25 Haziran 2012 Pazartesi

Kimse Suriye’ye bir karşılık beklemesin!


Kendini Kaf dağında hisseden Başbakan Erdoğan, Suriye’den asla beklemediği saldırı karşısında şoka uğramış, güçlü ve egemen bir devletin yapması gereken ani karşılık yerine sözde uluslararası hukuk çerçevesinde girişimlere başlayarak olayın sıcaklığını ve vahametini sulandırmıştır.

Hukuk tanımaz bir zorbaya ancak hak ettiği karşılık verilip caydırıcılık kanıtlandıktan sonra hukukun gereği yapılır. Suriye’nin meydan okurcasına “Türk uçağını biz vurduk” açıklaması akabinde bir saniye daha beklememesi gereken devletin iki pilotun derdine düşerek Suriye ile ortak aramaya girişmesinin dünyada bir örneğine rastlanmış mıdır bilemiyorum.

En azından bir füze veya bir takım savaş uçağı gönderip askeri alanların bombalanması akabinde müzakerelere kalkışılsaydı, yerlerde sürünen itibarımızı kurtarırdık. Ancak kendisine değil de NATO ve Batı’nın rıza ve desteğine ihtiyaç duyan Türkiye gibi bir devlet, 75 milyonluk milletini ve tarihini utanca boğmuştur.

Suriye’ye verdiği elektriği dahi kesmeye cüret edemeyen bir hükümetin savaşabilmesi mümkün müdür?

Suriye’nin arkasındaki güçler Rusya, İran ve Çin; Türkiye’nin ise sözde NATO, AB ve gölgelerinden korkan kimi Arap Ülkeleri. Öyle bir samimiyet testindeyiz ki, ekonomilerinin iflasıyla didişen AB ve ABD’nin Türkiye için asla savaşa kalkışmayacakları aleni olup, sonunda Suriye kazanacak; Türkiye de İsrail saldırısında olduğu gibi mahkeme kapılarını aşındırmakla kalacaktır.

Zaten ekonomiye odaklanmış bir hükümetin ekonomisine halel getirecek savaş gibi bir onura cesaret edebilmesi söz konusu değildir. Hele de savaşan bir ülkeye turist gelir, yatırım yapılır mı? Onur ve itibarda neymiş; fahişeyi dahi namuslaştıran para, bir devletin itibarsızlığını mı perdelemeyecek?

Hükümetin sözde meşruiyet zemini hazırlayabilmek ve destek bulabilmek için çaldıkları kapılar, mastürbasyon misali bitmek tükenmez tartışmaları, saldırının yerde kalmayacağı ile ilgili nutuklarının ne kadar trajikomik olduğu, milletimizin Suriye’den daha azılı ve ezeli düşmanı PKK-BDP teröristleriyle yaptıkları görüşmeden anlaşılmaktadır.
     
Suriye ile ilgili Başbakanlıkta yapılan zirveye davet edilen terörist kâfirler Selahhatin Demirtaş ve Gülten Kışınak adlı yaratıkların muhatap alınması, demokrasi adına hükümetin zavallılığını kanıtlamıştır. Acaba hangi demokratik güçlü ülke, kendine karşı savaşan bir terör örgütüyle ülkenin hayati meselelerini görüşebilir? Yoksa kendilerini destekleyen Suriye aleyhine bir beyanat vermeleri mi düşünülüyordu?

Terörist Demirtaş’ın Suriye’ye karşı askeri müdahaleyi benimsemedikleri ifadesi, örgütü PKK misali mevcut Suriye politikasından vazgeçmeli ültimatomunu sindirebilen Başbakan, neden Suriye’nin saldırısını İsrail’in ki gibi hazmedemesin?

Türkiye’ye vuruş serbest, savunma yasak…

Acziyeti perdeleme amacı taşıyan Suriye Halkı ile kardeş edebiyatından vazgeçip, derhal gereğini yapmaktan çekinen hükümet, Suriye Halkına karşıda samimi duygular beslememektedir. Suriye Halkını katleden Esed’e karşı yapılacak savaş için yalvarıp duran Suriye Halkı değil mi?

“ Ya öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde” Goethe

Hiç yorum yok: