29 Aralık 2017 Cuma

Siyaset Hakk’ı; Politika batılı getirir…

Diğer bir ifadeye siyaset doğruyu; politika yalanı doğurur.

Siyaset ve politika öyle ayrı kuvvetlerdir ki, her ne kadar aynıymış gibi manipüle edilmiş olsalar da ruh ile beden misali birbirlerinden farklıdırlar.

Vahiysiz bir din; Allahsız bir beşeriyet; ahiretsiz bir dünya ne ise; siyasetsiz bir politikada odur!
Siyasetin yıkılıp geçildiği seküler-laik düzende nefsin terminolojisi olan politika, hak ve adaleti dışlayıp halife olarak yaratılmış insanı öyle doğramıştır ki, her şey nefislerin güdümünde şekillendirilmeye çalışılmıştır. Böylece vahiy dışı eğitsel ve idaresel süreç, üstün insanı alçak mahlûklara dönüştürmüştür.

Bundan dolayı gerçekten ve kulluktan kaçılıp yalana ve köleliğe koşulmuş; anormal düşünce, davranış ve tercihler dengeleri altüst ederek sömürü, vahşet, ayırımcılık, haksızlık ve adaletsizlikler galebe çalmıştır. İnsanı insan yapan ölmek ya da olmak yerine, insanı insanlıktan çıkaran korkunç yalancılık, fesatçılık, fırsatçılık ve riyacılık insaniyeti yiyip bitirmiş; dolayısıyla insan görünümündeki mahlûklara duyulan ilgi ve teveccüh, kötülüğü daha da derinleştirmiştir.

Her ne kadar tecrübe yenilen kazıkların, çekilen sıkıntı ve eziyetlerin kaçınılmaz bir bileşkesi olsa da yanlışlıkta ısrar edilebilmiş; vahyi, siyaseti, ruhu, aklı, onuru, dürüstlüğü ve vicdanı imha eden gelişmelerin nefsi merkezi olabilmiştir. Öyle ki, avlanmaktan ve kendi kendini aşağılattırmaktan inanılmaz haz duyarcasına öylesi sapkınlaşabilinmiş ki, kadersel mührün sapıksal tüm argümanları taşınarak hayvandan daha aşağı duruma düşülmüştür.

Yaratıcıya ve adil kurallarına karşı girişilen egemenlik savaşı, lanetin devasa boyutunu kanıtlamış; mücadele etmektense ya korkuya ya da az bir bedele teslim olunarak, sosyal adalet tarumar edilebilmiştir.

Oysa bilinmelidir ki, biri, kulu yani beşeriyeti diğeri de yaratıcıyı yani ALLAH’ı temsil eden laiklik ile vahiy, nasıl taban tabana zıt ve birbirlerine düşman fikirler ise, siyaset ile politikada öyledir.

Peki, siyaset nedir?

Özünü vahiyden alan siyaset, yönetme sanatı olup, toplumun idaresi için yasalar çıkartan; toplulukları yöneten; asayişi temin eden; kötülüğe karşı mücadele veren; insanlar arasında hak ve adaleti, huzur ve güveni, birlik ve beraberliği, refah ve kalkınmayı sağlayan; etnik ve dini, ekonomik ve sosyal durumu ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp adaletle hükmeden; bir yapıdır.

Ya, politika nedir?

Kaynağını nefsi arzu ve isteklerden alan bir düşüncedir. Diğer bir ifadeyle yaratıcı Allah’a olan imanı reddedip aklı yani yaratık insanı üstün kılmaya çalışan şeytani bir vesvese, batıllıktır. Dolayısıyla politikanın taşıdığı halk ruhu, hırsızların ve sokak serserilerinin sahip olduğu halk ruhundan farksızdır ve halkın adalet çerçevesindeki çıkarlarını değil, nefsani çıkarlara sahip oportünist ve manipülasyonsu bir yapıdır.

Siyasetin amacı ALLAH’a hizmet; politikanın amacı ise şeytan misali nefse hizmettir.

Tüm kâinatı yönetip yönlendiren Allah’ın siyaseti ışığında Hz. Muhammed dâhil, tüm peygamberler en mükemmel devlet adamları olarak siyasetin içinde yer alıp toplumları yönetmiş, hak ve adalet adına kötülüğe karşı dimdik durarak doğruluktan sapmamışlardır. Dolayısıyla Kur’an, düzenin temel yapısını teşkil eden küresel bir anayasa yani adalettir.

İnsanı insan yaratmadığına ve yaratıcı olup ne yapıp yapmayacağını, kalbinde ne sakladığını, kader yazamadığına; ne zaman ve nasıl davranacağını ve geleceğini bilmediğinden nefis güdümündeki bir politikayla siyasetin yapılabilmesi mümkün değildir.

Ruhun bedenden ayrılması nasıl insanı cesede dönüştürüyor ise; siyasetsiz bir politikada tıpkı ruhsuz beden misali ölüdür. Dolayısıyla politik bir düzen mezarlıktır!

Siyaset, hak ve adaletin ta kendisidir! Yani kötülükten, şerden, azgınlıktan, benlikten, nefisten ve şeytandan koparandır. Kısacası siyaset, yaşamın bütünü, gıdası, suyu ve nefesidir.
  
Şimdi kendinize bir sorun bakalım; Allah’ı, peygamber’i, Kur’an’ı ve vahyi siyasetten ayırabilmek mümkün müdür? Öyleyse siyaset değil de politika yapmanın gereği nedir?
Ancak siyaset gibi ulvi bir yönetimi nefse odaklatarak materyalistleştirmek suretiyle politiğe dönüştürülmesi, neden seküler-laik düzende politika yapılabildiğine açık bir kanıttır. Politikada adalet anlayışı nefsi; siyasette ise kainatı kapsar.

Dolayısıyla dinsiz siyaset tamamen batıldır, nefsidir, şeytanidir! Yaratıcı Allah’ın değil nefsin egemenliğini talep edenlerin şer için yarıştıkları düzende hayra ulaşabilmeleri imkânsızdır. Bu sebeple siyasetin değil politikanın at başı olduğu âlemde riyakârlık, hilekârlık, yalancılık, sömürücülük, aldatıcılık, sahtekârlık, şirk, haksızlık ve adaletsizlikler sindirilerek meşrulaştırılabilmiştir.

Egemenlik ya Allah’ındır ya da beşerindir. Gökyüzünde Allah, yeryüzünde beşer gibi bir taht paylaşımı ancak şeytani bir hezeyanıdır. Dinsiz yani Allahsız bir siyaset olamaz; sadece insanın egemen olmaya çalıştığı yeryüzünde, aldatıcılığın merkezi politika var olabilir. Eğer ruhsuz bir beden hayatiyet kazanamıyorsa, dinsiz bir siyasette hayatiyet kazanamaz!  Çünkü her şeyin kaderini elinde tutan Allah’ı ve dinini yok sayabilmenin imkânsızlığı, engellenemeyen ölüm, ecel, yaşam garantisi ve vuku bulan sayısız musibetlerle kanıtlıdır.

Yaratıcı Allah’a imanı dolayısıyla siyaseti çağdışı; beşere imanı yani politikayı ise çağdaşlık bellemiş olanlar farklı kulvarlarda düşünüyor olsalar da beslenip güdüldükleri odak aynıdır. Peki, o odak nedir diye sorulacak olursa; Kur’an ifadesiyle şeytanlıktır; tağutluktur; zorbalıktır, kötülüktür!

Seküler-laik politikalarıyla Allah’ı ve insanlığı doğramaya çalışan hilekâr jakobenler, ne kalplerdeki imanı; ne inen vahyi; ne adil olan siyaseti; ne bedeni var eden ruhu; ne yaratıcı Allah’ı; ne kulluğu; ne de ahireti söküp atabilirler. Çünkü zihin ve kalplere hükmeden; birini diğerine musallat kılan; dilediğine dilediği kadar fırsat veren; yeryüzündeki iktidarları paylaştıran; takdiri kendisinde bulunduran; yönetip yönlendiren Allah olduğu için!  

İslam Peygamberi Hz. Muhammed ’in devlet yönetimindeki uygulamaları, özellikle günümüz Müslüman iktidarlarına örnek teşkil etmesi gerekirken, sanki kudret batıllıktaymış gibi umursanmamakta, böylece semavi siyaset reddedilmektedir. Oysa Allah Resulünün izlediği siyasette bütün fert ve toplumları kapsayan ve bütün eğilimleriyle insan tabiatını göz önünde bulunduran bir genişlik ve derinlik taşımıştır.  
Allah’tan başkasını koruyucu ve iktidar edinenleri Allah görüp gözettiğinden, görevi vahiyle uyarmak olan Hz. Muhammed’’in hiçbir sorumluluğu bulunmamıştır. Çünkü o, kendisine gelen vahyin gereğini yapmış, din ve devlet işlerinin birliğini bozmamıştı.   
(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93

“Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” Bakara 170

Hiç yorum yok: