşı koyamayarak zina yapar. Bir müddet sonra hamile kalır. Evli oluşundan hamile kalışı sorun teşkil etmeyip günü geldiğinde veledizinasını doğurur. Bebeğinin doğuşuyla başlayan dayanılmaz sıkıntılarını lanet telakki edip, onu boğarak öldürür. Cesedini bir sirke bidonuna koyup eritir ve o sirkeyi ahaliye dağıtır. Aradan günler geçtikçe ruhunda derin yaralar açmaya başlayan sıkıntılarıyla bir türlü baş edemez.

Ne yapacağını bilemez halde dolaşırken Hz. Musa ile karşılaşır. Der ki; “Ya Musa! Ben çok büyük bir günah işledim; Allah beni affeder mi?” Hz. Musa der ki; “Söyle ya kadın, işlediğin günah nedir?”

Ancak kadın, anlatmaya cesaret edemeden Hz. Musa’nın yanından kaçarak uzaklaşır.
Ertesi gün tekrar Hz. Musa’nın karşısını çıkarak, aynı soruları sorar ama açıklayamadan dönüp gider.

Bu durum birkaç kez tekrarlandıktan sonra daha fazla tahammül edemeyip Hz. Musa’ya anlatmaya başlar. “Ya Musa! Ben evliyim, yabancı bir erkekle zina yaptım ve bir çocuğum oldu. Dayanılmaz sıkıntılarım başlayınca bebeğimi boğarak öldürüp cesedini bir sirke bidonunda eriterek ahaliye içirdim” demesiyle Hz. Musa kükreyerek; “Ya kadın! Sen lanetli büyük bir günahkârsın. Senin bastığın toprağa dahi basılmaz. Sen böylesi korkunç bir günahınla nasıl olur da Allah’tan af dileyebilirsin? Yıkıl karşımdan” dediği sırada Allah, Hz. Musa’ya seslendi…

Malum olunduğu üzere Allah, Hz. Musa ile aracı olmaksızın doğrudan konuşurdu.

Yaratıcı Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa! Af dilemek için gelen bir kulumu nasıl geri çevirirsin. O pişman olup tövbe için yakarıyor. Onun bütün günahlarını affettim. Ancak bana secde etmeyen o kullarım bilmelidirler ki, onlar bu kadından çok daha büyük günahkârdırlar. Bana karşı benlik gütmelerinin hesabı çok çetin olacak ve şeytandan farksız ebedi bir azapla yüzleşeceklerdir.”

Dolayısıyla Allah’ı inkâr eden ve buyruklarına boyun eğmeyerek böbürlenenler bir yana, secde etmeyenlerin dahi dost edinilemeyeceği, sevgi ve saygıda bulunulamayacağı, iyi ve doğru insan gözüyle bakılamayacağı; fırsatını buldukları anda kötülüğe meyilli oldukları aşikârdır. Çünkü yaratıcısı Allah’a asi olanlar; hilkatteki eşlerine ne vefalı ne merhametli ne adil olamazlar; dolayısıyla sözlerine ve şahitliklerine itibar edilemezler.
 
Allah’ın helal saydığını haram, haram saydığını helal bellercesine işleyen asla insan sayılamaz. Onun doğru veya yanlış dediği söze güvenilemez; iyi veya kötü tespitine inanılamaz.

Zalime verilen destek, mazlumu doğurmuş; böylece yaratıcı Allah’a karşı çıkan zalimlere gösterilen merhamet, mazlumlara zulüm olarak geri dönmüş ve adaletin tamamlanması için zillet mecbur kılınmıştır. 

“Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” Bakara 35

“Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” Bakara 114

“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” Bakara 165


“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Hiç yorum yok: