29 Eylül 2009 Salı

Diğerleri farklı mı?

Öze inilmeden yapılan yargılar, kötünün sinsice kökleşerek, yayılıp bakileşmesine, dolayısıyla söküp atılamama gibi bir imkânsızlığa yol açmaktadır. Sağlam zemin üzerine inşa edilmemiş yapıların en basit olumsuzluklarda dahi yıkılabilecek tedirginlik doğurması, yapıların en çürüğü olan örümcek evlerinden farksız bir dayanıklılıkta olduklarını ortaya koymaktadır.

Laik ve putperest Türkiye Cumhuriyet devletinin temelleri; malum Atatürk’ün “din ve namus telakkisini ortadan kaldıran, kuvvetlenmenin ve çabuk zengin olmanın” dinsizlik ve namussuzlukla mümkün olunabileceği düşünceyle atılması; adı, programı ve görüşü her ne olursa olsun tüm partilerin bu temel ilkeyle hareket etmelerinden harami parti CHP’den hiçbir farkları bulunmadığı tartışılmazdır.

Acımasız kapitalist ve ikiyüzlü liberalizmin vicdansız tüm kurallarını benimseyen taraflar; eş, dost ve yandaşları dışında hiç kimseye merhamet gözetmemekte, devlet imkânlarını eşit ve adaletsi bir paylaşımdan yana tasarruf etmeyerek, lehlerine peşkeş çekebilmektedirler. Atatürk’ün ilkesel düşünce, duygu ve davranışlarıyla hareket etmelerinden dolayı gücü ele geçirmenin kendilerince haklı keyfiyetiyle, and içtikleri “ilke” doğrultusunda kuvvetlenmekte, böylece çabuk zengin olabilmektedirler.

Özellikle politikacı, bürokrat, ilahiyatçı ve akademisyenlerin kötüleri; bazen iyi yanları veya kamuflajlı imajlarından ötürü gerçekleri perdeleyebilmekte, böylelikle ne kadar kötü oldukları anlaşılamayarak, derinsi tehlikenin boyutu fark edilememektedir.

Toplulukların önderleri lehine önyargılı davranarak, akıl almaz gerekçelerle hata ve yanlışlarını savunabilmeleri ya da inatla inkâra kalkışmaları; yalanın, çıkarcılığın ve fırsatçılığın daha da yayılmasına, kötülüğün meşrulaşmasına sebep olmaktadır.

Einstein der ki: “Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki peşin hükmü söküp atmak, atomu parçalamaktan daha zordur.”

İnsanoğlunun liderleri veya olayları özde değil de yüzeyde değerlendirerek hükme varmaları; gerçeği veya yalanı, doğruyu veya yanlışı, iyiyi veya kötüyü kestirememelerine, dolayısıyla tehlikesi gidişatı kavrayamayarak acı ve dehşeti çağırmalarına neden olmaktadır.

Benlikleri coşturan güç, makam, şöhret ve paranın sarhoşsal etkinliği hakkı ve adaleti kıydığı halde sürekli şikâyet eden yığınları uyandırmaması dinsiz ve namussuz düzenlerin varlığını sürdürmesine; düşünce ve inancı ne olursa olsun her kesimi çarklarının arasında öğüterek pespayeliğe dönüştürmesine yegâne sebeptir.

Politika öylesine samimiyetsiz alçak bir kapıdır ki, her kim bu kapıdan içeri girerse; onun bir daha aklanabilmesi mümkün olamamaktadır.

Ruhi yahut fiziki can yakan, emanete ihanet eden, halkı aç ve yoksulken kendisi saltanat sürerek hakları zimmetine geçiren, doğru ve dürüst davranmayıp sürekli saf değiştirmek suretiyle yanıp sönenlerin temizlenebilmesi söz konusu değildir.

Böylesi laik ve putperest bir düzende sadece CHP’yi hedef alıp, AKP ve diğerlerini dışarıda bırakmak, şüphesiz insafsızlık ve haksızlıktır. Atatürk ilkelerine and içip boyun eğen herkes, bilinmelidir ki dinsizliği ve namussuzluğu kabullenmenin, çıkarları peşinde koşmanın, yabancı güçlerin artığı ile beslenmenin ve hegemonyalığına teslim olmanın alçaklığıyla politika yapmaktadırlar. Ancak nabza göre çok iyi şerbet verebilmenin usta hünerine sahip cambazlar, kendilerini saklayabilme başarılarından dolayı değiştirdikleri saflarını ya belli etmeyebilmekte ya da ikna edici argümanlarla yanlışı doğru gösterebilmektedirler.

“Neden Oy Kullanmıyorum” adlı kitabımda da ifade ettiğim üzere; bir İngiliz olan Atatürk ilkelerine bağlı politika yaparak devleti ve milleti yöneten her kim olursa olsun; o bir sömürücüdür, o bir vicdansızdır, o bir yalancıdır, o bir riyakârdır ve onun ne bir safı ne de bir siyaseti vardır.

Geçmişte İngiliz mandası altında özgür köle olan Müslüman milletimiz, bugünde Amerika mandası altında varlığını sürdürmekte, buyruğu doğrultusunda politika üretenler, üzerine and içtikleri ilkelerin gereğini yapmaktadırlar. Öyleyse neden öfkeleniyor, hak ve adalet arıyorsunuz ki? Böylesi bir hurdayı sürebilecek bir şoför mümkün mü?

Hakkın ve adaletin egemen olabileceği siyasi bir temel atılmaz ise, onurlu ve bağımsız bir yapının inşa edilebilmesi ve düzlüğe çıkılabilmesi mümkün değildir.

Tamamen dini yok etme odaklı ahlaksız bir çağdaşlaşmayı kalkınmanın, ilerlemenin ve aydınlanmanın anahtarı zanneden anlayış; İslam referanslı Başbakan Erdoğan ve AKP’yi de “Manukyan Ekonomisi” ne götürmüş, İslam ülkeleri üzerinde emelleri olan haçlıların tehditkâr sermayesine muhtaç kılarak, sözde ekonominin rayına oturduğu izlenimi doğurup, ihanetsel her türlü tavizi koparabilmişlerdir.

ABD emreder, Türkiye yapar. Acaba ABD emretmeseydi, adı “Kürt Açılımı ya da Demokratik Açılım” denen uzlaşma, gündeme gelebilir miydi? CHP ve MHP’nin şovsal ve içtensiz muhalefetine de aldanmayın. Şayet onlar iktidarda olsaydı, AKP’den farksız adım atamazlardı. APO’yu idamdan kurtaran CHP zihniyeti ve sözde milliyetçi MHP değil miydi? APO’yu idam ettirmeyen ABD değil miydi? Hangi şartla APO’yu teslim ettiğini bir hatırlayın…

İktidarda kimin oturduğunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü T.C temelleri bu esas üzerine atılmış, yıllarca savaşılan dinimiz ve ırkımıza amansız hasım haçlıların batılı medeniyetinden taviz verilmeyip müttefik manipülasyonuyla her şart ve koşulda müstemlekeliğinin kabul edilmesi, anayasanın değiştirilemez dolaylı ilkeleri arasında bulunmaktadır.

Sorun iktidardaki kimlikte değil, Atatürk’ün tanrısal hükümleriyle bezenmiş değiştirilmesi, hatta tartışılması dahi mevzubahis ettirilmeyen anayasadadır.

Verilen her oy, işte şikâyet edilen bu anayasayı ve düzeni meşrulaştırmaktadır.

Hiç yorum yok: