22 Aralık 2017 Cuma

Söze değil amele!

Fani bedeni baki belleyip ebedi ruhu yok sayarcasına kaderi takmayanların söz veya vaatleri ne kadar ihtişamlı olsa da, temel dayanaktan yoksun fikirlerinden dolayı felaketten başka herhangi bir fayda temin edebilmeleri ya da vicdanlı olabilmeleri kesinlikle mümkün değildir.

Yaradılış gerçeğini ve Allah’ın mutlak egemenliğini reddeden bir düşüncenin hakkı ve adaleti ayakta tutup kendilerini insanlığa adayabilmeleri imkânsızdır.

Hainlerin yani münafıkların yanında kafirler veya hasımlar masumdur. Hem de öyle münhasırdırlar ki, inandıklarının gereğini yaparak hainlik etmemekte; ihanette sınır tanımayan münafıklar kadar tehlikeli olmamaktadırlar.

Dille ikrar etmenin yeterli olmadığı, kalple de tasdikin kayıtsız-şartsız zorunlu olduğu insanlık, diğer bir ifadeyle İslam akidesi, imanı doğurmaktadır. Diyeceklerdir ki, kalple tasdik edilip edilmediği nereden bilinebilecek; kalplerdekini bilen beşeri bir güç mü vardır?  İşte amel, fiiliyat ya da davranışlar; kalple tasdik edilip edilmediğine açık bir kanıttır!

İman öyle bir kuvvet ve teslimiyettir ki, ne sorguya ne yoruma ne şüpheye ne kıskançlığa ne hasede ne vesveseye ne fitneye ne kışkırtıcılığa ne isyana ne korkuya ne ihtirasa ne toleransa ne keyfiyete ne inisiyatife ne nefse ne pazarlığa ne umutsuzluğa ne gelecek endişesine ne batıla ne de kayıp yahut kazanç kaygısına ödün vermez.

Öyle ki, aşklar, sevgililer, kardeşler, aileler, ortaklar, müttefikler, hatta vatandaşlıkta da öyledir!

Esasında neye iman edilmiş ise, iman edilen gücün kuralları dışında bir seçim hakkı bulunmamakta; olamaz; hatta düşünülebilmesi dahi abesle iştigaldir.

Kulluğa ve itaate haiz tek varlık Allah olduğu kabul edilir ama Allah’ın geçici güç verdiği kullarına kölelik kesilir.

İnsanın en korkunç zaafı ve görünüşteki üstünlüğünü çerçöp eden zillet, kendi olmamasıdır. . Bu sebeple özle değil sözle hareket eden insan öylesine aşağılık bir mahlûka dönüşmüştür ki,  insanı insan yapan tartışılmaz değerler altüst olmuştur.

Dünya gerek dini gerek siyasi gerekse sosyal açıdan ikilemlerin yaşandığı bir arz olmuş; nefsi yani benliği tavan yapmış yığınsal kitleler haline gelmiştir. Neredeyse tamamen sekülerleştirilmiş dünya arenasında odun misali kendini yontan insan, ancak bedeninden ötesine geçemeyen bir çağdaşlık manipülasyonuyla insanlığından çıkmasından dolayı şereflenebilmiştir.

Akıl ile birlikte paranın da dolaylı tanrı sayıldığı seküler dünyaya kendini kaptırmış sözü başka ameli başka olanları fikir birlikteliğine taşıyan nefis, hak ve adaletin en yaman düşmanıdır. Dolayısıyla hak ve adalete götüren tumturaklı iman edilememiş olması hainliği, münafıklığı, riyakârlığı ve yalanı doğurmakta; kolayca fiyat etiketleriyle konumlandırılmak suretiyle alınıp satılabilen bir metaya dönüşülebilmiştir.

Zihinlerin iğfal edilmesinden kalpler öyle falafoş olmuştur ki, hayal âlemi gerçekmiş gibi yaşanır olmuştur. Böylece nefislerin tutsağında olan insanın doymak-bilmez iştahını ancak ölüm kesmiş ise de, yalanlar sürdürülebilmiş, ikna olan yığınlar artabilmiş, hilelerle vicdanlar sömürülebilmiş, nefsi ihtiraslar okunamamış ve insan tanrıymışçasına vazgeçilemez kılınabilmiştir.

Oysa ölümlü insan, vazgeçilemez olabilir mi? Ameli ölüm olan insanın sözü muteber sayılabilir mi? Sözünün gereğini yapamayan güvenilir addedilebilir mi? Yaratıcı Allah’ın hükmettiği bir âlemde insana inanılabilir mi?

Sözü olup da ameli olmayanın hayvandan farkı; konuşması mıdır?

Ölümlü bir beşerin ne sözü ne vaadi ne iddiası ne hâkimiyeti ne de sahipliliği mümkündür. Ancak vahye muvafık olan sözün kıymeti vardır ki, karşılığı da amelle kanıtlıdır!


“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” Lokman 33

Hiç yorum yok: