12 Eylül 2009 Cumartesi

Siz kimsiniz...

Müslüman milletimizin açık bir işgal altında olduğunu umursamazlıktan gelen önder sahipleri, öylesine lanetsel bir tutsaklığı ve aşağılanmışlığı hazmedebilmişler ki, vahyi hakların ele geçirilmesinde en korkunç engel olmayı sürdürmelerinden, dini bir bağımsızlığa kavuşulamamaktadır.

Hiçbir devirde işgale uğramamış ve manda altında yaşamamış olan Müslüman halkımızın İstiklal adına canlarını vererek sahip oldukları vatanlarında hor ve hakir bir esarete mahkûm olmaları, mutlak bir kadersel yazgının sonucudur. Yoksa böylesi bir dışlanmışlığı ve köleliği fıtratları gereği içlerine sindiremez, putperest Kemalistlerin hegemonyaları altında yaşamaya boyun eğmezler.

Laik cumhuriyet ve Kemalizm adına dini ve etnisiteyi tehdit görerek, terörün her türlüsünü uygulamayı meşru sayan provokatör ve silahlı avcılar, PKK’yı da aynı düşünce ve eylemlerle doğurmuşlardı.
Türkiye’nin sosyal dokusunu görmezlikten gelerek, laisizmim ve Kemalizm lehine asimile etmeye çalışan köşe başı derebeyleri, her türlü yolu kesebilmenin komplolarıyla Türkiye’yi ötekileştirerek bölmekte, sözde eğitim ve yasalarla devşiremedikleri Müslümanları; ya politikayla ya makamla ya parayla ya şöhretle ya korkuyla, olmadı silahla sindirmeye çalışmaktadırlar.

Derebeylerin, toplumu ürkütücü bir paranoyaya iterek birbirine düşman kılması, şüphesiz sonun gelmesine yol açmaktadır. Halkın her inanç ve etnik topluluğuna eşit ve adaletle hükmetmesi gereken Kemalist devlet kurumlarının yanı sıra, CHP ve MHP gibi din ve ırk düşmanı bölücü partilerinde intihar komandolarından farksız bir strateji izlemeleri, artık kimsenin kimseyi tutamayacağı bir yok oluşa sürüklemektedir. Karşındaki her kim olursa olsun sana düşman ise, ona dost davranabilmek olanaksız olup; içten içe biriken basıncın, kinetik enerjiyi arttırmasıyla infilak edeceği tabii bir sonuçtur.

İrtica adına askeri ve sivil eğitimin hedefi olan İslam’ın ilkelleştirilerek aşağılanması, yetişen nesillerin kin ve nifak tohumlarıyla zehirleyen öğretilerle aşılanması; barışı, tahammülü, hoşgörüyü ve uzlaşıyı kökten silip süpürmekte, böylece birbirine hasım bir toplumun oluşması devletçe sağlanmaktadır. Türkiye’yi mahvedebilmek ve insanlarımızı birbirlerine kıydırabilmek için ellerinden geleni ardına koymayan bir avuç Kemalist ve şövenist, mutlaka hak ettikleri belâya çarpılacaklardır.

Müslümanları insan olarak görmeyen laik düşünce; “Eşitlik, eşit insanlar arasında olur” barbar haçlı ve Nazi anlayışlarıyla işgalin vahim boyutunu ortaya koymaktadırlar.

''Tutum ve davranışları ile irticai görüşleri benimsediği ve bu gibi faaliyetlerde bulunduğu '' gerekçesiyle ordudan atılan subayların ve cezaya çarpıtılan er ve erbaşların, sırf dini inançlarından dolayı vatan hainleriymişçesine fişlenmeleri, hayatları boyunca bir daha herhangi bir kurumda dahi görev almalarını engellemektedir. Deşifre olup kamuoyuna yansıyanlar ve yansımayan binlerce bölücü ve yıkıcı olayların arasında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Maltepe Askeri Lisesinde yaşanan zorbalık, sessiz yığınları uyandırabilecek vahamettedir.

Namaz kılmanın dahi yasadışı görüldüğü Maltepe Askeri Lisesi Komutanlığında, vatani görevini onurla ve canı-pahasına yapan Müslüman bir askerin; tarihi ve dini eserler bulundurması, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gelen okuma yazma bilmeyen er kardeş ve vatandaşlarına ilgi gösterip yardımcı olmak istemesi, eğer suç sayılabiliyor ise; artık bu gidişata “dur” demek, hem hükümetin hem yargının hem halkımızın öncelikli görevi olmalıdır. Acaba böylesi vahim bir ayırımcılığı ve bölücülüğü yapan söz konusu Albay Muharrem Karataş, ordudan uzaklaştırılacak ve yargı önüne çıkartılabilecek mi? Onun PKK, DTP ya da ETÖ üyelerinden ne farkı var? İşte Kemalizm, işte albay; nerede düşman?

Nasıl olur da vatanı için canını vermeye gelmiş bir erbaşı sakıncalı gerekçesiyle acımasızca fişleyerek; hayatı boyunca lekeleyebilmektedir? Bir Müslüman’ın vatanı ve halkı uğruna şerefli askerlik görevini yapmak sakıncalı bir tehlike arz ediyor ise; neden orduya kabul edilmektedir?

Ne acıdır ki Müslüman halkımızın ordusunu komuta eden Kemalist subaylar, öylesine acımasız bir önyargı ve paranoyasal düşünce ve tavır içindedirler ki; barış, adalet, sevgi ve saygıyı simgeleyen İslam’ı bir zehir olmakla itham etmekte, Müslümanların fırsat bulduklarında çevrelerini kendi görüşleri doğrultusunda zehirlemeyi başarabilecek nitelikte olduklarını iddia ederek, askerlik hayatları bitiminde de kontrol altında tutulmalarını emredebilmektedirler.

Neden vahye iman etmiş Müslümanları topyekûn yok etmiyor, vatandaşlıktan çıkarmıyor ya da ömür boyu hapsederek zincirlere vurmuyorsunuz? Öncelikle benden başlayabilirsiniz…

Oysa Yaratıcı Allah’ın fişlemesinin yanında onların fişlemelerinin ne değeri olabilir ki?

Allah nezdinde makbul olan bir kimseye bütün insanlar yüz çevirse, ona bir zarar gelir mi? Allah indinde makbul olmayan bir kimseye bütün insanların hürmet ve tazimi ona bir fayda sağlar mı?

Yanardağ misali her an patlamaya hazır öyle bir nefretle kalpler yoğrulmuş ki, kaderin belirlediği süre henüz güncelleşmediğinden aktifleşmiyor. Geçmişin Ankara Garnizon Komutanı, bugünün ise Genelkurmay 2. Başkanı Org. Aslan Güler, başkomutanı ve ülkesinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sırf türbanlı olduğu gerekçesiyle eşini karşılayıp tokalaşmamak için protokolü terk edebilme cesareti gösterebiliyor ve sonrasında, bu silahlı zatın emri doğrultusunda Cumhurbaşkanının eşi protokolden geçemeyerek, arkadan dolaşmak suretiyle dışlanabiliyor ise; Türkiye’de kimin söz sahibi olduğu ve kimlerin diktasında idare edildiği de anlaşılabiliyor.

“Oysa seninin dinin sana, benim dinim bana” vahiy hükmüyle hoşgörü içinde yaşamaya çalışmaktan ise, neden saldırıyor, kendi görüş ve inançta olmayanlara yaşama hakkı tanımak istemiyorlar? Eğer Müslümanlar bu vatan için canlarını veriyor ve vermeye koşuyorlar ise, o barbarların hiçbir vatanperveri dışlamaya ve fişlemeye hakları bulunmamakta, mutlaka bölücülükten yargılanarak, cezai müeyyideye çarptırılmalıdırlar.

Müslüman askerlerin ordudan atılması için büyük bir çaba sarf eden bölücü CHP, Genelkurmay’ın hükümetle anlaştığını ileri sürerek, geçmişte olduğu gibi Müslümanların ordudan atılmamasının derdini yanabilmektedir. Neredeyse İstanbul’un başına büyük bir belâ olacak olan CHP’li Kılıçdaroğlu; "Ordunun büyüklüğü dikkate alındığında laikliğe karşı hiçbir dosyanın Yüksek Askeri Şura’ya (YAŞ) gelmemesi ilginç. Hükümetle Genelkurmay arasında oldukça sıcak bir ilişkinin olduğu kanısındayım" ifadesi, inanın PKK’ya rahmet okutturacak bir bölücülük ve düşmanlıktadır.

Müslümanları kesinlikle halktan saymayan haçlı Kemalistler, mahrem yerlerini gizlemek isteyen haşemalı kadınlarımızın havuza veya denize girmelerine dahi şiddetle karşı çıkabilmelerinin sosyal faciası, şüphesiz laik-Kemalist devletin ve CHP’nin ektiği ölümcül zehrin bir neticesidir. Ancak o zehrin kendilerini biçeceğini bir muhakeme edebilseler; sürekli af ve özür diler, kafalarını duvarlara çarparlardı. Aslında akıllı olmadıkları için o sefillere kızmamak, acımak gerekir.

Uğruna vatanlarını parçalamayı göze alarak, ısrar ve inatla savundukları laik ve Kemalist düşünceyi ikna yoluyla başararak değil, zorla kabul ettirmeye çalışan bir anlayıştan daha cahil ve barbar ne olabilir? Hiçbir insan aklının, mantığın ve duygunun geçit vermeyeceği bir düşünce, sığ kalmaya mahkûmdur. Cahil bir dostun yerine, akıllı düşmanın erdemliği nasıl unutulmamalı ise, putperest Kemalistlerin ve ateist laiklerin de görsel bilgi ve makamları, örümceksi güçleri seni yanıltmamalıdır…

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz.” Zümer. 64

Hiç yorum yok: