27 Eylül 2009 Pazar

Harami bir parti…

Din, ırz ve namustan daha onurlu ve değerli bir şeyin olmadığı dünyada; ne tarihte, ne de günümüzde örneği bulunmayan ürkütücü bir ilkeyle temelleri atılmış Cumhuriyet Halk Partisi’nin hala varlığını sürdürüyor olması, milletimiz adına fevkalade utandırıcı ve düşündürücüdür.

Manevi kıymetlerden tamamen yoksun materyalist bir İngiliz Atatürk’ünün kurduğu CHP, zenginleşmeyi ve kazanmayı “dinsizlik ve namussuzlukla” başarılabileceği düşüncesiyle hareket ederek; “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Onun için din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz” harcıyla atılan temel, CHP’nin gerçekte dinsiz ve namussuz bir parti olduğu; parti yöneticilerinin, üyelerinin ve destekleyenlerinin, böylece bilinçli ya da bilinçsiz dinsiz ve namussuz oldukları belgelenmektedir.


1812 ve 1887 yıllarında ve günümüzde dahi dünyanın en önemli çelik üreticisi olan “Krupp Çelik”’in kurucusu Alfred Krupp; “Kaybedilen para bir şey değildir, ama kaybedilen namus çok şeydir “ inancıyla, İngiliz Atatürk’ünün düşündüğü ve CHP’nin kabul ettiği gibi, kuvvetlenmenin ve zenginliğin namussuzlukla elde edilemeyeceğini, çok zengin ve başarılı bir iş adamı sıfatıyla dikta etmiştir. Unutulmamalıdır ki ilk kurduğu fabrikasında 4 kişi çalışırken, öldüğünde ise fabrikalarında 20000 kişiden fazla işçi çalışmaktaydı.

İnsanı hayvandan ayırıp disipline ederek üstün bir yaratığa dönüştüren din ve namus telakkisinin ortadan kaldırılması, benliğe galebe çaldırıp şeytanı azdırırcasına egemen kılmasından iyi ve güzel ne varsa topyekûn yok olabileceği gerçeği, maalesef beyinci kümbetlerce idrak edilememektedir. Ne var ki dinin ve namusun görünmez ruhi gücü ve etkisi; enerji ile kütlenin çatışma veya çakışmasını sonsuzlukla çarpıp boyutlarını tüm evrene yaymaya başarabilen insanın kavrayabileceği bir kudrettir.

CHP gibi nice din ve namus düşmanlarının vicdansız kalplerini ve muhakemesiz akıllarını ustaca kamufle eden söylemleri; nasıl sinsi bir illüzyonist, hipnoz uzmanı ve akıl manipülatörü olduklarını kanıtlamakta, tıpkı kamuflajın ustaları olarak tanımlanan “Besiceros” cinsi karıncalar misali, amaç ve gayelerini “görünmez” kılabilmektedirler. Shakespeare’in ifade ettiği gibi, “Namus görünmez bir cevherdir; çok kere ona sahip olmayanlar sahipmiş gibi görünürler.”

CHP’nin masonik felsefesi kurulduğu andan itibaren hiç değişmemiş ve tüm kadrolarında örgütlenerek, Halk Evleri ve Köy Enstitüleri gibi kurumlarla kitleleşerek devam etmiş ve Kemalist devlet destekli Atatürkçü kurumlarla perçinlenmiştir.

Mustafa Kemal’in “Kanuni nizam Kur’an’ı azimüşşandır” ilkesine bağlı binlerce masum Müslüman’ın asılmasından sorumlu Ankara İstiklal Mahkemesinin reisi ünlü mason Dr. Reşid Galip, “İslam dininin Türkiye için yol gösterici olamayacağını” vurgulayarak, Kazıklı Voyvoda’dan farksız Müslüman Türk kanı akıtmaya doymamış bir canavardır.

Dinsizliğin, namussuzluğun ve ahlaksızlığın bayraktarı ve ülkedeki en yüksek dereceli masonlardan biri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, “Halkevleri, vatandaşların medeni, bedii irfan ve zevk ihtiyaçlarını tatmin edecek müesseselerdir" diyerek, iffetli Müslüman Türkiye aleyhine alçakça nasıl bir asimilasyona ve namussuzluğa giriştiklerini itiraf etmektedir.

1935 yılında Atatürk’ün mason localarının kapatılması ile ilgili karar, öyle sanıldığı gibi millet aleyhine büyük bir tehlike arz etme gerekçesinden dolayı değildir. İngiliz Atatürk’ün ölümüne kadar İçişleri Bakanlığını sürdüren ve daha sonra CHP Genel Sekreteri olan Şükrü Kaya, "Halkevlerinin mason localarının işlevini yerine getirdiğini ve bu yüzden mason localarının kapatılmasında bir sakınca görmediklerini" açıklaması, önemle altı çizilmesi gereken bir gerekçedir. Masonların Üstad-ı Azamı Kemalettin Apak, Türkiye'de Masonluk Tarihi adlı kitabında, Kaya'nın bu yaklaşımını şöyle anlatıyor: "Bu 33 dereceli kardeşin toplantısında Şükrü Kaya birader, masonluğun istihdaf eylediği sosyal ve kültürel faaliyetlerin bir müddetten beri Halk Evleri ve Halk Odaları tarafından yapılmakta olduğu göz önünde bulundurularak, masonluğun artık faaliyetlerini tatil etmesi lâzım geldiğine partice karar verilmiş olduğunu, Hükümetin de bu kararı tatbik mevkiine koymak zorunda olduğunu bildirdi."

Açıkça görüldüğü üzere mason localarının kapatılması, halkın uyanmasını engellemek maksadıyla masonlarca alınmış ve hükümete dayatılmış hükümsel bir karar olup, şırıngaladıkları zehirle artık işlevini yerine getirmiş olmalarının güveniyle hiçbir sakınca görmediklerini deklare edebilmektedirler.

Ünlü dil devriminin temellerini atan mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’de Köy Enstitülerini masonik felsefe olan “dinsizlik ve namussuzluğu” topluma empoze etmek aracı olarak kullanmıştı.

CHP, totaliter 40 yıllık iktidarında milletin dinini ve namusunu yok edebilmek için öylesi barbarlıklara ve adaletsizliklere başvurmuş, vatanı uğruna canlarını veren şehitlerin geriye bıraktıkları dul ve yetimlerin haklarını gasp etmiş ki, kendilerini ebedileştirebilmek ve sürekli iktidar kalabilmek maksadıyla İngiliz Atatürk’ünü tanrılığa yücelterek; ülkenin her karış toprağı, insanı, devleti ve kamu hazinesi dâhil her şey, sokaktaki hayvanlar ve bitkiler bile İngiliz Atatürk’ün mülkü haline getirmişlerdir.

Kurtuluş Savaşlarında cephede savaşan askerlerin sabahları bazen Üzüm Hoşafı, bazen Yağlı Buğday, bazen Yarım Ekmek yiyerek, öğle ve akşam tek bir lokma bulamadıkları bir mücadelenin ağır ve fedakâr yükü haince unutularak, geriye bıraktıkları gözü yaşlı dul ve yetimlerin açlık ve yoksulluk içindeki sürünmeleri tasa edilmeyerek, sadece kendi çıkarlarını düşünüp, partililerini zengin etme gayretleri, hangi insan vicdanının kabul edebileceği bir hazımdır? CHP, devletin ve milletin sahibi hülyasından asla kurtulamadığından iktidara gelse, yine aynı düşünce ve duygularla talana ve sömürüye yeltenmeyecek mi? Dini ve namusu ortadan kaldıranlardan vicdan, merhamet ve adalet beklenebilir mi?

Atatürk’ün Mustafa Kemal olmadığına başka bir delil ise; Türkiye’nin kendisinin olduğu diktatör anlayışıyla açlıktan midelerinden gümbür gümbür sesler gelen yoksulun, fukaralıktan namusunu satan şehit eşinin ve tüyü bitmemiş yetimin haklarını zimmetine geçirerek dilediği gibi saltanat sürmesi ve partisi CHP’ye acımasızca peşkeş çekmesidir. CHP’ye bağışladığı Türkiye İş Bankası hisseleri, devlet başkanlığı sırasında hak ettiği maaşlarının bir birikintisi mi, yoksa canlarını veren şehitlerin yüzde yüz helal hakları mı? Gayrimeşru yapılan insafsızlıklar öyle diz boyuydu ki, cumhuriyet rejiminin hak ve adalet ilkesine tamamen aykırı sömürülerden Atatürk’ün manevi kızları bile nasiplenmiş, kendilerine ömür boyu yüksek maaşlar bağlanmış, milletin geri kalanı çöplüğe atılmıştır.

Bu nasıl bir kurtarıcıydı ki ayrıcalık yaparak kendini, yakınlarını ve partisini kollayıp kayırarak, devlet imkânları ve yetimlerin haklarını onlara bağışlamak suretiyle diğer vatan evlatlarını saf dışı bırakabilmiştir? Ancak o, Müslüman ve Türk düşmanı merhametsiz ve adaletsiz İngiliz Atatürk’tü… Mustafa Kemal ise böylesi haksız ve adaletsiz bir davranışı aklından bile geçirmezdi.

CHP’nin laiklik ve Atatürkçülük lehine estirdiği korku imparatorluğuyla halkı Müslümanlara karşı isyana teşvik etme ve her sesten irkilme paranoyaları, şüphesiz ilkeleri olan namussuzlukların bir sonucudur. Oysa 17. yüzyılda yaşamış İngiliz rahip ve tarihçi Thomas Fuller; “Namuslu kişiler, ne aydınlıktan ne de karanlıktan korkarlar.” diyerek, Kemalist ve laik CHP’nin namussuzluğunu kanıtlamıştır.

Sözde halkçı CHP, temeli harami olmasından böylesi haksızlıkları ve adaletsizlikleri rahatlıkla hazmedebilir, çünkü din ve namus gibi yüce değerlere sahip olmadıklarından, var olma amaçları tamamıyla bencil ve oportünist bir iktidarda, geçmişte olduğu gibi aç bir sırtlanın avını bekler misali tetikte hazır yığınlarını zengin edebilmek, dinini ve namusunu muhafaza etmeye çalışan halkını baskıyla maneviyattan koparabilmek, çağdaşlık hilesiyle hayvani ilişkilere ve cinselliğe zorlayarak, iffetli genç kızlarımızı fuhşa itmektir.

Harami bir yapının ömrü, kökü olmayan bir ağacın ayakta zorla durdurulmaya çalışılan pis gövdesi kadardır. Bir rüzgâr ya da bir üfleme onu yıkacaktır ama ya o yoksa…

Atatürk’le gerçekte nasıl bir ilişkisi ve yakınlığı bilinmeyip, manevi kızı olarak kamuoyuna takdim edilen sözde manevi kızı Ülkü Adatepe’nin televizyonlara çıkıp; utanmadan dul ve yetim fukaranın hakkı olan aylık beş milyar ile geçinemediğini, özel bir makam aracına, şoföre ve korumaya ihtiyacı olduğunu, Atatürk’ün kendisini çok şık ve pahalı elbiseler giydirdiğini, dolayısıyla aynı klâsı devam ettirmesi gerektiğini söylemesi, her ne kadar vicdanları dağlasa da; haktan, hukuktan, adaletten ve eşitlikten bahseden laik jakoben aydınlarca eleştirilmesi bir yana, üstelik onu savunur bir üslup kullanarak, Atatürkçüğün ve CHP’nin zarar görmemesi için skandalın üstünü kapatabilmeleri, şüphesiz vicdanın yer almadığı “dinsiz ve namussuz” bir ruh ve beden taşımalarındandır.

Susmaya devam mı etmeliyiz?

Namuslu olmayanların siyasetçi olabilmeleri mümkün değildir, bundan dolayıdır ki onlar ancak politikacıdırlar. Siyaset; devleti hak ve adaletle yönetme sanatı olup; kendini, yakınını ve yandaşını zerre kadar ayrıma tabi tutmayıp, etnisite, inanç, fikir ve düşünceye bakmaksızın yönettiğin toplumun tamamını eşitlik ve adalet ilkeleriyle sevk ve idare ederek, ahlak kurallarını acze uğratmadan yemeyip yedirmek, giymeyip giydirmek, binmeyip bindirmek ve halkı güvende olmadan kendini güvende hissetmemektir. Dini ve namusu ortadan kaldıran bir düşüncenin siyaset yapabilmesi mümkün müdür?

16 yüzyılda yaşamış ünlü İspanyol romancı ve şair Miguel de Cervantes; “Namuslu davranmak en iyi siyasettir.”

Yazımdan dolayı hiçbir CHP’linin öfkelenmeye hakkı yoktur. Eğer hesap soracaklar ise; tapınıp önder ve kurtarıcı edindikleri İngiliz Atatürk’üne ve böylesi aşağılayıcı bir ilkeyle varlığını sürdüren parti yönetimini protesto etmelidirler, olmadı derhal istifa ederek ya da desteğini çekerek, hata ve yanlıştan dönmenin erdemliğini gösterebilirler. CHP, Atatürk’ün açıkça deklare ettiği üzere; dinsiz ve namussuz bir anlayışla kurulmuş partidir. Ancak dinsizliği ve namussuzluğu temsil etmesinden, o partide bulunmayı içine sindiren herkes, bilinmelidir ki istese de istemese de dinsizliği ve namussuzluğu kabullenmiş olmanın yaftasıyla dolaşacaktır.

Ayrıca aziz vatanlarını kurtarabilme uğruna geriye gözü yaşlı eş ve çocuklarını bırakan gazi ve şehitlerin haklarını gasp ederek zimmetlerine geçiren CHP; sömürünün, yolsuzluğun ve gaspın bayraktarıdır. Bu sebeple hiç kimseyi eleştirme hakları bulunmadıkları bir yana, dinden, namustan, dürüstlükten ve adaletten bahsedemezler.

Onlar o kadar dehşetsi sinsi bir kötüyle özdeşleşmişlerdir ki bazılarının iyi yanları gizlenmelerine, dolayısıyla çok daha beter olmalarına zemin hazırlamaktadır. 17. yüzyılın Fransız yazarı François La Rochefoucauld; “Nice kötü insanlar vardır ki hiç iyi yanları olmasa daha az tehlikeli olurlardı.”

CHP’nin söylemsel aldatıcı görüngüsüne değil, özüne inildiğinde lanetsel varlığı anlaşılacak ve Müslüman bir Türkiye’de yeri bulunmadığı kavranabilecektir.

12. yüzyılda yaşamış saygın ve derin İslam âlimi İmam Gazali;
“Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.”

Namus bir fert, bir toplum ve bir millet için öylesine hayati bir değer ve fıtratsal bir dürtüdür ki hiç kimse, ama hiç kimse onunla oynamamalı, ülkeyi geriletecek, terörleştirecek ve düzeni yerle bir edecek bir müdahalede bulunmamalıdır. Kötülüğün diğer bir adı da olan namussuzluk, Allah tarafından da önemle vurgulanmış, isnadın dahi lanetlenmeye sebep olduğunu açıkça buyurmuştur.

“Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için çok büyük bir azap vardır.” Nur 23

Hiç yorum yok: