1 Temmuz 2013 Pazartesi

CHP ve BDP’yi hazmedebilen insan değildir!

Şeytana bağlı satanistler ne ise, CHP ve BDP’lilerde odur. Türkiye’nin karanlığa gömülme misyonunu sürdüren bu ikiliye karşı zerre kadar duyulabilen hoşgörü ve tahammül felaketleri üretmekte, özgürlük ve demokrasi manipülasyonuyla da tuzakları ve kötülükleri açığa çıkmaktadırlar.
Allah, şeytan ve dostları şerdir; şerre inanıp güvenerek ne barış ne huzur ne de güvene kavuşabilmenin imkânsızlığını birçok ayetinde dikte etse de, insanların uyarılara kulaklarını tıkaması, lanetlendiklerinin bir delilidir.
Şeytanla işbirliği yapmanın ilk kuralı; YAPMA’dır. Ancak ısrar ve inatla şeytanın çıkardığı sorunu şeytanla çözebilme arayışı, müspet niyeti de mundarlaştırarak çok daha vahimleştirmektedir.
Ancak hümanistler, şeytanın ıslah olabileceği umuduyla uzak durmayı reddetmekte, doğru yola gelebilecekleri zanlarından iyi ve güzel ne varsa tarumar ettirmektedirler. Böylece kabul edilen yanlıştan dolayı elem ve keder bitmeyip daha da çoğalmaktadır.
Dün akşam Kürt kökenli Müslüman bir dostum kızını evlendirmişti. İtalya’da yaşayan kızı da ailece sevdiğimiz İslami ahlaka önem veren bir kızımızdı. Babasına rica da bulunarak, nikâh şahidinin azılı terörist, eşcinsel, İslam hasmı ve Gezi Parkı isyanının tetikleyicisi Sırrı Süreyya Önder adlı dinsiz ve namususun olmasını istemiş, babası da kızının isteğini geri çevirmeyerek nikâh şahidi olarak getireceğini birkaç gün önceden öğrenmiştim. Bu duruma fevkalade öfkelenerek aile efradım dâhil nikâha gitmemeye karar verdim. Takdir edilir ki böyle bir azılı düşmanla aynı ortamda sakince bulunmak, tüm değerlerimi çiğnemek ve insanlığıma süreceğim kara bir lekeydi. Tepkime aile her ne kadar üzülmüş ve o çapulcuyu davet etmelerinden pişmanlık duymuşlarsa da, her Müslüman ve her insanın ortaya koyması gereken bir duruşun izole edilebilmeleri adına önemli olduğu malumdur. Çünkü Allah’ta ayetlerinde onlarla aynı ortamda bulunulmasını yasaklamıştı.
İnsani değerlerden nasiplenmemiş azgınlarla barış yoluna çıkılmasının yanlışlığını defalarca hükümete bildirmiş, tıpkı cinsel temastaki tatmin misali haram olan çözüm sürecinden vazgeçmesi konusunda uyarmıştım. Lakin nefsi odaklı hümanist felsefeleri yanlıştan geri döndürmemiş, Kürt kökenli Müslüman kardeşlerimin sözcüleri konumuna getirerek muhatap almıştı. Ki, kızının nikâhına gitmediğim Kürt kökenli Müslüman kardeşimde, o etki altında kalarak malum teröristi davet etmişti.

Vatanın ve milletin güvenliği adına yapılan kalekollara karşı tepki ve saldırıları, barış sürecindeki samimiyetsizliklerini ortaya koymaktadır.  Belli bir aşamadan sonra niyetlerinin katliamlara devam etmek olduğu için kalekolları istememekte, dolayısıyla önlerini kesecek güvenliğe karşı durmaktadırlar.

Terör örgütünün siyasi sözcüsü Selahattin Demirtaş, neden devletin kalekol yaptığı hesabını sorarak ültimatomlar vermesi, devletin düştüğü acizliği özetlemektedir. Ulumasında; barışa inancın olmadığını ve kaygı duyulduğunu belirtmesi, doğrudan kendi rahatsızlıklarının bir kanıtıydı. Madem barışa inanıyorlar ve kaygıya gerek olmadığını düşünüyorlar, kendileri de bu ülkenin vatandaşları değil mi ki huzur ve güven ortamı oluşturacak kalekol inşalarına ateş püskürüyorlar? Amaçları, teröristlerine rahat imkân sağlayabilme çırpınışlarıdır.  

BDP’li teröristlerin Lice’de yapımı süren kalekol baskınlarında verdikleri 2 ölü, fevkalade üzücüdür. Oysa tamamının öldürülmesi, mutlak bir nefsi müdafaa olacaktı.

Ülkeye verdikleri milyarlarca dolarlık zararı yok sayarcasına; 134 yeni karakol ve kalekol inşaatına hız verilmesinin mantığı olabilir mi? 134 kalekola bu ülkenin, bu milletin parasını niye yatırılıyor” açıklamasına, ancak ‘vay be şeytan’ demekle yetiniyorum. 

Gezi Parkı isyanlarından cesaretlenerek yığınlarına ayaklanma çağrısı yapan terörist Demirtaş, saldırdıkları karakol komutanın görevinden alınması ve ateş açan askerlerin cezalandırmaları emrini vermekle kalmayıp, “Hükümetin bu tür demokratik gösterilere evrensel hukuk çevresinde yaklaşması lazım. İster Taksim’de olur, ister Hakkâri’de olur, ister Lice’de olur” sözleri, aslında asker yahut polisinde demokratik haklarını kullanarak azgınlara ateş açmalarının meşruiyetine bir yanıttır. Öyle bir demokratik gösteriye, böyle bir demokratik karşılık müsavi değil midir?

Unutulmamalıdır ki güvenlik güçleri sadece kendi canlarını değil, 75 milyonun da mal ve canlarından, huzur ve güvenlerinden sorumludurlar. Dolayısıyla nefsi müdafaaları milletin tamamı adınadır.

Sözde demokratik gösterilerine karşı asıl demokratik savunma, karşılarına güvenlik güçleri değil de millet çıktığında anlayacaklardır.

Lice’de kalekola saldıranlar halk değil halk düşmanı PKK’lı militanlardı. Bu sebeple şerefli askerimizin ateş açması hem dinen hem hukuken hem siyaseten meşrudur ve asla müsamaha tanınmamalıdır. Gerek CHP gerekse PKK’nın kırıntısı yaşadığı müddetçe ülkemizde çatışmalar bitmeyecek, fitne son bulmayacak, düşmanlar vazgeçmeyecek, hayvandan daha aşağı yaratıklar saldırmadan durmayacaklardır. Onlar müşriktir ve pisliktirler!


Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.” Tevbe 5
     

Hiç yorum yok: