16 Eylül 2009 Çarşamba

Yeni bir zafere ihtiyacımız yok mu?

Bugün kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı; inanç ve iman aşkıyla şehit olabilmek adına savaşan kadın ve çocukların dahi katıldığı Müslüman milletimizin Sakarya meydan muharebesindeki imani zaferi temsil etmesi gerekirken, maalesef gösterişli sözde bir şükran orta oyunu sergilenmektedir.

Ülkemizi işgal eden Yunan orduları, kendilerinden emin ve mutlak bir galibiyet bekledikleri savaş meydanında, Allah adına şehit olmaya koşan cengâverlerin cesaretleri karşısında gerilemek zorunda kalmış, 1922’de Yunanlılar mağlup edilerek, topyekûn topraklarımızdan atılmışlardır.

Mustafa Kemal’in başkomutanlığında gerçekleşen Sakarya Savaşında, “Allah Allah” nidaları Yunanlılara öyle bir korku salmış ki, bir leş sürüsü gibi kaçmaya dahi takatleri kalmayıp ya öldürülmüş ya da esir düşmüşlerdi. Güçlü silahları ve kalabalık ordularına güvenerek, sayı ve teknolojik yönden zayıf gördükleri, işinin bittiği ve kaynaklarının tükendiğini zannettikleri Türk ordusunun imansal güçlerini hesap edememiş, düştükleri yanılgıdan dolayı büyük bir hezimete uğramışlardı. Oysa inanç, en korkunç ve ürkütücü bir silahtır.

Yaşamları boyunca dinleri ve bağımsızlıkla adına savaşıp, sayısız zafer kazanarak düşmanları püskürten bu necip millet, geçmişteki işgaller misali yabancılar tarafından değil, yazık ki kendi içinden işgal edilmenin kahrını çekmektedirler.

Bu vatanı kanlarıyla bizlere teslim eden Müslüman atalarına ihanet ederek, Allah’ı ve dini tanımazların devlet istilaları ve millet işgalleri; mutlak yeni bir “Zafer Bayramı”nı mecbur kılmaktadır.

Hiçbir gücün esareti altında yaşamamış ve zincir vurulmamış olan milletimizin batı taşeronu kompleksli Kemalistlerce teshir edilmeleri, vakarlı dirençlerini kırmış, haçlı düşmanlarımıza karşı dik durmamamıza neden olarak, emir erliğine mahkûm etmiştir.

Zaferleri Allah’tan değil, tanrıları Atatürk’ten sanan güruhlar; her yıl kutlanan Zafer Bayramı gibi nicelerini putperest bir inanışta gerçekleştirerek, laikliğe aykırı olduğu düşüncesiyle “Allah” adını ağızlarına almaktan bile tiksinip, hem o savaşta canlarını veren şehit ve gazilere hem de başkomutan Mustafa Kemal’e hıyanet etmektedirler.

Bakın; Mustafa Kemal 07 Şubat 1923 Cuma günü, Müslüman bir ülkenin devlet başkanı olma sıfatıyla Balıkesir’deki Zağnoş Paşa Camisinde hutbeye çıkarak, ünlü vaazında ne demişti:

“Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenâb-i Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizami, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimussan’daki açık ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’in evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için her şeyden önce hakimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.”

Allah, peygamber ve İslam düşmanı Kemalistlerin tanrı edindiği Atatürk’ün “Gazi Mustafa Kemal” olabilmesi mümkün mü?

Mustafa Kemal’i alçakça sömürerek, bölücü ve yıkıcı emperyalist emellerine alet eden Kemalistleri devlet işgalinden kurtarmak, şüphesiz o yiğit atalarımıza olan vefa borcumuzdur.

Dualarla yâd edilmesi gereken o müthiş zaferin, putperest bir törenle kutlanması kadar daha acı ne olabilir? O gün Allah Allah diyerek şehit olanları bugün Atatürk Atatürk diyerek anmak, bir devletin en büyük kara lekesidir.

Onun içindir ki bugün şerefle kutlamamız gereken Zafer Bayramı ve anmamız icap eden o şehit ve gazilere zaferin imani ruhuyla hitap edilmediğinden, tamamen putperest şovsal bir gösteriden öte hiçbir değer taşımamaktadır.

Kutlanılan Zafer Bayramı, Müslüman Türk Ordusunun kazandığı bir galibiyetin ahengi değil, o Müslümanların evlatlarına düşman Kemalistlerin sömürdükleri bir gösteriştir. Tıpkı Mustafa Kemal’i tanrılaştırıp istismar etmeleri gibi, zaferlerimizi de acımasızca kullanarak amacından saptırabilmektedirler.

Tarih yalan söylemez ama tekerrür eden hata ve ihanetler, tarihi becerir.

Hiçbir kanıtı ve yaptırımı olmayan içi boş nutuk ve vaatlerle yıllarca milletimizi kandırıp başlarını öne eğdiren Kemalistler, haçlıların savaş meydanlarında başaramadığını, irrasyonel sözlerle başararak, milletimizi tutsak yapabilmişlerdir.

Gazi Mustafa Kemal’inde hasmı olan putperest Kemalistler, devletten soyutlanmadığı müddetçe, geçmişteki hiçbir zaferi kutlama hakkı ve milletimizin birlik ve beraberlik içinde bağımsız olabilme şansı bulunmamaktadır.

“Öyle büyük boş laflar vardır ki içinde bir millet esirdir.” S.LEC

Hiç yorum yok: