18 Haziran 2012 Pazartesi

Gözyaşlarını akıtıp ananla da harmanladıktan sonra…


Şeytan olsan kim inanır?

Temel dayanaktan yoksun hislerin kötü ve yanlışı masumlaştıran etkisinden dolayı şeytan ve dostlarına merhamet gütmenin acı sonunu toplumlar çekmektedir. Kötüyü hümanite çerçevesinde bağışlayan düşünceler, iyiyi bertaraf etmenin haksızlık ve adaletsizliğinden ötürü kendilerine zulmetmektedirler. Dolayısıyla kötülük başkasında değil kişinin ya da toplumun kendisindedir. “Ne yaptım ki başıma bunlar geldi” otokritiğine hata ve kusur işlemez benliklerinden dolayı yanaşmayanlar, kendilerinden başka Allah dâhil herkesi suçlarlar.

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanların, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi görme üstünlükleri kötünün egemen olmasına yegâne sebeptir. Hümanite adına kötüye acıyarak meşrulaştıran bir düşünce, adil ve iyi olabilir mi?

Bir gün, dünyanın en acımasız seri katillerini yayınlayan yabancı bir belgesel seyretmiştim. Söz konusu canilerden birinin mahkemedeki yargılanışı sırasında ibret verici gelişmeler, insan psikolojisinin değişkenliğini ve adalete bakışını özetliyordu.

Amerika’da kırkın üzerinde kadın öldüren cani ile kimi davacıların arasındaki duygusal bağ, kesinlikle cezalandırılması gereken caninin gözyaşlarından ötürü nasıl affedilebildiğini ortaya koymuştu. Eşleri, kızları ve yakınlarını vahşice öldüren caniyle ilgili adalet arayanlarla, hümanizm adına cezalandırılmasından imtina edenler arasındaki tenakuz; anan ve baban aleyhine dahi olsa adaletle hükmetmeyi emreden Allah mı, yoksa ne kadar canavar da olunsa bağışlanılmasını öngören hümanite kuralları mı geçerli olmalıydı, sorusunu ortaya koyuyordu. Canları yanan öldürülen kadınların onlarca yakını mahkeme salonunda caniyi suçluyor, beddualar yağdırıyor, tehditler savuruyor, ellerine geçirdiklerinde kendisini dilimleyerek doğrayacaklarını, işkenceler altında yavaşça öldüreceklerini, vücudunu parçalarken tadacakları zevki iştahla anlatarak, mahkemeden ivedilikle idam kararı vermesinde ısrar ediyorlardı.

Sanık sandalyesinde mağdur yakınlarını izleyen cani, öylesine masum ve anlamlı bir ifadeyle onlara bakıyordu ki, sessizce gözlerinden akan yaşlarını silerek yaptıklarından büyük bir pişmanlık duyduğunu davranış ve duygularıyla ifade ediyordu. Mahkemede öylesine bir tablo belirmişti ki, sanki cani olan ve dehşet saçan davacılar, mağdur olan ise caniydi. Davacılar içinde bir bayanın, caninin gözlerinin içine bakarak ve adıyla hitap ederek, “Seni bağışladım, evet, seni affediyorum!” demesi ve caninin de başını sallayarak kendisine teşekkür etmesi; hislerin mi, yoksa adaletin mi hükmetmesi karmaşasını doğurmasından adalet isteyen kimi davacılar da o kadından yana tavır almışlardı. Şüphesiz adalet karşısında hislerin hiçbir etkisi olmamalı, toplumun bekası, huzur ve güveni adına o cani, yaptığının bedelini ödemeliydi ve mahkeme, insaniyetten yana tavır koyarak o caniyi idam etmişti.

Doğruluk ve iyiliğin hükmetmesi adına her kim suç işlemişse mutlaka karşılığını bulmalıdır ki, suç işlemeye fırsat kollayanlara cesaret verilmeyerek, toplumun güvenliği sağlanabilsin…

Şeytan ya da anaları ağlıyor diye azgınlar bağışlanabilir mi? İşte terör sorununu çözme manipülasyonuyla PKK-BDP adlı şeytanla uzlaşmaya kalkışan insanlık ve adalet düşmanı hümanistler, şeytanın bir dostunu sözde dizginlemekle kötüyü ya da savaşı bitirebileceklerini sanma gafleti içinde çırpınmaktadırlar.

Unutmamalıdırlar ki, içinde yaşadığımız vatan toprakları, binlerce yıllık tarihi boyunca savaşın eksik olmadığı topraklardır. Yüzlerce nice medeniyetin ve Peygamberlerin gelip geçtiği bu toprakların kaderi savaşlarla çizilmiş, PKK olmasa bile başka bir düşmanla savaşmaktan kaçılamayacağı kaderce hükme bağlanmıştır. Bu sebeple şeytan dostlarına teslim olmaktan ise, hak ve adaleti egemen kılabilmek adına kötüyle savaş bir felaket değil, bilakis Allah’ın vaat ettiği cennetin bedelidir. İrlandalı siyasetçi ve filozof Edmund Burke’nin de ifade ettiği gibi; “Savaş, bulduğu ülkeyi bir daha bırakmaz.”

Savaş değil savaştan kaçmak şeytanidir.

Canına ve kurduğu yapıya bir zarar gelmemesi adına farz-i mücadele yerine şeytana kulluk edercesine yaratıcısı Allah’a, inandığı Peygambere, kitabı Kuran’ı Kerim’e asi olan F.Gülen, görmeyi unuttuğumuz gözyaşlarına sarılıp yığınlarının kalbine öyle bir vuruş yaptı ki, tıpkı o Amerikalı caninin davacı kadını etkileyip affettirmesinden farksızdı.

Başbakanın pas verip Gülen’in gole çevirdiği Türkiye’ye dönmemesiyle ilgili sıraladığı gerekçelerin tamamı absürt olup, ihanetini gizleyebilme telaşıyla ağzında gevelemeye alıştığımız klasik bahaneleriyle aptal yığınları bir kez daha yüreklerinden vurmuştur. Duyguları fetheden hıçkırıklar içindeki gözyaşları ve mezarının anasının ayakları ucuna gömülme sömürüsü arasında şeytani olduğunu açıkça ikrar etmesine rağmen kamuoyunca okunamaması, şüphesiz önlerine ve arkalarına perde çekilmiş mühürlü olmalarındandır.  
  
Diyor ki; “Türkiye’de yeni problemlerin olmaması, bir kısım huzursuzlukların çıkmaması, bir kısım kazanımların kaybedilmemesi için Türkiye’ye dönüşünün zarar verebileceği endişesi taşıdığını, milletine ve ülkesine zerre kadar zarar gelmemesi adına sözde sıla hasreti çektiği vatanına dönmekten kaçındığını” açıklayan F.Gülen, böbürlenecek kadar tanrısal ne gücü varmış ki, gelişinin Türkiye’yi karanlığa sürükleyebileceğini iddia ediyor?

İman etmiş bir mümin hesap yapmaz, sadece emirlere itaat eder. Hesap yaratıcı Allah’ın, kulluk müminin üzerine farzdır!  

Öncelikle rahmani bir insan, bulunduğu topluma zarar mı yoksa fayda mı getirir? Dünya yaratıldığından itibaren en azgın toplumlara gönderilen ve ümmetlerinden tek bir beşeri dahi imana getiremeyip hak uğrunda mücadeleler vererek yüzlerce musibeti göğüsleyip kötülüğü ortadan kaldırma hedefiyle insaniyeti hâkim kılmak isteyen nice Peygamber ve muttakilerden hangisi Gülen gibi bir mazeretlere sığınmışlardır? Demek ki Gülen’in rahmani değil şeytani olduğu itirafı, verebileceğini düşündüğü zararlardan anlaşılmaktadır. Allah dilemedikten sonra zarar getirebilmesi de mümkün değildir ya!

Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.” Mücadele 10

Ayrıca kendisini dünyaya bağlayan evinin, arabasının ve dikili bir ağacının bulunmadığıyla ilgili açıklamalarını sürdürmesine utanıyor, kendisini izleyen aptalları bu kadar da aşağılamalarını akıl adına sindiremiyorum. Oysa dünyanın en zenginlerinin kendisinin konumunda olabilmek için tüm servetlerinden vazgeçebilecekleri aşikârken, hala fakirlik ve iktidarsızlık edebiyatı yapabilmesi şeytani değil de nedir?  Forbes’in yayınladığı en zenginler listesinin üst sıralarında ve Burger King gibi uluslar arası şirketlerin sahibi dünyaca ünlü işadamı Nicolas Berggruen’de ne evi ne de arabasının olmadığını biliyor muydunuz? Onlar iflas ettiklerinde bir dilim ekmek bulamaz ama F.Gülen’in iflas gibi bir sorunu yoktur. Sonuçta milyonlarca insan onun bir sözüne bakarak her şeylerini yoluna harcamaktadırlar…

Her ne kadar Gülenistleri aptallıkla suçladıysam da, aslında onlar da Gülen gibi sömürü çarkından menfaatleşmektedirler. Gülen, onlara dünyada bir eşi olmayan öyle materyalist bir organize kurmuş ki, tanrısal markasını kullandırıp hem siyaseten hem de ekonomikken prestij kazandırmakta, karşılığında da hizmet adına bedel almaktadır. Gülen onları, onlarda Güleni kullansalar da, sonunda hepsinin hesap vereceği o gün gelecektir. Asıl yazık olanlar, İslam adına saf bir kalple aralarına giren gençlerin kirletilip materyalistleştirilmeleridir.  

Gülen’in etkili sömürüsünü, sanki kıyamet alametlerinden deccalın iman edenleri yoldan çıkarabilmek için bürüneceği söz ve davranışlarıyla eşleştiriyorum. Acaba Gülen, deccal midir?

Oysa gönül isterdi ki, imanından sonra küfre sapmasından pişmanlık duyup tövbe ederek Allah’a ve Resulüne teslim olduğunu açıklaması, Türkiye’ye ölüsünü değil dirisini layık görerek halkına faydalı olabilmesiydi. 40 kişiden fazla kişinin katili bir cani dahi pişman olabiliyor da, neden F. Gülen tövbe edemiyor?

“İnandıktan sonra kâfirliğe sapıp sonra inkârcılıkta daha da ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar, sapıkların ta kendisidirler.” Al-i İmran 90        

Sanki Türkiye bir mezarlıkmış gibi, Kendi ülkemde ölmeyi ve mübarek annemin ayaklarının dibine gömülmeyi arzu ederim” vasiyeti, Türkiye’ye ve halkına apaçık bir hakarettir.  Acaba ömründe hiç annesinin kabrini ziyaret edip duada bulunmuş mudur? Çünkü Said Nursi ve F.Gülen için “kadın şeytandır, zinhar uzak durunuz” düşüncelerinden, babasının mezar ziyaretiyle ilgili kanıt var ama annesiyle ilgili tek bir bilgi yoktur. 

Cesetlerinin vatanı saydıkları Türkiye’ye dünya akın ederken, sözde vatan sevdalıları Türkiye’yi ölüler diyarı olmakla aşağılamakta, vasiyetlerinde çürüyüp gidecek ruhsuz bedenlerinin Türkiye’ye getirilmelerini isteyerek, bir de nereye, kimin yanına gömülecekleri kargaşasıyla sorun olmakla kalmayıp, cahil yığınlara tapınma yollarını açacak korkunç bir şirke de vesile olmaktadırlar. Milletine hizmet etmekten ise Avustralya’ya kaçan M.Esad Çoşan’ın ölümü üzerine cenazesinin Türkiye’ye getirilmesiyle ne badireler yaşandığını sanırım birçoğunuz hatırlıyordur. Eğer hicret maksadıyla Türkiye’deki rejimi küfür sayıp kurtulmak amacıyla kaçtıysalar da, gittikleri ülkeler Türkiye’den daha beter seküler rejimle idare edilen İslam düşmanı ülkeler olmalarından Allah nezdinde hiçbir değer taşımamaktadır. Ayrıca her nereye gitmiş olurlarsa olsunlar, her yer Allah’ın arzı olmasından ötürü neden öldükleri ülkelerde değil de Türkiye’de ısrar etmelerinin sebebi; olsa olsa kabirlerine yapılacak tapınmadan ötürüdür.

Özellikle siyasiler başta olmak üzere kimileri Gülen ve cemaatini mutlak bir güç zannedip doğruları açıklamaktan korkuyorlar. Oysa Gülen de, cemaati de bir hiçtir. Ne siyaset ne yargı ne ekonomi ne de sosyal bir yaptırımları olamaz. Her şeyi sevk ve idare eden Allah olduğundan Allah ve Resulünün yolundan çıkmış sefillere itibar etmek, şeytanı Allah karşısında egemen kılmak olur!  

Allah’tan Gülen’i anlayabilme hidayeti temenni edin ki, onunla birlikte cehenneme atılanlardan olmayasınız…  
  
“Onlar güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” Bakara 9

Hiç yorum yok: