4 Haziran 2012 Pazartesi

PKK taşeronu Kılıçdaroğlu atakta…


Analar ağlamasın; kan dökülmesin; barış olsun!


Böylesi insani ve ulvi gerekçelere kim “hayır” diyebilir?


Ancak hümanizmin bayraktarı şeytanda aynı argümanlarla nefislere ilhak ederek hayra karşı şerri egemen kılabilmek için benlikleri sinsice azdırmak suretiyle yıkıcı darbeyi indirmektedir.


Herkes gibi bende Kürt sorunu düzmecesine inanarak lehte yazılar kaleme almış, ne zaman din ve insanlık hasmı PKK’ya hizmet ettiğimi fark edince, derhal şeytanın ağından kurtulmuş, gerçeğe sadece gerçeğe yönelmiştim.


Evet, Atatürk milliyetçiliğinin baskı ve zulümlerini kimse inkâr edemez. Lakin söz konusu şovenizmin odağı vahiy ve iman eden Müslümanlar olup, irtica manipülasyonuyla yapmadıkları zalimlik kalmamıştır. Resmiyette irtica 1. Derece tehdit olarak belgelenip dindarlar kamunun tüm haklarından dışlanırlarken; ne geçmişte ne de bugün Kürtlere etnik kökenlerinden dolayı doğrudan hiçbir yaptırım uygulanmamış ve baskılarla karşılaşmamışlardır. Ne zamanki ırki bir bağımsızlık isyanları olmuş, her egemen devletin yaptığı kaçınılmaz müdahaleye muhatap kalarak potansiyel şüpheli durumuna düşmüşlerdir. Eğer adaletle şahitlik ederek aşağılık teröristlerin yanında yer alacaklarına karşılarına dikilselerdi, kendilerine bir halel getirmeyeceklerdi.  
          
Osmanlı döneminden itibaren bağımsız bir devlet olma hedefi taşıyan ayrılıkçı Kürtlerin karalılıklarını Ermeni yapısı PKK çatısı altında sürdürme yanlışları, hem dinlerine hem de insanlıklarına ihanete kadar götürmüş ve ırki yapılanmaları adına sapkınlığı ve canavarlığı dahi kabullenebilmişlerdir. Hak, adalet ve insanlıktan yana Müslüman Kürtler terörist ırkdaşlarına cephe alacaklarına dolaylı yollardan desteklemeleri ya da sessiz kalmaları, aynı kategoride değerlendirilmelerine sebep olmuştur.


Tartışılmaz gerçek; ülkenin içinde bulunduğu döngünün Kürt sorunu değil PKK sorunu olduğu, ne PKK ne BDP ne de KCK’nın Kürtleri temsil etmeyerek İsrail ve Ermeni çıkarları adına terörü sürdürmeleridir. Dolayısıyla Kürt sorunu varmış gibi yapılan hilesel yönlendirmeye Ak Parti de kapılarak, küllenmesi gereken PKK belasını yanardağa çevirtmek suretiyle müzakere ve mütareke pazarlığını meşrulaştırmıştır.
 
Bu nasıl bir tutarsızlık ise; bir taraftan terörle mücadele, diğer taraftan teröristlerle barış girişimi!


Şüphesiz kendilerince kutsal addettikleri bağımsız bir devlet olma amaçlarını bir hak olarak kabul etsek de, bu makrohedefe ulaşabilmeleri için zafersi bir savaştan başka hiçbir yolları olmayıp, çıktıkları meşakkatli yolda başlarına gelen acılardan şikâyetçi olmamalı ve ödedikleri bedelden elem duymamalıdırlar. Çünkü egemen hiçbir devlet, demokrasi ve barış safsatalarıyla toprak ve siyasi iktidar bütünlüğünü paylaşmaz, işgal altındaki mağlup bir müstemlekeymiş gibi kalbini söküp masaya bırakmaz.  Hele de yedi düvelle savaşmış bu millet, çapulculara pabuç bırakmaz. Dolayısıyla hain siyasilerin masa başındaki mutabakatları millet nezdinde karşılık bulmayacak ve sokak çatışmaları tek bir canlı kalmamacasına tüm ülkeyi kapsayacaktır. 

PKK ya da siyasi sözcüsü BDP’nin amacı apaçık ortadayken; diyalog, müzakere ve barış benzeri girişimler bölünmeyi ve terörü meşrulaştırıcı adımlar olup, Ermeni taşeronu PKK’yı daha da cesaretlendirmekte, böylece hedefine yaklaştırmaktadır.


Ayırımcılığın, ihanetin ve düşmanlıkların merkezi CHP, kaybettiği iktidarının öcünü alabilmek için Ermeni köklü Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu önderliğinde sözde terörü bitirme adına PKK’yı sahiplenerek şeytani bir yol haritası çizmiş, şifresi de “ver kurtul” mantığıdır. Her ne kadar açıkça ifade etmese de tünelin ucundaki kapı, ‘analar ağlamasın’ sömürüsüyle PKK’ya boyun eğdirmektir.

PKK’nın İslam’a karşı oluşu CHP’nin Ergenekon ve Balyoz terör örgütleri misali PKK’nın müdafaasına haklı bir gerekçe olmuştur. Şayet PKK, İslami bir Kürt harekâtı olmuş olsaydı ne CHP ne de yandaş gazeteci ve STK’lılar PKK’yı savunurlardı…  


Hem Türklerin hem de Kürtlerin hümanist söylemlere kulaklarını tıkayarak ajitasyonlara karşı PKK ve müttefiklerine taviz vermemeleri, gerek dinleri gerekse insanlıklarının bir yükümlülüğüdür.


İnsanoğlunun dünyaya gelişindeki gaye, şeytana yani kötüye karşı mücadele etmesi ve bu uğurda ölerek insanlığı baki kılması ve ebedi mükâfatı hak etmesidir. Çocuğunun eline bir diken dahi batsa ağlayan anaların dokunulmaz kutsallıkları, gözyaşlarının durmamasındadır. Analar sadece savaşlarda mı evlatlarını yitiriyorlar? Çeşitli musibetlerle ölen insanlar, savaşlardaki ölümlerden yüzbinlerce kat daha fazladır.  Anayı yücelten veya alçaltan çocuğunun nasıl ve ne uğurda öldüğüdür. Şeytana karşı mücadelede ölen çocuğuna ağlayan şerefli bir ananın gözyaşları, cennetteki ırmakları dolduran bir rahmettir. Oysa şeytanın adımlarını takip ederken ölen çocuğuna ağlayan ananın gözyaşları ise, cehennemi dolduran bir irindir.


Güya anaların ağlamalarına dayanamadığını açıklayarak PKK ile masaya oturtulmasından başka bir çözümün bulunmadığını vurgulayan Kılıçdaroğlu; neden Filistin’de öldürülen milyonların ağlayan analarına karşı politik manevralarla İsrail’i desteklemiştir? Neden Mavi Marmara gemisine saldırarak alçakça katledilen vatandaşlarımızın ağlayan analarının yanında olmayıp terörist İsrail’i haklı bulmuştur? Neden çoluk-çocuk demeden katleden Suriye rejimine karşı ağlayan anaların hıçkırıklarına sessiz kalmayan Başbakan Erdoğan’ın müdahalesine tepki duyarak katil Esed’in yanında olmuştur? Böylece Kılıçdaroğlu’nun, anaların ağlamalarına karşı samimi bir duyarlılık gösterebilmesi mümkün müdür? Özellikle Müslüman bir ananın gözyaşları onun için bir üzüntü müdür, yoksa sevindirici midir?


Binlerce yıl suyun içinde kalan bir taşa su girmemesi misali, insanlığın içinde yaşayan PKK, BDP ve CHP’nin insanlıktan nasiplenmemeleri, taştan farkları olmadığına bir kanıttır. Dolayısıyla Yaratıcılarına imanın olmadığı bir vicdandan; merhamet, doğruluk, hak ve adalet beklenemez… 

Hak ve adalet konusunda hislere kapılmamasını emreden Allah, anan ve babanın aleyhine dahi olsa iyiliğin egemen kılınmasını şart koşmuş, bu yoldaki ölümün bir zillet değil bir yücelik olduğunu buyurmuştur. Bu sebeple şeytan ve yandaşlarına karşı savaşmak ve kökleri kuruyuncaya kadar mücadele etmek, her müminin üzerine farzdır. Kötülüğün hüküm sürdüğü bir toplumda şeytanla yapılması düşünülen bir barış mümkün değildir. Çünkü şeytanın en büyük düşmanı, adalet ve barıştır. 


Açıkça ifade etmem gerekirse, Ak Partinin politikalarından endişelenmekte ve vicdansız teröristleri muhatap alarak bir çıkış yolu aramasına korkuyla yaklaşmaktayım. Çünkü Başbakan Erdoğan’ın PKK’yı değil ama BDP’yi muhatap alacağını açıklaması, korkumdaki haklılığımı ispatlamaktadır.


Acımasız teröristlere vereceği imtiyazla sadece kendi ipini değil insanlığın ve İslam’ın da ipini çekecek olan Ak Parti, bataklıkta güreşmekten derhal vazgeçmelidir. Belki partisindeki 3-5 PKK figüranının etkisinde kalarak Güneydoğu’daki oyları hesap ediyor ama bilmelidir ki, kimi Müslüman Kürtler, Kemalist rejimden ve CHP oligarşisinden dolayı zoraki PKK’yı destekleseler de, PKK ya da BDP’nin Kürt haklarının savunucusu olmadıklarını er geç fark edeceklerdir. Sözde özgürlük için mücadele edenler, şeytan Apo’nun efendiliğini nasıl bir özgürlükle bağdaştırıyorlar?


Unutulmamalıdır ki Kürtler için öncelikli değer İslam ve ahlaktır. İslam ve ahlak düşmanı eşcinsel bir BDP’ye Müslüman bir Kürtün dayanak olabilmesi söz konusu değildir.


Yeter ki gerçekler anlatılabilsin! 
      
PKK taşeronluğunu üstlenen Kılıçdaroğlu’nun ortaya çıkma sebebini okuyabileceğini sandığım Ak Parti, analar ağlamasın edebiyatıyla aleyhine hazırlanan ve kendisini bitirecek olan tuzağı elinin tersiyle iteceği kanısındayım. Ak Parti oy hesabına değil insanlığa ve istikbale odaklanmalıdır.
Ak Partiyi silebilmek için takamayacağı maske olmayan CHP’nin PKK lehtarlığına ulusalcı partililerin tepkisizliği, başka bir kanıta ihtiyaç duyulamayacak bir açıklıktadır.


Sayın Başbakan Erdoğan! Gerek Kılıçdaroğlu’nun hileli barış paketini gerekse diğer hain kutupların insani ve demokrasi çerçevesindeki etkisel dayatmaları, tıpkı dişiliğini hoyratça ortaya koyarak nefsi çıldırtan bir fahişeyle aynıdır. Nasıl ki fahişenin taşıdığı öldürücü hastalıklar veya sebep olacağı belalar o an idrak edilemeyerek geçici tatminin esiri olunabiliyor ise, şeytanla işbirliğine kalkışarak ülkeyi helâke götürmeyiniz.


Unutmamalıdır ki, kötü bir barış, savaştan daha berbattır. Dolayısıyla şeytanla işbirliği yapmanın ilk kuralı, “YAPMA”’dır.


“Kurdu kurtaran koyunları öldürür.” Victor Hugo


“Üstün durumda iken gevşeyip barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” Muhammed 35

Hiç yorum yok: