6 Ocak 2018 Cumartesi

Dünya adildir…

Çünkü hem dünya Allah’ındır; hem de her şey O’nun dilemesiyle gerçekleşmektedir! 

Dünyayı adil olmamakla suçlamak, ahireti hatta Allah’ı da adaletsizlikle suçlamaktır ki, küfrün ta kendisidir. 

İnsan, nefsine kahredeceğine dünyaya lanetler yağdırarak ‘batsın dünya’ isyanlarında bulunmak suretiyle adaletsizliğin müsebbibi görür. Oysa ahirete geçişin altyapısı olan dünya ancak adil olmasından ötürü ahiretin de nasıl adil olduğuna bir kanıttır.

Var olan haksızlık ve adaletsizleri salt olarak dünyaya yüklemek öyle bir komplekstir ki, nefsi temize çıkarma istencinden başka bir düşünce değildir. Dolayısıyla görülen karşılık insanın yaptığından yani ödemeye zorunlu olduğu bedelden başkası değildir.

İyi ve kötü oluşumlarla yaratılan dünyada hayra şükredip şerre karşı sabırla mücadele vermek, insan olabilmenin şiarıdır. Her şey Allah’tan geldiğine göre; şikâyet edilen kimdir?  
Allah, dünyayı iyilik ve kötülüğün hüküm sürdüğü bir denge üzerine yaratmıştır. Bu esasa göre dünya hayatını fanilik ve aldatma; ahiret hayatını ise ebedilik ve aldatmama üzerine inşa edip, indirdiği kurallar doğrultusunda saflara ayırmıştır.  

Dünyada iken şeytanın yani kötülüğün var olup da ahirette olmaması her ne kadar insanoğlu için bir ayrıcalık ve müjde ise de, nefis öyle gölgelemektedir ki, ahiret yurdunu yok saydırarak yaşamı dünya ile özdeşleştirmektedir.

İnsan, içinde yaşadığı dünya hayatını hiç mi hiç idrak edememektedir. Hâlbuki dünya, gökten inen bir su gibidir; bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi nasıl önce gelişip bin bir çeşit nebat vermesi akabinde bir rüzgâr, afet, hastalık yahut sayısız musibetlerle savrularak çerçöp haline gelebiliyor ise, dünyada aynı sonla helak olup ahiret hayatı başlayacaktır. Dolayısıyla nasıl ki dünya yerinde kalmayacaksa, her kim, kime ne yaparsa yapsın aynı sona ulaşacaktır.

Öyle ki, dünya hayatının cazibeliği yani çekiciliği allanıp pullanan bir kadın misalidir. Nasıl ki baştan çıkaran o kadın, seksapelliğini yitirdiğinde yahut süslenmediğinde ya da büyüleyici özelliğini çizdirdiğinde veya hastalandığında hatta öldüğünde etkisel nefasetini kaybedebiliyorsa, dünyada aynıdır ama kavranamamaktadır.     

Baki olan ahiret ebediliğine insan; fani olan dünya süsüne ise nefis umut bağlar. Geçici dünya metasını isteyen nefsin Allah ile olan savaşı öyle hadsizdir ki, ölüm dahi dizginlenmesine öğüt olamamaktadır. Bu sebeple nefsinin hevesine düşen insan, dünyaya saplanmasıyla sürekli şikâyet ve isyanda sınır tanımaz; nefsinden başka her şeyi suçlayarak tıpkı köpek misali ya dilini çıkarıp solur ya da dilini sarkıtıp soluyarak ulur. 

Ölümlü dünya hayatının ölümsüz ahiret hayatına tercih edilebilmesi, hangisinin daha faydalı yahut zararlı olduğuyla ilgili bir kuşku ise; zaten yaşanılan tecrübe apaçık bir kanıttır.

Dünya hayatında imrenilecek, kıskanılacak yahut haset gidilecek hiçbir şeyin olmadığı ölümle sabittir. Dolayısıyla kiminin kimine üstün geldiği malları, makamları, şanları, çocukları ve ardına aldıkları toplulukları övünülebilecek bir ayrıcalık değildir. Çünkü tamamı geçicidir!

Ahiret hayatının kanıtı, dünya hayatıdır! Dünyadaki adalet, ahirettekinin aynasıdır. Doğum nasıl bir başlangıç ise, ölümde bir başlangıçtır. Dünyada olan gizlilik, ahirette yoktur. Dünya malı tükenir, ahiretteki ise bakidir. Dünya ölümlüdür, ahiret ölümsüzdür. Ne dünya ne de ahiret hayatında özgülük vardır.

“Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 13

(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?” Mü’minun 84

“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72

“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.” İbrahim 3


“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!” Ankebut 64

Hiç yorum yok: