26 Eylül 2009 Cumartesi

Müslüman Mustafa Kemal mi, ateist Atatürk mü?

Şekli Mustafa Kemal, aslı İngiliz bir dublör olan Atatürk adlı tanrısallaştırılmış bir müstebitin hükümranlığındaki Türkiye; hastanede gözlerini açan bir bebekten ölüme kadar portresi ve heykelleriyle büyümekte, söz ve düşünceleriyle beyinler yıkanıp baskı ve tehditle putperest bir mecburiyete mahkûm olunmaktadır.

Doğuştan ölüme kadar her yer ve zeminde onu görmek, anmak, ilkelerine itaat etmek ve saygı duruşunda bulunmak, Kemalist devletin olmazsa olmaz bir koşulu olarak milletimize dayatılmakta, Allah’ın gerçekleri gösterip hidayete erdirdiği ve muhakeme yetisi olan insanlar müstesna, yoldan çıkmış herkes onu aklında ve kalbinde yaşatmakla övünebilmekte, aydınlığa ulaştığı serabıyla ayakları yerden kesilebilmektedir.

Atatürk’ü sevmeyen, saygı duymayan, ilke ve inkılâplarını ve şahsı münhasır milliyetçiliğini kabul etmeyenlerin “VATAN HAİNLİĞİ” ile aşağılandığı totaliter bir ülkede; hür irade, düşünce ve inancın var olabilmesi mümkün olamamakta, dolayısıyla düşman saflar oluşturularak, Türkiye ne huzura kavuşabilmekte, ne gelişebilmekte, ne de hak ettiği güce ulaşamayarak; bağımlı bir müstemleke, adaletsiz ve eşitsiz üçüncü bir dünya ülkesi olmaktan ileri gidememektedir.

Allah’a, Resulüne ve Kur’an nizamına iman etmiş kendimizden olan Müslüman ve Türk bir Mustafa Kemal yerine, ateist bir İngiliz Atatürk’üne teslimiyetimiz, hiçbir ülkede eşine rastlanmayacak bir zillet, hakirlik ve çağ dışılığa sebep olmaktadır. Yalan, hile ve ihanetlerle Türk milletini oyuna getiren din aleyhtarı, haçlı lehtarı putperestler, Müslüman bir Mustafa Kemal’i baş tacı etmekten ise, İslam ve Türk düşmanı bir Atatürk’ü tanrısal önderliğe yüceltmek, ne acıdır ki tüm milletimize kapkara bir leke çalmakla kalmayıp, milli ve manevi özünden kopararak başkalaştırmıştır.

Müslüman Türk Silahlı Kuvvetlerinde yıllarca komutanlık yaparak, orgeneralliğe ve MGK Genel Sekreterliğine kadar yükselmiş bölücülüğü ve teröristliği tartışılmaz Tuncer Kılınç adlı bir ataist, “Atatürk milliyetçisi değilseniz vatan hainisiniz” meydan okuyucu açıklamalarıyla, aslında değil bir orgeneral, Türk Ordusu gibi imanlı ve şerefli bir camiada er dahi olabilecek bir liyakate sahip olamayacağını açıkça kanıtlamaktadır.

En korkunç handikap ise; gerek TSK’ da, gerek bürokraside, gerekse meclis ya da hükümette iştigali ile ilgili başarı ve yetenekler önemsenmeyip, Atatürk’e tapınma derecesi ölçü alınarak rütbe ve makamların dağıtılmakta, dolayısıyla ödüllendirilerek, vicdan, bilgi ve maharetleri olmayanların işgal ettiği kurumlar yumağı, birleştirmektense bölebilmek için bindikleri dalı kesebilmektedirler.

Dini ve milleti adına canı pahasına mücadeleler verip hâkimiyetin monarşide değil, halkta olmasını savunan Mustafa Kemal, asla kendisinin diktatörlüğünde totaliter bir devleti savunmamış, şahsi bir tabulaşmayı istememişti. Ancak İngiliz Atatürk, monarşi ve derebeylikle yönetilen ülkelerde olduğu despot bir Atatürk Devletini kurarak, halkın özgür ve egemen olması gereken “cumhuriyetin” anlam ve mahiyetine de darbe indirmişti.

Cemal Kutay ve damızlık ürünü çağdaşlarının; “Damarımı kesseler Atatürk akar” söz ve inançları, devletin zorlamasıyla neslimiz üzerinde büyük etki yapmış; düşünce, duygu ve ölümsüz addedilen tanrısal varlığı, her şeye hükmeden bir Atatürkçülüğü doğurarak, çağlar öncesi putperestlik sapkınlığı günümüzde meşrulaşabilmiştir.

Dikkatle irdelendiğinde Atatürk’ün yaptığı kanlı devrimler, tamamen din, yani vahiy odaklı olup, sanayi, ticaret, bilim, teknoloji, eğitim, kültür ve sanata hiç önem verilmeyerek, dünyayla rekabet edebilecek bir ilerleme kaydedilmemiş, keşifler gerçekleştirilememiş, istihdam oluşturulamamış, Türk lirasının 1921’deki yabancı paraya karşı olan değeri, 1938’de gerileyebilmiş, Merkez Bankası banknot hacmi, 20 yılda sadece %20 artabilmiş, yerli kaynaklar atıl olmaktan çıkarılıp ekonomiye kazandırılarak, yoksul halkın refah düzeyi daha da kötüye götürülmüştür.

Oysa Mustafa Kemal, birlikte savaştığı ve yoklukla mücadele ettiği halkı aç ve fakir iken, kendisi tok olmaz ve anlatıldığı gibi saltanat içinde vicdansız bir yaşamı içine sindiremezdi.

1938 yılında Türkiye mali sorunlarla mücadele eder ve Türk halkı kuru bir ekmeğe muhtaç iken; Atatürk’ün içinde sadece yaklaşık 6 hafta kaldığı Savarona adlı yatı, bir Amerikalı bayandan 4.milyon Dolar ödeyerek satın alması, işte o vicdanlı Müslüman Mustafa Kemal’in yapabileceği merhametsiz bir israf olamazdı.

Söz konusu yat, dönemin en ihtişamlı özel yatı olup, dünyanın dört bir yanından getirilen tarihi ve paha biçilmez eşyalarla donatılmış, kralların, şahların, sultanların ve devrin en zengin adamların dahi almaya cesaret edemediği Savarona’yı Atatürk’ün satın alabilmesi, fukara halkını ne kadar önemsediğini ve milletiyle birlikte elem ve keder çekmediğini gözler önüne sermeye yetmektedir.

Ekonomisi gelişmemiş, halkı refah düzeyine ulaşmamış yoksul bir ülkenin sözde saltanata son veren devrimci ve sözde kurtarıcı devlet başkanı; neden vicdanının sesini dinlemeyerek, böylesi insaf dışı bir lükse ihtiyaç duymuştu?

Atatürk, İstanbul’a geldiğinde, Osmanlı Devleti tarafından Saltanat Gezinti Gemisi olarak 1903’te yaptırılan ve II. Abdülhamit’in bir kere olsun binmeyip, önce Haliçte demirli kalan ve sonra II. Abdülhamit tarafından I.Dünya Savaşı sırasında donanmanın emrine verilerek, İstanbul’dan Çanakkale’ye cephane taşıyan Ertuğrul Yatı (gemisi) ile geziyor ve yabancı misafirlerini ağırlıyordu.

1938 yılında İngiliz Kral VII. Edward, İstanbul’u ziyaret ettiğinde bacadan dökülen kurum, amansız Türk düşmanı Majestelerinin beyaz pazenlerine kirletince, Atatürk, Çanakkale’de zafer yazan şehit ve gazilere cephane taşıyan tarihi Ertuğrul’un hurdaya gönderilmesine karar vererek, yeni bir cumhurbaşkanlığı yatı araştırılması için emir vermiş ve Savarona satın alınmıştı.

Atatürk’ün Kralı Edward’ın kurumla kirlenen pazenlerine Çanakkale’deki şehit kanlarının simgelerinden Ertuğrul gemisini kurban etmeye kalkışması, onun asla bir Türk olamayacağını ortaya koymaktadır. Acaba Mustafa Kemal, İngilizlere karşı savaşan Müslüman Türk milletine hizmet etmiş ve anılarla dolu böylesi kanla boyanmış bir gemiyi, İngiliz Kralının pazenlerini kirletti gerekçesiyle hurdaya gönderir miydi?

Eğer Atatürk, Çanakkale Savaşında o yiğit Müslüman Osmanlı Türk askerleriyle birlikte savaşsaydı, yaklaşık 80 bin askerimizin karınlarını deşen, bedenlerini kalbura çevirip parçalayan o barbar İngilizlerin Kralının basit bir bez parçası olan pazenlerine gösterdiği hassasiyeti, pejmürde yırtık pırtık elbiseleri ve helal bedenleri kanla bezenmiş şehitleri anımsar ve acımasız işgalci düşmanına böylesi bir tazimi sindiremezdi…

Tüm gerçekler ne kadar berrak ve tartışılmaz delillerle ortaya konsa da, Allah’ın buyurduğu; kalplerinin üstüne perde çekilmiş, kulaklarına da ağırlık verilmiş kimseler; her türlü mucize görseler bile yine de inanmamakta direnir, vicdanlı ve yansız bir yargıya gidemezler.

Kanın yerini alarak damarlara kadar girip sürekli kalbi pompalamak suretiyle tüm hücrelere can kattığı düşünülen İngiliz Atatürk’ü öyle bir çırpıda söküp atmak imkânsızdır. Fiziki bir uyuşturucunun dahi temizlenmesi çok zor koşullarda ve zaman diliminde gerçekleşirken, ruhsal bir temizlenmenin olasılığı öyle kolay değildir. Ancak yeni neslin zehirlenmesini engellemek maksadıyla Müslüman Mustafa Kemal’i işlemek, mutlaka meclis ve hükümetin duruşuyla mümkündür.

Gerek askeri gerekse sivil eğitimdeki Atatürk putperestliği geleceğimizin daha da berbat olacağını işaret etmekte, milletimizi çağlar öncesi felakete götüren bu sapkınlıktan kurtarmak ve aslına döndürebilmek için herkesin canla başla vazife yapmasının hayati bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.

Mustafa Kemal, şeriata bağlı dini birliktelikle Müslüman Türkiye Ordusunu komuta ediyor ve zaferden zafere koşmasının yakın bir tanığıydı. Farklı etnik, inanç ve düşüncede olan ordu ve halk, şeriatın getirdiği mutlak adalet güveninden dolayı aynı insancıl hisleri paylaşıyor ve bir bütün olarak hareket ederek, muhalif veya aykırı tek bir ses, kenetlenmiş ahengi bozmuyordu.

Ancak Mustafa Kemal’in şehit edilmesinden sonra diktatörlüğe getirilen İngiliz Atatürk, apaçık intikam alırcasına bütünlük içerisinde vatanlarını zalim haçlı gâvurlarına teslim etmemek adına mallarıyla ve canlarıyla savaşmış onbinlerce gaziyi ya ipte sallandırarak ya da kurşuna dizdirerek şehit etmiş ve geriye yığınla gözü yaşlı dul ve yetim bırakarak, ya açlığa ve susuzluğa ya da genelevlere sermaye ederek, haçlıların yapmaya başaramadığı vahşeti ve kirliliği yapabilmişti. Batı merkezli laik inkılâplar için yapılması meşru sayılan bu canilik, ancak intikam hırsı ile yanıp tutuşan ünlü Drakula Kazıklı Voyvoda misali bir Müslüman ve Türk düşmanının işleyebileceği bir barbarlıktı.

Gerek geçmişteki, gerek günümüzdeki gerekse gelecekteki bölünmenin, dağılmanın ve çatışmanın yegâne önleyici anahtarı; DİNİ BİRLİKTELİKTİR. Gerisi yalandır ve büsbütün körükleştiricidir.

Ateist İngiliz Atatürk’ün değil, Müslüman Mustafa Kemal’in yolundan gidin, umulur ki kurtuluşa erersiniz…

“Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hale geldiği noktaya gelince, o rejim mahkûm olmuştur.” Montesquieu

Hiç yorum yok: