25 Ocak 2018 Perşembe

Savaş, barışın ta kendisidir!

Barış içinde yaşamak isteyen her an savaşa hazır olmalı; ancak savaştan zerre kadar tereddüt edilmez ise sulh ve sükûn mümkün olmaktadır.

İnsanoğlunun yaratılmasıyla kötülük mukim kılınmış; böylece insan, fıtratının gereği ya yaratıcısı Allah ya hilkatteki eşi ya da nefsi için yaşamı boyunca savaşmıştır. Dolayısıyla insanı sertlikten ve savaştan alıkoymak imkânsızdır!

Erkek ile dişi, gündüz ile gece, sıcak ile soğuk, aydınlık ile karanlık, ölü ile diri, ruh ile beden nasıl birbirlerini tamamlayarak dualite gereği ayrılamazlar ise, savaş ile barış da aynıdır.

Savaş karşıtlığı ancak hak ve adalet için değil, nefsi çıkarlar adına yapılmış ise meşrudur. Aksine öyle gayrimeşrudur ki, kötülüğün istenmesine yönelik şeytani bir vesvesedir. İyilik ve kötülükle özdeşleşmiş nefis sahibi insanın fıtratına karşı çıkabilmesi olası değildir. Her halükarda kötülüğün cirit attığı bir âlemde savaş aleyhtarlığı doğrudan barış düşmanlığıdır. Dolayısıyla iyiliğin egemen kılınabilmesi için savaşın “’olmazsa olmaz’ mecburiyeti, kötülüğün bertarafı adına tartışılmaz bir yükümlülüktür. Ancak hümanist düşünce odaklı seküler-laik çerçevede savaşın horlanması, yaradılış düzenindeki kötülüğün yok sayılıp bilgi ve iradece sorunların diyalogla çözülebileceği zannındandır.

Yarattığı kula merhamette sınır tanımayan Allah’ın indirdiği hükümlerin çoğunluğunda savaşı emretmiş olması, iddia edildiği gibi haksızlıklara karşı sağduyulu(!) davranarak sorunların diyalogla çözülemeyeceğine apaçık bir kanıtıdır. Çünkü kötülüklerin elçisi şeytan, varlığını sürdürerek kötülükleri üretmekte ve ihyası mümkün olmayanların savaşla denetim altına alınabileceği vaaz edilmiştir. Kötüye karşı şiddet veya savaşa başvurulmaması öylesine bir insanlık düşmanlığıdır ki, iyiliğin, huzurun, güvenin, insanlığın, hak ve adaletin gölgesine dahi kavuşabilmesi tecrübelerle sabittir.

Var olan şerri ya da kötülüğü karşılıklı dostluk ve iyi komşuluk bağlarıyla güçlendirebilmek nefsin fıtratına terstir. Ki, basit bir aile içersinde, akrabalık, ortaklık, arkadaşlık, vatandaşlık ya da kapı komşuluğunda dahi bu anlayış geçerli olamamaktadır.

Acı ve yakım sadece savaştan ibaret değil, sonu ölüm ve helak olan binbir çeşit musibet ve fecaatlerle de gerçekleşmektedir. Öyleyse kötülüğe karşı hak ve adalet için yapılan savaş mı; aileleri yersiz ve yurtsuz bırakmakta; yaşamlarını elinden almakta; kayıplara yol açmakta ve vicdanları deşmektedir? Asıl vicdanı deşen, haksızlığa karşı mücadele etmemektir!

Savaş, barışın bir temel taşı olup yapıya sağlamlık kazındırma maksadıyla bozuk ve çürük olan bileşkeleri düzenden dışlayan bir adalettir.

Kötülüğe, diğer bir ifadeyle haksızlık ve adaletsizliğe karşı yapılması zaruri olan mücadelede ölmek yahut öldürmek için yaratılmış insan, barış manipülasyonuyla aldatıcılıkta bulunarak kötülüğün tuzağına düşmek suretiyle iyiliği yıkıp geçmemelidir.

Her insan fıtratı gereği savaş düşkünüdür. Ama kimi savaşı silahla yapar; kimi ilimle; kimi tartışarak; kimi de entrikalarla. Lakin sonunda hepsi ölür! Dolayısıyla savaş zorunlu ve kaçınılmazdır. Kötülüğün sardığı yeryüzünde hayati bir tehlike taşımayan olmadığı gibi karşı karşıya kalmayanda yoktur.
 .
Barışı doğuran nasıl savaş ise, savaşı da doğuran adalettir. Dolayısıyla savaşa karşı çıkmak barışa ve adalete karşı çıkıp kötülüğü yani şeytanı egemen kılmak istenmektir.

Ayrıca savaş aynı zamanda kirleri temizleyen bir su yani yağmur gibidir. Diğer bir ifadeyle rahmettir! Ki o rahmet, insanları dinginleştirir, nefisten koparır, kötülükten kaçırır, şükrettirir, haddi bildirir, ölümle olan nişanı hatırlatır, azgınlıkları boğar, vesveseden uzaklaştırır, gerçeğe yakınlaştırır, Allah’ı andırır.

Şeytanlıktan daha beter olan alçaklık nedir bilir misiniz; kötü olan hilkatteki eşlerine acıyarak hak ve adalet adına savaş karşıtlığı yapmak; ebedi bir galebe çaldıracak şehitlik etiketini yapıştırmamaktır. 
  
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Bakara 216

“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan» derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar! Nisa 78

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır. Nisa 76


“Allah onu (şeytanı) lanetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” Nisa 118-120

Hiç yorum yok: