15 Eylül 2009 Salı

Ektikleri zehirle sadece kendileri yok olmayacak…

Müslüman milletimizin de acı ve dehşet içinde yerle bir edilmelerine sebep olacaklardır.

Allah’a ve Kur’an’a olan iman ve inancı ortadan kaldırabilmek için 85 yıldır sürdürülen bilim ve çağdaşlık manipülasyonuyla toplumumuzun bir kısmını etkileyerek asimilasyona uğratmışsalar da, büyük bir çoğunluğunu diledikleri gibi işleyemediklerinden amaçlarına kavuşamamış, kalplerdeki Allah ve İslam aşkını söküp atamadıklarından baskı ve komploların önü ardı kesilmemiş, laiklik ve Atatürkçülük adına her türlü zorlamayı mubah sayabilmişlerdir.

Yüzyıllardır yüce dinleri adına savaşıp can veren Müslüman halkımızın inançlarına tamamen zıt ve düşman bir anlayışın kökleşip egemen olmasına seyirci kalmalarının bedeli; hem siyasi, hem ekonomik, hem sosyal ve hem de askeri açıdan elem gelişmeleri doğurmuş, adalet dağıtan, barış ve bütünlük sağlayan İslam çatısının çökertilmesiyle yüzyıllardır birlik ve beraberlik içinde yaşayan farklı inanç ve etnik kökenli insanlarımız, şimdi birbirini öldüren ve kesinlikle tahammül göstermeyen bir hale dönüşmüştür.

Ateist doğmalı azgın laik ve Kemalistlerin Müslümanlara karşı kin ve nefretleri mutlak bir savunmayı meşru kılsa da, sabrın sonu selamettir imanlarıyla kışkırtmaya gelmemişler ve tepki vermeyerek, sahip oldukları merhametlerinden dolayı anaların akacak gözyaşlarını içlerine sindirmemişlerdir.
Müslümanların Kemalistlerin tanrısı Atatürk’e gösterdikleri duyarlılığı, maalesef onlar göstermemekte, Allah’ın adından dahi tiksinerek tepki verebilmektedirler.

“Gelin Allah’ı tanıyın” başlıklı Müslümanlara yönelik fevkalade masum ve aydınlatıcı yazıma nefretle meydan okuyan kişilerden ODTÜ mezunu Çevre Mühendisi Sarp Şekeroğlu adlı bir şahıs, gönderdiği yorumda; “Hayatta safsatalara ayıracak zaman yok” diyerek, Müslümanların tanrısı Allah’ı bir safsata olarak değerlendirebiliyor ise, gerçek suçlunun o değil, devlet ve din düşmanı yetiştiren Milli Eğitim olduğu tartışılmazdır.

Aslında laik ve evrim teorisi bazlı batı akseptanslı putperest bir eğitimin “milli” olabilmesi mümkün değildir. Müslüman Türkiye Halkına tamamen yabancı bir eğitime milli denebilmesi, apaçık bir aldatmacadır. Gerek ilköğretimde, gerekse üniversitelerde yetişen evlatlarımız bilim değil, Allah ve vahiy karşıtlığı öğrenmekte, dolayısıyla Sarp Şekeroğlu gibi ana ve babasını yaratıcı gören evrimci bireylerde, devletin sürekli “irtica” düşmanlığı işlemesiyle, hem Allah’a hem İslam’a hem de Müslüman halkına tahammülsüz hasım olabilmektedirler. Oysa tüm insanlar, Allah’ın dilemesiyle inançlarını yaşamakta, insanı insan yapan erdemlikle, herkes birbirine hoşgörü ve saygıyla yaklaşmalıdır.

Dinin bilimin ve aydınlanmanın önüne kesen bir karanlık olduğunu öne süren ateist ahmaklar, eğer amaçları gerçek bir bilim ve aydınlık olsaydı; bilimin duayenlerini örnek alırlardı. Israrla savundukları dinsiz bir olumlu bilim ve akılların gerek Türkiye’yi gerekse dünyayı nereye götürdüğü ve ne kadar acımasızlaştırdığı ortadadır. Oysa dinle savaşacaklarına bilimin önünü açan ve ilham veren bir temel yapı olduğunu kavrayabilselerdi, böylesine ezberci veya peşin hükümlü olmaz, geçmiştekiler gibi keşifler gerçekleştirip, aydınlığa koşarlardı.

Oysa dinsiz bir bilim olamayacağını, bilimle uğraşanların insanları dine götüreceğini, bilimin insanı Allah’a götüreceğini vurgulayan Einstein, Newton, Max Planck, Pasteur, W.Braun gibi nice mütevazı ünlü kâşifler, Türkiye gibi laik ülkelerde bilimin olamayacağını açıkça ifade etmektedirler. Nasıl ki dinsiz bir bilim imkansız ise, dinsiz bir devlette olanaksızdır...

"Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir bilim adamı düşünemiyorum. Bu durum şöyle ifade edilebilir. Dinsiz bir bilime inanmak imkânsızdır." Einstein

"Benim tek yaptığım, Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu, Allah’ın eseri, benim değil." G. W. Carwer

"Dünyanın beni nasıl gördüğünü bilmiyorum. Ama ben, kendimi, deniz kenarında oynayan küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Uçsuz bucaksız doğrular denizi, bilinmez olarak önümde dururken, şurada ve burada daha düzgün çakıl taşlarını ya da güzel midye kabuklarını toplamakla yetiniyorum." Newton

"Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil, her şeyi yöneten Allah’tır." Newton

"Uzun yaşamımda öğrendi¤im tek şey var. Gerçeklikle kıyaslandığında, tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır."
Einstein

"Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir. Bedende egemen olan aklı, nasıl göremiyor, onun varlığını eserlerinden anlıyorsak, görülmeyen Yüce Allah’ı da eserlerinden keşfedebiliriz." Sokrat

"İnsan eliyle uzayda uçmak şaşırtıcı bir başarı ama uzay, kapılarının çok az bir kısmını insanlara açıyor. Bu delikten evrenin geniş esrarına bakmak, Yaratıcı’ya olan kesin inancımızı onaylıyor. Evreni var eden üstün bir Etkin Aklı tanımayan bir bilim adamını ve gelişen bilimi reddeden bir din adamını anlamakta güçlük çekiyorum." W. Braun

"Doğayı ne kadar çok incelersem, Yaratıcı’nın eserleri karşısında inancım o kadar çok artıyor. Bilim insanı Allah’a götürür." Pasteur

"Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes, tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür." Einstein

"Hangi sahada olursa olsun, bilimle ciddi şekilde ilgilenen herkes, bilim mabedinin kapısındaki şu yazıyı okuyacaktır. "İman et". İman, bilim adamlarının vazgeçemeyeceği bir vasıftır." Max Planck

"Din duygusu ne zaman kaybolsa, bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor." Einstein

"Ancak Allah’a inandığım zaman yaşadığımı anladım." Tolstoy

Ayrıca öğrenmek için sadece çok çalışmak yeterli değildir. Tıpkı onlar gibi çok görmek ve çok acı çekmek öğrenmenin ve bilimsel keşiflerin olmazsa olmaz anahtarlarıdır.

Bugün, dinsiz laik devletin zorlamasıyla dayatılan dinsiz laik bir eğitim ile evlatlarımızın geleceği karartılmakta, bilimsel eğitim verilmeyerek, ezberci ve deneyci nesiller yetiştirmekle kalmayıp, her an birbirini boğazlayacak düşman taraflarda oluşturularak, bir felakete doğru ilerlemekteyiz.

Bu vahim gidişata son verecek bir devrimin acilen gerçekleşmesi, bu ülkenin sahibi her vatandaşın vazgeçilmez görevi olmalıdır. O uluyanların ulumalarına kulaklarımızı tıkayıp, bizi bizden ve Allah’tan koparmaya çalışan putperestlerin baskı, tehdit ve şantajlarına karşı dik durmaz, boyun eğmeye devam edersek; bilin ki gelecekte olacak olanlara karşı bizi mahvolmaktan koruyup kurtaracak bir güç bulamayacağız.

Bir sorun bakalım onlara; daha yolda yürüyen ya da evde oturan vatandaşını gasptan, darptan ve öldürülmekten kollayamayanlar, yarın ki felaketten sizleri kurtarabilecek mi? Laiklik ve Atatürkçülüğün kanıtlayabileceği aktif bir gücü var mıdır?

Laik bir devletin politikacısı ve bürokratından dürüstlük beklemeyiniz. Allah‘ın değil, laik ve Kemalist devletin ilkelerine bağlı görev yaptıklarından, fırsat bulduklarında, şeytanın adımlarını takip edecek gayrimeşru yola sapacaklarından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü her şeyi gözeten ve bilen bir Allah’ı değil de, ölü bir insanı tanrı edinmiş bir devletin, insani vicdanlara hükmedebilmesi ve korku salabilmesi mümkün değildir. Haksızlığı ve gayrimeşruyu durdurabilecek güç, her şeyi gözetleyebilen, var eden veya durdurabilen bir güçtür. O’da ancak Yaratıcı’dır.

Bu ülke hepimizin ve hiçbir güç, bir başkasına baskı ve zorlama uygulayamaz…

Unutulmamalıdır ki geçmişteki devletimiz Osmanlı’nın dünyaya adaletle hükmetmesi; herkesin bildiği gibi, devletin kuruluşundan beri Kuran'ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulmasından, yaklaşık 23 milyon kilometre kare olan sınırları devasa ülkenin gücü ve bütün tab'ası refah ve mutluluğu en yüksek dorukta yaşamıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen fitneler, karışıklıklar, dini ve ırki hesaplaşmalar ve çeşitli nedenlerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü. Oysa şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin imkânsızlığı açık ve seçik ortadadır.

Yaratıcısı Allah’ı üzerinde hissetmeyen insanın doğru, adaletli ve dürüst olabilmesi olanaksızdır. İnsanların dürüstlüğü, eline geçirdiği fırsatlarla eşdeğerdir. Allah’a olan iman ve inancı reddeden bir devlette, şöhreti İslamcı dahi olsa bir insanın hakkaniyetle hükmedebilmesi ve adil davranabilmesi söz konusu değildir. Mutlaka çocukları, eş ve dostlarına ayrıcalık sağlayacak ve onların taleplerini, idare ettiği vatandaşından öncelikli tutacaktır.

İnsanı, insansal fıtratıyla değerlendirilmeli, insanı yaratmayan bir yaratığı veya laik bir devletin insan ile ilgili yasa yapabilmesi, ileriyi görebilmesi ve adaletle yönetebilmesine muhakeme edebilen hiçbir düşünce geçit veremez. Kim yaratmış ise, onun yasaları geçerli olmalıdır…

Tıpkı ruha somut bir biçimde dokunamayan farazi sözde bir bilimin, ütopyadan ibaret başarısız analiz ve terapileri misali, devlette idare ettiği halkının mal ve can güvenliğini koruyamayarak, huzur ve güveni tesis edemeyerek sürekli bocalamaktadır.

Bu sebeple Allah’ı ve dinini kabul etmeyen bir devletin Müslüman veya başka dinden bir toplumu idare edebilmesi, akıl ve mantık dışıdır. O, ancak bir işgalcidir.

Suçluların insan hakları adına itibar görüp mağdurların horlandığı ya da baskı veya aracı hatırsal güçlerle haklarını aramaya çalıştığı bir düzende adalet sağlanamaz.

Gerek uluslar arası, gerekse içerdeki bölünme ve yenilgi, laik eğitimden başka bir şey değildir.

Her kim ne derse desin; laik, yani dinsiz bir bilim olamayacağı gibi, dine sahip bir halkın da dinsiz ve putperest bir devleti olamaz…

Hiç yorum yok: