24 Mayıs 2010 Pazartesi

Sanki Müslüman kimlikler farklı mı?

Aslında dinsizi gibi dinlisinin de şehvetsi ihtirasları, sözde “dini nikâh” adı altında zinaya kılıf geçirmekten öte bir ayrıcalığı bulunmamaktadır. Tıpkı kapitalist seküler ekonominin hükmettiği merkezi sistemlerdeki faizin “kâr” manipülasyonuyla helâlin istismarı gibi…

Nikâh, mutlaka kamuya açık, hiçbir gizlilik ve kaçamak içermeyen legal bir evliliktir. Her ne kadar laik düzenlerde resmi ve dini olarak ayırıma tabi tutulsa da, birinin belediye başkanı adına diğerinin Allah adına olmasının dışında duyurum amacı aynıdır. Allah adına yapılmayan evlilikler dinen gayrimeşru olduğu gibi resmiyet dışı saklı yaşanan ilişkilerde aynı olup, toplumu ahlaki disiplinden uzaklaştırmasından fevkalade sakıncalı ve hayvani addedilmesinden tartışılmaz ahlak kuralları geçerli sayılmaktadır.

Allah’ın birden fazla evliliğe ruhsat vermesi şehvetsi değil, kadın namus ve iffetinin güvence altına alınabilmesi için şartlara göre tanınmış bir müsaadedir, asla farz veya vacip, yani bir hüküm değildir.

Evli bir insanın ikinci bir eş alabilmesi azgın nefsini tatmin etmek ya da heyecan duyarak kendinden geçmesi amacıyla verilen bir izin değil, o günün sosyal şartlar doğrultusunda toplumsal ahlakı korumak maksadıyla istismara açık kadının şerefini kollayabilmek, zina ve fuhuş gibi yıkıcı çirkinliklerin önüne geçebilmektir. Ancak böylesi ibadetsi bir fedakârlığında şartları vardır. Öncelikle ilk eşinden izin alması, eşler arasında adalet gözetmesi, yerdirmeden tutunda giyinme, barınma, sevme ve yataktaki ilişkiye kadar eşitlik gösterme zorunlulukları denge ve adalet adına vazgeçilemez unsurlardır. İkinci eşe ihtiyaç duyanların ilgi, sevgi, saygı ve cinsellikteki adalet mecburiyeti imkânsız olup, böylece şartları yerine getirilemeyeceğinden evliliğinin Allan nezdinde hiçbir değeri kalmayacaktır. Ayrıca kadınların bedeni güzellikleri ve şehvetsi arzuları farklı olacağından eşit bir muamelenin var olabilmesi de mümkün değildir, velev ki erkek ne kadar eşitlik adına bir çaba sarf etse de başarılı olabilmesi olanaksızdır. Zaten amaç sosyal ahlakın muhafazası adına değil şehvetsi bir birlikteliktir.

“Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” Nisa. 129

Şartları fevkalade ağır ve tamamen takva gerektiren birden fazla evliliği istismar eden şehvet düşkünleri, hem peygamberimizi sömürmekte hem de Allah’ı kandırabileceklerini düşünmektedirler.

Kadın, yaratılış fıtratı ve yaşadığımız çağ itibariyle herhangi bir erkeğin ikinci veya üçüncü karısı olmak istemez, ekonomik bir mecburiyet ya da şöhretsi bir gelecek adına sözde kabul ettiği evli erkeği sürekli kıskanarak, fitne ve nifak tohumları saçmak suretiyle ilk karısından boşandırmaya ve sahiplenmeye çalışır. Her ne kadar çok evliliğin hak olduğuna inanmak bir imanın gereği ise de, vahye inanan hiçbir kadın, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermeyeceği gibi, tasvip etme zorunluluğu da yoktur.

Ayrıca Müslüman hiçbir baba ve anne de kızının üzerine damadının ikinci, üçüncü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla karşılamaz. Gerek kadının kıskançlık gerekse babanın şefkat duyguları böyle bir birlikteliğe mânidir. Ancak çıkarsı veya dini aldatısı örnekler istisnadır.

İslam adına eşinden gizli evlendiklerini sananlar öyle sapkınlardır ki, ikna yapıp razı ettikleri kadınlara metres misali gizli ev tutar ve eşlerinden habersiz haftada birkaç kez ziyaretle iğrenç nefislerini tatmin ederler. Kadının kültürü ve hırsına göre her buluştuklarında ise tartışma konusu, ne zaman boşanacağıdır. Unutulmamalıdır ki İslam’ı alçakça şehvetlerine peşkeş çekenlerin bir de “muta” denen sözde şeytani bir nikâhları vardır. Nikâhta kadına ödenmesi zaruri olan mehir de ahlaksızca istismar edilerek, belli bir zaman dilimi, yani cinsel ilişki için yeterli olacak vakit için ödedikleri ücret karşılığı dinle ve kutsal evlilik müessesiyle alay ederler. Bunlar, açık zina edenlerden çok daha pespaye ve insafsızdırlar.

Peygamberimizin kızı Hz. Fatma, kocası Hz. Ali’nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesi ve vahyin hükümleriyle yetişen Hz. Fatma’nın kocasınca yapmak istediği ikinci evliliğine karşı çıkması caizdir. Eğer öyle olmasaydı, peygamberimiz onu ikaz eder ve kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Hâlbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz. Ali’nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Hz. Fatma’yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Dolayısıyla damadı Hz. Ali’nin kızı Fatma üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır. Peygamberin bu davranışı, Müslüman kız ve babaların ikinci evliliğe karşı çıkabilecekleri hususundaki yetkiyi açıkça ortaya koymaktadır.

Çok iyi bilinmelidir ki peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV), hiçbir evliliğini nefsi tatmin için yapmamış, eş ve eşlerinden izin almadan ne evlenmiş ne de herhangi bir konuda birbirlerinden ayırarak adaletsiz davranmıştır.

Hz. Muhammed (SAV)’in çok eşli evliliğini sömürerek eşinden daha cazibeli ve heyecan verici genç kızları ve kadınları gözüne kestiren ahlak bozucular, dışarıda bulma fırsatı yakalayamayınca evlerine girip çıkan eşlerinin hafif meşrepli arkadaşlarına da musallat olup baştan çıkarabilmekte, eşlerinden habersiz kıydıkları ve adına da dini nikâh dedikleri yapay izdivaçlarla zina işlemektedirler.

Toplumun yakınan tanıyıp inananlara ahkâm kesen bir hoca, başka bir erkekle nişanlı olan eşinin yakın bir arkadaşıyla gizliden sürdürdüğü aşk macerasını o suni dini nikâhla sonuçlandırmış, bir müddet sonra deşifre olmasıyla aile içi deprem yaşanmıştı. Oysa mutlaka haber vermesi ve izin alması gereken eşine, kayınpederine ve kayınvalidesine hiç danışmamıştı. Adı evlilik olan bu ilişki batıl değil de nedir?

Daha sonra ikinci eş, resmi nikâh baskısı yaparak ilk eşi boşaması için elinden geleni ardına koymamış, aracılılarla ilk eşe büyük paralar teklif ederek resmi nikâhtan vazgeçmesini dahi talep etmişti. Bunlarla da yetinmemiş, hocanın ilk eşinin evine gitmesini, cinsel beraberliğe girmesini yasaklamış ve sürekli takip ettirerek muhbir bile tutmuştu.

Laisizm’in iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü öne çıkarması vicdanı yok etmiş, vahyi bozmuş, dolayısıyla ahlakın da yitirilmesine neden olmuştur. Diktatörlüğün kurulmasından bugüne laikliği, din ve namus telakkisini ortadan kaldıran Atatürkçülüğü esas alan devlet, aileyi ve toplumu ayakta tutan ahlak kurallarını biçmiş; sevgi, saygı, hoşgörü, merhamet ve haram olan her şeyi modernlik karşıtı belleyip, irticayla özdeşleştirmiştir. Yaratıcısı Allah’a sevgi ve saygı duymayanın yaratığa duyabilmesi mümkün değildir. Sözde duyduğunu ifade etse de özünde egoizm hâkimdir…

Laiklik ve cinselliğin hüküm sürdüğü ve yayınlarla her evin geneleve dönüştürüldüğü bir toplumda etkilenmemek mümkün değildir. Dindar olarak nitelendirilen kesimde payına düşeni alarak, örneğin nefsin en müthiş dostları faiz, zina ve beğeni gibi yasaklara da dini kılıflar geçirerek, fetvalarıyla meşrulaştırabilmişlerdir. Ayetler, hadisler ve peygamberin rehbersi yaşantısı nefislere ağır gelmiş, modern hayata uyarlayabilmek ve cinsellik naraları atan benlikleri besleyebilmek için hurafesel yorumlarla “laik dinci” olabilmişlerdir.

Bu sebeple insani ve ahlaki değerlere savaş açan laik bir düzende dinli veya dinsizin büyük bir çoğunluğundan ahlak, dürüstlük, erdemlik ve adalet beklenebilmesi söz konusu değildir.
Bugün 72’lik Deniz Baykal’ın evli ve çocuklu bir kadınla giriştiği ahlaksızlığın tartışmasını yapıyor ama namuslu veya dindar bilinen bazılarının da ondan aşağı kalır hiçbir farklarının olmadığı göz ardı yapılabiliniyor.

CHP’nin evli genel başkanı ve milletvekilliğini savunarak ahlaksızlığı nasıl sahiplenmiş ise; eşinden habersiz ikinci bir kadınla din adına beraber olan, eşit davranmayan, adalet gözetmeyen, kalbinde başka bir kadına ilgi duyup şehvet besleyen, gözleriyle zina eden, eşiyle sevişirken bir başka kadın veya erkeği hayal eden, karşıt cinslerin beğenmesi için allanıp süslenenlerin zina yapmaları ve çevrelerini etkileyerek ahlaksızlığı teşvik etmeleri sahiplenilmemeli ve asla savunulmamalıdır.

Şayet Müslümanlığı kabul edip Allah ve Resulüne kayıtsız-şartsız teslim olunabilseydi, ne sapan kimselerin zararına uğranır ne de yoldan çıkmış Deniz Baykal ve Nesrin Baytok gibi binlerce seks düşkünü ahlaksızlığa cesaret edebilirlerdi. Ancak dosdoğru olursan başkalarına caydırıcı bir örnek olur ve ahlak denen hayati değer tartışmaya açılarak yerlerde süründürülmezdi.

Sonuç itibariyle adil olmak gerekirse; laik ve adaletsiz bir düzenin hüküm sürdüğü toplumlarda herkes güç, makam ve çevre etkisine göre uçkurunun peşinde koşmakta, kimi gizli ve dinli kimi de aleni ve laik düşünceleriyle şeytanın adımlarını takip etmektedir. Toplumun ahlak önderleri olması gereken sözde dindarların hırs ve ihtirasları kahredici bir timsal olmakta, zinayı yahut faizi eleştirirlerken dinle kamufle ettikleri zina ve faizi bir hak olarak işleyebilmektedirler. Dolayısıyla sorunu kişilerde değil doğrudan rejimde aramalıdır.

İslam, aile bağını öyle vurgulamaktadır ki yalnızca evli insanların ilişkilerini değil bekârlarında kendi aralarında gerçekleştirdikleri nikâhları da batıl saymaktadır. “Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikâhlanırsa nikâhı batıldır ” Hz. Ayşe

Huzur, güven ve saygının temeli aile veya toplumsal birliktelik ve rızadadır. Her kim cinsel özgürlük denen bir ütopyayı ilke edinip ailesine ve yaşadığı topluma saygısız davranır ve asi olursa, aslında o kişi benliğinin esaretindeki zincirli bir mahkûmdur.

“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” Al-i İmran. 71

Hiç yorum yok: