14 Temmuz 2013 Pazar

ÖZGÜR ve DEMOKRAT BİR REJİM…

Nefsin arzularına sınır çekemez!

Kendileri için özgürlük ve demokrasi adına her yolu meşru sayan oportünist çıkarcılardan farkınız nedir ki, düşünce ve eylemlerinizi frenliyor, nefislerinize zulmediyor ve onlar gibi avlanmıyorsunuz? Şüphesiz sizinde bir gücünüz ve çıkarlarınıza ulaşabilmek için fikir, hile ve tuzaklarınız mevcuttur. Her gücün kendi çapında bir etki kuvveti olduğuna göre; akıllı köleler olup sömürgeci iktidarların kahrını çekmekten ise, özgür ve demokrat olup da kahrınızı onlara çektirmelisiniz.

Sonuçta her nefsin bir doğrusu ve yanlışı ile özgürlüğü ve demokrat anlayışı seküler yasalarla güvence altına alınmış; azınlıkla çoğunluk fark etmeyip yaptırım temelinde talepler meşru sayılabiliyor ise, beşeri hiçbir güç ve yasanın sınır çizme hakkı bulunmamaktadır.

Allah’ın kurallarını baskıcı, kısıtlayıcı, yasaklayıcı, totaliter ve otoriter sayan seküler düzenlerin koyduğu kanunların şeriat yasalarından bir farkı olmadığı aşikârken, özgürlük ve demokrasi anlayışındaki hedefin yaratıcı Allah ve dini olduğu alenidir. Otoriteye karşı gelemeyen bir kimse, özgür olamayacağına göre; dünyada diledikleri özgürlüğü yaşayabilecekleri hukuksuz bir devlet var mıdır? Ölüleri dahi özgür olamayan insanların dirileri özgür olabilir mi?

Madem amaç özgür bir yaşam ve demokrasi, nefisleri bağlayıcı ve yasaklayıcı hiçbir kural olmamalıdır.
Demek ki özgürlük ve demokrasinin apaçık bir düzmece, yalan ve dine karşı bir manipülasyon olduğu her ne kadar ortada ise de, sömürülen yığınlar bu gerçeği idrak etmemekle kalmayıp himaye ettikleri özgürlük ve demokrasiyi kendilerine de uygulayamamaktadırlar. Çünkü kendinden üstün nefsin uyulmasını mecburi tuttuğu yasalar mevcuttur.

Özgürlük gerekçesiyle yaratıcısının kurallarını reddedip hilkatteki eşlerinkine razı olanlar, otomatikman onları tanrı kendilerini köle yapmaktadırlar. Oysa onlar bir tanrı olmadığına göre; nasıl olurda özgürlüğe kavuşturabileceklerini ve mükemmel bir düzen inşa edebileceklerini düşünürler? Yoksa tanrılık makamının kendilerine geleceği umudu mu taşımaktadırlar?

Darwin, Malthus’un düşüncelerinden yola çıkarak, ayıklanma metoduyla gereksiz veya yararsız canlılardan kurtulmayı çevre uyumuyla özdeşleşmiştir. Teorisine göre, “Çevresiyle uyumsuzluğa düşenler elenir, uyum kuranlar çoğalır. Doğal seleksiyon evrimin itici gücü, ilerlemenin dayandığı düzenektir.” Bu düşünce, 19.yy acımasız kapitalizminin “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganına da yansımıştır. Ancak hiç kimse ne dilediğini yapabilmiş, ne sorunsuz bir egemenlik inşa edebilmiş, ne de varmak istediği yerde kalıcı olabilmiştir. Seleksiyon, tabii şartlara en iyi uyabilen canlıların üreyip kalması, zayıf canlıların yok olmasıdır. Bu teoriyle, her an değişkenlik gösteren çevrenin canlılar üzerinde etki veya tepki doğuran sebeplerin nasıl olgunlaşıp yönlendiği, zayıfların güçlü, güçlülerin zayıf düşebildiği bir düzenekte, evrimin hangi temel fiziksel dayanağa göre itici bir güç olarak ilerlemeyi sağladığı pozitif bilimce anlaşılamamış, dolayısıyla kanıtlanamamıştır. Dayanaksız bir iddia olarak çeşitli çevrelerce hâlâ rağbet görmesi, hele de emperyalizme ve kapitalizme karşı yığınların özgürlük ve demokrasiyi savunuyor olmaları, şeytansı sapmanın bir neticesidir.

Özgürlük ve demokrasinin sadece sözden ibaret olduğu, yaptırımı ağır yasalar ve yapılan müdahalelerle kanıtlanmaktadır. Eşitlik gibi özgürlük ve demokrasi söylemleri de, güçlünün güçsüzü ezmesi ve gütmesini meşrulaştıran hilesel bir yönlendirmedir.

Güçlünün özgürlük alanının zayıfın özgürlük alanını yok etmesi, seküler teorili doğal seleksiyonun kaçınılmaz bir sonucudur. Bu sebeple zayıfın özgürlük alanı olamayacağından, “bir kişinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter” anlayışının pratikte hiçbir karşılığı yoktur.

Doğru, yanlış, iyi, kötü, esaret ve özgürlük ile ilgili kuralları yaratıcı Allah’ın belirlemesine karşı çıkanlar, beşerin de dayattığı kriterlere karşı çıkmak zorundadır. Çünkü hiçbir nefis, diğerinin nefsi arzu ve isteklerine sınırlama getiremez.

Nefislerin hükmettiği bir dünya düzeninde tek bir suç vardır, o da yaratıcı Allah’ın elçisine ve dinine bağlılık ve sadakattir. Cinayet, tecavüz, taciz, hırsızlık, dolandırıcılık, saldırı, katliam, darbe, rüşvet, uyuşturucu gibi şeyler tamamen nefsi odaklı fiiliyatlar olmalarından seküler düzende, tıpkı güçlüler misali zayıflara da suç sayılmamalıdır.

Her nefsin doğru veya yanlışı özgürlükle özdeşleştirilip meşrulaştırılabiliniyor ise, cezasal bir yaptırımı da mevzubahis olamaz. Sapığın, katilin ve işgalcinin dahi eylemini doğru bulduğu nefsi bir düzende kimsenin bir diğerini yargılama hakkı bulunmamaktadır. Nefis için yanlış yoktur, her yaptığı doğrudur, iyidir ve güzeldir!

Seküler özgürlük ve demokrasinin köleliğin ve despotizmin en ileri şekli olduğu muhakeme edilebilseydi; Allah’ın ipine öyle yapışılırdı ki, “biz ettik Yarabbi sen etme” diye yakarılırdı.

Yaratıcını yakalayıp yok etmenle birlikte kulluktan kurtulur, böylece o hayal ettiğin özgürlüğe ulaşabilirsin. Yaratıcı varlığını sürdürdüğü müddetçe şeytan ne kadar özgür ise, sen de o kadar özgürsündür.


 “Demokrasi, geriye kalanlar hariç en kötü yönetim şeklidir.” Winston Churchill

Hiç yorum yok: